Bir Sömürgecilik Politikası Olarak Asimilasyon: Japonya Örneği

Özet:

Meiji Restorasyonu ile Batılı güçleri yakından takip etme ve inceleme fırsatı elde eden Japonya, aynı onlar gibi Uzak Doğu’da bir sömürgeci güç haline gelecek, sanayileşen ve gelişen ekonomisi için yeni pazar ve ucuz iş gücü arayışına girerek çevre ülkelere yönelik “yayılmacı” bir politika sergileyecektir. Meiji Hükümeti’nin ilk hedefi ise zaten geçmişten beri ilhak girişimlerinde bulunduğu Kore Yarımadası olacaktır. Bu araştırma yazısında ise Japonya’nın benimsemiş olduğu emperyalist yapı Meiji dönemiyle ele alınacak olup Japon Koloni Hükümeti’nin sahip olduğu sömürge ideolojisi ise Kore Yarımadası temelinde açıklanacaktır. Son olarak Japonya’nın Korelilere yönelik uyguladığı asimilasyon politikalarının değerlendirilmesi yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Japon İmparatorluğu, Meiji Restorasyonu, Sömürgecilik, Kore’nin İlhakı, Asimilasyon Politikaları

Abstract:

In the Far East, Japan became a colonial power by having the opportunity to closely follow and examine the Western Powers with the Meiji Restoration. It displayed an “expansionist” policy towards neighboring countries by seeking new markets and cheap labor for its industrializing and developing economy. The first target of the Meiji Government would be the Korean Peninsula, where it attempted to annex in the past. In this research article, the imperialist structure adopted by Japan will be analyzed with the Meiji period, and the colonial ideology of the Japanese Imperial Government will be explained on the basis of the Korean Peninsula. Finally, the results of the assimilation policies implemented by Japan towards Koreans will be examined.

Key Words: Japanese Empire, Meiji Restoration, Colonialism, Annexation of Korea, Asimilation Policies

1. Giriş

Japonya’nın Batılı güçler ile kurmuş olduğu ilişkiler o dönemde ülkeyi bir ikilem içerisine sürüklemiştir. İronik bir şekilde 19. yüzyılda Japonya, Batı ile yaşadığı olumsuz deneyimlerden sonra kendisini dış dünyaya kapatan ancak bir yandan da Batılılaşma çabasına giren bir ülke olarak ortaya çıkar. İmparatorluk diğer bölge ülkelerine karşı kendisini Avrupalı olarak tanıtacak ancak Batılı sömürgeci güçlerin kurbanı olmamak için ise Asyalı kimliğini kullanacaktı.

19. yüzyılda Batılı güçlerin zorlaması ile imzalanan ve Japonya aleyhinde olan birçok ayrıcalıklı ticari anlaşmalar ters etki yaratmış olacak ki Japonya’yı Kuzeydoğu Asya Bölgesi’nin emperyalist bir gücü haline getirmiştir. İçeride yaşanan olaylar ve dönemin Japon Dış Politikası düşünüldüğünde oldukça çelişkiler barındıran bu ülke ilerleyen dönem için Batı tarzı bir sömürgeci yapı benimseyecek ve çevre bölgeleri de yavaş yavaş himayesi altına alarak uluslararası arenada gücünü ispatlama ve kendisini kabul ettirme çabası içerisine girecektir.

Aslında Japonya’nın 19. ve yaklaşık 20. yüzyılın yarısına kadar sahip olduğu sömürgecilik yapısı ve politikaları, II. Dünya Savaşı sonrası konumunu analiz etmede büyük bir öneme sahiptir çünkü savaş sonrası dönemde Japonya’nın tam tersi bir eğilim içerisinde olduğu görülmektedir. Bölgede oldukça agresif ve yayılmacı politikalara sahip olan Japon İmparatorluğu’nun savaştan mağlup ayrılması yeni düzende onu daha sakin ve pasif bir ülke haline getirmiştir. Ayrıca bu araştırma yazısı Japonya ve günümüz Kore Yarımadası arasında hâkim olan gerginliğin birkaç sebebi hakkında da yol gösterici olmayı amaçlamaktadır çünkü Kore Yarımadası ve Koreliler yaklaşık yarım asır Japon Koloni Yönetimi himayesi altında kalmıştır. Bu süreç boyunca Japonya’nın uygulamış olduğu sömürü politikaları günümüz Kore Yarımadası’nın durumunun ve Japonya ile ilişkilerinin analiz edilmesinde hiç de azımsanamayacak etkiye ve öneme sahiptir.

Araştırma yazısının ilk bölümünde Japonya’nın Batılı ülkeler ile tanışması ve yaşamış olduğu deneyimler ele alınacaktır. İkinci kısımda ise bu deneyimlerin, Japonya’nın iç ve dış politikasında sebep olduğu gelişmelerden ve nasıl bir sömürgeci güç haline geldiğinden bahsedilecektir. Ayrıca bu gücün sömürgeci yapısına ve politikalarına da değinilecektir. Üçüncü kısımda ise genişlemeci politika benimseyen yeni emperyalist hükümetin ilk hedefi haline gelen Kore Yarımadası’nın işgalinden bahsedilecek ve dördüncü bölümde ise Japon Koloni Hükümeti’nin ilhak ettiği bölgelerde uyguladığı “asimile etme” politikaları Koreliler temelinde açıklanacaktır. Sonuç bölümünde ise araştırma özetlenecek ve Japonya’nın uygulamış olduğu bu asimilasyon politikalarının değerlendirmesi yapılacaktır.

2. Japonya’nın Batılı Emperyalist Güçler ile İlk Teması

Portekizli misyonerlerin ve kaşiflerin Japon adalarına ulaşmasıyla Batı ile ilk temasın sağlandığından bahsedebiliriz. Çin’de Macao limanında üsleri bulunan Portekizliler, Japon verniğini Avrupa’ya taşımışlar ve ikili arasındaki ticareti başlatmışlardır. Ardından İngilizler ve Hollandalılar da Japon sularına ulaşmışlardır. Böylece Japonya’nın 16. yüzyılın ikinci yarısından 1636 yılına kadar sürecek olan Avrupa ile ilişkileri başlamıştır. Ancak 17. yüzyıla doğru bu Batılı güçler Japonya genelinde bir sömürge politikası olarak misyonerlik hareketlerine başlamışlardır. Bu artan misyonerlik faaliyetleri ise Tokugawa Hanedanlığı’nı oldukça rahatsız etmiş ve ulusal tecrit yani “Sakoku” politikalarının uygulamaya koyulmasına sebep olmuştur. Böylece hanedanlık yabancılar ile olan ilişkilerine kısıtlamalar getirmiştir ve sadece Koreliler, Çinliler ve Hollandalılar ile olan ticari ilişkilerine sıkı bir denetim altında devam etme kararı alınmıştır (Tuncoku, 2013a).

1800’lü yıllar Avrupalı ve Amerikalı ticaret ve savaş gemilerinin Uzak Doğu sularında tekrardan görülmeye başlandığı yıllardı. Bu gemiler o dönemki kapitalist ve milliyetçi devrimlerin güçlü temsilcileriydi. Ancak Batılı güçlerden önce, kendisini dış ülkelere kapayan Japonya ile ticaret amaçlı ilk teması 1780’lerde Rus kaşifler sağlamıştır. Bu temasın 10-15 sene sonrasında ise Rus tüccarlar bakufular ile görüşerek Japonya ile ticaret ayrıcalığı elde etmek istemişler ancak Tokugawa Hanedanlığı’ndan karşılık bulamamışlardır. Rusların bu teklifi, aslında ilerleyen dönemlerde diğer güçlerden de artarak gelecek olan ticari tekliflerin habercisiydi. Ancak neredeyse iki yüzyıldan fazla sürecek olan inziva politikalarının sonlandırılması 1850’li yılların başında Amerikalı Amiral Perry’nin ve mürettebatının Tokyo koyuna ulaşması ile son bulacaktı. Geliş amacı Başkan Milliard Filmore’un mektubunu İmparator’a iletmektir: “Barış içinde ticaret yapmayı kabul edin veya savaşın sonuçlarına katlanın!” (Gordon, 2003). O dönemde bakufu yetkilileri Japonya’nın yabancılara açık olan Nagasaki Limanı’na Perry ve mürettebatını yönlendirmek istemiştir ancak Perry bu teklifi reddetmiş ve eğer mektup Japon İmparatoru’na ya da üst düzey yetkililere iletilmezse bir sene sonra tekrar gelerek savaş ilan edeceğini belirtmiştir. Gerçekten de Perry bir seneyi bulmadan 1854 yılında bu sefer on savaş gemisine belirli bir sayıda askeri de alarak Japonya’ya gelmiştir ve Amerika’nın taleplerini yinelemiştir. Japonya ise daha fazla karşı gelmeyerek Amerika’nın ticaret talebini kabul etmiş ve böylece ikili arasında hem “Kanagawa” konvansiyonu imzalanmış hem de sakoku politikaları sonlandırılmıştır. Bu noktada belirtmek gerekir ki Japonya’nın aslında Perry ve mürettebatına karşı koyamamasının sebebi 1839-1842 yılları arasında Çin ve Birleşik Krallık arasında yaşanmış olan I. Afyon Savaşı’dır çünkü Japonya bu savaşta Çin’in Batılı güçler tarafından nasıl ağır bir yenilgiye uğratıldığını, Avrupalı/Amerikalı gemilerin savaş kabiliyetlerini ve deniz gücündeki üstünlüğünü gözlemleme fırsatı elde etmiştir. Bu yüzden o dönem zaten iç sıkıntılar yaşayan Tokugawa Hanedanlığı bir de Amerika ile savaşa girip kaybetseydi bu durum var olan yönetim için daha büyük bir hezimet olacaktı. Yukarıda belirtilen konvansiyonun imzalanmasından sonra Amerika’ya Japonya’da bir konsolosluk kurma ve belirli Japon limanlarının Amerikalılara açılma hakkı verildi. İlk Amerikan konsolosu ile yapılan müzakereler sonucunda ise “Barış ve Dostluk” ya da “Barış ve Ticaret” diyebileceğimiz anlaşma imzalandı (Tuncoku, 2013b). Amerika ve Japonya arasında yaşanan bu hadiseler Daimyolar arasında yayıldığı zaman, Şogun’a karşı şiddetli bir muhalefet ortaya çıktı. Mali sıkıntılar içerisinde bulunan Şogun ise bu muhalefete karşı gelmeyerek İmparator’dan sözleşmenin feshedilmesini talep etti (Eberhard, 2019). Daha sonrasında ülke kendisini gittikçe büyüyen bir siyasi çıkmaz içerisinde bulmuştur. Ayrıca ülkenin askeri kapasitesi toprakların savunulması konusunda yetersiz kalmaya başlamıştır ve yabancı paranın ülke pazarına hızlı girişi de ülkedeki ekonomik sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Sonuç olarak ise 1868 senesinde Şogun yönetiminin idaresi bir grup samuray tarafından gerçekleştirilen kanlı bir darbe ile sonlandırılmıştır. Ülkede var olan ikili yönetim sistemi kaldırılmış ve ulusal birlik imparatorluğun etrafında toplanmıştır (Tuncoku, 2013c). Böylece Japonya’yı daha da modernleştirip Batılılaştıracak olan “Meiji” dönemine giriş yapılmıştır.

3. Meiji Dönemi ve Emperyalist Bir Güç Olma Yolunda Atılan İlk Adım

Meiji dönemi Japonya’nın hem Batılılaştığı ve modernleştiği bir dönem olduğu gibi hem de sömürgeci bir güç olmanın temellerini attığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden Meiji restorasyonu, Japonya İmparatorluğu’nun feodal, izolasyonist bir devletten sanayileşmiş bir güce dönüşmesine tanıklık eden bir süreçtir.

Meiji aslında devrimci bir hareket gerçekleştirecekti ve “eskinin kötü adetleri bırakılacak ve Dünya’nın neresinde olursa olsun imparatorluğu güçlendirmek için ilmin peşine düşülecek” ifadelerini içeren bir Meiji Tüzük Yemini’ni yayınlayacaktı (Holcombe, 2010a). Bu yemin, imparatorun Japonya’yı modern bir ulus devlete dönüştürme taahhüdünü de sunuyordu. Yeminin beş maddesi, Avrupa ulus-devletlerinin idealleri üzerine modellenmişti. Meclislerin yaratılmasını, kamuoyunda tartışmayı ve tüm sosyal sınıflardan insanların hükümete katılmasına izin vermeyi içeriyordu. Daha sonrasında ise tüm Tokugawa toprakları ele geçirilecek ve imparatorluk kontrolü altına alınacaktı (Charter Yemini, 2020).

İlk olarak kurumlar İngiliz, Fransız ya da Alman tarzını rol model alarak değişime uğradılar. Meiji Restorasyonu’nda aslında imparatorluğun ve imparatorun rolünün daha da güçlendirilmesi hedeflense de birkaç kıdemli yetkili de yönetimde söz hakkı sahibiydi. Tek amaçları Japonya’da ulus-devlet modelini inşa edebilmekti. Bu dönemde aynı zamanda Batı’nın daha yakından tanınması ve Amerika gibi diğer Batılı ülkeler ile de imzalanan “eşitsiz” anlaşmaların Japonya lehine yenilenmesi ya da feshedilmesi için “Iwakura Misyonu” oluşturuldu ve yönetimde de söz sahibi olan kişilerden bazıları 1871-1873 yılları arasında Batı’ya diplomatik seyahatler düzenledi. Ancak yakın dönemde Japonya’da gerçekleşen bu değişimler üzerine Kore ile bir kriz yaşandı. Koreliler Japon İmparatoru’nun konumunu Çin İmparatoru ile eş değer görüleceği için tanımayı reddetti. Ayrıca Kore’nin Çin’in haraç sistemine dahil olan bir ülke olduğu düşünüldüğünde Japon İmparatoru’nun yeni mevkiinin tanınması Kore İmparatoru’nun seviyesini düşürecek ve Japonya’nın üstünlüğünü resmileştirecekti. Aslında Meiji döneminde görev alan birçok yetkilinin geçmişten gelen Kore’yi Japonya’ya bağımlı hale getirebilme umudu devam ediyordu (Holcombe, 2010b). Ancak Kore ile Japonya arasında yaşanan gelişmeler bir sonraki bölümde daha detaylı bir biçimde ele alınacaktır.

1889 yılında yeni Meiji Anayasası ilan edilecekti ancak öncesinde, 1882 yılında, Meiji Restorasyonu’nun önemli isimlerinden Ito Hirobumi, Batılı modern anayasa modellerini detaylı bir şekilde incelemek üzere görevlendirildi ve anayasa modeli olarak Alman tarzı bir modeli tercih etti. Ayrıca Liberal Anglo-Amerikan demokratik fikirlere yönelik yeni Japon asil sınıfı da oluşturulurken Alman etkileri eski gelenekler ile harmanlanacaktı. Böylece halkın seçmiş olduğu meclisin denetlenmesi için bir Üst Kurul Meclisi oluşturulacaktı. Ito Hirobumi de başbakanlık görevine getirilmişti ve Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nde bir Alman adli müşavirin de desteğini alarak anayasanın taslağını oluşturmaya başlamıştı. Böylece 1889 yılında yeni Meiji Anayasa’sı resmi bir şekilde ilan edilerek imparatorluğun zemini sağlamlaştırılmış ve imparatorun siyasi gücü de artırılmıştı. Ayrıca ‘imparator’ kavramının halk arasındaki algısının daha da sağlamlaştırılması için ‘Eğitim Üzerine İmparatorluk Fermanı’ da yayımlanmış ve hem imparatorluğun hem de imparatorun değerinin halkın gözünde daha da yükseltilmesi hedeflenmiştir (Holcombe, 2010c).

Anayasa sonrasında Meiji döneminde modernleşen bir diğer alan ise ekonomi oldu. 1871-1872 arasında Yen Japon para birimi olarak belirlendi ayrıca Amerikan tarzı bankacılık model alınarak modern bir bankacılık sistemi oluşturuldu ve 1882 yılında Japon Merkez Bankası kuruldu. 1870li yıllar aslında makineleşmiş sanayinin ekonomideki önemli rolünün Meiji yönetimi tarafından anlaşıldığı bir dönem olmuştu. Bu yüzden ilerleyen dönemde sadece hammadde ihracatı yapan bir ülke olmamak adına sanayileşme girişimlerinde de bulunulmuştur ve devlet desteği ile yerli yatırımcı desteklenmiştir. Eşitsiz anlaşmalardan ve diğer etkenlerden kaynaklanan sorunlar yaşansa da Meiji dönemi Japonya’nın hem askeri hem de stratejik olarak başarılı bir şekilde sanayileştiği bir dönem olmuştur (Holcombe, 2010d).

Peki Meiji dönemi Japonya’nın dış politikası nasıldı? Bu dönemde Meiji hükümeti çevre bölgelere doğru “genişleme” politikası sergilemeyi tercih etmiştir. Böyle bir politika seçmesini tetikleyen birden fazla etken karşımıza çıkmaktadır. Buraya kadar bahsedilen tüm gelişmeler gözden geçirilecek olursa, ekonomik anlamda sanayileşmiş ve gelişme göstermiş olan Japonya’nın yeni pazar ve ucuz iş gücü arayışı bu sebeplerden bir tanesidir. Bir diğer sebep ise Meiji dönemi ile yaşanan birtakım askeri değişmeler. Örneğin, savaşarak para kazanan samuraylar bu dönem ile gelirlerini kaybetmişlerdir ve bu yüzden yaşanan modernleşmeye karşı samuraylar arasında hoşnutsuzluklar mevcuttur. Samuraylar daha da pasifleştirilmiş yerlerine imparatorluk ordu ve donanması kurulmuştur. Ancak gelirlerini kaybeden samuraylar özellikle tekrar bir gelir elde edebilmek adına zaman zaman çevre bölgelere yönelik “harp propagandası” yapmışlardır. Diğer bir sebep ise Japonya’nın Avrupa’ya karşı kendini savunabilecek bir “tampon bölge” yaratabilme çabasıydı. Evet, Japonya Batılılaşıyordu ancak esas amacı uluslararası alanda Batılı güçler arasında bir yer edinebilmekti. Özellikle Batı’nın zorla imzalatmış olduğu imtiyazlı/eşitsiz anlaşmalar geçmişte Japonya’nın canını oldukça yakmıştı. Ayrıca bahsettiğim gibi Tokugawa döneminde yaşanan misyonerlik hareketleri ve yaşanan diğer hadiseler zaten Japonya’nın kendisini Batı’dan soyutlama sebepleriydi, aslında Japonya kendisini bir ikilem içerisinde bulmuştu. Bu yüzden Japonya bölgedeki diğer Asya ülkelerinin ilerisine giderek aynı Batılılar gibi emperyalist bir güç olmalıydı. Japonya’nın yayılmacı politikasının ilk kurbanı ise Kore Yarımadası olacaktı.

Ancak bu konuya geçmeden önce yukarıda sözü geçen Iwakura Misyonu’nun Japonya’nın sömürgeci yapısını oluşturmadaki rolünden bahsetmek gerekir çünkü bu dönem aslında emperyalist bir güç olduktan sonra Japonya’nın ilhak ettiği bölgelere yönelik uygulayacağı sömürge politikalarında belirleyici olmuştur. Iwakura Misyonu ile Batı’da yaşanan sömürge gelişmelerinin yakından gözlemlenme fırsatı da elde edilmiştir. Örneğin, Japon heyet Atlantik Okyanusu’nu geçerek İngilizlerin İskoçlara ve İrlanda’ya yönelik uyguladığı sömürü politikalarını incelemiştir. Sonrasında ise, Fransa’ya vardığı zaman, Güney eyaletlerinin bütünleştirilmesine yönelik Fransız hükümetinin uyguladığı yoğun kampanyaya ve koloni faaliyetleri üzerinde doğrudan bürokratik kontrolün sağlanması için Cezayir idari politikalarının revize edildiğine tanık olmuştur.

Bu noktada İngiltere ve Fransa’nın uyguladıkları sömürge politikalarının farklı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Fransız sömürge imparatorluğu, tebaalarını daha çok asimile etme yanlısıydı ve bunu da sömürü topluluklarına kendi dilini ve kültürünü öğreterek yapmayı amaçlıyordu ve aralarından başarılı bir şekilde asimile olanlara Fransız vatandaşlığını vaat ediyordu. Ayrıca Fransız koloni anlayışında sömürü bölgelerinin doğrudan yönetimi retoriği mevcuttu (Contributors to Wikimedia projects, 2021). İngiltere ise sömürge bölgelerini dolaylı yoldan yönetmeyi tercih etmiş ve bölgedeki halka İngiliz kültürünü benimsemeleri için belirgin bir şekilde baskı uygulamamıştır. Sadece arada bir kendi kültürünü bölgede teşvik etmiş ve daha pasif yollardan tanıtımını sağlamıştır. Japonya’nın ise ileride daha detaylı bir şekilde paylaşılacak olan bilgiler çerçevesinde Fransız tarzı bir sömürgecilik yapısı ve politikası tercih ettiğini söyleyebiliriz (Caprio, 2011a).

4. Kore’nin İlhakına Giden Süreç ve İlhak Edilişi

Yukarıda bahsi geçen Kore ile yaşanan kriz sonrasında Japonya’nın sadece Kore’deki üç limana gelme hakkı bulunuyordu. Ancak Japonya’nın esas amacı Batı’nın Japonya’ya dayatmış olduğu eşitsiz ticaret ve diplomasi koşulları ile Kore’yi ticarete açmaktı (Hwang, 2018a).

1875 yılında iki ülke arasında Kore’nin Kanghwa Adası üzerinde tekrar bir kriz meydana geldi ancak bu sefer artan Japon tehdidinin bastırılması için Çin’in de tavsiyesi üzerine Japonya ile “Kanghwa Antlaşması” imzalandı. Bu antlaşma Kore’nin Çin ile olan ilişkilerini vurgulasa da aynı zamanda Japonya’ya çeşitli serbest limanlar için ayrıcalıklar verecekti. Kore’deki muhafazakâr grup artan bu Japon baskısının dengelenmesi için Çin’den yardım isteyecekti (Holcombe, 2010e). Çinliler Japonya’nın Kore’ye yönelik olan bu girişimine karşı sessiz kalmamayı tercih etmişti ve bu durum Çin ile Japonya arasında Kuzeydoğu’nun egemenliği hakkında büyüyen bir kan davası haline geldi. İkili arasındaki bu gerginlik Seul’de iki kez askeri çatışmaya dönüştü. Daha sonrasında Çin ve Japonya bir anlaşma imzaladı ancak gerginliğin dindirilmesinde yeterli olmadı. Bu yüzden 1894’te Japonya Çin’e karşı savaş ilan etti ve hızlı bir üstünlük elde ederek savaştan galip çıktı (Hwang, 2018b). Japonya Çin ile gerçekleştirdiği savaş sırasında Kore’deki egemenliğini daha da güçlendirecek fırsatlara sahip oldu örneğin savaş boyunca yarımadada demiryolu inşa etti ve Kore’de gerçekleşecek olan olaylar için danışman gönderme hakkı elde etti. Ayrıca Kore’nin kültürel sarsıntıya uğramasına sebep olacak modernleşme reformlarını burada da gerçekleştirecekti (Holcombe, 2010f). Bundan sonraki süreçte ise gerçekleşecek olan Rus-Japon savaşı ve Japonya’nın burada da elde edeceği zafer Kore’nin ilhakını daha da hızlandıracaktı.

