İsrail’in Suriye Saldırısı Ne Anlama Geliyor?

Suriye’ye halk ayaklanması başladıktan sonra ilk doğrudan dış müdahale İsrail’den geldi. Geçtiğimiz hafta Suriye topraklarına bir hava saldırısı düzenleyen İsrail, bunu kendi güvenliğini sağlayabilme dürtüsüyle açıklamaya çalıştı. İsrail’e göre, Suriye içerisinde ilerleyen ve İran’dan alınan silahları Lübnan’daki Hizbullah’a taşıyan askeri bir konvoy hedef alındı. Suriye lideri Esad ise vurulan bölgenin askeri bir araştırma tesisi olduğunu belirterek, İsrail saldırganlığını kınadı. Bu saldırının temel hedefinin ne olabileceğine daha yakından bakmak, olayın karanlık görünen iç yüzünü aydınlatmamıza yardımcı olabilir.

İsrail’de geçtiğimiz günlerde düzenlenen seçimlerde aşırı sağcı Likud-Yisrael Beitenu Koalisyonu oy kaybına uğramasına rağmen seçimlerden galip ayrıldı. Ancak bu koalisyonun oy kaybına uğraması İsrail siyasetine ve toplumuna yön veren güvenlikçi anlayışın güç kaybettiği şeklinde algılanmamalı. Nitekim Netanyahu-Lieberman ikilisinden kopan oylar, tıpkı onlar gibi güvenlikçi bir çizgide politika yürütmekte olan Naftali Bennett’in Yahudi Evi Partisi’ne gitti. Yair Lapid’in liderliğindeki Yeş Atid (Gelecek Var) Partisi’nin İsrail siyasetinde merkezi yeniden yapılandırmaya yönelik yükselişi önemli görünse de, aşırı sağcı ve muhafazakâr ideolojinin çeşitli aktörler çerçevesinde gücünü koruyor oluşu, bu ülkenin saldırgan realizme dayalı askeri tedbirleri en önemli dış politika aracı olarak kullanmasını beraberinde getirmektedir.

Suriye Krizi’nin başından bu yana oldukça sessiz bir görünüm sergileyen İsrail’in geçtiğimiz hafta düzenlediği saldırı, bu ülkenin tavrını değiştirdiğine yönelik değerlendirmeleri beraberinde getirdi. Aslında İsrail Saldırısı’nın arkasında, Suriye politikasının değişmiş olması değil çok daha farklı bir gerçeklik vardır. İsrail, Suriye Yönetimi’nin İran ve Hizbullah ile birlikte Lübnan’ı karıştırmasından ve bu ülkede kanlı bir iç savaşın tetiklenmesinden endişe etmektedir. Zira Lübnan’da böyle bir gelişmenin yaşanması halinde İsrail güneyden Hamas, kuzeyden de Hizbullah saldırıları ile çevrelenecektir. Ekonomik kriz ve toplumsal farklılıkların yarattığı sosyal huzursuzlukların yanı sıra Filistin Meselesi’nin çözülebilmesi yönünde giderek artan bir baskı ile karşı karşıya olan İsrail, Lübnan merkezli ve süreklilik taşıyacak bir güvenlik meselesi ile karşı karşıya kalmak istememektedir. Nitekim İsrail’in Lübnan’da üslenen Hizbullah’a karşı son saldırısı 2006 yazında olmuş, ancak, bu operasyon İsrail için genelkurmay başkanının dahi istifa etmesine neden olan bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır.

İsrail için birinci dış politika önceliği İran’dır. ABD Yönetimi ile İsrail arasında İran’a askeri müdahale seçeneğinin kullanılmasına ilişkin ciddi bir anlaşmazlığın olduğunu biliyoruz. İsrail, İran’a derhal müdahale edilmesinden yanadır. İran ise Suriye’ye destek vererek hem Esad Yönetimi’nin devrilmesini engellemeye çalışmakta hem de Hizbullah kozunu kullanarak Lübnan’ı karıştırma tehdidini savurmaktadır. İsrail, Lübnan’da Hizbullah’ın içerisinde bulunmayacağı ve ağırlığını Marunî-Sünni ittifakının oluşturacağı bir hükümetin kurulmasını arzulamaktadır. Bu nedenle, Hizbullah’ın da içerisinde yer aldığı mevcut Lübnan hükümetine sıcak bakmamaktadır. İsrail, ulusal güvenlik kaygıları nedeniyle Suriye Krizi’nin Lübnan’a yayılmasını engellemeye çalışmakta, İran ile olan bölgesel mücadelesini Suriye ile sınırlandırmayı hedeflemektedir. 

