Japonya’da Kadın Algısı Ve ‘Rahatlatıcı Kadınlar’ Örneği

Özet

Bir toplumun sahip olduğu kadın algısı, o toplumda kadınların yaşantılarına son derece nüfuz etse de bununla sınırlı kalmayarak uluslararası sahnede de etkili olabilir. Bu çalışmanın amacı, Japonya’daki kadın algısını mercek altına almanın yanı sıra uluslararası boyutta iz bırakmış bir örneği de bu incelemeye dâhil etmektir. Japonya tarafından işgal edilen topraklarda ve uluslararası boyutta oldukça sarsıcı etkileri olan ‘rahatlatıcı kadınlar’ meselesi birçok yönden incelenmiş ve incelenmeye devam edilmektedir. Japon Hükümeti`nin bilgisi dâhilinde Japon Ordusu tarafından yıllar boyunca kurumsallaştırılmış ve sistematik bir şekilde ilerletilen Rahatlama Birlikleri’nin tarihsel arka planı ile birlikte günümüze kadar etkileri ele alınacaktır. Bu meselenin örnek verilmesinin ardından Japonya’da kadın algısından bahsedilecektir. 2. Dünya Savaşı sonrasından günümüze kadar olan süreçte ele alınacak yönler; modernleşme sürecinde oluşan kadın algısı ile başlayıp, iş yaşantısında, sinema sektöründe, edebi eserlerde, modada, üniversite kampüsünde ve politikaya katılımdaki kadın algısına doğru çeşitlendirilerek incelenecektir. Bu çalışma, toplumsal cinsiyet sorunsalının sosyo-politik ve tarihsel gelişimini Japonya’daki ‘rahatlatıcı kadınlar’ özelinde irdelerken konu hakkında farkındalığı da arttırmayı amaçlamaktadır.

Anahtar Sözcükler: Japonya, Kadın, Rahatlatıcı Kadınlar, Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları, Toplum, Statü.

Abstract

Society’s perception of women can be hugely influential in women’s life and in the international arena. Purpose of the study is, examing the society’s perception of women in Japan while investigating an example that has left its mark on the international dimension. The “Comfort Women” issue ,which has shocking impact on the international dimension and on lands who was invaded by Japan, has been examined and it will continue to be examined. Effects and historical background of “Comfort Women”, which was systematically institutionalised by Japanese army within Japanese Government’s knowledge, are going to be mentioned from past till nowadays. After exemplification of these situtation, perception of women in Japan will be mentioned. Topics that will be examined between the post-World War II period and today are; the perception of women in the modernization process, business life, cinema, literature, fashion, participation in University and politics, etc. The study aims to examine socio-political and historical development of gender problematic and raising awareness by using gender studies. 

Key Words: Japan, Women, Comfort Women, Gender Studies, Society, Status.

Giriş

Bir toplum ele alınıp, o toplumdaki kadın algısı incelenecek ise toplumsal cinsiyet (gender) kavramı iyi anlaşılmalıdır. Toplumsal cinsiyet kavramı, biyolojik farklılıkları temel alan cinsiyet (sex) kavramından farklıdır. Kadın ve erkekler için toplumsal olarak oluşturulmuş roller ve öğrenilmiş davranışları ifade eden kavram ise toplumsal cinsiyettir. Bütün toplumlarda doğuştan gelen bu biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilir. Kadın ve erkeğin doğuştan getirdiği biyolojik farklılıklar kültürel olarak yorumlanıp değerlendirilerek hangi davranış ve faaliyetlerin kadınlar ve erkekler için uygun olduğuna karar verilir. Ayrıca kadın ve erkeklerin hangi haklara, kaynaklara ve güce ne derecede sahip olduğuna ya da olması gerektiğine ilişkin toplumsal beklentiler geliştirilir (Ünal, 2017). Beklentiler toplumdan topluma ve aynı toplum içinde bir toplumsal kesimden diğerine kısmen değişse de özünde ortak noktalar vardır (Ecevit, 2003). Toplumun algısının insanların hayatını ne denli etkileyebileceği bu şekilde açıklanabilir. Biyolojik farklılıkların etkisi gözetmeksizin birey üzerine yüklenen sosyal roller sosyal yaşamın ana hatlarından biridir. Bu sosyal rollere uyulması beklenen düzenlerden biri ataerkilliktir. Bu çalışmada incelenecek olan Japonya’nın da ataerkil bir düzene sahip olması ve dolayısıyla konunun bilinmesi önem arz etmektedir. Ataerkillik toplumun tüm kurumlarına ve sosyal ilişki ağlarına sinerek kadınların aleyhinde işleyen bir toplumsal cinsiyet rejimidir. Bu rejimin dayanakları, cinsiyet hiyerarşisinde erkekleri kadınlardan daha üst düzeylerde tutan geleneksel normlar ve değerlerdir (Alptekin, 2014). Kadınların ve erkeklerin kutuplaştırıldığı toplumsal cinsiyet algısına sahip bu toplum yapısında cinsiyete dayalı ayrımcılık birçok konuda rol oynar. Eşitsiz toplumsal yaşamda sadece sözsel kutuplaşmalar değil anayasal düzeyde hakların eşitsizliği de görülür. Cinsiyet, bu farklılıklar bütününden ziyade biyolojik farklılıklara dayansa da bu kullanım yaygınlaşmıştır. Cinsiyetçilik bu kullanımın örneklerinden biridir. Cinsiyetçilik, cinsiyet temelinde ayrımcılık yapmaktır. Sosyal psikoloji alanında bu kavram, cinsiyete yönelik ayrımcılığın barındığı her türlü tutum ve davranışı ifade etmek için kullanılmaktadır (Ünal, 2017). Japonya gibi gelişmekte olan ve geleneksel yapıdaki toplumlarda söz konusu ataerkil ve cinsiyetçi kültürün etkisi sürerken bir yandan da zamanla toplumu bilinçlendirme çabası görülebilir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin azaltılmasını hedefleyen politikalar kadınların eğitimine, güçlendirilmesine ve her iki cinsin de toplumsal cinsiyet kalıp yargıları ile mücadele etmesine odaklanmaktadır (WHO, 1998: 96).