Rus-Japon savaşı sırasında Japonya yarımadada kurmak istediği yabancı egemenliğini gerektirdiği düzeyde elde etmişti. Şimdi sırada Koreli yöneticileri antlaşma imzalamaya zorlamak vardı. Bu antlaşmaların iki tanesi 1904 yılında imzalanmıştı, ilki Japon askerilerinin Kore’de konuşlanmasına izin verecekti ikincisi ise Japonlara Kore’nin mali, askeri ve diplomatik organlarında önemli görevler üstlenmelerine fırsat tanıyacaktı. 1905 yılında imzalanan antlaşma Japonya’nın Kore üzerinde hakimiyet kurmasında daha önemli bir role sahipti. İmzalanan bu antlaşma ile Japonya Kore’de bir “Genel Müfettişlik” kurma yetkisine sahip oldu. Japon Genel Müfettişliğine atanan ilk isim ise Meiji döneminin önde gelen ismi Ito Hirobumi oldu. Genel Müfettişlik, Kore’nin dışişlerini ve maliyesini denetleme yetkisine sahipti. Ayrıca yakın dönemde Japonya karşıtı olan Kore İmparatoru Gojong da tahtından feragat etmeye zorlanıyordu böylece 1907 senesinde İmparator tahtını oğluna bırakarak görevden çekilmişti. Aynı dönemde imzalanan bir diğer antlaşma ile Japonlar önemli kararlar hakkında veto etme hakkını da elde etti böylece önemli makamlara kimlerin atanacağına dair kararları onlar verecekti. Atanacak olan bu kişiler genellikle Kore içerisindeki Japon yanlısı ya da modernleşmeyi destekleyen kişiler arasından seçilmiş veya bizzat Japonlar olmuştur. Böylece hükümetin kontrolü tamamen Japonlara geçerek Kore ordusu da dağıtılmıştır. Ancak 1909 yılının Ekim ayında Ito’ya bir suikast düzenlendi ve yaşanan tüm bu olaylar yaklaşık bir sene sonra gerçekleştirilecek olan Kore’nin resmi ilhakını hızlandırdı (Hwang, 2018c). Bahsedilen bu antlaşmalar aslında Kore’nin askeri ve yönetim yapısındaki birçok değişikliği gerçekleştirmişti ve yarımadada artık açık bir şekilde Japonların üstünlüğü her alanda mevcuttu. Böylece Japonya Kore’yi 1910 yılında açıkça sömürgesi olarak ilhak etti. 

Bundan sonraki süreçte ise Japonya’nın Kore’yi tamamen kendisine bağlı bir bölge haline getirme çabaları yoğunlaşarak artacaktı. Japonlar Korelilerin topraklarına hükümet kadastro araştırmasını başlatarak el koyacak ve toprak sahiplerini güçten düşürerek maddiyattan mahrum edeceklerdi. Bu araştırma aslında Japonya’nın benimsemiş olduğu emperyalist yapının bir göstergesiydi “böl ve yönet” taktiğini uygulayacaktı. Ayrıca Korelilerin yüksek öğrenim haklarını ellerinden alacaklardı ve tüm bunlar Japonya’nın bir sömürge politikası olarak Kore halkına yönelik uygulayacağı “asimilasyon” politikalarının habercisiydi.

5. Japon Emperyalizminin Asimilasyon Politikaları ve Kore Halkı

Japon sömürge ideolojisi, 1945 yılına kadar faaliyet gösterecekti ve bu ideolojisini birbirini tamamlayıcı üç öğeye dayandıracaktı: Bilgi üretimi, ekonomik girişimler ve sömürü bölgelerine uygulanacak olan kaba güç (V. all posts by Y. W., 2019a). Aslında Japonya’nın sömürgecilik yapısı ve politikaları Fransız Koloni yönetimi ile paralellik göstermekteydi. Bu yüzden Fransa’nın kendi kültürünü sömürgeci bölgelerine dayattığı ve bölge halkını asimile ettiği gibi Japonya’da himayesi altında bulunan Kore halkına benzer politikalar uygulayacaktı. Bunun için de yukarıda bilgi üretimi olarak bahsedilen ancak aslında “propaganda” olan koloni yönetim aracını hem içeride hem dışarıda sık sık kullanacaktı.

O dönemlerde Japon yöneticiler Kore halkının asimile edilmesi hakkında hemfikirdi ancak bunun kademeli olarak mı yoksa radikal bir şekilde mi gerçekleştirileceği hakkında kararsızlardı. İşte tam bu noktada propaganda yöntemi devreye giriyordu. Japonya içerisinde konuya yönelik fikir ayrılığının ortadan kaldırılması için Kore ve Japon birliği sık sık vurgulanıyordu. Ayrıca iki halk arasında ırksal, dilsel ve dinsel benzerliklerin olduğundan da bahsedilecekti (Caprio, 2011b). Sonuç olarak ise Korelilerin asimile edilerek Japon toplumuna bütünleşmiş bir toplum haline getirilebileceğine karar verilmişti. Bunun için ise ilk aşama Kore’de güçlü bir eğitim sisteminin oluşturulmasıydı.

