Uluslararası hukuka ve iki ülke ilişkilerinin tarihsel, sosyo-kültürel ve insani boyutuna aykırı olarak gerçekleştirdiği Mavi Marmara Baskını’nın ardından Türkiye ile oluşturmuş olduğu ve kendi ülke güvenliği için çok büyük bir öneme haiz olan Ortadoğu ve Doğu Akdeniz Bölgesi odaklı stratejik ortaklık ilişkisi sona eren İsrail, gerek Arap Baharı’nın kendi güvenliği açısından ortaya çıkarabileceği tehditlerden sakınmak gerekse de Doğu Akdeniz Bölgesi’ndeki siyasal, askeri ve ekonomik etkinliğini sürdürebilmek amacıyla kendisi için yeni müttefikler yaratmanın peşindedir. Bu bağlamda İsrail’in kullanabileceği en önemli seçenek Güney Kıbrıs Rum Kesimi olarak belirmektedir.
Aşırı milliyetçi ve dinsel muhafazakarlığı ön planda tutan bir koalisyon hükümeti ile yönetilen İsrail’in “şahin” görüşleri ile tanınan başbakanı Benjamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ziyaret eden ilk İsrail Başbakanı olarak tarihe geçti. Ziyaretin içeriği, daha önce hazırlanmış olan savunma işbirliği antlaşmasını parafe etmek ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ile siyasal krize davetiye çıkaran sondaj çalışmaları bağlamında başlayan enerji temelli ve ekonomi odaklı işbirliğini geliştirebilmekti. Ziyaret çerçevesinde iki ülke münhasır ekonomik bölgelerinin kesiştiği noktada bulunan enerji rezervlerinden ortaklaşa bir şekilde yararlanmak konusunda anlaşmışlardır. Nitekim bölgede sondaj çalışmalarında bulunan Teksas merkezli ABD enerji şirketi Noble Energy’nin en önemli hissedarları da Rum Milli Enerji Şirketi ile İsrail merkezli iki enerji şirketi olan Delek Sondaj ve Avner Petrol Araştırma’dır. Bu durum iki ülkenin Aralık 2010’da imzaladıkları bir antlaşma ile belirledikleri ve Lübnan ile Mısır’ın itirazlarını da pek dikkate almadıkları münhasır ekonomik bölge sınırlamalarına bağlı olarak nasıl bir işbirliği içerisinde olduklarını göstermektedir. Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu çözülmediği için bu bölgedeki enerji rezervlerinden Güney Kıbrıs’ın tek başına yararlanamayacağı yönündeki uyarıları ve aynı bölgede (12 nolu parsel) sondaj çalışmaları yürütmeye başlaması da İsrail ile Güney Kıbrıs’ı caydırmamıştır. 2009 yılında keşfedilen ve dünyanın en büyük doğalgaz yatakları oldukları söylenen Tamar ve Leviathan’ın İsrail ve Güney Kıbrıs tarafından işletilmeye başlanması bu iki ülkenin ekonomik gelişmişliklerine büyük katkı sağlayacak ve Doğu Akdeniz’deki ekonomi odaklı işleyişi bu Türkiye karşıtı mihverin lehine çevirecektir. Nitekim iki ülke arasındaki işbirliğinin teyidi olarak İsrail, Türkiye tehdidini boşa çıkarabilmek amacıyla sondaj yapılan bölgeye radar sistemleri, gece görüş dürbünleri ve gerekli teçhizatları, insansız uçaklar, ateşleme sistemleri ve deniz araçları konuşlandırmış durumdadır. Hatta İsrail, Türkiye’ye 90 milyon dolar karşılığında satması gereken gözetleme sistemlerinin satışını da iki ülke ilişkilerinin kopma noktasına gelmesi ve yaşanan enerji odaklı kriz nedeniyle durdurmuştur.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Güney Kıbrıs ziyareti ekseninde Kıbrıslı mevkidaşı Dimitris Hristofyas ile yaptığı görüşmede üzerinde durulan diğer konular ise ticaret ve ekonomi alanında işbirliğinin kurumsallaştırılması, güvenlik meseleleri konusunda karşılıklı istişarelerin ve koordinasyonun arttırılması ve özellikle arama-kurtarma çalışmaları hususunda ortaklık sağlanabilmesidir. Görüşmeler bağlamında ele alındığı iddia edilen bir diğer mevzu ise Güney Kıbrıs’ın kendi toprakları içerisinde İsrail’e hava üssü tahsis edeceği hususudur. Özellikle hava üssü tahsisine ilişkin iddialar, Doğu Akdeniz’deki stratejik üstünlük mücadelesinin Güney Kıbrıs’a odaklandığını ve İsrail’in, Türkiye’ye karşı, bu minvalde önemli bir avantaj sağlamak üzere olduğunu göstermektedir. Ne var ki, üs tahsis edileceğine dair iddialar ne İsrail ne de Güney Kıbrıs makamları tarafından doğrulanmamıştır.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Rum basınına verdiği demeçte Türkiye ile yapıcı bir işbirliğini arzuladıklarını ve bu nedenle kapıyı her daim açık tutmaya çalıştıklarına dair açıklamalar ve İsrail’in, Güney Kıbrıs tarafından geldiği iddia edilen üs teklifine şimdilik kaydıyla olumlu bir yanıt vermemesi, bu ülkenin Türkiye’yi tamamıyla dışlamaktan kaçınmaya çalıştığını göstermektedir. İsrail, Türkiye’ye karşı yürüttüğü tırmandırma stratejisini güvenlik eksenine kaydırmaktansa enerji ekseninde yürütmeye çalışmakta ve Türkiye’ye Güney Kıbrıs üzerinden mesaj yollayarak kendisini biraz olsun perde arkasında tutmaya çalışmaktadır. Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarının Teksas merkezli bir şirket üzerinden yürütülmesi de, İsrail’in, Türkiye’ye karşı Güney Kıbrıs’ın yanı sıra ABD perdesini de kullandığını gösteren bir delil olarak görülebilir. İsrail basını ise, Benjamin Netanyahu önderliğindeki hükümetin Güney Kıbrıs, Yunanistan, Azerbaycan, Bulgaristan gibi Türkiye’yi çevreleyen ülkelerle ikili ilişkilerini geliştirmesini ülkelerinin çok boyutlu dış politika izleyebilme stratejisinin bir parçası olarak görmekte ve Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri kopma noktasına getirmesinin bu stratejinin ön plana çıkarılmasında etkili olduğunu kaydetmektedir.
Türkiye’nin 2011 sonbaharında İsrail’e karşı yürürlüğe sokacağını belirttiği cezalandırma mekanizmalarından hemen hiçbirini devreye sokmamış olması da İsrail’in Türkiye karşıtı eylemlerini daha düşük perdeden ve farklı ülkeler üzerinden yapılandırmasının en önemli nedenlerinden biridir. Gazze Ablukası’nı Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyacağını belirten ancak bu konuda henüz adım atmayan, Mavi Marmara Saldırısı’na ilişkin bireysel davaları destekleyeceğini kaydeden fakat somut bir girişimde bulunmayan ve Gazze’ye yönelik yardım gemilerinin bu bölgeye ulaşmasını sağlayarak Doğu Akdeniz’deki seyrüsefer garantisine ilişkin verdiği vaadini de henüz gerçekleştiremeyen Türkiye, açıktır ki bir şeylerden çekinmekte ve bir şeylerin yaşanmasını beklemektedir. Türkiye’nin en önemli çekincesi, İsrail’in İran Krizi’ni daha da tırmandırması ve Arap Baharı ile çalkalanan Ortadoğu’yu büyük çaplı bir ateşin içerisine atması olasılığıdır. Kuşkusuz böyle bir durumdan en çok etkilenecek ülke İran ile iyi ilişkilere sahip olduğunu söyleyebileceğimiz Türkiye olacaktır. Bunun yanı sıra İsrail’in NATO’nun Akdeniz’deki Aktif Çaba Operasyonu’na dahil olabilmek için Türk Hükümeti nezdindeki baskısını arttırması ve bu noktada ABD’yi de kullanmak istemesi, Türkiye’nin önemli problemlerinden biridir. Zira Türkiye “evet” demedikçe İsrail’in bu güvenlik tabanlı misyona dahil olabilmesi mümkün değildir. Türkiye, bu noktada İsrail’i NATO’nun dışında tutmaya yönelik tavrını korumaktadır. Ne var ki, bu tutumun bir de maliyeti olmaktadır ve bu maliyet de Mavi Marmara Baskını’nın ardından ortaya konan cezalandırma mekanizmasının etkin bir şekilde işletilememesi olarak görülebilir. İsrail’in Ermeni Diasporası ile ilişkileri de Türkiye’nin çekincelerinden bir diğeri olarak görülebilir. Türkiye’nin İsrail’e karşı daha aktif ve cezalandırıcı bir tutum izlememesinin en önemli nedenlerinden biri de ABD faktörüdür. Zira ABD, İsrail’in stratejik ortağı, Türkiye’nin de stratejik müttefiğidir. Obama yönetimi, iki ülkenin gerginleşen ilişkilerinin tam manasıyla düşmanlığa dönüşmesini engelleyebilmek için hem İsrail hem de Türkiye nezdinde ciddi bir çaba göstermektedir.
Türkiye, şimdilik İsrail’e yönelik daha ileri tedbirler almaktan kaçınmakta ve hem Ortadoğu güvenliği hem de ABD-Türkiye ilişkilerinin geleceği anlamında çok önemli bir noktada bulunan bu ülkedeki yönetimsel “akıl tutulmasının” sona ermesini beklemektedir. Kuşkusuz ABD yönetiminin de İsrail bağlamındaki stratejisi bu yönde şekillenmektedir. Zira İsrail yönetiminin mevcut politikaları ve Türkiye ile bölgeye yönelik ortaya koyduğu tehditler ABD’nin Ortadoğu stratejisine de zarar vermektedir. İsrail Hükümeti ve basını ise, Benjamin Netanyahu hükümetinin manevralarını ve özellikle Güney Kıbrıs açılımını çok yönlü dış politika izleme stratejisinin bir parçası olarak görmekte ve İsrail’in bu tarz bir politika çizgisine sürüklenmesinde Türkiye’nin önemli bir payı olduğunu kaydederek gerçeği görmekten kaçınmaktadır. İsrail Hükümeti ile basınının görmesi gereken temel gerçeklik ise Ortadoğu’da dengelerin değişmekte olduğu ve İsrail’in izlediği katıksız çatışma odaklı dış politika stratejisinin, zaten yalnız olan bu ülkenin daha da yalnızlaşmasına ve Güney Kıbrıs gibi çatışma mihraklarına yanaşmaya mecbur kalmasına neden olduğudur.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi