IŞİD’in Musul başta olmak üzere Irak’ın batısını ele geçirmesi ve kuzeyde Kerkük, güneyde de Bağdat yakınlarına kadar ulaşması sonrası başta Irak ve Suriye olmak üzere, Ortadoğu’nun geneline ilişkin yeni ittifakların belirmesi beklenebilir.
Nitekim El Kaide ile organik bir bağı olmasa da, Selefilik anlayışı ekseninde hareket eden bir terör örgütü olması hasebiyle El Kaide çatısı altında değerlendirilmesi gereken IŞİD’in etkinliği, Ortadoğu’da ve dünya genelinde hemen her aktörü rahatsız edebilecek bir husus olarak değerlendirilmelidir. Bu çerçevede, IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi sonrası beliren/belirmesi beklenen muhtemel müttefiklik girişimlerini yakından değerlendirmek gerekir.
IŞİD’in Irak’taki ilerleyişinin ülkede yaşayan Sünniler ile Şiiler arasındaki mezhep çatışmasını açıkça ortaya koyan bir eylemlilik olduğu söylenmelidir. Zira IŞİD, ilerleyişi esnasında Irak’ın batısında ve Musul’da yaşayan Sünni ağırlıklı nüfusun desteğini arkasına almıştır. Saddam döneminde siyasal/ekonomik anlamda etkin olan birçok Sünni Arap aşireti ve eski Baas unsurları, “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesinden hareketle Şiilik karşıtı Selefi örgüt IŞİD’e destek vermiştir. Hatta Irak Ordusu’nda görev yapan Sünni Arap kökenli askerlerin IŞİD saflarına katıldığı da belirtilmektedir. Buna karşılık olarak ise, Irak Ordusu’nun çoğunluğunu oluşturan Şiiler, gerek halkın kendilerine karşı olması, gerekse de IŞİD ile işbirliği içerisinde Irak Ordusu’na saldırmalarından dolayı geri çekilmiş ve bölgeyi terk etmiştir. Bu durum, Irak bağlamında Sünni Araplar ile Şii Araplar arasında “duygusal kopuşun” tam manasıyla gerçekleşmiş olduğunu ve bu iki grubun birbirini “düşman” olarak gördüğünü açıkça göstermektedir. Irak Hükümeti’nin, nüfusun %60’a yakınını oluşturan Şiilerin kontrolünde olması ve Şii kökenli Başbakan Nuri El Maliki’nin izlediği yanlış tutum ile Sünni Arapları yönetime yabancılaştırmış olması, Sünnileri Irak Hükümeti ve ona destek verdiğine inandıkları İran’a karşı eylem yapmaya itmiş ve bu da IŞİD’in elini güçlendirmiştir. Bu çerçevede değerlendirirsek, IŞİD’e doğrudan destek veren en önemli grubunu Iraklı Sünni Araplar olduğu değerlendirilebilir. Sünnilerin bu tavrı, Iraklı Şiileri de tek bir çatı altında toplanmaya ve siyasal duruşuna “karşı olsalar dahi” Maliki Hükümeti’ne destek vermeye itecektir. Yani mezhep farklılığına dayalı organik bir ayrışma ve siyasal kutuplaşma belirmiştir. Sünniler, Nuri Maliki iktidardan uzaklaştırılmadan yatışacağa benzememektedir.
IŞİD tehdidi ile karşı karşıya kalan bir diğer toplumsal grup ise Kürtlerdir. Neredeyse tamamı Sünni olan Kürtlerin coğrafi bir tutarlılığa sahip olması ve ciddi bir ekonomik ve askeri güce sahip olması IŞİD’in Irak’ın kuzeyine saldırmasını güçleştirmektedir. Bölgede Şii nüfusunun yok denecek kadar az olması da IŞİD’in Kürtlere saldırmasını anlamsızlaştırmaktadır. Kürtler, IŞİD’in ilerleyişinin önündeki en önemli aktörlerden biri haline gelmiş durumdadır. Nitekim Irak Ordusu’nun çekilmesi sonrası Kerkük tamamıyla peşmerge kuvvetlerinin kontrolüne girmiş ve Musul’dan kaçanların önemli bir bölümü de Kuzey Irak’a sığınmıştır. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, böylece statüsü tartışmalı olan Kerkük’ü tam manasıyla ele geçirmiş ve Musul ve Tuzhurmatu gibi şehir ve kasabalardan kaçanları da koruyup himayesine alarak Irak’ta istikrar ve güvenlik için Bölgesel Kürt Yönetimi’nin ne denli önemli olduğunu başta Türkiye ve İran olmak üzere tüm dünyaya ispat etmiştir. Zira Musul ve çevresinden kaçan Türkmenler ile Şii Araplar Bölgesel Kürt Yönetimi’ne sığınmak zorunda kalmış ve Kürtlerin koruması altına girmişlerdir. Böylece Türkiye ile İran ve tabi ki Irak Hükümeti, Kürtlerin ve Bölgesel Kürt Yönetimi’nin değerini ve etkinliğini açık bir şekilde fark etmişlerdir. Bu durum ortada iken, Kerkük’ün statüsünün Kürtlerin aleyhine şekillenmesi hususu mümkün olmayacaktır.
IŞİD ilerleyişinin etki edeceği bir diğer husus ise Türkiye-İran İlişkileri olacaktır. Her ne kadar işbirliği ekseninde yürütüldüğü söylense de, Suriye’deki iç savaş ekseninde farklı kamplara eklemlenen ve Irak Hükümeti’ne olan yaklaşım noktasında anlaşmazlık yaşayan bu iki ülke, Irak’ın içerisine sürüklendiği bu yeni kriz sonrası yakınlaşmak ve işbirliği yapmak zorunda kalacaklardır. Zira IŞİD her iki ülkenin çıkarlarına da zarar vermektedir. Türkiye, Bölgesel Kürt Yönetimi ile olan ticari, enerji tabanlı ve siyasal işbirliğinin devamı ve Türkmenlerin güvenliği; İran ise Irak Hükümeti ile olan yakın ilişkileri ve Şiilerin güvenliği gibi nedenlerden ötürü IŞİD karşıtı cephede birleşmek zorundadır. Bu çerçevede, IŞİD tehdidinin ortadan kaldırılması ve Sünni Araplar ile Türkmenlerin Irak ile yeniden bütünleşebilmeleri için Türkiye ve İran’ın üzerinde anlaşacağı ve Kürtlerin de destek vereceği bir merkezi hükümetin kurulması gerekecektir. Bu hükümetin Nuri Maliki liderliğinde kurulmaması gerektiği de ortadadır. Nitekim İran da Maliki’nin olmadığı bir hükümet üzerinde düşünmeye başlamıştır.
Hiç kuşkusuz, ABD-İran İlişkileri de IŞİD faktöründen etkilenecektir. Zira IŞİD’in Irak topraklarından atılması ve Suriye’deki IŞİD tehdidinin de bertaraf edilebilmesi için, farklı kamplarda yer alan iki etkin güç olarak değerlendirilebilecek ABD ile İran’ın anlaşmaya varmaları gerekmektedir. Nitekim Irak Hükümeti’nin olduğu gibi, Esad Yönetimi’nin de en önemli destekçisi İran’dır. ABD ise Türkiye ve Kürtler ile olan müttefiklik ilişkileri ve askeri/diplomatik gücü ekseninde ciddi bir etkinliğe sahiptir. IŞİD hem ABD hem de İran’ı aynı oranda rahatsız etmektedir. Bu bağlamda, bu iki aktörün hem Suriye hem de Irak’taki IŞİD tehdidini bertaraf edebilmek ve yayılma emareleri gösteren Selefi radikalizmini etkisizleştirebilmek için işbirliği yapmaları beklenebilir. Hatta IŞİD’in Irak’taki ilerleyişi sonrası ABD ile İran’ın temasa geçtiği de iddia edilmektedir. ABD’nin, İran’a, istikrarlı bir Irak için “Maliki’nin olmadığı bir hükümet” kurulması gerektiği yönünde bir öneride bulunduğu da ifade edilmektedir. ABD ile İran’ın koordineli olarak hareket etmesi, Türkiye’nin de işini kolaylaştıracaktır.
IŞİD tehdidinin yayılma emareleri gösterdiği ve Ürdün ile Lübnan’ın da bu eylemlilikten etkilenme olasılığının çok yüksek olduğu ortadadır. Irak ile 180 km’lik bir sınıra sahip olan (bu sınırın Irak tarafını IŞİD kontrol etmektedir) Ürdün ile mezhep savaşlarının üssü olarak bilinen Lübnan’ın da Selefi radikalizmine eklemlenmesi halinde sorunun ne denli büyüyeceği ortadadır. Hiç şüphesiz, bu durumdan en çok rahatsız olacak ülke İsrail olacaktır. Bu gerçeklik ortada iken, İsrail’in de IŞİD ile mücadele çerçevesinde girişilecek eylemlere destek vermesi beklenmelidir. Bu bağlamda, birbirlerini birer “ulusal güvenlik” meselesi olarak gören İsrail ile İran’ın, “IŞİD karşıtlığı” çerçevesinde aynı potada birleşmeleri ilginç bir husus olacaktır. İsrail’in IŞİD karşıtı kampa vereceği destek, aynı zamanda Türkiye ile olan ilişkilerini de olumlu yönde etkileyebilecektir.
IŞİD’in Irak’taki işgal girişimi, Ortadoğu’daki bölgesel dengeleri sarsma potansiyeline sahiptir. Nitekim IŞİD ile etkin mücadele edilebilmesi ve Selefi radikalizminin etkisizleştirilebilmesi için, farklı olaylar bağlamında çıkarları çatışan aktörlerin bir arada hareket etmeleri gerekmektedir. Bu durum, Ortadoğu’nun ne denli değişken bir bölgesel görünüme sahip olduğunu kanıtlayan en açık örneklerden biri olarak görülmelidir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü