Jivkov Dönemi ve Sonrası

Bulgaristan Göçmenleri için kadınlarının güzelliğinden çok, içinden geçilen zorlu ve çetin tarihin hiç de uzak olmayışı gözardı etmeyi/edilmeyi mümkün kılmıyor. Acı,umut,özlem,ayrılıkları barındıran bu sürecin tarih sahnesinde yer alışı da bir hayli çetin.

Bu tarih sahnesinin ilk sayfası II. Dünya Savaşı’nın ardından Balkanlar’da ilerleyen Sovyet Ordusu’nun da yardımıyla Georgi Dimitrov önderliğinde Sosyalist rejime geçilmesiyle açıldı. Bu rejime geçilirken Dimitrov kürsüden halka aynen şöyle seslendi:

“Ülkemizde artık emek bir namus, onur ve kahramanlık davası olmalıdır. Yeni Bulgaristan’da her birimizin yeri adına ve kökenine, konuştuklarına, kendisi hakkında ne düşünüldüğüne değil de başlıca emeğine, halkının ekonomik kültürel ve toplumsal ilerleyişine yaptığı yardıma bakılarak belirlenecektir.”

Jivkov DönemiKomünist rejim sayfası, Doğu Bloku çözülene dek yani 1989’a kadar kapanmadı. 1951’de politbüro üyesi olarak tarih sahnesine Todor Hristov Jivkov çıktı. Aynı zamanda 1954 Mart’ında Vulko Çervenkov’un yerine Merkez Komitesi Birinci Sekreterliği’ne getirildi ve sosyalist ülkeler arasında en genç parti lideri oldu. Jivkov iç ve dış politikada Sovyet çizgisine sıkı sıkıya bağlı kaldı. Onun yönetiminde Bulgaristan’da sanayileşme aksamadan ilerledi ve halkın yaşam düzeyi büyük ölçüde yükseldi. Buna karşılık BKP içerisindeki en etkili isimlerden Stanko Todorov’un çokça dillendirdiği gibi “Bulgaristan artık tarım değil endüstri toplumu olmalı ve bunu gerçekleştirebilmek için homojen bir toplum yapısına kavuşmalıdır.” görüşünün beraberinde getirdiği asimilasyon politikaları Jivkov yönetimi ile tarih sahnesinde boy göstermeye başladı. Aslına bakılırsa bu asimilasyon uygulamaları tarih boyunca boy gösterdi fakat Jivkov döneminde daha da sistemli ve planlı hale gelerek endamını arttırdı.

1947 yılında hiç sebep yokken Türk azınlığı ileri gelenleri kalburüstü aydınları toptan tutuklanmaya başlandı. Türk öğretmenlerinin, Türk din adamlarının, Türk esnaf ve sanatkârlarının ve hatta okul çocuklarının sistematik ve sürekli toplantılara çağrılması, kurslardan geçirilmeleri, bunlara Komünizm doktrininin aşılanmaya çalışılması, Türklerin endişelerini her geçen gün daha da arttırmaktaydı. 1950 yılına gelindiğinde ilk göç dalgası cereyan etti.

Aynı yıl içerisinde Türkiye’de de bir iktidar değişikliği olmuş demokrasi yolunda yeni adımlar atılmaya başlanmıştı. Bulgar Hükümeti Türkleri göçe zorlarken bu yeni durumu da hesaba katmıştı. Böylelikle hem yeni hükümeti zor duruma sokmak hem Türk ekonomisini ağır bir yükün altında bırakmak amaçlanıyordu. Bunların dışında Türklerin Türkiye’ye göçe zorlanmasını bir başka ve daha önemli bir sebebi de Bulgaristan kendi iç bünyesinde eritemediği Türk azınlığından böylelikle kurtulmuş olacaktır.

Bulgaristan Türkleri göç izni için Bulgar makamlarına başvurup pasaport isterken aynı zamanda Türkiye’ye dilekçe gönderiyorlardı. Artık Bulgaristan Türkleri için yeni bir göç dalgası resmiliğini göstermişti.

Jivkov Dönemi

1950-1951 yılındaki bu göç dalgası kış şartlarında başladığından oldukça güç şartlarda cereyan etmiştir. Bulgaristan’dan çıkarılan Türk göçmenleri Türkiye’ye çok perişan ve bitkin bir halde sığınmışlardır. 1950-1951 yılındaki Bulgaristan’dan gelen 154 bini aşkın göçmen arasında yapılan bir anket bu konusunda ilginç sonuçlar çıkarmıştır: Bulgaristan’ın çeşitli yörelerinden gelmiş olan 9446 aile reisinin anket sorularına verdiği cevaplara göre, göçmenlerin % 11.1 kendi arzularıyla göç etmiş, % 85.3 Bulgaristan’da yaşamanın imkansız olduğu için göç ettiklerini söylemişlerdir. Bulgarların göçe zorladıkları kimseler % 3 oranındadır. Demek oluyor ki göçmenlerin % 85.3’ü Bulgar rejiminden kaçmıştır. Ankete cevap veren aile reislerinden % 24 ü Bulgarlardan şahsen kötü muamele görmediklerini söylemişlerdir. Geri kalan % 74 kadarı ise şahsen kötü muamele görmüştür. Şöyle ki % 8 i Bulgarlardan dayak yemiş % 4.3 ü Bulgar makamlarında hapsedilmiş ve sürgüne gönderilmiş, % 62 si ise çeşitli kanunsuz ve haksız fiillere ve hareketlere maruz kalmıştır.

1962-1971 yılları arasında başbakan olarak olarak görev yapan Jivkov 1972’de Bulgaristan’ın yeni anayasasıyla oluşturulan Devlet Konseyi Başkanlığı’na seçildi. Bu tarihten itibaren Jivkov Bulgaristan yönetiminde en etkin kişi olmuş ve devlet politikaları onun istekleri doğrultusunda şekillenmiştir.

1968-1979 yılları arasında da “Türkiye-Bulgaristan Yakın Akraba Göçü Anlaşması” çerçevesinde 116.521 kişi Türkiye’ye göç etmiştir.

Mehmet Bey (53 yaşında,Televizyon Teknisyeni/ 1978 Göçmeni) Türkiye’ye göçmelerinin üzerine “Hor karşılananlar olmuş elbet,çok duyduk. Ama biz görmedik öyle şey,hısım akrabalarımızın yanına geldik zaten,160 hane idik Türkiye’de.” diyor.

Miyase Hanım (Eskişehir Balkan Göçmenleri Derneği Başkan Yardımcısı/ 1978 Göçmeni) ise

1989’da göçenlere göre daha şanslıydık diye bahsediyor: “Düğünlerimiz Türkçe müziklerle yapılırdı 1989’a değin,perşembeden başlardı düğünlerimiz 4 gün boyunca susmazdı çalgı çengi…”

Mehmet Bey gülerek sohbete atılıyor: “Düğünde para,altın neyin takılmazdı. Tabak,sandalye,kova hediye verilirdi. Bağırılırdı ulu orta ‘Gelinin Ayşe ablasından bir kova!’ diye.”

Miyase Hanım sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslına bakarsan şehirde yaşayan biraz daha şanssızdı. Ben Varna’da doğup büyüdüm,sınıfımda tek Türk bendim. Zamanla onlara ayak uydurdum haliyle,hatta şöyle ki o zamanlar güzel Bulgarca konuşmak herkes tarafından önemli bir meziyet kabul ediliyordu.”

Mehmet Bey: “Kızları etkilemek için Bulgarca şiirler okurdum,Türk kızları dahi bundan etkilenirdi.”

