İSLAMOFOBİ ARACI OLARAK DAEŞ
Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefikleri ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve müttefikleri arasında iki kutuplu bir çekişmeye sahne olan dünyada, her bir kutup öteki için bir nevi karşıt güç ve denge unsuru oluşturmaktaydı. Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılması, komünizmin çökmesi ve liberalizmin zaferini ilan etmesiyle birlikte, ulus devletler önemli oranda küreselleşmenin baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Sınırlar, ticaret ve finans hareketleri açısından sınırlayıcı olma durumlarını yitirirken, yeni neo-liberal ekonomik düzende, ABD’nin ticaret üzerindeki etkisi çok daha fazla hissedilmeye başlandı. ABD ve Avrupa ülkelerinin bu düzeni sürdürebilmesi için mevcut düzen, kendisini koruyucu küresel bir siyasi ve askeri güce ihtiyaç duymaktaydı. İşte bu yüzden yıkılan komünizmin yerine yeni bir düşman gerekliydi. Böylece bazı Amerikalı düşünce kuruluşları ve medya organları yeni bir düşman arayışına girerken, İslam ve Müslümanları, yıkılan komünist bloğun yerine, Batı uygarlığına karşı düşman olarak işaret eden fikirler üretilmeye başlandı. Bu görüşlerin en çok tartışılanı ise Batı ile İslam uygarlıklarını karşı karşıya getiren Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’ın ‘Medeniyetler Çatışması’ tezi olmuştur.1
Bu süreçten sonra ABD ve AB topraklarında yaşayan Müslümanlara karşı özellikle 90’lı yıllardan itibaren ötekileştirme çabaları giderek artmıştır. Burada parantez açılması gerekir ki, 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de artmaya başlayan Müslüman karşıtlığına paralel olarak Almanya, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde de bu durum giderek yayılmaya başlamıştır. Son zamanlarda yaşanan terör faaliyetlerinin ardından düşünülmesi gereken en önemli konulardan biri şüphesiz İslamofobi olarak adlandırılan bu kaygı verici gelişmelerin arka planındaki etmenlerin doğru tespit edilmesidir.
İslamofobi Nedir?
İslamofobi olarak adlandırılan bu İslam karşıtlığı, İslam kelimesine ‘phobia’ kelimesi eklenerek türetilmiştir. Yunan mitolojisinde dehşet ve korku tanrısı olarak bilinen “phobos” kelimesinden türetilen fobi (phobie veya phobia) genel olarak korkuyu ifade etmekte ve eklendiği kelimelere korku anlamı yüklemektedir. Fobi veya fobia, normal koşullarda korkulmayacak belli bir durum ya da nesne karşısında ortaya çıkan olağan dışı korku halini anlatmaktadır.2 Diğer yandan fobi veya fobia ayrıca eklendiği kelimelere korkunun yanı sıra bir tür kin ve nefret besleme anlamı da yükler. Yabancı düşmanlığı anlamına gelen zenofobi (xenophobia) buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla İslamofobi genel olarak; İslam ve/veya Müslümanlara karşı kin, nefret veya düşmanlık besleme veya onlara güvenmeme, onlardan şüphe duyma, İslam’dan korkma şeklinde tanımlanabilir.3
Bilimsel yayınlar ve araştırma merkezleri tarafından hazırlanan raporlar incelendiğinde, İslamofobi’nin daha çok “önyargı” (prejudice), “ayrımcılık” (discrimination), “dışlanma” (exclusion), “şiddet” (violence) gibi kavramlara atfen tanımlandığı görülür. “Önyargı” ile Batı medyasında ve Batılıların gündelik hayatında Müslümanlar aleyhine sergilenen tutum ve tavırlar kastedilir. “Ayrımcılık” kavramı, Müslümanların iş ve çalışma hayatında, eğitim ve sağlık hizmetleri alımında karşılaştıkları farklı uygulamaları, zorluk ve sıkıntıları ifade eder. “Dışlanma” ile anlatılan ise Müslümanların yönetim mekanizmalarına dâhil edilmemeleri, siyasi ve demokratik haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmaları durumudur. Müslümanlar tarafından yapılan sözlü sataşmalar ile fiziki saldırılar da “şiddet” kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. İslamofobi ile ilgili yapılan tanımlamalar da “ırkçılık” (racism), “yabancı düşmanlığı” (xenophobia), “Yahudi düşmanlığı” (anti-semitizm) ve “İslam düşmanlığı” kavramları da kaçınılmaz olarak gündeme gelmektedir.4
Avrupa’nın İslamofobisi
Avrupa’da İslam karşıtlığının ve İslamofobinin tarihinin siyasi, dini ve ekonomik pek çok sebebi bulunmaktadır. Dünya tarihi, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki pek çok savaşa tanıklık etmiştir. Etkileşimler ve savaşlar sebebiyle bu iki toplum arasında olumlu-olumsuz ilişkiler gelişmiştir. Örneğin Yunanlılar kendilerini özgür ve uygar diye tanımlarken, kendilerinin doğusunda kalanları barbar olarak tanımlamışlardır. Bilindiği üzere Avrupalılar, “barbar’’ Orta Asyalılar ve Perslere karşı “medeni biz’’ anlayışını çok eskilerden beri tesis etmişlerdi.