Aslında İsrail ile İran’ın Suriye politikalarının bir noktada uyumlaşıyor olduğu söylenebilir. Zira İsrail, Suriye’de mevcut yönetime karşı isyan bayrağını açmış olan muhalefetin içerisinde El Kaide’ye yakınlığıyla bilinen aktörler olduğunu görmektedir. Bu grupların iktidara gelmesi, İsrail için ciddi bir tehdit olacaktır. İran da Suriye’de Esad yönetiminin devamlılığını savunarak, İsrail’in çekindiği radikal örgütlerin karşısında yer almaktadır. İsrail, her ne kadar Esad Yönetimi’nden memnun olmasa da, aşırı dinci ve İsrail’in haritadan silinmesini öncelikli hedef olarak gören muhalif unsurlardansa, çok daha öngörülebilir ve temkinli bir siyasal yapı arz eden Esad Yönetimi’ni tercih edecektir. İsrail, Beşar Esad olmasa da onun yönetimin anlayışına benzeyen ya da İsrail karşıtları ile radikal unsurları bertaraf edecek bir diktatoryal ya da mezhepler üstü yönetime de sıcak bakacaktır. İsrail’in Suriye özelinde ortaya koyduğu bu tavır, Lübnan özelinde karşı karşıya gelmekten çekindiği İran’ın tutumuna benzer bir karakter taşıdığı gibi Rusya’nın Suriye özelinde görmeyi arzuladığı yönetim anlayışı ile de uyumlaşmaktadır.

İsrail’in Suriye’ye yaptığı hava saldırısı, Suriye’deki muhaliflere destek vermeyi değil, İran’dan Lübnan’daki Hizbullah’a yapılan silah ve mühimmat sevkiyatını önlemeyi hedeflemektedir. İsrail, İran ile yaptığı mücadelenin Lübnan üzerinden ifadesini bulmasını istememektedir. Aslında İsrail’in Suriye bağlamında ortaya koyduğu tutumun ABD Yönetimi’nin Suriye muhalefeti çerçevesinde betimlediği çekincelerle de uyum göstermektedir. Nitekim ABD de Esad sonrası Suriye’de kontrolün El Kaide yanlıları ile Selefilik temelinde hareket eden aşırılıkçı örgütlerin eline geçmesinden endişe etmektedir. Ne var ki, ABD ile İsrail’in İran politikaları birbirinden farklıdır. İsrail’in aksine, ABD Yönetimi, İran’a karşı bir operasyona düzenlemeyi istememektedir. Bu nedenle İsrail’in İran ile Suriye özelinde örtülü bir savaş yürütmesi ve bu savaşı silah kullanımı ile tırmandırması ABD’yi çok da rahatsız etmemektedir. Nitekim İsrail, bu örtülü savaş aracılığıyla İran’a değil ama İran’ın bölgesel çıkarlarına karşı bir mücadeleye girişmekte ve bu durum ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarına da zarar vermemektedir. 

Türkiye, İsrail’in Suriye’ye yaptığı saldırıyı kınamıştır. İsrail’in bölge ekseninde ortaya koyduğu saldırgan politikaları eleştiren Türkiye’nin bu tutumu son derece mantıklıdır. Türkiye ile İsrail’in Suriye bağlamında ciddi bir görüş ayrılığı içerisinde oldukları da söylenebilir. Zira İsrail, kendi güvenlikçi politikaları doğrultusunda Suriye muhalefetinin iradesini dışlamayı ve gerekirse Esad liderliğinde ya da Esad benzeri bir dikta rejimini dahi kabul edebileceğini eylemleriyle kanıtlamaktadır. Türkiye ise Suriye muhalefetinin en önemli destekçisidir ve tüm muhalif grupların tek bir potada eritilerek etkin bir mücadele edebilmeleri yönünde çalışmaktadır. Suriye özelinde farklılaşmakta olan bu iki ülkenin politikaları Lübnan ve İran çerçevesinde ise örtüşmektedir. Türkiye de, tıpkı İsrail gibi, Lübnan’da Hizbullah’ın çatışma tabanlı politikalarından çekinmekte ve Hizbullah üzerinden İran’ın bu ülkeyi karıştırma ihtimalini büyük bir tehdit olarak görmektedir. İran’ın Suriye’deki siyasal nüfuzunun sınırlandırılması ve bu nüfuzun Lübnan’a olan yansımasının önüne geçilebilmesi Türkiye’nin kendi bölgesel etkinliği açısından da çok önemlidir. 

Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...