Şah Rıza Pehlevi’nin petrol bağımlılığından kurtulmak için 1974’de ortaya attığı nükleer santral projesi, 1975’de Siemens topluluğunun enerji devi Kraftwerk Union tarafından başlatılmıştı. 1979’daki İslam İnkılâbı ve 1980-88 boyunca devam eden İran-Irak Savaşı nedeniyle atıl hale gelen proje, 1995’de Rusya ile yapılan antlaşma sonucu yeniden canlandırıldı. Buşehr’e 17 km mesafedeki İran’ın ilk nükleer enerji santrali 21 Ağustos 2010’da İranlı ve Rus yetkililerin katıldığı resmî bir törenle hizmete açılmıştır.
İran’ın nükleer müzakerecisi Ali Ekber Salihi açılış konuşmasında “Batılı ülkelerin tüm baskılarına, yaptırımlarına ve zorlamalarına rağmen İran’ın barışçıl nükleer faaliyetlerinin başlamasına tanıklık ediyoruz” derken [1] Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad da Buşehr ölçeğinde 20 yeni tesis yapacaklarını açıklamakla Salihi’yi bir anlamda teyit etmiştir. Bu bağlamda, ABD ve AB üyelerinin ek yaptırımlarla İran’ı nükleer programından vazgeçirmeye dair çabaları sonuçsuz kalmıştır.
Rusya ve İran tarafından santralin ortak işletilmesi konusunda imzalanan yeni antlaşmaya göre Rusya 2-3 yıllık bir dönemde santralde tam kontrolü sürdürecek ve ortaklık % 50-50 olacaktır. Rusya Atom Enerjisi Başkanı (Rosatom) Sergey Kriyenko, Rus personel sayısı ve ortaklıktaki Rus payının aşamalı olarak azalacağını belirtmiştir. İkili antlaşmalar çerçevesinde Rusya, santrale koyduğu nükleer yakıt atıklarını da geri almaktan sorumludur [2]. Buşehr santralinin elektrik üretmeye başlamasıyla Tahran 20 yılda 40 bin megavatlık ek enerji kapasitesi yaratmayı ve oluşacak bu enerji fazlasını da ihraç ederek ekonomisine katkı sağlamayı hedeflemektedir.
İsrail’in “kabul edilemez” olarak nitelendirdiği İran’ın nükleer faaliyetleri, ABD’de ise İran’ın elde ettiği çok büyük bir başarı şeklinde yorumlara neden olmuştur. İsrail’in her fırsatta “bölge güvenliği için oldukça tehlikeli” açıklamaları İran’a saldırı dâhil yapacağı karşı hamlelerin neler olabileceğini düşündürmektedir. İsrail’in Irak’ın Osirak nükleer santraline 1981’deki saldırısının benzeri İran için de söz konusu olabileceğini akla gelen ilk şık olsa da, santrale yakıtın konulmaya başlanması ve herhangi bir saldırı durumunda radyasyon yayılması ihtimali ve bunun uluslararası kamuoyunda yaratacağı tepki İsrail’in elini kolunu bağlamaktadır.
İsrail’in büyük bir cüretle ve olağanüstü risk alarak gerçekleştirdiği Osirak saldırısı, askerî ve taktiksel açıdan İsrail’e büyük bir prestij kazandırmıştır. F-16A’nın ilk Block serisi gibi yer saldırıları için henüz optimize edilmemiş ve yeni envantere girmiş bir uçağı son limitlerine kadar zorlayarak operasyon icra etmenin, İsrail Hava Kuvvetleri için bir başarı olduğu ortadadır. Bunun ötesinde özellikle İsrail’in hiçbir kayıp vermediği de göz önüne alındığında operasyonun askerî açıdan “mükemmel” olduğu dile getirilmiştir. Ancak Osirak saldırısının uluslararası hukuk açısından haklılığı oldukça tartışmalı bir konu olmuştur. Bazı analistler Irak’ın 1981’e kadar nükleer savaş başlığı elde etme amacının olmadığını, bu çalışmalarını Osirak saldırısından sonra ön plana çıkarmaya başladığını iddia etmişlerdir. BM müfettişlerinin Körfez Savaşı sonrası teftişlerine dayanarak hazırladıkları raporlarında, Irak’ın nükleer programının olduğunu ancak bu konudaki hiçbir çalışmanın 1981 öncesine uzanmadığını belirtmişlerdir [3].
Batı ve İsrail’in, İran’ın nükleer silah üretmesine dair endişelerinin asıl kaynağını Natanz ve Kum’da bulunan uranyum zenginleştirme tesisleri oluşturmaktadır. Mayıs ayında Türkiye- İran- Brezilya arasında imzalanan Uranyum Takası Antlaşması batı kamuoyunda en azından ihtiyatlı bir çekingenlik, hatta olumsuz bir şekilde karşılanırken; Haziran’daki BM’nin İran’a yönelik yaptırım kararı, bahsi geçen endişelerin bir sonucu olmuştur. İlginç olan Rusya’nın BM yaptırım kararını uygulayacağını açıklaması olurken; nükleer yolculuğu birlikte sürdüren bu iki ülkenin arasının açılacağı konusu gündeme gelmiştir. BM yaptırım kararının Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada Türkiye ve Brezilya’nın ret, Lübnan’ın çekimser oylarına karşın 12 ülkenin kabul etmesi neticesinde yürürlüğe girmiştir. Ağustos’ta Brezilya’nın da yaptırım uygulama kararına imza atması, İran’ın daha da yalnızlaşması şeklinde yorumlansa da İran, tüm karşı koymalara rağmen ilk nükleer santralini açmıştır. Ahmedinejad’ın bazen dengeyi kaçıran sert söylemleri ve üslubu da İran’ın adımlarının süreceğini göstermesi açısından yeni meydan okumaları beraberinde getirmektedir.
Amine YAZICI
SDE Asistanı
http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1228/iranin-nukleer-zaferi.aspx
[1]“İran’ın İlk Nükleer Santrale Yakıt Aktarımı Başarılı,” http://www.usakgundem.com/haber/56997/%C4%B0ran-%C4%B0lk-n%C3%BCkleer-santrale-yak%C4%B1t%C4%B1-aktar%C4%B1m%C4%B1-ba%C5%9Far%C4%B1l%C4%B1.html ( 23.08.2010)
[2] “Ve İran’ın İlk Nükleer Santrali Aktif,” http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=317584 (23.08.2010)
[3]“Osiris’in Ölümü Osirak Saldırısı,” http://www.siyahgribeyaz.com/2005/04/osirisin-lm-osirak-saldrs.html (24.08.2010)