Özellikle İslam’ın ortaya çıkışı ve yayılması esnasında Müslümanların Hristiyan toplumların yaşadığı bölgeleri “fethetmesi’’ ile İslam ve Müslümanlar, Hristiyan dünya için kendilerini tehdit eden bir düşman olarak görülmüştür. Buradan hareketle düşünüldüğünde İslam karşıtlığı ve İslamofobinin tarihini tespit etmek güç gibi gözükse de, onu Haçlı Savaşları yıllarına hatta İslam’ın yayılma dönemlerine götürmek mümkün gözükmektedir. Bu bağlamda da anti-İslamizmin, 1300 yıllık bir geçmişe sahip olduğundan söz edilebilir.
Burada tarih boyunca benzer çatışmaların değişik dinler ve uygarlıklar arasında da yaşandığını ve bu çatışmaların, savaşların sorumluluğunun sadece Hıristiyan toplumlara mal edilemeyeceğini belirtmekte yarar bulunmaktadır. Zira her ne kadar tarihte Müslümanların ortaya koyduğu fetih hareketleri, Müslümanlar açısından meşru ve haklı gerekçelere sahip gösteriliyor olsa da, karşı taraf açısından bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum doğal olarak “İslamofobik” ve “anti-İslamist” duyguları beslemiştir.5
Avrupalı yazarların eserlerinde İslam ve Doğu’yu Batı uygarlığının düşmanı olarak gösteren görüşler, sürekli bu uygarlıklar arasında yaşanan tarihsel sorunları ve çelişkileri canlı tutarak günümüze taşımış ve bu çelişkiler günümüzde İslamofobi ve İslam düşmanlığının temel dayanakları arasında yer almıştır. Örneğin David Hume, 1748’de yazdığı “Ulusların Karakterleri” denemesinde, “Siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdır” demiştir. Immanuel Kant, 1764’te “Yüce ve Güzel Olanı Hissetme Üzerine Gözlemler” başlıklı eserinde Afrika siyahlarının doğadan zeka almadıklarını ileri sürmüştür. Hegel, siyahların insanlığın yüz karası olduğunu ve Afrika’nın Dünya Tarihi’nin bir parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde herhangi bir gelişme sergilemediğini“Tarih Felsefesi’’ başlıklı yapıtında belirtmiştir.6 “Philosophy of History’’ isimli eserinde İslam’ı; “inançsız bir peygamber” tarafından vazedilen “boş bir kibir ve anlamsız bir gurur” dini olarak tanımlayan Scehlegel’e göre; İslam, uzlaşma, merhamet, sevgi ve saadet gibi bütün kurtuluş unsurlarını göz ardı etmiş, bu sebeple bir medeniyet ortaya koyamamıştır. Yönetim sistemi; insanlığı korkunç bir devletin otoritesine boyun eğdiren İslam, “ruhanî ve maddi otoritenin Hıristiyan karşıtı bir karışımından ibarettir ve yakıp yok edici coşkuyla, fethettiği ülkelerdeki antitezinin bütün kalıntılarını ve daha yüksek bir uygarlığın her türlü kırıntısını ortadan kaldırmıştır.7
20.yüzyıla gelindiğinde ise Doğu ile Batı ya da İslam ile Hristiyan dünyaları arasındaki problemlerin karşılıklı bazı siyasi güçler aracılığıyla devam ettiğini görmekteyiz. Özellikle Arap Devrimleri ile yükselişe geçen siyasal İslam, darbelerle iktidardan uzaklaştırılırken bu durum, “demokrat Batı’’nın rahatsızlık duyacağı bir konu olmamıştır.8 AB ve ABD’nin Müslüman dünyadaki darbelerden ziyade ilgilendiği başka bir konu, Müslüman nüfusun artış trendidir. Yapılan araştırmalarda sıklıkla vurgulanan konu, Müslüman nüfusun, dünyanın geleceğini için bir tehdit ve güvenlik problemi olduğudur.
Pew Research Center tarafından yapılan “The Future of the Global Muslim Population’’9 isimli çalışmaya göre, 2010 yılında Avrupa’daki Müslüman nüfus 44,138,000 iken 2030 yılında 58,209,000 olacak. Buradan hareketle düşülümesi gereken 2010 yılında toplam nüfusun %2.7’sini oluşturan Müslümanların toplam nüfus içerisindeki durumunda bir değişiklik olmayacak yani %2.7 olarak kalacak. Buna rağmen raporda, 2030 yılı için dünya nüfusunun ¼’ünün Müslüman olma potansiyeline yönelik olarak Hristiyan dünyasını uyarması dikkat çekicidir.
Bu ve buna benzer çalışmaların/anketlerin çok sık yapıldığı Avrupa’da göçmenler konusu, bir tehdit unsuru olarak algılanmaktadır. Yakın dönemde yaşanan terör eylemleriyle birleşen bu düşünce özellikle göçmenleri siyasi malzeme olarak kullanan muhafazakar ve aşırı sağcı partilerin yükselişine ortam yaratmaktadır. İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı üzerinden propaganda yapan bu çevreler ekonomik kriz, işsizlik ve güvenlik konularının sorumluları olarak göçmenleri göstererek oy oranlarını artırmaktadır.10
22-25 Mayıs 2014 tarihlerinde tüm Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarına genel olarak bakıldığında, birçok ülkede aşırı sağ partilerin yüksek oy oranlarına ulaştığı görülmektedir. Avrupa’daki en eski ve köklü aşırı sağ partilerden biri olan Fransa’daki aşırı sağcı Front National Party 2009’da %6.3 oy alırken, 2014 AP seçimlerinde %24.95 oranında oy alarak birinci parti oldu. Avrupa şüpheciliğinin en güçlü olduğu İngiltere’de de UK Independence Party 2009’da aldığı %16.09 oy oranını, 2014 AP seçimlerinde %26.77’e çıkararak ülke genelinde birinci sıraya yükseldi. Almanya’da ise ilk defa AP seçimlerine katılan aşırı sağcı AfD %7 oy oranıyla 7 sandalye kazandı.11
Medeniyetler Çatışması Tezi ve DAEŞ
Hıristiyan ve İslam dünyasını karşı karşıya getiren tartışmaları tetikleyen Medeniyetler Çatışması tezine göre, 21. yüzyıl medeniyetler arasındaki çatışmalarla şekillenecektir. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi uzun dönemin medeniyet etkileşimi sürecini stratejik bir hedef için nasıl bir manivela gibi kullanılabileceğinin çarpıcı ve tehlikeli yüzünü göstermiştir. Artık kültürel farklılıkların siyasal ve ideolojik karşıtlıklardan daha önemli olduğunu ileri süren Huntington, insan ve Tanrı, birey ve grup, devlet ve vatandaş, özgürlük ve otorite, çocuklar ve aileleri, eşitlik ve hiyerarşi gibi kavramların çok yönlü üretim tarzının sonucu olduğunu ve yakın zamanda kaybolmayacaklarını savunmaktadır. Bu ilişkilerin farklı yorumlarını gündeme getiren Huntington’a göre, bunu belirleyenlerin içinde en güçlü olanı dindir. İnsanlar yarı Amerikalı, yarı Arap gibi melez veya çoğu yerde iki ülkenin vatandaşı olabilmekte, ancak hem Katolik hem de Müslüman olamamaktadır. Dolayısıyla bunlar arasında bir çatışma olması kaçınılmazdır. Aydınlanma süreci ve onun ortaya çıkardığı bilimsel, kültürel ve siyasal gelişmelerin Batı’da ortaya çıktığını dolayısıyla evrensel değil Batı’ya özgü bir toplumsal kültürel, felsefi ilkeler ve değerler bütünü olduğunu savunan Huntington’a göre “demokrasi”, “hukuk devleti”, “insan hakları”, “halk egemenliği” ve “laiklik” gibi aydınlanma ilkeleri Batı medeniyetine aittir. Burada Aydınlanma değerlerini, bilim ve teknolojiyi evrensel köklerinden kopararak sadece Batılılaştırmak isteyen Huntington, diğer toplumlar ve değerleri dışlamaktadır.12
Avrupa’da yükselen İslamofobi, yabancı düşmanlığı, ötekileştirme ve göçmenlere yönelik saldırılar ile 11 Eylül terör saldırısı, İstanbul’daki Sinagog ve HSBC saldırıları, Madrid ve Londra’da metro saldırıları, Charlie Hebdo saldırısı ve Fransa’daki son terörist eylemler, Müslümanlar ile Batılılar arasında çatışma senaryolarını ve teorilerini savunanların görüşlerini bir daha analiz etme ihtiyacı hissettirmiştir.
