BİLGESAM Başkanı Dr. Atilla Sandıklı 17 Mart 2008 tarihinde İran’ın jeopolitiğinden hareketle Tahran’ın bölge ülkeleri, ABD ve Türkiye arasındaki ilişkilerini değerlendirdi:
Uluslararası ilişkiler ortamında İran’ın isminin çok geçmesinin nedenleri nelerdir?
Uluslararası İlişkiler ortamında İran’ın isminin çok geçmesinin birincil ve en önemli etkenlerinden birisi İran’ın jeopolitiğidir. Nedir İran’ın jeopolitiği? İran’ın jeopolitiğini zengin petrol ve doğalgaz rezervleri, coğrafi konumu, Fars milliyetçiliği, devrim ihracı ve Şiilik başlıkları altında değerlendirebiliriz. Bu başlıkları teker teker açıklarsak tahmin ediyorum İran’ın önemi daha iyi anlaşılacaktır. Sık sık konuşmalarımda belirttiğim gibi, enerji kaynakları ve enerji kaynaklarına ulaşım yolları dünya jeopolitik teorilerinde önemli bir yer tutmaktadır. İran’ın petrol rezervi 90 milyar varildir. Bu, dünya petrol rezervlerinin %9 gibi önemli bir kısmına tekabül eder. Doğalgaz rezervlerine baktığımızda ise durum daha da ön plana çıkıyor. 26 trilyon m3 lük doğalgaz rezerviyle İran dünya doğalgaz rezervlerinin %18’lik kısmına sahip durumdadır. İran sadece doğal kaynaklarıyla bile dünyada önemli bir ülke konumundadır.
İran sadece kendi rezervleri ile mi ön plana çıkıyor yoksa başka etkenler de var mı?
İran sadece kendi rezervleriyle ön plana çıkmıyor. İran Orta Asya, Hazar Denizi Havzası ve Orta Doğu üçgeninin tam ortasındadır. Bu bölgeyi enerji kaynakları bakımından değerlendirdiğimizde dünyanın ana merkezi ya da dünyayı enerji yönünden besleyen bölge diyebiliriz. Bu nedenle sadece kendi enerji kaynaklarıyla değil çevresindeki enerji kaynaklarıyla da İran ön plana çıkıyor. Coğrafi konumuna baktığımızda, İran’ın sadece enerji kaynaklarının bulunduğu bölgeleri değil, bunların uluslar arası pazarlara ulaşım yollarını kontrol ettiğini görürüz. Hürmüz Boğazı’na yakın olması körfez petrollerinin ulaşım ağına yakın olması anlamına geliyor.
Avrupa’nın iki önemli enerji arteri var. Bunlardan birisi Rusya üzerinden geçiyor, ikincisi ise Türkiye üzerinden geçiyor. Orta Asya, İran ve Türkiye üzerinden geçen enerji hatları var. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı hemen yanı başında. Bütün bunlar, İran’ın bulunduğu bölge de uluslararası arenada ön plana çıkmasına katkıda bulunuyor. Detaylı olarak incelediğimizde, gerek Hazar Bölgesi enerji kaynaklarının, gerek kendi enerji kaynaklarının ve gerekse Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının Çin ve Hindistan’a uzatılması gibi, Türkmenistan enerji kaynaklarının Basra körfezine uzatılması gibi çeşitli projeler sık sık gündeme geliyor. Bütün bunlar İran’ın önemi ortaya çıkıyor.
İran’ın önemini ve etkisini kuvvetlendirici diğer bazı unsurlar da var. Bunlardan birisi Fars milliyetçiliğidir. Tarihe baktığımızda, İran’ın bölgede devlet tecrübesine sahip köklü ülkelerden birisi olduğunu görüyoruz. İran’ın politik duruşu ve söylemleri Fars milliyetçiliği tarafını da içeriyor. Bir başka unsur ise devrim ihracı ve Şiilik konusudur. İran devrim ihracı üzerinden açılım yapmak ve Fars milliyetçiliği ile Şiiliği de kullanarak etkisini ve ağırlığını arttırmak istemektedir. Bu ihracı gerçekleştirmek istediği bölgelerin başında ise Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya yer almaktadır. Bu bölgeler tüm dünyanın dikkatinin odaklandığı yerlerdir. Bu nedenlerle İran çeşitli vesilelerle uluslararası ilişkiler ortamında ön plana çıkmaktadır.
Bu durum güç merkezlerinin İran’a yönelik yaklaşımlarını nasıl etkilemektedir?
ABD 1998’de yayınladığı güvenlik stratejilerinde İran’ı tehdit olarak görüyor ve “şer ekseni” olarak tabir ettiği ülkeler içerisinde sıralıyor. Şer ekseninde Saddam yönetimindeki Irak, Suriye, Libya, İran ve Kuzey Kore yer almaktaydı. Daha sonra ise Sudan da bu ülkelere eklenmişti. Gelişmeleri tekrar hatırlayalım. ABD’nin “şer ekseni” içerisine dâhil ettiği ülkelerin çoğu enerjinin kalbi durumundaki ülkelerdi. Terör, kitle imha silahları, Saddam’ın söylemleri gibi bahaneleri ön plana çıkarmak suretiyle ABD Saddam rejimini devirerek Irak’a yerleşti. Bu sayede gerçek niyeti olan enerji kaynaklarına yakın olma planını uyguladı.
ABD Irak’ta zor kullanarak değişimi gerçekleştirirken; Suriye, Libya ve Kuzey Kore’de kuvvet kullanma tehdidi ile bu değişimi gerçekleştirdi. Suriye’de Beşar Esad yönetimiyle beraber Batıya olumlu mesajlar verecek şekilde demokratik açılımlar başladı. Suriye’nin 20-25 senedir Lübnan’ın işgal altında tuttuğu bölgelerinden çekilmesi bu tehditlerin sonucu. Libya’daki değişme daha hızlı oldu. Batı karşıtı söylemleri ile tanınan Kaddafi önemli dış politika gelişmeleri kaydederek ABD ve Batı ile ilişkilerini geliştirdi. Kuzey Kore ise ABD ile sorunlarını yavaş yavaş halletmektedir.
Hâlbuki birçok kesim ABD’nin bu mücadelesinde başarısız olduğu şeklinde yorumlar yapıyor.
Doğru, birçok kesim ABD’yi küresel politikalarında başarısız olarak görse de, gelişmeler zaman süreci içinde dikkatle incelenirse ABD’nin büyük çapta istediği değişimleri gerçekleştirdiğini görebiliriz. Irak’ta ise durum biraz karışık. ABD Irak’ta bütün devlet sistemini yok etti. Ortadoğu jeopolitiğinde yeni bir devlet ortaya çıkarmak oldukça zordur. Bu nedenle zorlanmaktadır. Bu zorlukları ancak Türkiye’nin desteğini almak suretiyle aşabilir.
Asıl bahsetmek istediğimiz nokta İran idi. ABD’ye göre şer ekseninde yer alan İran Washington’un değişim planlarına direniyor ve ABD karşıtı, onun çıkarlarına ters düşen politikalar üretiyor. Dolayısı ile de ABD ile ilişkileri olumsuz olarak gelişiyor. ABD’nin bölgedeki güvenliğini de olumsuz yönde etkiliyor. ABD için çok önemli olan enerji kaynaklarının ulaşım yollarını da tehdit ediyor.
İran’ın enerji piyasasında dolar döneminin kapanmasına ve euro döneminin açılmasına dair söylemler geliştirmesi ABD yönetiminin daha çok tepkisini çekiyor. Böyle bir durumun gerçekleşmesi ekonomik olarak ABD’ye çok ağır bir darbe olacaktır. Euro’nun petrol piyasasına da hâkim olması durumunda ise ülkeler ellerinde dolardan çok euro bulundurma ihtiyacı hissedecek, dolayısıyla dolara olan talebin düşmesine böylece de ABD ekonomisinin, dolaylı olarak da dünya ekonomisinin olumsuz etkilenmesine neden olacaktır. ABD, bu söylemlere katılan Venezüella, Kolombiya gibi ülkelere tepkisini ortaya koyuyor. Bu açıdan İran’ın adeta ABD’nin güvenlik stratejilerinin temellerine ve merkezine saldırdığını söyleyebiliriz.
Rusya ile İran’ın ilişkileri çok iyi seviyede. Rusya açısından bakıldığında nasıl bir tablo var karşımızda?
