TRT World 2021 yılı yapımı olan bu belgeselin içeriği, ciddi çalışmaların ve çarpıcı delillerin ışığında yarım milyondan fazla istihbarat ve birçok açık kaynak belgelerin incelenmesi sonucunda büyük bir titizlikle uluslararası terörün finanse edilmesine yönelik gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını sağlayarak Fransa’ya ait olan devasa bir çimento şirketi olan Lafarge’ın karanlık işlere bulaşmasıyla asıl buz dağının görünmeyen kısmının nasıl ortaya çıktığını, Fransa Devleti’nin rolünü konu alan son derece önemli konuları aydınlatan ve ispatlayan hatta akılda soru işaretleri de bırakan bir süreci ele almaktadır.
Belgeselin başlangıç noktası ve sürece biraz daha derinden bakmak istediğimizde 13 Kasım 2015 Cuma gecesi Paris stadyumunun yakınlarında ve birkaç önemli mekânlarda saldırıların gerçekleşerek korkunç bir günün yaşanmasıyla başladığını görüyoruz. Bu saldırıların DAEŞ terör örgütünün üstlenmesiyle bir terör saldırısı ile karşılaşan Fransa, aynı zamanda istihbarat zafiyeti ve başarısızlığı ile dünya medyası tarafından gündeme gelerek önemli bir ayrıntı olarak ta karşımıza çıkıyor. Belgeselde, yaşanan 13 Kasım Cuma gecesi olayının asıl arka planı ise derin ve uzun bir sürece dayandığı belirtilerek olayların başlangıç noktasına götürülüyor. 2008 yılında o dönemin Fransa Cumhurbaşkanı olan Sarkozy ile Beşer Esad’ın yakınlaşması ve hatta Esad’ın Fransa’ya daveti ve akabinde Sarkozy’nin Şam’a gelmesi ile birlikte ikili arasında yakın temaslar oluşarak ve Lafarge şirketinin Suriye pazarına nasıl gireceğine yönelik konularda planlama yapılıyor. Fransa tarafından Lafarge’a Ortadoğu’nun en büyük firması Oramcom’u satın alması talimatı verilerek Lafarge’ın hakim konumda olması gerektiği düşünülüyor.
2010 yılında Lafarge Suriye’de çimento fabrikasını stratejik bir noktaya konumlandırarak faaliyete geçiyor. Bu konum ise Türkiye sınırıyla Suriye’yi Irak’a bağlayan m-4 otoyolu arasında olduğu görülüyor. Bu yapının kurulmasının maliyeti ise 700 milyon dolar gibi son derece büyük rakama mal olarak 16 bankadan alınan, birkaç ülkenin de adı geçtiği, destek sağladığı fonlarla gerçekleşiyor. Ve tabi burada asıl göze çarpan ve bu fonlama da karşımıza Avrupa Birliği Bankası’nın çıkarak bu fonun %45’ini sağlıyor olduğunu görüyoruz. Lafarge geniş bir ortaklık iştiraki kurduğu belirtiliyor. Buradan hareketle aslında planlanan şey her ne ise yalnızca bir ülkenin değil birkaç ülke AB gibi bir yapılanmanın da bu planlamanın bir parçası olduğu çok aşikâr bir şekilde anlaşılıyor. Buraya kadar bu yapının kurulması bir Fransız şirketinin başka bir ülkede ticari olarak iş yapacak olması gibi görünse de olaylar bundan sonra başlıyor. Suriye’de yaşanan çatışmalar, silahlı örgütlenmeler ve yönetime karşı gelme süreci ile 2012’de BM yetkilisi tarafından resmi bir duyuru ile Suriye’de yaşanan olayların tam anlamıyla bir iç savaş yaşandığını duyurdular. Böyle olunca yabancı şirketler ticari faaliyetlerini sonlandırıp ülkeyi terk ederken Lafarge Suriye’de kalmaya devam ederek iş yapmayı sürdürdü. Böyle bir durumda Avrupa Birliği bile yaptırımlar uygularken Lafarge bu yaptırımları görmezden gelerek yaptırımları ihlal etti. Sizce Avrupa Birliği’nin yaptırımları başta Fransa ve Fransa Devletine ait olan bir şirket için ne derece önemsiz olabilir ya da ihlal edilebilir? Biz burada Fransa’nın vermiş olduğu talimatlarda ihlallerin yapıldığını görüyoruz. Suriye’de yaşanan iç savaşın aktörleri olan PKK terör örgütü ve onun Suriye kolu olan YPG ve DAEŞ örgütü ile yaşanan çatışma süreci Lafarge’ı geri çekilmesine neden olmadığı gibi üstelik bu tesisin korunmasını garanti altına almak için vergi ve bağış