Arap ülkelerinde baş gösteren olaylar Tunus ve Mısır’ın ardından Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Fas ve Cezayir’in yanısıra Irak ve Suudi Arabistan’da da halkı sokaklara dökmüştür. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan olayların sonucunda önce Tunus Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin-Ali ardından Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle diğer Arap ülkelerinde tansiyon daha da yükselmiştir.
Tunus ve Mısır’da yönetimin devrilmesinden sonra 16 Şubat 2011 tarihinde Arap ülkelerinde başlayan halk ayaklanması Libya’ya da sıçramış ve Kaddafi yönetimine karşı güçlü bir muhalif hareket ortaya çıkmıştır. Bu yazıda; Libya’daki gelişmelerin diğer Arap ülkelerindeki gelişmelerden farkı incelenecek, Libya’daki olayların silahsız bir halk ayaklanması mı, yoksa Kaddafi’nin baskıcı yönetimine karşı silahlı bir halk direnişi mi olduğu sorusuna cevap aranacak ve Kaddafi sonrası Libya’yı nasıl bir gelecek beklediği analiz edilmeye çalışılacaktır.
Libya’nın Jeoekonomik Önemi
Libya, jeopolitik öneminin yanında ekonomik olarak da Kuzey Afrika’nın zengin yer altı kaynaklarına sahip bir ülkesidir. Libya, İtalya’nın 1911’de işgaliyle beraber Osmanlı hâkimiyetinden çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı cereyan ederken meydana gelen Libya Çıkarması’ndan sonra İtalya, Libya’yı İngiltere ve Fransa’ya bırakmıştır. Libya, 24 Aralık 1951 tarihinde bağımsız bir ülke olmuştur. Federatif bir Krallık rejimine geçmiş ve İdris El-Senusi Libya Kralı olarak tahta oturmuştur. Eylül 1969’da Kral İdris Türkiye’de tedavi görürken, Kaddafi liderliğindeki genç subaylar tarafından yapılan kansız bir darbeyle Libya Arap Cumhuriyeti ilan edilmiştir. (1)
Libya, gelirinin % 95’ini petrolden elde etmektedir. Zengin petrol yataklarına sahip olan Libya’daki halk hareketinden önce günlük petrol üretimi 1,6 milyon varile ulaşırken, ülkedeki gelişmelerin ardından 60 bin varile gerilediği bilinmektedir. (2) Ayrıca Libya’da çıkan olaylardan sonra petrol üretiminde görülen düşüşün dünya petrol fiyatlarını da etkilediği dikkat çekmektedir. 2008 yılından bu yana petrol fiyatlarının en yüksek seviyeye ulaştığı gözlenmektedir. Şubat ayından beri yaşanan halk ayaklanmaları başlamadan önce Libya’nın yurt dışına günlük yaptığı petrol ihracatı 1,3 milyon varile ulaşmıştır. Libya’nın yurtdışına gerçekleştirdiği petrol ihracatındaki artışın, Avrupa’daki petrol fiyatlarının düşmesine hizmet edebileceği yönünde tahminler yapılmıştır. Kaddafi döneminde, Avrupa ülkeleri arasında Libya’dan petrol alan şirketlerin başında İngiliz, Fransız ve İspanyol şirketleri gelmektedir. Kaddafi, her ne kadar Batılı ülkelere karşı bir tavır ortaya koysa dahi en büyük ticari ortakları Batılı enerji şirketleridir. Batılı ülkelerin özellikle AB ülkelerinin enerji güvenliği politikalarında Libya’nın oldukça önemli bir ülke olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu açıdan bakıldığında, ABD ve Fransa öncülüğünde NATO’nun Libya’ya müdahalesinin temel amacının Libya’da demokrasi, insan hakları ve özgürlüklere uygun bir ortamın tesisi değildir. Amaç, ülkedeki zengin yer altı kaynakları üzerinde söz sahibi olmak ve Libya halkının elinde bulunan sıcak paradan istifade etmektir. Böylece Batılı ülkeler ekonomik krizin etkilerini azaltabilecektir. Başka bir ifadeyle, NATO güçleri tarafından bombalanan Libya’nın hemen hemen tüm alt yapısının zarar görmesi, ABD ve Avrupalı şirketlere yeni bir pazarın açılması anlamına gelmektedir. Batılı ülkelerin, Ortadoğu ülkelerinde “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” kavramları üzerinden kendi menfaatleri doğrultusunda bir askeri harekât gerçekleştirdiği ifade edilebilir.