Güç merkezlerinden bir diğeri de Rusya. Rusya, SSCB’nin dağılması sonrasındaki şok ve kaos ortamının etkilerinden sıyrıldıktan sonra adeta kendine gelmeye ve eski günlerine dönmeğe başladı. Büyük bir çabayla doğalgaz ve petrol anlaşmaları yaparak Avrupa’nın petrol ve doğalgaz pazarında tekel haline gelmeğe çalışıyor. Bunu yaparak Batı’ya karşı daha etkili ve güçlü olmağa çalışıyor. Rusya’nın bu açıdan “Enerji bölgelerini ve onlara giden yolları kontrol eden dünyayı kontrol eder” teorisi doğrultusunda faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Rusya, bu politikası doğrultusunda ABD’nin Orta Asya ve Orta Doğu’ya yönelik politikalarını da engellemeye çalışıyor. Bu açıdan İran kendisi için doğal bir müttefik. İran’ın pozisyonundan faydalanmak suretiyle hem bu ülkeye silah satışı yapıyor hem de bölgedeki etkinliğini İran ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle sağlıyor.
Rusya-İran ilişkileri daha da gelişecek diyebilir miyiz?
Rusya uluslararası politikada daha da ön plana çıkacak. İleride İran-Rusya beraberliği stratejik ortaklık boyutlarına bile varabilir. Çünkü uluslararası konjonktür iki ülkeyi birbirine daha yakın hareket etmeye zorluyor.
Çin ve Hindistan ile de ilişkilerini geliştiriyor.
21. yüzyılın yükselen devletleri olan Çin ve Hindistan’ın enerji ihtiyaçları her geçen yıl artıyor. Stratejik açıdan sadece ABD’nin kontrolündeki enerji hatlarından ihtiyaçlarını karşılamak istemiyorlar. Bu noktada da İran’ın önemi karşımıza çıkıyor. Çin de Batının yayılmasını kontrol etmek açısından İran’a dikkatli belirli destekler veriyor. Çin’in uluslararası ilişkiler arenasında büyük güç merkezlerini rahatsız etmeme gibi bir anlayışı var. Çin şu anda güçleniyor ama bunun rahatsızlık oluşturmasından çekindiği için yeterli güce ulaşıncaya kadar temkinli bir politika takip ediyor. Çin’in Sudan ve Afrika’nın diğer ülkelerinde enerji başta olmak üzere yatırımları var. Hindistan, İran-Pakistan-Hindistan boru hattının gerçekleşmesini istiyor. Ancak Hindistan Batı karşıtı politikalardan mümkün olduğunca kaçınıyor. Diğer taraftan, İran ile de ilişkilerini geliştiriyor.
İsrail’in amacı ne sizce?
İran bölgede Siyonizm ve İsrail karşıtı politikalar üretiyor ve bunun merkez üslüğünü yapıyor. İsrail, özellikle Tahran’ın füze teknolojisine ulaşma çabalarını, nükleer silah geliştirme girişimlerini de dikkatle takip ediyor. İran’ın bölgede gelişmesini ve kendisini tehdit eder duruma gelmesini çok büyük tehlike olarak görüyor. ABD’yi İran’a karşı tedbirler alması yönünde hem ABD’deki lobiler vasıtasıyla hem de doğrudan doğruya ülkesel girişimleri ile çaba harcıyor. İsrail’in amacı ABD’nin normalden daha fazla tepki vermesini körüklemek diyebiliriz.
İran’ın politikaları bölge ülkeleri açısından nasıl algılanıyor?
Bölge ülkeleri İran’ın özellikle devrim ihracı, Fars milliyetçiliği ve Şii merkezli politikalarından rahatsız oluyorlar. Aynı zamanda ABD’nin bölgede bulunmasından ve politikalar üretmesinden de rahatsız oluyorlar. Burada bir açmaz var diyebiliriz. Çoğunlukla Batı yanlısı politikalar izlemelerine rağmen, İran’ın ABD’yi rahatsız edici politikalarından zaman zaman memnuniyet duyduklarını görebiliriz. Buna rağmen, İran Ortadoğu ülkelerinde endişe kaynağı olan ülkelerin başında gelmektedir.
Ülkemiz açısından nasıl bir değerlendirmede bulunabilirsiniz?
