Japon Mucizesi

Japon mucizesi olarak da adlandırılan Japon modernleşmesi aslında iki ayrı bölümde incelenebilir. Birinci dönem 1850’lerde başlayan, Meiji dönemi ile devam eden ve Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesinde büyük bir emperyal güce, güneş imparatorluğuna dönüşmesine neden olan, ancak sonu oldukça kötü bitecek olan dönemdir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde doruklarına ulaşan Japon militarizmi ve yayılmacılığı, savaş sonunda ülkenin tam anlamıyla yıkılmasına yol açan büyük bir felakete dönüşmesine karşın, Japonya savaş sonrasında yeniden ayağa kalkmayı ve özellikle ekonomi alanında dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olmayı başarmıştır. Ben bu yazıda Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında başardığı bu mucizevi ekonomik kalkınmayı yani Japon mucizesini kısaca sizlere aktarmaya çalışacağım.

İkinci Dünya Savaşı’nda yenik, güçsüz, aşağılanmış, dışlanmış ve neredeyse taş üstünde taş kalmayacak ölçüde bombalanmış, yıkılmış bir şekilde çıkan Japonya, Batı Almanya ile beraber İkinci Dünya Savaşı sonrasında tarihin belki de en büyük geri gelişlerinden ve kalkınma mucizelerinden birine imzasını atmıştır. Bu inanılmaz olayın gerçekleşmesinde kuşkusuz birçok faktör etkili olmuştur. Öncelikle söylenmesi gereken tabii ki Amerika Birleşik Devletleri’nin Japonya’ya yaptığı yardımlardır. ABD’nin 1948 yılında başlattığı Marshall Yardımı’ndan en fazla yararlanan ülke olan Japonya, savaştan 8 yıl sonra henüz 1953 yılında savaş öncesi üretim miktarını yakalayabilmiştir. Bu durumda etkili olan faktörler, ABD yönetiminin dünya kamuoyundaki eleştirilerin de etkisiyle atom bombası denemelerinden dolayı suçluluk ve Asya’da Çin Devrimi sonrası ABD’nin Truman Doktrini ve Sovyetler Birliği’ni çevreleme politikası doğrultusunda komünizmin daha fazla yayılmasını engellemek için Japonya’ya yardımda ısrarcı olmasıdır. ABD bu yolla iyi de bir ticari ortak kazanmayı ve küresel kapitalizmi de yaymayı hedeflemiştir. Japonya’nın şansını arttıran bir diğer faktör de Kore’de iç savaşın çıkması ve Amerikalıların ancak delilerin destekleyebileceğini düşündüğü komünist ideolojinin ve Sovyet sempatisinin Asya’da da fazlasıyla şiddetli bir şekilde hissedilmesidir. Bu nedenle ABD Marshall Planı uyarınca Japonya’ya oldukça büyük yardımlarda ve hibelerde bulunmuş, dahası Avrupa ülkelerini Japonya ile ticaret yapmak için teşvik etmiştir. Bu yolla İkinci Dünya Savaşı döneminde büyük bir antipati toplayan Japonlar da dünya kamuoyundaki imajlarını düzeltebilmişler ve ABD ve Avrupa ülkeleri ile güçlü ticari ve kültürel ilişkiler geliştirmişlerdir. Dahası ABD’nin Çin tehlikesine karşı Japonya’nın yeniden kendisine bağımlı güçlü bir ordu kurmasına olanak tanımış ve hatta destek olmuştur.

Japon ekonomik büyümesi 1950’lerdeki dikkat çekici oranlarından sonra 1960’larda % 11 gibi çok önemli bir orana ulaşmıştır. Şimdi bu noktada biraz detaya girerek bu büyümenin nedenleri üzerine kafa yoralım. Öncelikle ABD Soğuk Savaş döneminde Japonya’ya büyük yardım yapmakla kalmamış, normalde kabul etmediği ve bu nedenle bugün gelişmekte olan ülkelerin zaman zaman canlarını yakan serbest piyasa ekonomisi kurallarının Japonya tarafından tam anlamıyla uygulanmamasına izin vermiştir. Bu şekilde Japonya korumacı ekonomi politikaları, yüksek gümrük vergileri sayesinde kendi ekonomisi ve üreticisini korumayı başarmıştır. İngiltere, Fransa gibi ülkelerde savaş nedeniyle tahribat Japonya ve Almanya’ya göre göreceli olarak çok düşük düzeyde kaldığı için bu ülkelerde endüstriyel üretim eski tip fabrikalarda devam ederken, Japonya ve Batı Almanya’da son teknolojiyle yeni fabrikalar kurulmuş, Amerika’dan yeni makineler getirilmiştir. Bir diğer çok önemli faktör Japonya’da serbest piyasa ekonomisinden çok devlet ve özel sektörün uzlaşarak uyguladığı planlı bir milli ekonomi anlayışının uygulanıyor olmasıdır. Japon Ticaret ve Endüstri Bakanlığı ülkenin ihtiyacı olan sektörlere yönelik uzun vadeli bir kalkınma planını uygulamaya sokmuş ve bu milli karma ekonomi anlayışı büyük bir uyum içerisinde yürütülmüştür. Çok önemli bir diğer etken, Japonya’da fabrika patronları ve işçiler arasındaki ilişkinin alışılmış kapitalist modelin dışına çıkarak adeta bir baba-oğul ilişkisi içerisinde yürütülmesi ve zaten oldukça çalışkan ve disiplinli olan Japon toplumunun İkinci Dünya Savaşı nedeniyle duydukları suçluluğun da etkisiyle çalışmayı bir ibadet haline getirmeleridir. Dahası Japon işçi sınıfı devletin özel sektöre baskı yaparak sağladığı yüksek sayılabilecek maaş oranları ve yaşam standartları nedeniyle rejime büyük bir bağlılık göstermişlerdir. Erdal Güven’in anıları da bu tezleri güçlendirmektedir. Güven’e göre Japonlar dünyada bir eşleri bulunmayacak ölçüde çalışkan ve üretken bir toplumdur. Henüz ilkokuldan başlayarak uzun çalışma saatlerine alışkın olan Japonlar, ayrıca eğitim için yurtdışına en fazla öğrenci yollayan toplumlardan birisidir. Japonların özellikle mühendislik alanında mükemmel bir eğitim sistemine sahip olması kuşkusuz bu mucizevi kalkınmada çok etkili olmuştur. Ayrıca patronların yarı-Tanrı hüviyetinde bir prestijlerinin bulunması ve işçilerinden büyük saygı görmeleri Güven’in aktardığı konular arasındadır.

Bir diğer önemli etken Japonların para harcamaktan çok biriktirmeye, saklamaya gayret eden bir toplum olmasıdır. Bu sayede Japonya’da çok güçlü bir finans sistemi gelişmiş ve yeni yatırımlar için uygun bir finans düzeni kurulmuştur. Japonya doğal kaynakları son derece sınırlı ve ekonomik olarak dış alıma bağımlı bir ülke olmasına karşın, tüm bu etkenlerin bir araya gelmesiyle inanılmaz bir ekonomik büyüme oranı yakalamıştır. Japonya’nın bir diğer başarısı da, ürünlerini yurtdışında çok iyi pazarlayabilmesi ve modernleşmeyi ve serbest piyasa düzenini kendi geleneklerinden kopmadan başarılı bir şekilde kültürüne entegre edebilmesinde yatmaktadır. Japon kültüründe zaten var olan çalışkanlık, disiplin ve kolektif başarı motivasyonu gibi unsurlar Japon firmalarında başarıyla kapitalist düzene uyumlu hale getirilmiştir. Bu yolla Batı toplumlarında ortaya çıkan meta fetişizmi, tüketim kültürü ve toplumu gibi zararlı kapitalist eğilimler ve olgular Japonya’da düşük oranda ortaya çıkmıştır. Bir anlamda Japonya Batı’nın yalnızca üretim modelini örnek almış ve tüketim toplumu batağına saplanmamıştır. Japon ekonomisi 1974 yılındaki Opec Petrol Krizi’nden kötü etkilense bile kısa sürede toparlanmayı başarmış ve 1980’li yıllara yine çok güçlü bir şekilde girmiştir. Tabii ki bu gelişmeler neticesinde Avrupa ülkeleri ve ABD Japonya’ya karşı büyük dış ticaret açıkları vermeye başlamış ve bu ülkelerde sosyal devletin emperyalizmin dağılmasıyla beraber zar zor ayakta durabilir olması ve işsizliğin tavana vurması gibi faktörler nedeniyle Japonya Batı dünyasında büyük tepki çekmeye başlamıştır. Kalitesi ve düşük fiyatıyla tercih edilen teknolojik Japon mallarının Batı dünyası pazarlarını ele geçirmesi üzerine Amerika ve Avrupa’da Japonya’ya yönelik eleştiriler sertleşmiş ve Japonya yeniden Pearl Harbor baskını dönemindeki bir imajla yansıtılmaya başlanmıştır. Japon yöneticiler ise bu durumdan Batılı ekonomistleri sorumlu tutmuş ve Batı dünyasının tüm ısrarlarına karşın korumacı ekonomik politikalar uygulamaktan vazgeçmemiştir.