1989’a kadar komünist rejimle yönetilen Bulgaristan, SSCB’nin yardımlarına göre şekillenmiştir 42 yıl boyunca. Fakat SSCB 1970 yılında ekonomik ve mali yardımlarını kesmiştir. Bunun üzerine Bulgaristan öncelikle duraklama ve daha sonra gerileme dönemine girmiştir. Bulgar yöneticiler de bunun faturasını Türkler’e kesmek istediler ve tek çareyi asimilede görmüşlerdir. Bu da göçün bir başka yüzünü bizlere göstermiş oluyor.

Selahattin Bey (Eskişehir Balkan Göçmenleri Derneği Başkanı/1978 Göçmeni): “Annem şalvarla bakkala ekmek almaya gittiğinde bile ekmek vermezlermiş zamanında,var git sen düşün gerisini göç zamanı neler ettiler.”

BKP’nin hedefinde Türk okulları da vardı elbette. 1973’ten itibaren Türkçe seçmeli derslerine bile izin verilmedi.

Selahattin Bey: “Ben Türkçe seçmeli derslerimizin olduğu zamana yetiştim. Türkçe edebiyat dersimiz vardı,şiirler okurduk. Nazım Hikmet,Sabahattin Ali…”

Tarih kitaplarının değiştirilmesi aslında yaklaşan fırtınanın habercisiydi. Bunun üzerine 1982 yılında dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren Sofya’yı ziyaret etti. Evren yaklaşan bu fırtınanın hızını kesebilecek miydi?

1954’ten beri Komünist Parti Genel Sekreterliği’ni yürüten Todor Jivkov, Sovyet lideri Gorbaçov’a Evren’le aralarında geçen konuşmadan sonraları şöyle bahsedecekti:

“Ben Evren’e kesin olarak şunu söyledim. Bu halk Müslüman…  O zaten Müslüman kalıyor, kendi ibadetlerini yerine getiriyor. Kendi ibadetini yerine getirebilmesi için biz finanse ediyoruz… Hocaları var, camileri var, her şeyleri var ama bu halk Türk halkının bir parçası değil ve onların nasıl yaşayacağı ve ne yapacağı sizi ilgilendirmez. Bu halk Bulgaristan’ın bir parçası…”

(24 Ekim 1985)

Jivkov asimilasyonun yeterince hızlı ilerlemediğini düşünüyordu ve 1984’te sert asimilasyon dönemini başlattı. Camiler ibadete kapatıldı.

Mehmet Bey: “Zamanında sadece Müslümanlar değil Hristiyanlar da ibadetlerini rahatça yapamaz,kiliselere rahatça gidip gelemezlerdi. Komünist rejim bunu gerektirirdi. Yasak yoktu ama kınama vardı. İbadethanelerde görülen insanlar alay konusu olurdu,etiketlenirlerdi.”

Yalnızca ihtiyarların camiye gitmesine izin veriliyordu. Hacca gitmek ve sünnet de yasaklanmıştı.

Sünnet edilen çocukların anne ve büyükanneleri 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılıyordu. Bulgaristan Türkleri cenazelerini bile diledikleri gibi kaldıramıyordu. Cenazenin yıkanma usulü yasaklanmış, Arapça ve Türkçe yazılı mezar taşları paramparça edilmişti.

Türkçe konuşma yasağı sert asimilasyon döneminin bir başka boyutuydu. Uymayanlar para cezasına çarptırılıyordu.

Bir diğer ağır asimilasyon darbesi isim değiştirme kampanyası oldu. Jivkov, isim değiştirme kampanyasına “Soya Dönüş Süreci” adını vermişti. Osmanlı Dönemi’nde zorla Türkleştirilmiş olan Bulgarların, Bulgar isimlerini gönüllü olarak geri aldıklarını iddia ediyordu.

İsim insanlarda onun etnik kimliğini ve bağlı olduğu kültürü yansıtmakta bir aracıdır.  İşte bundan dolayı “isim” koymak kişinin örf ve adetlerini, dini merasim ve mistik olarak ait olduğu etnik gruba bağlanmasını ifade eder. Bu açıdan bakıldığında zorla ismin değiştirilmesi T.Jivkov’un iddia ettiği gibi sıradan “hukuki bir mesele” olmayıp, hele toplu olarak yapılması kişilik ve kanuni haklarına saldırı ile insanın en özel ve mahrem alanına tecavüz teşkil etmektedir.