Bütünleşmiş bir Japon-Kore eğitim sisteminin kurulması ile derslere Japon kültürü ve dili eklenmişti. Ayrıca müfredat Japon vatansever ve milliyetçi temaları pekiştirir nitelikteydi. Öğrencilere Çince ve Korece’nin yanı sıra haftada 10 saat doğrudan Japonca eğitimi sunulacaktı. Hatta ilerleyen süreçte Korece seçmeli ders haline getirilecekti ve Korece konuşan öğrenciler cezalandırılacaktı. İlhaktan önce ülkede oldukça popüler olan “Daehan Maeil Sinbo” gazetesi de Korece yayımladığı makalelerden dolayı Japon koloni yönetimi tarafından kontrol altına alınmış, “Daehan” yani “Kore” ifadesi kaldırılmıştır. Gazete artık okullarda öğrencilere öğretilen şeylerden bahsetmeye başlamıştır: Tasarruf, sıkı çalışma, sağlık, beslenme ve “feodal geleneklerin” ortadan kaldırılması gibi şeyler (Caprio, 2011c). Ayrıca gazetenin bir medeniyet organı olarak tanıtımı yapılmıştır. Diğer gazeteler ve dergiler ise “Naisen Ittai” yani bir bütün olarak Japon ve Kore sloganı altında kapatılmıştır (South Korea: Cultural Identity, n.d.a). Japon dili edinimine ek olarak Kore halkı Japonlar tarafından kendilerinden beklenen uygarlık standartlarına ulaşan bir yaşam tarzını benimsemeliydi. Bu yüzden Maeil Sinbo gazetesi bu sefer dramatik reform gerektiren bir alan olarak Kore’nin sağlık ve temizlik standartlarını hedef almıştı. “Hijyen ve Ahlak” başlıklı oldukça patronluk taslayan bir başyazısında, Kore halkının bugüne kadar sağlıklarına yeterince ilgi göstermediğinden bahsedilmişti. Bu yüzden Japonya hijyen konusuna odaklanarak sosyal yaşamda Kore tarzının yerine Japon tarzını yerleştirmeye çalıştı ve ülke içerisinde sağlıklı Japon kasabaları yaratmış oldu yani kazan-kazan ilkesi ile hijyeni sömürge misyonunun bir aracı haline getirdi (Caprio, 2015). Koloni hükümeti Japonya’daki imparatorluk olaylarına Korelilerin katılımını da teşvik etti. Tatiller takip edilip düğünler ve taç giyme törenleri kutlanacaktı ve kraliyet ölümlerinin yası tutulacaktı. Ayrıca Şinto tapınakları da Koreliler tarafından ziyaret edilecekti. Öğretmenler ve öğrencilerden de her pazartesi sabahı Japon İmparatoru için saygı ritüellerini gerçekleştirmeleri bekleniyordu. İmparatora bir tanrı olarak saygı göstermeyi reddeden Koreli Hristiyanlar ya hapse atıldı ya da dışlandı (South Korea: Cultural Identity, n.d.b). Burada medyanın rolü çok önemliydi, insanlara etkinliklerin önemi ve katılım sırasında Japon tarzına uygun giyinme ve hareket etme yolları hakkında talimatlar verildi. Medya sık sık Japonya’nın imparatorluk tahtının Kore halkıyla paylaşıldığına dair reklamlar yaptı. Ayrıca Fransa’nın asimile olmuş sömürü halkına Fransız vatandaşlığı hakkı tanıması gibi Japonya da başarılı bir şekilde asimile olan Korelilere Japonlarla ikamet edebileceklerini, çalışabileceklerini ve hatta evlenebileceklerini vaat etmişti.

Japon Koloni hükümetinin Japonya ve Kore arasındaki bağların güçlendirilmesi için uyguladığı diğer bir yöntem ise Korelilere “yurttaşlık eğitimi” yerine “milli eğitimin” verilmesidir. Böylece öğrenciler yerel yani Kore topluluğunun üyeleri olarak değil Japonya’nın genişletilmiş imparatorluğunun üyeleri olarak eğitilecektir. Ayrıca yine medya aracılığı ile Korelilere aile yapısının nasıl olması gerektiği, Koreli kadınlara ise kocalarına nasıl hizmet edecekleri, bebeklerini nasıl yetiştirecekleri ve okul öncesinde çocuklarını nasıl eğitmeleri gerektiği bile öğretilmeye çalışılmıştır. Korece ve Japonca isimlerdeki farklılıkların aile kayıt sisteminde sorunlara neden olduğu da belirtilmiştir. Ülke genelinde Kim ve Yi soyadına sahip insanların çok fazla olması Japon soyadı sisteminin benimsenmesine sebep olmuştur ve herkesin bir Japon ismi edinmesi teşvik edilmiştir (Caprio, 2011d).

6. Sonuç

Batı ile kurulan ilk ilişkiler Japonya’nın lehine olmasa da sonrasında yaşanan gelişmeler onu II. Dünya Savaşı öncesine kadar bölgedeki en güçlü aktör haline getirmiştir. Batılı sömürgeci güçlere karşı kendini savunmaya çalışırken, Batı, özellikle Fransız, tarzı bir emperyalizm benimsemiştir. İlhak ettiği bölgeleri doğrudan yönetmeyi ve Japon toplumuna entegre bir sömürge toplumu yaratmayı amaçlamıştır. Bu yüzden de Japonya’nın Kore Yarımadası’ndaki mevcut düzene karşı tutumu geçici değil, daha kalıcı ve uzun vadeli olmuştur.

Peki Kore Yarımadası göz önünde bulundurulduğunda Japonya’nın sömürge politikası asimilasyon başarılı olabilmiş midir? Bu durum aslında tartışmaya açıktır. Sonuçta o dönemki tüm Kore halkı Japonları ve onların politikalarını hoşgörü ile karşılamamış olacak ki Kore ordusu dağıtıldıktan sonra Japon Koloni Hükümetine karşı gerilla toplulukları oluşturulmuş ve resmi ilhaktan yaklaşık on sene sonra da bir Kore milliyetçilik hareketi olan 1 Mart 1919 Bağımsızlık Hareketi gerçekleştirilmiştir. Bu milliyetçi hareket her gruptan insanı bir araya getirmiştir ve hepsi yayılmacı karşıtı, milli irade ve mutlak bağımsızlık yanlısıdır (Jeong, 2016). Yani Japonya’nın uygulamış olduğu bu baskıcı asimilasyon politikaları aslında Kore Milliyetçiliğinin ana hatlarının oluşmasında ve savaş sonrası ilişkilerde etkisini göstermiştir.