Libya’daki Halkı Ayaklanması Mı?
18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’taki Muhammed Abu-Aziz adındaki üniversiteli gencin polisle tartışması sonucunda kendini yakmasıyla birlikte, Arap ülkelerindeki dikta rejimlerine karşı başlayan halk ayaklanmaları, Tunus, Mısır ve Libya’daki yönetimlerin sonunu getirmiştir. Suriye ve Yemen’deki iktidarların halka uyguladığı şiddetten dolayı bu ülkelerdeki mevcut liderlerin de devrilme ihtimalinin yüksek olduğu değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda Libya’daki olaylar incelendiğinde, ülkedeki gelişmelerin diğer Arap devletlerindeki halk ayaklanmalarından farklı bir mecrada ilerlediği fark edilmektedir. Libya’daki muhalif hareketin diğer ülkelerdeki halk hareketlerinden farkları şu şekilde sıralanabilir:
1. Libya’daki gelişmelerin protesto gösterileriyle sınırlı silahsız bir halk ayaklanması değil, yönetime karşı silahlı bir halk direnişi olduğunu söylemek gerekir. Çünkü Libya halkı silahlanarak Kaddafi güçleri ile sıcak çatışmaya girmiştir. Diğer Arap ülkelerine bakıldığında; Tunus, Mısır, Suriye ve Bahreyn’deki halk silahsız bir şekilde ayaklanmıştır.
2. Libya’da, halk direnişinin kanlı başlamasının Fransa ve NATO’nun müdahale etmesini gerekli kıldığı düşünülebilir. Diğer taraftan Libya’da olayların başlamasıyla Kaddafi’ye karşı yönetimdeki bakan ve yüksek rütbeli askerlerin halk direnişine destek vermesi Kaddafi’yi Sırbistan’dan paralı askerler tutmaya sevk etmiştir. Ancak Suriye’deki hadiseler Libya örneğiyle karşılaştırıldığında Esad yönetimine bağlı bakan ve yüksek rütbeli askerlerin şimdiye kadar halkın safına geçtiği pek görülmemektedir. Dolayısıyla Şam’ın güçlü kalmasına hizmet eden en önemli etkenlerden birisi üst düzey devlet görevlilerin yönetimin yanında tavır almasıdır.
3. Libya’da başlayan halk direnişinin sonucunda Kaddafi güçlerinin elinden birçok kentin çıkması Libyalı muhaliflere moral kaynağı olmuştur. Özellikle Bingazi’nin Libyalı direnişçilerin kalesi haline gelmesi, bu kent merkezli direnişin hem bölgesel (Türkiye ve diğer Arap ülkeleri) hem de uluslararası toplumda rağbet gördüğü düşünülebilir. Başka bir deyişle Libya’da Kaddafi’nin tahakkümüne karşı gelişen halk direnişinin adım adım başarıya ulaşması uluslararası arenada destek kazanmıştır. Özellikle Libya Temas Grubu’nun İstanbul’da sık sık toplanması ve NATO’nun müdahalesi Libya’daki direnişi güçlendirmiştir. NATO’nun askeri desteği Libya’daki direnişin belli bir aşamaya gelmesine büyük ölçekte yararlı olmuştur.
4. Libya toplumunun aşiret ve kabilelerden oluşması halk direnişinin altı ay sürmesinde büyük etkendir. Çünkü Kaddafi’nin Libya’da iktidara gelir gelmez ilk icraatı köylerdeki aşiret ve kabileleri kentlere yerleştirmek olmuştur. Birçok aşireti Bingazi, Misurata ve Trablus’a yerleştirmiştir. Arap ülkelerinde genellikle yönetimin başına kırsal kesimden gelen liderlerin çoğu belli aşiret ve kabileleri kentlere yerleştirme politikası uygulamıştır. Kaddafi’nin bu yönteminin bir benzerini Irak’ta devrik lider Saddam Hüseyin ve Yemen’de Ali Abdullah Salih uygulamıştır. Suriye’de ise Esad yönetimi, mensubu olduğu Nusayri (Şii) mezhebine bağlı aşiretleri büyük kentlere ve yönetime yerleştirmiştir. Söz konusu liderlerin kendilerine yakın aşiretleri büyük şehirlere yerleştirmesinin temel amacı kendilerini korumak ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak istemesidir.
5. Libya’daki olaylar patlak verdiğinde, Libyalı muhalifler bölgesel düzeyde ve uluslararası ölçekte destek arayışı içine girmiştir. Ardından Kaddafi sonrası Libya için Ulusal Geçiş Konseyi’ni kurmuşlardır. Libyalı muhalifler arasında tam olarak birlikten bahsedilmese de, muhaliflerin belirli bir düzen içinde hareket ettiği söylenebilir. Muhalifler içinde farklı yaklaşımlara sahip gruplar arasında bazı anlaşmazlıklar görülmüştür. Mesela, Mayıs 2011’de Libya’daki direnişin askeri lideri General Abdulfatah Yunus, Kaddafi güçleriyle bağlantısının olduğu bahanesiyle kimliği belirsiz kişiler tarafından öldürülmüştür. Bu suikast Libyalı muhalifler arasındaki ihtilafı su yüzüne çıkarmıştır. General Yunus’un öldürülmesi Misurata ile Bingazi direnişçileri arasındaki bir güç rekabeti olarak yorumlanabilir.
Libya’da vuku bulan dönüşüm sürecinin diğer Arap ülkelerindeki halk hareketleriyle farklılık arz eden yönleri bulunmaktadır. Libya’daki olaylar belki Tunus’ta başlayan halk hareketinin bir uzantısı olarak kabul edilebilir. Ancak gidişat ve gelişmeler bakımından Libya halkının gösterdiği tepkinin silahlı bir direnişe dönüşmesi süreci farklı bir noktaya taşımıştır. Bu nedenle Libya’nın toplumsal ve siyasi yapısına dikkat edilmesinde yarar vardır.
Libya’yı Kaddafi Sonrası Bekleyen Tehlike
21 Ağustos 2011 tarihinde Libyalı direnişçilerin (veya muhaliflerinin) Trablus’a girmesi Kaddafi’nin tamamen devrilmesi olarak yorumlanmıştır. Trablus’ta Kaddafi güçleriyle yaşanan çatışmaların sonucunda iki bine yakın kişinin öldüğü ve binlerce kişinin yaralandığı belirtilmektedir. 23 Ağustos 2011 tarihinde direnişçiler, Kaddafi’nin Trablus’taki Babül Aziziye karargâhını ele geçirmiştir. Bütün bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, Libya’yı Kaddafi sonrası nelerin beklediği şu şekilde sıralanabilir:
– Libya, halk direnişi süresince muhalif gruplar arasında yaşanan bölünmeler ve çekişmelerin sonucunda bir iç savaş ile karşı karşıya kalabilir. Kaddafi’ye karşı bir bütün olarak faaliyet gösteren muhalif grupların Kaddafi’nin gitmesinin ardından birbirleriyle hesaplaşmaya başlaması tehlikesinin var olduğu belirtilmelidir.
– Kaddafi sonrası Libya’da en kritik konu kabilelerin durumudur. Çünkü Kaddafi’nin Libya’da kendisine dönük bir güvenlik ağı olarak gördüğü bölgelerde bulunan kabilelerin başında Tuareg Warfela, Migraha ve Kazazife kabileleri gelmektedir.(3) Böylesi bir yapıya sahip olan Libya’da, kabile ve aşiretler arasındaki muhtemel bir çatışma ülkede kargaşaya yol açabilir. Libya’da yaklaşık 100’ü aşkın aşiretin bulunduğu ve bunların sadece 8-9 tanesinin siyasal sistemde yeraldığı görülmektedir. Zaten Kaddafi yönetimi 41 yıl aşiretlerin desteğiyle ayakta kalmıştır. Kabile ve aşiretler Libya’da önemli bir faktördür. Kaddafi sonrası dönemde kabile ve aşiretler arasında hem petrol yatakları üzerinde bir rekabet ortaya çıkabilir hem de Kaddafi yanlısı ve karşıtı olarak ikiye bölünebilecek Libya siyaseti etnik bir çatışma doğurabilir.