Miyase Hanım: “Benim adım Miryena’ydı Bulgaristan’da.”

Açıklanan resmi rakamlara göre (14 Ocak 1985) 14.000 kişinin Haskovo’da, 22.000 Plovdiv (Filibe), 5.000 Pazarcik, 3.500 Sliven, 11.000 Stara Zagora (Eski Zağra), 9.000 Burgaz ve 3.000 kişinin de Blagoevgrat vilayetşnden olmak üzere toplamda belirtilen kişilerin isimleri Bulgar ismi ile değiştirilmiştir.

Sonra bir akşam geldi onun adı İvan oldu,ötekinin adı Toço… Bundan böyle ne kız kardeşi Emine,abisi Mehmet idi…

Jivkov rejiminin Türklere yaptığı bu hakaret ve işkenceyi Şair Ömer Osman Erendoruk Üçüncü Mezar Destanı’nda şöyle ifade ediyordu:

Türkçe söylemek yasak, Türkçe yürümek yaya,

Türkçe işitmek yasak, Türkçe bakmak dünyaya, Türkçe sevinmeyecek, Türkçe gülmeyeceksin, Alnından akan teri Türkçe silmeyeceksin.

Türkçe bağlamak yasak ayakkabı bağını,

Türkçe ayırmak yasak solunu ve sağını, Sofrada ekmeğini Türkçe dilimlemeyeceksin,

Türkçe yaşamayacak, Türkçe ölmeyeceksin…

Belene Kampı… Slav kültürüne sahip homojen bir Bulgaristan yaratmayı arzulayan faşist ülküler artık boyut değiştirmeye başlamıştı. Kampa yerleştirilen kişiler; yargı kararları ile değil, keyfi uygulamalarla kampa yerleştirilmişlerdi. Kampa kapatılanlar Türkler; Türkçe konuşmak, sünnetli olmak, geleneklerini sürdürmekle suçlanıyorlardı. Kamp; Bulgaristan Türklerine, Türkiye’ye göçmeleri için baskı olarak kullanılıyor, göçmek istemeyen veya göçemeyenler kampa kapatılıyordu. Kampta Türklere uygulanan insan hakları ihlâlleri arasında dövme, tecavüz, psikolojik baskı gibi uygulamalar yer alıyordu.

Belene; yılan, çiyan dolu bataklık bir adaydı. Açlık, çıplaklık ve dayaktan öldürdükleri insanların araba araba cesetlerini domuzlara yediriyorlardı diye anlatıyordu o dönem Belena kampına alınan Embiya Çavuş.

Belene kampından sağ kurtulan Bulgar Vasil Lilov Kazanski, “Ölüm Kampı Belene” adlı kitabında, “Dışarıdan ne kadar mahkum gelirse o kadar mahkum öldürülecek.” emri gereği 110 bin kişinin öldürüldüğünü söylüyordu.

Artık soğuk savaşın da sonu yaklaşıyordu. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yeni Genel Sekreteri, Komünizmin çöküşünü engellemeye çalışıyordu. Mihail Gorbaçov yeniden yapılanma için harekete geçti.

Gorbaçov’un Glasnost (şeffaflık) politikası Komünist rejimi çepe çevre saran sır perdesinin aralanmasını, basının özgürleştirilmesini ve vatandaşlara ülke içinde ve dışında serbest dolaşım imkânı sağlanmasını öngörüyordu. 9 Mayıs 1989’dan itibaren, başvuruda bulunan Bulgaristan vatandaşlarının çoğuna pasaport verilmeye başlandı. Türkler pasaport dairelerine akın etti. Aynı zamanda Bulgaristan Türkleri uluslararası serbest dolaşım hakkını da elde ettiler.