Japonya’nın gerçekleştirdiği radikal değişimler ve asimilasyon politikaları sayesinde Kore Yarımadası’na derinlemesine nüfuz etmesi, Kore Savaş’ından sonra Güney Kore’nin yeniden yapılanma sürecini de etkiledi. Kore Savaşı sonrasında bu değişiklikler kullanılarak Güney Kore’nin kalkınma modeli oluşturulmuştur. Japon İmparatorluğu’nun gerçekleştirdiği ekonomik reformların, özellikle Güney Kore başkanlığı yapmış ve 28 yıl Japon Koloni Yönetimi altında eğitim almış olan Park Chung Hee tarafından yeniden uygulandığını gözlemlemek mümkündür. Örneğin, Park döneminde Ekonomik Planlama Konseyi’nin oluşturmuş olduğu kalkınma planları Japon askeri ve bürokratik iktidarın belirlemiş olduğu beş yıllık kalkınma planlarını anımsatmaktaydı. Ayrıca Japon Zaibatsu yapılanmasını yansıtan Chaebol’lerin %60’ı Japon sömürge döneminde iş dünyasına katıldı ve yerel Koreli girişimciler, Zaibatsuların etkisiyle, iş-devlet ilişkileri tarzına uyum sağladı (Pektaş Kım, 2021).

Kısacası, Japonya’nın sömürgecilik döneminin incelenmesi hem günümüz Japonya’sını hem de Kore Yarımadası’nı anlamada büyük bir öneme sahiptir. Her ne kadar o dönemde Japonya tarafından yürütülen propagandalar saf Kore tarihine ulaşma konusunda bir engel teşkil etmiş olsa da milliyetçi Koreli bilim adamları bile Güney Kore’nin yeniden kalkınmasını incelerken Japon sömürgeciliğinin oluşturmuş olduğu yapıyı değerlendirmektedirler. Ayrıca Japonya’nın savaş sonrası tüm güvenliğini Amerika’ya teslim etmesindeki ve “Barış Anayasası” olarak yeni bir anayasa belirlemesindeki etkenleri anlamada emperyalist dönemde benimsediği dış politikanın daha detaylı bir şekilde analiz edilmesi katkıda bulunacaktır.

Melis PEKTAŞ KIM

Japonya Çalışmaları Staj Programı

 

KAYNAKÇA

All posts by Y. W. (2019, October 15). Japanese Colonial Ideology in Korea (1905-1945). Retrieved May 2, 2021, from The Yale Review of International Studies website: http://yris.yira.org/essays/3523

Caprio, M. E. (2015). Review of Assimilating Seoul: Japanese Rule and the Politics of Public Space in Colonial Korea, 1910–1945. Retrieved May 2, 2021, from Reviews in History website: https://reviews.history.ac.uk/review/1734

Caprio, M. E. (2011). Japanese assimilation policies in colonial Korea, 1910-1945. University of Washington Press.

Charter Yemini. (2020, August 1). Retrieved May 2, 2021, from Charter Yemini | Japon tarihi website: https://delphipages.live/tr/siyaset-hukuk-ve-devlet/hukuk-suc-ve-ceza/charter-oath

Contributors to Wikimedia projects. (2021, April 27). Assimilation (French colonialism). Retrieved May 2, 2021, from Wikipedia website: https://en.wikipedia.org/wiki/Assimilation_(French_colonialism)

Eberhard, W. (2019). En Eski Devirlerden Zamanımıza Kadar Uzak Doğu Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Gordon, A. (2003). A Modern History of Japan: From Tokugawa Times to Present. New York: Oxford University.

Holcombe, C. (2010). Doğu Asya Tarihi: Çin, Japonya, Kore Medeniyetin Köklerinden 21. Yüzyıla Kadar. İstanbul: Dergah Yayınları.

Hwang, K. M. (2018). Kore Tarihi. İstanbul: Feylosof Yayınları.

Jeong, E. K. (2016). Kore Milliyetçiliği: Kore’de ve Türkiye’de Milliyetçilik Anlayışlarının Gelişme Süreçleri (1910-1945). Antalya: Likya Yayınları.

Pektaş Kım, M. (2021). The Reflections of Japanese Colonial System on South Korea’s State Structure and Development Model During the Post Korean War Era (Final Paper; pp. 1–21). İstanbul: Boğaziçi University.

South korea: Cultural Identity. (n.d.). Retrieved May 2, 2021, from http://countrystudies.us/south-korea/41.htm

Tuncoku, A. M. (2013). Japon Dış Politikası: Sistematik ve Bölgesel Aktörlerle İlişkiler. Ankara: Nobel Yayın.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...