– Kaddafi’nin ardından Libya ordusundan kalan silahların kimlerin eline geçtiği veya geçeceği ciddi bir meseledir. Çünkü silahların kabilelerin eline denetimsiz bir şekilde geçmesi ülkede sıcak çatışmaları artırabilir. Özellikle Bingazi ve Misurata’da bulunan aşiretler arasındaki güç mücadelesi kızışabilir.
Libya Üzerinde Güç Mücadelesi
Libya’da meydana gelen olaylarla birlikte bu ülkenin pek çok küresel aktörün siyasi ve ekonomik mücadele alanı haline dönüştüğü söylenebilir. Libya’da etkinlik kurmak isteyen tüm aktörler bu pastadan aslan payı elde etmeye çalışmaktadır. Fransız ve İngiliz petrol şirketleri, Trablus direnişçilerin eline geçer geçmez Ulusal Geçiş Konseyi ile anlaşmak için görüşmelere başlamıştır. Ayrıca Fransa ve İngiltere, Libya’ya ait dondurulmuş hesapların serbest bırakılacağını ve direnişçilere Kaddafi’ye karşı her türlü desteğin sağlanacağını beyan etmiştir. 1 Eylül 2011 tarihinde Paris’te yapılan Libya konferansı sırasında Rusya’nın, Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’ni resmen tanıdığını açıklaması da Libya üzerinde önemli bir güç mücadelesi olduğunu göstermektedir.(4) Rusya’nın en önemli silah ithalatçılarından bir olan Kaddafi ile yolunu ayırmasının iki önemli nedeni vardır. Bunlardan birincisi, Kaddafi döneminde, Rusya ile Libya arasında 4 milyar dolarlık bir silah anlaşmasının olmasıdır. Moskova’nın yeni yönetimi tanımasındaki temel amaç, Libya’da kurulan yeni yönetimle de söz konusu sözleşmeyi devam ettirmek istemesidir. İkincisi, Rusya’nın bölgedeki gelişmelerden uzak kalmamak ve bölgedeki etkinliğini devam ettirmek arzusudur. Bu nedenle Rusya, artık yeni Ortadoğu bölgesinde kendine rol arayışları içine girmektedir. Fransa ve İngiltere kadar etkinlik kurması beklenmese dahi Libya’da daha güçlü bir Rusya görülmesi mümkündür.
Diğer taraftan Türkiye’nin Libya tutumu değerlendirildiğinde Ankara, Libya’daki gelişmelerin başlangıcında Libya’da bulunan Türk işçilerinden dolayı temkinli bir politika sergilemiştir. Daha sonrasında yaşanan gelişmelerin seyrine göre Türkiye, Libya muhalefetine tam destek verdiğini açıklamıştır. Türk hükümeti, Libyalı muhalefet grubuyla İstanbul’da çeşitli konferanslar düzenlemiş ve bunun sonucunda Libya Temas Grubu kurulmuştur. 15 Temmuz 2011 tarihinden bu yana Libya Temas Grubu’nun dönem başkanlığını Türkiye yürütmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 23 Ağustos’ta Bingazi’yi ziyareti sırasında Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne sağladığı 300 milyon dolarlık yardımın 100 milyon dolarını elden vermiştir. (5) Bu Türkiye’nin Fransa’yla Libya üzerinde rekabete girdiği şeklinde yorumlanabilir. Aslında Libya üzerinde bu kadar rekabet ve güç mücadelesinin yeni Libya’daki Türkiye’nin konumunu riske soktuğu ifade edilebilir. Kaddafi döneminde Libya’da, Türk müteahhit ve müşavirlik firmaları 2009-2010 yılları arasında 7 milyar 627.2 milyon dolar tutarında proje almıştır. Türk inşaat firmaları ise bu rakamın 23 milyar dolar olduğunu ifade etmektedir.(6) Libya olaylarından sonra yukarıda gösterilen rakamların yarısından fazlası kadar zarar bulunmaktadır. Bu nedenle Ankara’nın, Libya konusundaki girişimleri değerlendirildiğinde bu ülkedeki eski varlığını yakalamasının zor olduğu görülmektedir. Türkiye’nin Libyalı muhalif grubu ağırlaması, destek olması ve hatta Kaddafi güçleri tarafından yaralanan Libyalıların Türkiye’de tedavi görmelerini sağlamasına rağmen Trablus düştükten sonra Libya’da “teşekkürler Fransa” şeklindeki pankartları öne çıkmıştır. Ankara, Libya’da çok zor bir güç mücadelesine girmiştir. Bu mücadeleyi kazanıp kazanamayacağını elbette zaman gösterecektir. Ancak Türkiye-İsrail ilişkilerinde nükseden kriz Libya üzerindeki güç mücadelesinde Ankara’nın bu ülkeye ayırdığı diplomatik enerjiyi düşürebilir. Türkiye; bir taraftan Libya ve Suriye’deki gelişmelerle ilgili süreçleri diğer taraftan İsrail ile sökün eden krizi birlikte yönetebilirse bölgesel bir güç olduğunu ispatlayabilir. Bu açıdan bakıldığında Türk dış politikasının oldukça zorlu bir döneme girmek üzere olduğu ortadadır.
NATO’ya Karşı Arapların Tutumu
Kaddafi güçlerinin, Libya’da başlayan direnişi bastırmak için halka karşı uyguladığı şiddetin sonucunda, başta Fransa ve ABD olmak üzere 19 Mart 2011 tarihinde NATO güçleri Libya’ya müdahalede bulunmuştur. NATO’nun bu tutumu Araplar arasında önemli bir yankı uyandırmıştır. Araplar, Batılıları genellikle sömürgeci olarak görse de NATO’nun Libya’ya müdahale etmesiyle, özellikle Fransa ve İngiltere’ye karşı duydukları kinin ve nefretin yerini sempatinin aldığı görülmektedir. Arapların bu konudaki genel görüşü NATO’nun desteği olmasaydı, Kaddafi güçlerinin Libya’daki tüm göstericileri katledeceği şeklindedir. Dolayısıyla Libya’daki olayların ardından bölgedeki aktörlerin rol değişimine uğradığı söylenebilir.
Libya lideri Kaddafi’nin, NATO’nun yaptığı 7459 sorti ve harcanan 2 milyar doları aşkın para ile devrildiği ifade edilmektedir. Harcama yapan ülkelere bakıldığında, ABD 938 milyon dolar, İngiltere 362 milyon dolar, Fransa 359 milyon dolar ve İtalya 320 milyon dolar harcamıştır.(7) Kaddafi’nin devrilmesi için harcama yapan ülkelerin Libya’yı kolay kolay terk etmeyeceği görülmelidir.
Bu çerçevede Libya’daki sürece NATO’nun müdahalesi değerlendirildiğinde, akla gelen ilk soru “NATO, Libya’daki başarısının ardından acaba Suriye’ye ve Arap ülkelerindeki diğer benzeri gelişmelere müdahale eder mi?” sorusudur. Bu sorunun cevabını bulmak için zamana ihtiyaç vardır. Bundan sonra Arap ülkelerinde baskıcı iktidarların halka karşı silahlı güce başvurduğu durumlarda, NATO Arap halklarına kurtarıcı olarak takdim edilebilir. Nitekim Afganistan’daki başarısızlığının ardından Libya’da başarılı olması NATO’ya önemli bir moral kaynağı olmuştur.
Libya’nın İstikrarı İçin Yapılması Gerekenler
1. Libya’nın toplumsal yapısı gereği bu ülkeye aşiretlerin ve kabilelerin hâkim olması sebebiyle yeni Libya yönetiminde, Kaddafi rejimini destekleyen aşiretlerin kazanılması gerekmektedir. Çünkü bu aşiretlerin kazanılması Libya’daki siyasi süreci hem hızlandıracak hem de Ulusal Geçiş Konseyi’nin temsil niteliğini pekiştirecektir.
2. Bölgesel ve bölge dışı aktörler Libya’nın geçiş dönemi boyunca birlikte hareket etmeli ve kendi çıkarlarını ikinci plana almalıdır. Aksi takdirde, bölünmüş bir Libya ile karşı karşıya kalınabilir. Başka bir ifadeyle Libya’dan ikinci bir Irak’ın doğmasının önüne geçilmelidir.
3. Libya’da Kaddafi yanlısı veya Kaddafi karşıtı bir ayırımcılığı bölgesel (Türkiye, Suudi Arabistan ve İran) ve bölge dışı (ABD, Fransa, İngiltere ve İtalya) aktörlerin önlemesi hayati bir meseledir. Yani Libya’da her iki grup arasında tasfiye sürecinin önüne geçilmelidir.