Devam eden açlık grevleri de Jivkov’u hem iç hem de dış baskıya maruz bırakıyordu. Jivkov asimilasyon politikasında bir değişikliğe gitmesi gerekliliğinin farkındaydı ve bu yeni yöntemin adı göçtü…

Bulgar medyasının “büyük gezinti” olarak adlandırdığı 1989 Göçü 6 Haziran’da başladı. Başbakan Özal, Brüksel’de katıldığı NATO toplantısının çıkışında “Sınırlarımı açıyorum.” dedi. Pasaportunu alan herkes yollara düştü. Genci, yaşlısı… Memuru, çiftçisi… Hatta geleceğin olimpiyat şampiyonu, haltercisi…

Fakat ne yazık ki Bulgaristan Türkleri iş bulamıyordu. Zorluklar içinde ışık olarak gördükleri Türkiye, hayallerinden oldukça uzaktı…

Yaklaşık 130 bin Bulgaristan Türkü yani 89 Göçmenlerinin yaklaşık üçte biri, bir sene içinde Bulgaristan’a geri döndü. Köylerine döndüklerinde farklı bir Bulgaristan’la karşılaştılar.

Jivkov Dönemi Bulgaristan’a dönen bu kişilerin bir bölümü, evlerine el konulması, eski işlerine geri dönememeleri gibi farklı nedenlerden dolayı Bulgaristan’da da yeni bir hayal kırıklığı yaşayarak yeniden Türkiye’ye gelme yollarını aramaya koyuldu.

İş, barınma ve farklı düzeylerde kültür uyuşmazlığı gibi sorunların yanı sıra, yerli Türklerin kendilerini ilk coşkulu karşılamadan sonra ‘Bulgar’ veya ‘gavur’ olarak adlandırmaları, dahası eski Bulgaristan göçmenlerinin dahi kendilerini dışlamaları göçmenlerin uyum sürecini zorlaştırmıştır.

89 Bulgaristan göçmenlerinin Türkiye’ye uyum sağlamalarını kolaylaştıran etkenler üzerinde duracak olursak eğer her şeyden önce büyük bir çoğunluğunun eğitimli ve iş sahibi olduğudur.

Mehmet Bey der ki: “Radyo Televizyon mezunuyum. Üniversiteye girerken Türk olman başlıca bir dezavantajdı ama 320 kişi arasından 6 Türk olarak bölüme yerleştik,2’si kızdı.”

Çalışma konusunda cinsiyetler arasında fark gözetilmeden çalışabilecek durumda olan tüm aile bireylerin çalıştığını da vurgulamak gerekiyor.

Mehmet Bey: “İş kaygımız yoktu,her işte çalışırdık. Çalışmayana ekmek yok. Çalışkandık.”

Miyase Hanım: “Bulgaristan’da da tahsil seviyemiz yüksekti ama Türkler okumuş olsa dahi güzel makamlara gelemezlerdi. Onca haksızlığa,zulme karşılık Türkiye’ye dört kolla sarıldık.”

Mehmet Bey: “Askerde maden ocağında çalıştım. Bizi fazladan 1 ay,2 ay tutarlardı. Hala rüyalarıma girer bir türlü terhis olamadığım…”

Bu sırada Türkiye’ye uyum sağlamaya çalışan Bulgaristan Türkleri için her iki ülkeye de bağlı olmalarına yasal zemin hazırlayan gelişmeler oldu. Bunlardan en önemlisi çifte vatandaşlık ve çift pasaport uygulaması oldu. Bu Bulgaristan Türkleri’ne Türkiye ve Bulgaristan vatandaşlığının ötesinde, Bulgaristan’ın AB üyesi olması nedeniyle, AB vatandaşlığını da kazandırmış olması demekti. Demokratik gelişmeler doğrultusunda orada çalışmış olanlar emeklilik maaşı alma, oradaki mülkiyetlerini geri alma, yeni mülk edinme gibi haklar edinmiş oldu.

21 Ağustos’ta Türkiye Bulgaristan sınırını kapattı. Artık yalnızca vizeli girişlere izin verilecekti. Bu önleme rağmen Haziran 1989-Temmuz 1990 döneminde Türkiye’ye giriş yapan göçmen sayısı 350 bini buldu.

Ve nihayet 10 Kasım 1989’da Jivkov devrilmişti. Jivkov, 13 Aralık günü, etnik gruplar arasında düşmanlık yaratma, görevini kötüye kullanma ve devlet kaynaklarını zimmetine geçirme suçlarından tutuklanarak ev hapsine mahkum edildi.

22 Aralık’tan itibaren Türk siyasi mahkumlar serbest bırakılmaya başlandı. Bir hafta sonra, Türklere isimlerinin geri verilmesi kararlaştırıldı. Ardından, asimilasyon sırasında hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat verilmesi kanunlaştırıldı.

1990’ların başında muhalefete karşı tavrını yumuşatan Komünist Partisi haziranda serbest seçimleri yapma kararı aldı. Bu dönem, bölgedeki diğer ülkeler gibi zorlu ve sancılı oldu. 1992 ve 1994 yılları arasında yönetime gelen Demokratik Güçler Birliği özelleştirme atağı başlattı, ancak bu durum işsizlik ve yüksek suç oranlarını beraberinde getirdi. Reform girişimlerinin getirdiği olumsuz sonuçlar ülkenin siyasi atmosferini de etkiledi. Pazar ekonomisine geçişe karşı “yoksulların sesi” olma iddiasıyla yola çıkan sosyalistler 1995’teki parlamento seçimlerini kazandı.

Ancak kötü gidişat durdurulamadı. Ülke ekonomisi dibe vurdu. 1996’da hiperenflasyon ortaya çıktı ve bankaların tamamına yakını battı.

Eski Varşova paktı üyesi Bulgaristan 2007’de Avrupa Birliği’ne tam üye oldu.

1989 sonrası Bulgaristan’da Türk ve Müslüman azınlıkların konumu, 1989 olaylarının etkisiyle olumlu bir seyir izlemeye başlamıştır. Bulgaristan’daki azınlık haklarının gelişmesinde AB’nin payı büyüktür.

Ülkede yürütme; doğrudan seçimle işbaşına gelen cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar kurulundan oluşuyor. Cumhurbaşkanı beş yıllığına seçiliyor. Parlamento seçimleri dört yılda bir yapılıyor. Ülke, toplam 262 belediyenin yer aldığı 28 idari bölgeden oluşuyor.

Hükümetlerin hepsi, ekonomik reformlar ve mali planlamalara sadık kaldı, ancak dünya ekonomisindeki sıkıntılı dönem Bulgaristan’ın gidişatını da olumsuz etkiledi. Ekonomi 2009’da yüzde 5,5 küçüldü. Devlete ait kuruluşların yüzde 90’ından fazlası özelleştirildi. Büyüme ancak 2011’de yeniden başladı. 2012 yılında %0,8 büyüdü. Gayri Safi Yurt İçi Hasılası 39,7 milyar euroya ulaştı. Kişi başına milli gelir 5 bin 436 euro, enflasyon oranı % 3, işsizlik oranı % 12,4 oldu.

Bugün Bulgaristan ekonomisini kamuda yolsuzluk, adaletin hızlı işlememesi ve organize suçun önlenememesi tehdit ediyor. Bulgaristan, AB’nin yolsuzluk seviyesi en yüksek ikinci ülkesi konumunda.

Sağlık ve eğitim sistemi kötü durumda. Nüfusun yaş dağılımı göz önünde bulundurulduğundan emeklilik sigortasının çökmesinden kaygı duyuluyor.

Mehmet Bey: “Her şeye rağmen çok güzel günlerdi be! Eski sigaranın bile tadı yok şimdi.”

Miyase Hanım: “Çok özlüyoruz. Sınırdan geçer geçmez başka biri oluyorum,kendime geliyorum.”

Balkan Araştırmaları Merkezi Stajyeri

Gizem Karen

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...