1. ‘Rahatlatıcı Kadınlar’ Örneği

Uluslararası düzende yarattığı etkiyle birlikte toplumların hafızasından kolayca silinmeyecek olaylardan biri ‘Rahatlatıcı Kadınlar’ meselesidir. 1932-1945 yılları arasında Japonya işgali altında olan toplumlardaki kadınlar direkt ‘Rahatlama Birlikleri’nin öznesi olmuştur. Olayın gerçekleştiği tarihler geçmişe ait gibi görünerek bir yanılmaya sebep olmamalıdır zira yakın geçmişte bu konudan bahsedilmeye başlanmıştır. Japon ordusunun kadınları çeşitli yöntemlerle zorla alıkoyduğu ve çoğu kaynağa göre ‘köleleştirdiği’ ve hükümetin buna göz yumduğu bilinmektedir. 2. Dünya Savaşı sırasında ve hemen sonraki dönemde Japonya’nın en büyük önceliği kendisinin hegemon konumda olduğu bir Asya yaratmaktı. Bu uğurda yaşanan talihsiz olaylar silsilesinden biri de Nanking Tecavüzü’dür. 1937 de Nanking şehrini mahvetmesinin yanında çok sayıda kadına ve küçük kıza tecavüz eden Japon ordusunun yaptıkları uluslararası arenada oldukça ses getirmiştir. Dönemin Japon İmparatoru Hirohito, ordusu hakkındaki negatif düşüncelerden oldukça rahatsız olmuş ve bir çözüm arayışına girmiştir. Görevliler iki tane çözümle gelmiştir. Birincisi orduda bir reform yapmak, ikincisi ise Japonların “rahatlama merkezleri” ismi ile daha ılımlı ve kabul edilebilir olacağını düşündükleri genelevler oluşturmak ve yaygınlaştırmak idi (Çelik, 2020). Rahatlama birlikleri uzun yıllar kurumsal ve sistematik bir şekilde devam ettirildi. Kadınlar evlerinden ve ülkelerinden zor kullanılarak veyahut yalanlar aracılığıyla bu birliklere hapsedilerek yıllarca işkence ve tecavüze uğradı. Japonya bu dönemden çok daha önce köleliği yasaklamıştır. Bireyin özgürlüğünün elinden alınması anlamına gelen kölelik cinsel özerkliği de kapsar. Bu noktada Japonya’nın uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylemek yanlış olmaz. Daha ayrıntılı bir incelemede görülecektir ki Japonya köleliğin ve insan ticaretinin olmaması gerektiğini söyleyen anlaşmalar imzalamış fakat kolonileri bu durumdan muaf tutan maddeler ekletmiştir. Bu durumda bahsi geçen diğer toplumları koloni olarak kabul etmiştir. Farklı kaynaklarca sayıda tam olarak ortak bir karara varılamasa da çoğunluğun kabulü bu birliklerde yaklaşık 200 bin kadın olduğudur ve yaş aralığının on beş ile yirmi olduğu düşünülmektedir. Bu kadınların çoğunluğu Kore’den alıkonulmuş olsa da azımsanmayacak sayıda Japonya’dan, Çin’den, Tayvan’dan ve Endonezya’dan getirilmiş kadınlar da vardır. Çoğunluğun Kore’den gelmesi sebebiyle günümüzde devam eden bir şekilde Kore – Japonya meselesi haline gelmiştir. Bu konudan yakın geçmişte konuşulmaya başlanmasından bahsetmişken eklemek gerekir ki, olayların üzerinden 40 yıl geçtikten sonra bu konu hakkında ilk konuşan ve Japon Hükümetine dava açan kadın olan Kim Hak-sun ayrıca Korelidir. Ailesinin vefatından sonra bu konuda konuşarak ailesinin bu travma ile toplum önünde yüzleşmesinin önüne geçtiğini ifade etmiştir. 40 yıl boyunca bu konunun dile getirilmemesinin en büyük sebebi Asya kültürüdür. Rahatlama birliklerinde yaşadıkları şiddet, tecavüz ve benzeri zorbalık sonrasında çok fazla intihar vakasının yanı sıra birçok kadının eve dönemediği de bilinmektedir. Asya toplumlarının pek çoğunda kadının toplumsal hayattaki yerinin yüzyıllardır erkeklerin arkasında ve gerisinde olduğu bilinen bir durumdur. Bu durum farklı sebeplerle ilişkilendirilse de (Konfüçyüsçü gelenek, muhafazakârlık, kültürel yapı vb.) son on yıl içerisinde feminist hareketlerde ve toplumun feminist bilincinde gözle görülür bir hareketlenme mevcuttur (Çelik, 2020). Uzun yıllar açığa çıkmayan bu konu sonrası yaşlanma ve ölüm sebebiyle kendi haklarını arayamayacak kadınların haklarını toplumsal dayanışma ile haklarının aranması Asya kültürünün de değişimine örnektir. Sadece toplumsal dayanışma olarak değil özellikle son zamanlarda birçok kadın hareketinin değindiği konulardan biri olan bu meselenin birden fazla toplumdan kadını ilgilendiriyor olması sebebiyle ulusallaşmıştır. Konunun ele alınışı gereği Japonya’nın bu durumu nasıl karşıladığına da bakılmalıdır. 1980’lerde sorumluluğu reddeden Japonya, 1990’larda ise özre yakın açıklamalar yapmıştır fakat daha sonra geri adım atan hareketler gözlemlenmiştir. 1991-1995 yılları arasında olumlu hareketler görülse de 2015’e kadar inişli çıkışlı devam etmiştir. Japonya, 2015’te Kore ile imzaladığı antlaşma vasıtasıyla özür dileyerek tazminat ödemeyi kabul etmiştir.

2. Modernleşme Dönemi

Rahatlatıcı Kadınlar örneğinin, dönemin Japon Hükümeti ve toplumu hakkında fikir vermesi beklenirken modernleşme döneminin bu husustaki etkileri de incelenmelidir. Ulus devletlerin kurulması ile kadının toplumdaki yeri de yeniden yazıldı. Japonya gibi 3. Dünya ülkelerinde ise milliyetçi ideoloji ile birleşen ulus devlet düzeni kadını ‘modern aile’ adı altında özel alana kıstırmaya başladı (Yasuo, 2004). Gelişmesi beklenen erkek-kadın eşitliği yerini devlet için savaşan erkeklere minnettar olup, onlara fedakârlık yaparak ‘iyi hanım’ olması beklenen kadın figürü aldı. Devlet ayağı ile toplumda yaratılan kadın figürü, kadınlar için de o kadar kaçınılmaz bir hal aldı ki ilk feminizm hareketi de kaynak olarak devleti aldı. Devletin yaşatmaya çalıştığı kadın figürü bu şekilde feminizme yansıyarak bir süre kadınlara aslında istediklerinin bu olduğu illüzyonunu verdi. Bu hale gelinmesi de 2. Dünya Savaşı’nı kaybeden Japonya’ya mecburi bir şekilde Amerika’nın kabul ettirdiği reformlar sayesindeydi. Amerika’nın açıkladığı reform paketi öncülüğünde kadınlara ilk kez oy hakkı tanındı. Ayrıca hukuki açıdan da eşitsizlikler giderilmeye çalışıldı. Anayasanın 14. maddesince politik/ekonomik/ toplumsal ilişkide cinsiyet ayrımcılığı yasaklandı. Evlilik de ortak ilişki kademesine yükseldi. Bunun gibi değişiklikler yapılırken eşit eğitim üzerinde de duruldu. Bu gelişmelere rağmen bekâret, cinsel arzu, çocuk düşürme, fuhuş gibi devlet normları geride bırakılamadı. Toplum da bu ve benzeri birçok konuda kadına karşı sahip olduğu algısını kolayca değiştirmedi. Kadınların haklarının farkına yavaş yavaş vardığı bir dönem olduğunu söylenebilir. Japon feminizm hareketi ilerlese de kadınlar bu dönemde savaşın şokunun da etkisiyle erkekleri her anlamda destekleyerek iyi bir anne rolünden çıkmadılar. İzlenen siyasi politikalar fark etmeksizin kadının her türlü fedakârlık yapması istenirken erkek hegemonyası sorgulanmadı. Barışçıl feminizm izlenildi. Amerikan reformu ile ataerkilliğe dair silinen belgelerin aksine ataerkilliğin izleri kolayca silinmedi. Toplum ataerkil kalmaya ve kadına bu bakış açısıyla bakmaya devam etti. Kadınların ne kadar ileri gidebileceğine dair devletin sınırlarının dışında kalan her türlü kadın seferberliğine karşı düşmanca bir önyargı gösterildiği, hükümetlerin de kamusal alana erkek erişimini ayrıcalıklandırarak kadınlar ve erkekler arasında ayrım yapmak suretiyle cinsiyete dayalı bir karaktere sahip olduğu bir dönemdi. Erkekler modernleşmenin ana materyalleri haline geldi. Kadınlara ise annelik vurgusu ve iş hayatında erkeğe yardımcı roller uygun görüldü. Otoritenin eril terimlerle tanımlanması sayesinde, Japonya geleneksel olarak ataerkil bağlamlara dönüştü ve ataerkil toplumda kadın algısı da bu çerçeve üzerinden oluşturulur. Kadınlar ve kendilerini bu ataerkil çalışma biçimine dâhil edemeyen erkekler dışarıda bırakıldı ki bu toplumun algısının birey üzerindeki sonuçlarının en önemli örneklerinden biridir. Toplumlar cinsiyet hiyerarşileri içerir. Aileler de toplumdaki ataerkil hiyerarşiyi sürdürür ve bu da aileyi kadınlar için başka bir mücadele alanı haline getirir. Başka bir deyişle, kolektivitenin temeli olarak ailenin merkeziliği yoluyla, ailesel çalışma biçimleri, soy ile ilgili olmayan insanlar arasındaki ilişkileri yürütmek için yararlı hale geldikleri kamusal alana aktarılır (Binnet, 2008). Aslında ilerleme var gibi görünse de bu noktalara dikkat çekmek son derece önemli. Kadının topluma katılımı konusunda bu dönemdeki geriliği çalışmada da bahsi geçecek diğer dönemlerde de görmeye devam ediyoruz.