4. Libyalı muhalif gruplar arasında petrol gelirleri üzerinde anlaşmazlığın önüne geçilmesi için, derhal petrol gelirleri paylaşımından sorumlu bir “Libyalı adil petrol paylaşımı mekanizması” kurulmalıdır. Söz konusu mekanizma, petrol gelirlerinin tüm Libya halkı ve siyasi taraflar arasında adil paylaşımını sağlayabilmelidir.
Sonuç
Libya’nın, Arap ülkeleri arasında yönetimi devrilen üçüncü ülke olarak kervana katıldığı söylenebilir. Libya’nın Kaddafi’den kurtulur kurtulmaz istikrara kavuşması ise en az 3-5 yıl sürecektir. Libya’nın Kaddafi’nin devrilmesinin ardından şu aşamada görülen tek avantajı Ulusal Geçiş Konseyi’ndeki yetkililerin hemen hemen tamamının Kaddafi dönemindeki yöneticilerden oluşmasıdır. Örneğin Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdulcelil, Kaddafi döneminde Adalet Bakanı’ydı.
Diğer yandan, belki de son günlerin en önemli sorusu Kaddafi’nin akıbetiyle ilgilidir. “Kaddafi’nin sonu ne olacak” sorusuna cevaben iki ihtimalden bahsedilebilir. Kaddafi’nin psikolojik ve kompleksli tavrı gereği teslim olmadan yeri tespit edilebilir ve devrik lider NATO güçleri tarafından askeri bir harekât ile öldürülebilir ya da Kaddafi’nin tüm çıkış yollarının bittiğini kabul ederek intihar etmesi beklenebilir. Her iki ihtimalin de yüksek olduğu değerlendirilmektedir.
Libya, stratejik konumu ve petrol zengini olması gereği oldukça önemli bir ülkedir. Bölgesel ve bölge dışı aktörler açısından değerlendirildiğinde Libya’nın, önemli bir rekabet alanı haline geldiği bir gerçektir. Önümüzdeki süreçte Libya üzerindeki güç mücadelesini Fransa ve İngiltere gibi güçlerin kazanması neticesinde, ülke üzerinde rekabet halinde olan diğer aktörler farklı kabilelere destek sağlayarak nüfuz sahibi olmaya çalışabilir. Bu rekabet süreci de Libya’yı istikrarsızlaştırabilir.
Türkiye açısından bakıldığında, Libya’daki muhalif grupları desteklemesi ve Trablus’un Libyalı direnişçilerin eline geçmesinden hemen sonra Ulusal Geçiş Konseyi’ni tanıması Ankara açısından önemli bir manevradır. Bu bağlamda Türkiye’nin Libya’daki pastadan pay almak için adeta Fransa ile yarış içine girdiği görülmektedir. Türkiye yeni yönetim için Trablus’a büyükelçi atayan ilk ülke olmuştur. Bundan sonraki süreçte ise Libya’nın yeniden kalkınması için Türk şirketlerinin, bölgede meydana gelen zararın nasıl karşılanacağını düşünmesi gerekmektedir. Diğer taraftan Türkiye’nin, Ulusal Geçiş Konseyi’ne 300 milyon dolar hibede bulunması Libya’da varlığını hissettirmesi açısından önemlidir. Fakat bunun çok önemli sonuçları olduğunu ifade etmek zordur. Libya üzerinde uluslararası bir güç mücadelesi vardır. Bundan sonraki dönemde Libya’nın Kaddafi’den kurtulsa dahi ülkede istikrarın tesisi önemli bir mesele olarak beklemektedir.
Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı
Dipnotlar:
(1) http://www.coptichistory.org/new_page_597.htm
(2) http://elaph.com/Web/Economics/2011/8/678282.html
(3) http://www.alarabiya.net/articles/2011/02/22/138673.html
(4) http://www.kuna.net.kw/NewsAgencyPublicSite/ArticleDetails.aspx?id=2187855&Language=ar
(5) http://www.haber7.com/haber/20110823/Kaddafi-duserken-Davutoglu-da-Bingazide.php
(7) http://haber.mynet.com/kaddafi-yolun-sonuna-geldi-588364-dunya/