Japonya’nın mucizevi geri dönüşünün, ekonomik kalkınmasının biraz olsun yavaşlaması Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla gerçekleşmiştir. ABD ve Avrupa ülkeleri artık Japonya’ya daha yüksek bir seste korumacı politikalardan vazgeçmesini belirtmektedir. Üstelik Çin ve Asya kaplanlarının ekonomileri de Japonya’ya önemli birer rakipler olarak ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle Japonlar korumacı ekonomiden biraz olsun taviz vermek ve gümrük vergilerini düşürmek durumunda kalmışlardır. Ancak Japonya her şeye rağmen İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyük bir disiplin ve özveriyle uyguladığı 20-25 yıllık korumacı milli iktisadiyatın etkisiyle bugün hala dünyanın en büyük ekonomik güçlerinden birisidir. Asya finansal krizini de fazla yara almadan atlatmayı başaran Japonya, günümüzde dünya siyasetinde söz sahibi olmak için ekonomik başarının kaçınılmaz olduğu gerçeğini ortaya koyan bir örnektir. Japonya tecrübesinden çıkarılabilecek en büyük ders; İMF ve Batı dünyasının bugün ülkemiz de dâhil olmak üzere gelişmekte olan birçok ülkeye dayattığı ve korumacı uygulamaları tamamen engelleyen serbest piyasa modelinin kalkınmakta olan ülkelerde başarıya ulaşmasının kimi zaman güç olduğudur. Japonya’nın başarısında kilit faktör, siyasal konjonktürü çok iyi kullanarak kendi milli ekonomisini inşa edebilmesi ve planlamacılıktan piyasa ekonomisi düzeninde dahi asla vazgeçmemesinde yatmaktadır. Ancak Japonya’nın tüm ekonomik-teknolojik başarılarına karşın, II. Dünya Savaşı sonrası ABD’ye bağımlı dış politikası nedeniyle bağımsız bir uluslararası politika aktörü olmaktan uzak pozisyonu bu ülkenin ekonomik gücünü gölgelemektedir. Dahası son küresel ekonomik krizden fazlasıyla etkilenen Japonya’da 50 yıllık Liberal Demokrat Parti iktidarının sona ermesi ve yeni bir dönemin başlaması yakın bir gelecekte bu ülkede yaşanabilecek köklü değişimleri işaret etmektedir.

Dr. Ozan ÖRMECİ

Kaynaklar

– Güven, Erdal, “Samuray Sam Amca’nın Tahtını İstiyor”, 1999, İstanbul: Bilgi Yayınevi

– McWilliams, Wayne C. & Piotrowski, Harry, “The World Since 1845”, 2001, Colorado: Lynne Rienner Publishers Inc.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...