Terör, siyasi amacı olan bir şiddet eylemidir. Özellikle DAEŞ’in Fransa’da gerçekleştirdiği eylem ciddi analize tabi tutulması gereken bir olay olarak karşımızdadır. Nitekim Charlie Hebdo’da kendilerine göre gerekçeleri olan teröristlerin amaçlarını siyasal bir hedefe yorabilirken Fransa’da gerçekleştirilen terör eylemlerinin niteliği farklıdır. Çok sıradan üç yeri belirleyip eylem yapan teröristlerin sivilleri hedef aldığı ortadadır. Bütün Avrupalıların hergün kullandığı yerler olan stadyum, kafeler ve konser alanının hedef alınması doğal olarak Avrupa insanını güvensizliğe ve İslamofobiye itmektedir.
DAEŞ’in kuruluş ve gelişme aşamalarında küresel güçlerden aldığı yardımlar konusu, yeni Ortadoğu dizaynında bir araç olduğu, şamar oğlanı/günah keçisi olarak dizayn edildiği ve küresel güçlerin Ortadoğu politikalarına dair meşruiyet aracı olduğu konusu halen tartışılmaya devam edilmektedir. Ancak belirtilmesi gerekir ki, bugün görünen yüzü ile DAEŞ, Batı’nın geçmişten günümüze Doğu ile ilgili düşüncelerini, İslamofobisini ve teorilerini haklı çıkarmaya çalışan bir örgüt görünümündedir.
Metin ÖZKAN
1 Aktaş, Murat, “Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi’’, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, cilt: 13 no:1 yıl: 2014, s.32.
2 Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara, 1992, s. 241.
3 Aktaş, a.g.e., s.36.
4 Aktaş, a.g.e., s.37.
5 Özcan Hıdır, “Anti-Semitizm” ve “Anti-İslamizm”: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni Yayınları, 2010, s. 83.
6 Aktaş, s.44.
7 Albert Hourani, Avrupa ve Orta Doğu, çev: Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, İstanbul, 2001, s.60.
8 Ayrıntılı bilgi için: Özkan, Metin, “Devrim Teorileri Bağlamında Arap Baharının Analizi’’, Yüksek Lisans tezi, Kütahya, (2012).
9 http://www.pewforum.org/2011/01/27/the-future-of-the-global-muslim-population/ (Erişim Tarihi: 26.11.2015).
10 Aktaş, Murat, “Avrupa’da İslamofobi ve Türkiye’nin AB Üyeliği’’, 2.Kriz ve Kritik Konferansları, Sakarya Üniversitesi, 25-26 Nisan 2012.
11 Yüksel Alper Ecevit, Özgür Ünal, Selcen Öner, Merve Özdemirkıran, Avrupa Parlamentosu Seçimleri ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi, Betam, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu, 14/167, 4 Haziran, 2014.
12 Aktaş, a.g.e., s.49.
Çok faydalı bir yazı olmuş elinize sağlık. Tezimde kullanacağım bu bölümü 🙂
hiristiyanlık ve de yahudilik diye (ilahi gerçek )bir din olmamasına rağmen ,islamiyeti kuranı bilmeyen ahmaklar hala çakma sahte uyduruk bu iki dinden bahsediyorlar.Hz isa bile bu çete dinden haberi yok.islam düşmanı olan hiristiyanlık ve yahudilik çeteye dahil olanlar kafir konumundadır.Tek olan Allahin birkaç dini olmaz.İbrahimdini=tevhitdini==islam dini,dir.Yani hz ademden bu yana tek din vardır ve devam ediyor.islamiyet son peygamberle detaylandı ve diğer dinlere uzak olunması emredildi..Hiristiyan ve yahudilik dinini peyganberi de yoktur kitabı da.. 4 kitap da islamı yaymak için gelmiştir.Nedense din alimlerimiz korkudan baskıdan gerçeği ifade etmezler.islamı tam anlayıp yaşasaydık zaten başka din türemezdi.Ey proflar ileri geri yorumlarla uyduruk dinleri gerçek gibi anlatmayın.günahı ağırdır..