adı altında PKK’ya milyonlarca dolar aktardığı görülüyor. Asıl amaç bir şirketin ticari olarak faaliyetini sürdürmesi gibi görünmekten ziyade bu şirketin orada varlığını sürdürmesinin bir anlamı ve önemi olduğu anlaşılıyor. Peki bu paralar nasıl aktarılıyordu? Burada önemli bir isim olarak görebileceğimiz Beşer Esad’ın yakın dostu olan paranın dağıtımdan sorumlu olan Firas Tlass ortaya çıkıyor. Tüm bu para aktarmaları onun aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Kilit figür olarak karşımıza çıkan Tlass, Lafarge’ın Suriye’de bir hissedarı olmaktan çıkarak silahlı örgütler arasındaki aracıya dönüşüyor. Devam eden çatışma sürecinde örgütler arasındaki anlaşmazlıklar ve Lafarge tesisinin PKK’ya teslim edilmesi DAEŞ’i kızdırıyor. Lafarge DAEŞ’in hakim olduğu sözde halifeliğin başkenti Rakka’dan bir km uzaklıkta işlerine devam ediyordu.2014’te Lafarge DAEŞ ve PKK’yla yeni bir anlaşma yaparak bu örgütleri finanse edeceğini ve böylece Suriye’de fabrikasının açık kalacağına yönelik anlaşıyordu. DAEŞ ise Lafarge’ın ihtiyacı olan hammaddeyi tedarik ederek bu durumda ciddi kar elde etmiş oluyordu.İşler buradan sonra daha da ciddileşerek DAEŞ, PKK ile fabrikayı paylaşmak istemiyor ve anlaşmadan çekiliyor.Bu anlaşmazlığın neticesinde Lafarge’ın kontrol mücadelesinin bedelini Türkiye sınırındaki Suriye kenti ödüyordu. Lafarge bir çimento fabrikasının işlemesi ve ticari faaliyet amacının çok dışına saparak ve kar amacı güden bir şirketken daha fazlası olarak artık burada Fransa Devletinin Suriye ve Irak’ta DAEŞ ile savaşan bir koalisyonun parçası haline geliyordu. Fransa görünüşte terörle savaşmaya kararlı gibi görünse de kapalı kapılar ardında müttefiklerini aldatıyordu. Akıllara son derece çelişkili olan bu durum için şöyle bir soru geliyordu. Fransa terörle savaşmak için bu kadar kararlı ise neden vergi ödeyenlerin parası ile terörizmi destekleyen bir düzeni kolaylaştırmak için terör örgütlerini finanse ediyordu? Fransa en başından beri Lafarge’ın terör örgütlerini finanse ettiğini biliyordu. Bunu örtbas ederek gerçekleşmesine izin veriyor ve yine burada çarpıcı bir durum olarak karşımıza çıkan sorun ise ne Fransa’nın ne de Avrupa Birliği’nin Lafarge’ı hiç sorgulamıyor oluşuydu. Bir takım olayların devamında bir Fransız istihbarat uzmanının ifadesi ile şu gerçek karşımıza çıkıyor. “Tartışmasız bir şekilde Avrupalılar daha doğrusu özellikle Amerikalılar ve Fransızlar Suriye savaşı sırasında Avrupa’da terörizmi cesaretlendiren silahlı örgütleri desteklediler” ifadesini görüyoruz. Bu ifadeye ek olarak yüzlerce e-posta yazışmaları, rapor ve diplomatik belgelerde bu ifadeyi destekleyen deliller sızdırılarak elimize geçmiş bulunuyor ve arka plandaki amaçlar aydınlatılıyordu. Suriye’deki Lafarge’ın çimento fabrikası, Fransız istihbaratı ve casus örgütleri için bir paravandı. Daha önce belirttiğimiz üzere Fransa Lafarge’ın PKK, DAEŞ ve Suriye rejimi ile işbirliği yaptığını biliyordu ve amacını gizlemek için buna göz yumduğu anlaşılıyordu. Buradan hareketle Fransız şirketin Fransa gizli servisleri için bir fırsat olduğu ve Fransa Dış Güvenlik Müdürlüğü’nün Suriye’nin o bölümünde kaynağa ihtiyacı olması sebebiyle buradaki gizli kaynaklara ulaşmak için önemli bir araç olduğu çok açık bir şekilde görülüyordu. Yaşanan tüm sürecin detaylarını sonuçlandırmak istediğimizde ise belgeselde nihai analizde ve karşımıza çıkan sonuçların çok ta şaşırtmadığını belirterek aslında en başından beri iç savaş yaşanan bir ülkede bir şirketin faaliyetine devam etmesi, amacının çok farklı olduğu yönünde tahminlerin yürütülmesi ve ne niyetle o bölgede varlığını sürdürüyor oluşu hemen akıllarda beliriyordu.
Fransa’nın savaşmak ve mücadele etmek istediği bir terör örgütü olan DAEŞ’in hakimiyetindeki bir bölgede, şirket faaliyetini sürdürüyorsa siyasi bir çelişki içerisinde olduğu anlaşılıyor. Çünkü sonuçta Fransa’da saldırı gerçekleştiren bir isyancı gruba finansman sağlayarak destek olunduğu ve en çarpıcı olan ise düşmanla istihbarat olayı gerçekleştirmiş olması ciddi bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyordu. Fransız istihbaratının ve devlet yetkililerin önüne geçemediği daha doğru bir ifadeyle öngöremediği saldırı olayları Fransa’nın ve işin içerisinde Avrupa Birliği gibi önemli bir kurumun da bulunduğu gerçeklerini ortaya çıkarmış gibi görünse de bazı bilgiler açığa çıkmasına rağmen ve bazılarının konuşması gerekirken bu gerçekleşmediğini yapılan röportajlarla görüyoruz. Lafarge’ı kullanarak yıllarca insanlığa karşı suçlar işleyen terör örgütlerini desteklemesi Fransa kamuoyunda açığa çıkmış ve hatta bu konu yargıya taşınmış bile olsa bütün bu karmaşık sürecin aslında delillerle berrak bir şekilde görünmesine rağmen olayların bir şekilde örtbas edildiğini bu karanlık işlerin arka planında çalışan herkesin konuyu adeta bilmiyormuşçasına davranarak gündemden uzak tutularak ve hatta davaların açılmamasına yönelik çaba sarf edilerek kapatıldığını ne yazık ki görebiliyoruz. Ortadoğu coğrafyasında Fransa’nın istihbarat veyahut ta terör örgütlerini kullanabilmek ve böylesine bir kaosu, krizleri yönlendirerek o coğrafyayı isyancı gruplar ve örgütlerin vicdanına bırakıp istikrarsızlaştırmak adına bir şirketi kullanarak başarmak istediği asıl hedefler neydi? Sorusu defalarca zihnimizde canlanıyor ve büyük bir merak hatta sır unsuru olarak kalıyordu. Pek bilinmemekle beraber Fransa’nın bir zamanlar beslediği terör örgütü bir yılan misali kendi koynunda onu boğmaya çalışarak kendi ülkesinde kendi halkına bedel ödettiği çıkarımını yapabiliyoruz. Bu belgesel, Lafarge olayının bir komplo hikayesi olduğu ve ana aktör Fransa’nın istihbari faaliyetlerini ve bir çok Fransız siyasi karar alıcılarında içerisinde olduğu tüm süreci çok çarpıcı yönleriyle ele alarak sızdırılan tüm belgelerin zekice analizleri neticesinde gerçeklerin hala bir sır perdesi olarak kalmış olmasına rağmen bu olayın en önemli detaylarını başarılı bir anlatımla tüm dünya kamuoyuna sunmuştur.
Zeynep SARAÇOĞLU
İstihbarat Çalışmaları Staj Programı
Editör: Eda KURT