3. Modernleşme Döneminden Günümüze

Toplumsal alanda yaşanan değişimler kadının özel ve kamusal alanda üstlendiği rol ve statülerde değişikliklere yol açmaktadır (Şahin, 2019). Toplumsal alanı etkileyen alanlar sinema, politika, moda, iş hayatı gibi örneklendirilebilir. Bu alanlar toplumun algısını yansıtmaktadır. 1998’de Hideo Nakata tarafından çekilen Halka (Ringu) ve 2003’te yine aynı yönetmenin çektiği Karanlık Sular (Honogurai mizu no soko kara) filmleri örnekleri üzerinden sinema vasıtasıyla bu algı yansıtılabilir. Erkek egemen ideolojisiyle biçimlenen kadının hayatında muhafazakâr etkiler açıkça görülmektedir. Bu filmlerde kadına toplumsal yapı aracılığıyla yerine getirmesi gereken roller anlatılmaktadır ve korku filmlerinde kadının ruhunun şeytan tarafından ele geçirilmesi, erkek egemenliğine karşı mücadele veren ve başarısız olduğu temalar çok açıktır (Şahin, 2019). Modernleşme döneminde bahsi geçen iyi bir anne ve eş olunması gerektiği imajı sinema sektöründe oldukça yansıtılmaktadır. Bir nevi toplumun kadından beklentisinin yansıtıldığı söylenebilir. Kadının kendisi için karar verilmiş toplumsal cinsiyet rollerini gerçekleştirmesi gerektiği de yansıtılmaktadır. Erkeğin aile üzerinde sahip olduğu dominantlığı koruması ve bu toplumsal cinsiyet rollerinden çıkılırsa kötü şeylerin olacağını anlatır. Başka bir alan olan politika da bu normların etkisi oldukça etkili bir şekilde görülmektedir. Vatandaşlığın ileri derecede cinsiyetlendirilmiş olması; hukuk sistemi, eğitim, sosyal güvenlik, istihdam politikaları ve milli savunmanın kadın ve erkek vatandaşlar arasında bir ayrıma gitmekte oluşu kadınların formel siyasete katılımının düşüşündeki sebeplerdendir (Binnet, 2008). Toplumda ve ailede dominant olan erkeğin / öyle kalma arzusunun sebep olduğu bakış açısı sadece erkekte değil kadınlarda da zamanla bilinçaltında belli bir algı oluşturmuştur. Son on yıllık zaman diliminde gelişimin en çok gözlemlendiği alanlardan olan üniversitelerde kadınların %15’i partnerlerince fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Kadınların farkındalığı ve maruz kaldıkları şiddeti, yazının başında ele alınan 2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemden farklı olarak, toplumsal baskıya yenik düşmeden dile getirecek gücü kendilerinde bulmaları dönemsel farklılıkları gözler önüne sermektedir. Ataerkil toplum yapısının kadına biçtiği roller ve kadının özel alana sıkıştırılmasına karşın kadınların buna karşı çıkmaya başladıklarını görmek mümkün.

Sonuç

Günümüzde hala toplum algısı sosyal yaşantıyı belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Toplumun geçmişindeki olaylar, algılarının nasıl oluştuğuna ve geçmişte nasıl olduklarına dair ışık tutabilir. Günümüze kadar olan süreçte birçok ülkede kadınlar sivil haklarını elde etmek için hak talep etmek durumunda kaldılar. Sivil haklarının bu talep veya geçmişteki kötü olayların sonuçlarıyla yüzleşmeden verilmemesi, toplumun kadına karşı sahip olduğu algıyı işaret edebilir. Japon toplumunda kadın algısını incelemek için çalışma da örneği verilen ‘Rahatlatıcı Kadınlar’ meselesinden günümüze kadar olan dönemi inceleyen araştırmada birçok alan üzerinde durulmuştur. Örneğin rahatlatıcı kadınlar meselesinde kadınların varlığı tamamıyla önemsizleştirilerek Japon askerlerinin uzun süre cephede kaldıkları için memnuniyetsiz olmalarının önüne geçilmek istenmiştir. Sebeplerden biri de mağdur kadınların yaşadıkları travma sebebiyle bu savaşın izlerini savaş bitse de yıllar boyunca taşıyacak olmalarıdır. Böylelikle bu izleri kadınlar üzerinde bırakarak bir nevi savaşın etkisini devam ettirmiş olacaklardı. Toplumda erkeğe kıyasla kadına verilen roller, toplumun değer biçme sistemini açıkça gözler önüne sermektedir. Erkek egemen toplumların birer parçası olduğu bu denli kapsamlı bir konunun her yönüyle tek bir çalışmada ele alınabilmesi de mümkün olamamaktadır. Fakat kaçınılmaz bir şekilde ortada olan mesele ise savaş tecavüzleri ve kadınların bunun birer parçası haline dönüştürülmesi, savaşın aracı olarak kullanılmasıdır. Savaş tecavüzlerinin kanıksanmış oluşundan ötürü uzun süre yüksek sesle konuşulmayan bu konu, sonrasında politik dengelerin bir kozu haline gelmiştir. Şu ana dek konunun çözümü için bazı adımlar atılmış olsa da kadının Asya’da toplumsal ve siyasi hayatındaki yeri ve algısı düşünüldüğünde çözüme ulaşmak pek de kolay olmayacaktır. Bahsi geçen algıyı çözümlemek amacıyla toplumsal yaşantıyı oluşturan birçok alana değinilmiştir ve sebebi de toplumun algısının izlerini görmenin yollarından biri olmasıdır. Politika, sinema, edebiyat ve moda gibi alanlarda kadının yeri, kadına olan bakış açısını da özetler. Japonya’da kadın araştırma programları bulunduğu halde feminist coğrafya çok düşük düzeyde görünmektedir. Bu durumda ise zaten az sayıda olan araştırmacının mücadele vermesi gerekmektedir. Gelenekselliğini diğer gelişmiş ülkelere göre daha çok koruyan Japonya’da da yakın yıllarda kadınlar yavaş yavaş geleneksel rollerinden sıyrılmaya çalışarak yeni bir yöne girmiş bulunuyorlar. Çoğu kadın için sabah 5’de başlayıp gece 11’de sona eren bir çalışma günü içinde pirinç ve balık tarlalarında, çay bahçelerinde ya da fabrikada işçi, öğretmen olarak çalışmanın yanında, geleneksel olarak ailenin tüm sorumluluğunu da taşıyan Japon kadınlarının daha az eğitim görenleri diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi “part-time” işlere yönelirken, eğitim görmüşleri ise hızla yükselme çabası içine girerek kendilerini izleyecek diğer kadınlar için bir “model rol” oynamaktadır (Özgüç, 1998). Japonya’da yazılım mühendislerin yüzde 20’si kadındır ve bunların yüzde 40’ı programcı, yüzde 6’sı sistem mühendisi, fakat yalnızca %1’i yöneticidir. Bu durum da kısmen, Japonya, Çin gibi cinsler bakımından daha tutucu ülkelerdeki iş adamlarının kadınlarla iş tartışmayı güç ve rahatsızlık verici buldukları, bu yüzden de kadın yöneticilerin geleceğe yönelik iş ilişkilerine zarar verebilecekleri inancının bir yansımasıdır (Christopherson, 1996). Gelenekselliğini koruduğundan bahsettiğimiz Japonya’da, bu durumun getirisi olarak toplumsal dogmalar da mevcut ve oldukça yaygındır. Mesela Japonya’da, “cinsel olarak çekici olmama” terimi, ayda 1 defadan daha az cinsel birleşme sıklığı olarak tarif edilmektedir. Cinsel çekiciliğin olmamasının bir sosyal konu olduğu, gebelik ve doğumun yardımcı faktörler olduğu düşünülmektedir (Song, 2014). Ayrıca Japon kadınlarının doğum sırasında çığlık atması dahi utanç olarak nitelendirilir. Geleneksel rollerden sıyrılmaya çalışan Japon Kadınlar ve küreselleşme ile gelişen dünya düzenine uyum sağlama sürecine mecburi olarak giren toplumsal yapıların değer çatışmaları yaşayabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bu sürece katkı yapan birden fazla başlıklar mevcuttur ve Dünya Değerler Araştırması veri setine göre ülkelerin ekonomik gelişim sürecine paralel olarak sekülerleşme eğilimi artmaktadır. Bütün bu veriler, Japon insanının hayata bakışında gözlemlenen değişimlerin genel olarak “küreselleşme” izleri taşıdığına işaret etmektedir. Kültürlerinin hala korunuyor olmasının, küreselleşme ile nasıl bir yola gireceği tam belli olmasa da toplumun algısının ne tarafa evirileceği muhakkak sonucu etkileyecektir. Bahsi geçen birçok noktanın bütünsel bir bakış açısı oluşturmakta katkı sağlaması mümkün olabilir. Bu noktalar Japon toplumunun kadın algısının etkileri ve boyutu hakkında ipuçları verirken durumun ciddiyetini de gözler önüne serer. 

Aleyna TUNÇBİLEK

Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Staj Programı

Kaynakça

Alptekin, D. (2014). Çelişik Duygularda Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığı Sorgusu: Üniversite Gençliğinin Cinsiyet Algısına Dair Bir Araştırma Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (32), 203-211.

Argibay, C. M. (2003), Sexual Slavery and the Comfort Women of World, Berkeley Journal of International Law, 21(2), 375-389.

Atlı, N. (2020). Kawabata Yasunari’nin Eserlerinde Kadın. T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Japon Dili ve Edebiyatı) Anabilim Dalı.

Aydınbakar, A. (2019). Essays on Female Labor Supply and Culture in Japan. Tohoku University.

Binnet, P. (2008). Good Mothers and Wise Politicians? National Formal Political Participation Among Women in Turkey and Japan, Koç Üniversitesi.

Çelik, H. (2020). Rahatlama Birlikleri: Feminizm Çerçevesinde Bir Analiz, Alternatif Politika, 12(3), 516-541.

Ecevit, Y. (2003). Toplumsal cinsiyetle yoksulluk ilişkisi nasıl kurulabilir? Bu ilişki nasıl çatışabilir? Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 25(4), 83-88.

Kaynar, A. (2019). Representations Of The Modern Girl In Japanese Interwar Literature, Boğaziçi Üniversitesi.

Köksal, Ö., Duran, E. (2013). Doğum Ağrısına Kültürel Yaklaşım, DEUHYO, 144-148 

Song, M., Ishii, H., Toda, M. (2014). Cinsel sağlık ile doğum biçimi arasındaki ilişki. Sex Med, 153-8.

Sünetci, B. Say, A. Gümüştepe, B. Enginkaya, B. Yıldızdoğan, Ç. Yalçın, M. (2016). Üniversite Öğrencilerinin Flört Şiddeti Algıları Üzerine Bir Araştırma.

Şahin, T. (2019). Japon Avangardı Tasarımcısı Rei Kawakubo’nun Comme Des Garçons Koleksiyonlarında Kadının Korku Unsuru Olarak Temsili, Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Teknik Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Toksöz, L. (2021). Japon Toplumunda Değişim İzleri: Zaman Serisi Verileri Işığında. Atatürk Üniversitesi.

Ünal, H., Tarhan, S., Çürükvelioğlu, Köksal, E. (2017). Toplumsal Cinsiyet Algısını Yordamada Cinsiyet, Sınıf, Bölüm ve Toplumsal Cinsiyet Oluşumunun Rolü. Bartın Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Dergisi, 6(1), 227-236.

WHO. (1998). The World Health Report. Life in the 21st century a vision for all. Erişim Adresi: http://www.who.int/whr/1998/en/whr98_en.pdf, (Erişim Tarihi: 2016, 12 Aralık).

Yasuo, A. (2004). Japonya’da Modernleşme ve Kadın: Raiteu Hiratsuka Örneği. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...

Küresel Göç Yönetiminde Sivil Toplumun Etkisi: Sivil Toplumun Katkısı ve Sınırları

Kaancan Koçak  Sivil Toplum Çalışmaları O-Staj Programı Özet Göç insanlık tarihinin en...