Türkiye, 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasından bu yana İran ile iyi ilişkiler yürütmeye çalışmıştır. Ancak uluslararası ortamda İran ve Türkiye bölgede rekabet içindeki iki ülke olarak gösterilir. Zaman zaman bununla ilgili emareler ortaya çıksa da İran ile Türkiye iyi ilişkiler geliştiren ülkeler konumundadır. Yüzlerce yıldır iki ülke birbirlerine hep saygılı davranmışlardır. Bu konjonktürde İran için en önemli ülkelerden birisi Türkiye’dir. Dolayısıyla Türkiye ile ilişkilerini her zaman iyi tutmak istemektedir. İran’dan gelecek gazın Avrupa’ya ulaştırılmasında Türkiye kilit roldedir. Türkiye aynı zamanda bölgede önemli bir ülkedir. Bu açılardan bakıldığında Tahran Ankara ile ilişkilerini iyi tutmak isteyecektir. Türkiye de neden böyle bir ortamda menfaatlerini maksimize edecek bir girişimde bulunmasın?
Nasıl olabilir?
Türkiye, bir taraftan Batı ve ABD ile ilişkilerini iyi seviyede tutarken diğer taraftan İran-Batı sorunlu ilişkilerinde aracılık ve uzlaştırıcılık rolüyle hem İran’la ilişkilerini olumsuz etkilemeyecek hem de Batı ile ilişkilerini de bozmayacak şekilde ilişkilerini geliştirebilir. Bana göre bu yaklaşım Türkiye açısından en doğru yaklaşımdır.
İran’ın tehdit algılamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle, kendisini şer ekseni ülkeler içerisinde sayan dünyanın süper gücü ABD hemen yanı başına yerleşmiş durumda. İran doğal olarak ABD tarafından kendini yakın tehdit altında hissediyor. Baktığımızda tehdit sadece iç güvenliğine yönelik değildir. Aynı zamanda İran, ABD’nin esas amacının petrol ve doğalgaz olduğunu biliyor. Petrol piyasasında ABD şirketlerini öne çıkararak pazarda başat konum elde edeceğini düşünüyor. Hatta Irak petrollerini kontrol ederek OPEC içerisinde kontrolü ele geçirmek istediğinden şüpheleniyor. ABD’nin bölgede bulunmasını Fars milliyetçiliği, devrim ihracı ve Şiilik yönlerinden İran’ın yayılmacılığına ve etki alanını genişletmesine engel olarak görüyor. Yani bir kuşatılmışlık psikolojisi içinde olduğunu söyleyebiliriz.
İran bu durumda nasıl bir strateji geliştirebilir?
Eğer her taraftan dünyanın en büyük gücü sizi baskı altında tutuyor ve tehdit ediyorsa yapılacak tek şey bu tehdidi azaltmaya yönelik tedbirler geliştirmektir. İran askeri gücüyle ve yapılanmasıyla ABD’yi kısmen caydırabilir. Bu caydırma sadece karasal alanda bir caydırma olabilir. Yani ABD’nin Irak’a yaptığı gibi bir kara harekâtına kalkışması oldukça zordur. Salt hava kuvvetleriyle yapılacak bir askeri operasyon ise caydırıcı bir özellik taşımayacaktır. İran’ın ise elinde başka kozları var. Orta Doğu enerji ulaşım hatlarında çok önemli yer tutan Basra Körfezi-Hürmüz boğazı yolunu güvenli olmaktan çıkararak ABD’nin çıkarlarına zarar verebilir. Ancak, bunu da deniz kuvvetleri yoluyla gerçekleştirmesi çok zor. Bunun için imkânları kısıtlı. Yapabileceği tek şey uzun menzilli füzelerle, roketlerle, konvansiyonel başlıklarla bunu gerçekleştirebilecek duruma gelmektir. İran hızlı bir şekilde füze teknolojisini geliştirmeye çalışıyor. Kuzey Kore, Rusya ve Çin’den teknoloji transferi yapmak, 5000 km menzilli füzeler geliştirmek istiyor. Uzaya roket yollayabilecek duruma gelmeye çalışıyor.
İran’ın uydu teknolojisi geliştirme çabalarını da bu bağlamda değerlendirebilir miyiz? Yani aslında hedef uzay konusunu askeri amaçlı kullanabilmek mi sizce?
Uzay hem istihbarat amaçlı olarak kullanılır hem de kıtalararası balistik füzeler için bir aşamadır. Bu nedenle İran, hem kısa ve orta menzilli hem de uzun menzilli füzeler geliştirmek istiyor. Rusya, Kuzey Kore ve Çin ile bu yüzden yakın ilişkiler içerisinde. Konvansiyonel silahların tahrip edici etkisi sınırlıdır. Hele ABD gibi bir süper gücü tamamen caydırıcı etkiye sahip değillerdir. İran füze sistemlerinin yanı sıra uydu sistemlerini de geliştirmeye çalışıyor. İleriki yıllarda uzaya uydu fırlatacak. Roket ve füze sistemlerinin yanında uydu sistemlerini de geliştiriyor. Konvansiyonel silahlar yeterli görülmediği için nükleer silah da üretmeye çalışıyor. Yani, barışçıl enerji üretmek gibi bahaneler olsa da İran’ın nükleer çalışmalarının esas amacı nükleer silah üretmektir.
Kuşatılmışlık ve tehdit altında olma psikolojisi içerisindeki İran’ın konumundaki bir ülke için de başka çıkar yol yoktur. Konvansiyonel başlıklı füze sistemleri de tek başına bir anlam ifade etmez. Ama orta ve uzun menzilli füzeler nükleer başlıkla birleşince çarpan etkisi yaratıyor ve etkisi çok artıyor. İran’ın nükleer silah ürettiğini ve Basra körfezindeki Amerikan kuvvetleri için yaratacağı problemi ve bölge üzerindeki etkisini düşünün! Bu durum ABD’ye destek veren diğer ülkeler üzerinde de etki yapacaktır. Aynı zamanda popülaritesini artıracağından dolayı İran’ın devrim ihracı yönündeki çalışmalarına olumlu katkı yapacaktır.
İran, uydu sistemleri, kıtalararası balistik füze ve nükleer silah yapma girişimleriyle ABD’yi kendi kıtasında rahatsız eder duruma gelmek istiyor. İran eğer bunu başarırsa ABD’nin kendisine karşı daha temkinli davranmak zorunda kalacağına inanıyor.
Kuzey Kore örneğinde olduğu gibi mi demek istiyorsunuz?
Evet. Bakın Kuzey Kore henüz ABD’ye ulaşacak menzilde füzelere sahip değil ama bu haliyle bile ABD’yi oldukça zorluyor. ABD yönetimi tarafından Kuzey Kore’ye takınılan tavırla İran’a yakınılan tavır oldukça farklıdır. ABD şu anda Kuzey Kore ile daha yumuşak bir şekilde ilişkilerini sürdürüyor. İran’ın da ulaşmak istediği nokta ilk olarak budur. ABD’nin bunu oldukça ciddiye aldığını görüyoruz. ABD, bölgede ve Avrupa’da füze savunma sistemleri kurmak suretiyle buna karşı önlem alıyor.
İran’ın güvenlik stratejilerinden birisi yıllardır “Batı Karşıtlığı”dır. Bunun sebebi nedir?
Batı karşıtlığı devrim ihracının İran iç siyasetinde devamlılığını sağlayan önemli unsurlardan birisidir. ABD’yi düşman olarak gören İran halkı devrim ihracı için birlikteliğini ve beraberliğini sürdürüyor. Bölgedeki Şii örgütlenmelerinin hepsinin arkasında İran’ı görüyoruz. Irak’ta da bu durum geçerlidir. Irak’ın nüfusunun %60’ı Şii’dir ve Irak parçalanırsa orada Şii bir devlet ortaya çıkacaktır. Bu devletin tecrübesi olmadığından ayakta kalabilmesi için doğal müttefiki sayılan İran’la iyi ilişkiler geliştirmek zorunda kalacaktır. Şii nüfus sadece Irak’ta değil Suriye, Lübnan, Bahreyn gibi ülkelerde de vardır. Bölgedeki Şii örgütlenmeleri kullanmak suretiyle ABD’yi rahatsız etmek ve istediği açılımları sağlamak İran’ın güvenlik stratejisinin ana unsurlarındandır.
Türkiye ne yapmalıdır ya da ne yapabilir?
Batı ile olumlu yönde ilişkilerini geliştirmesi Türkiye’nin menfaatlerine uygundur ki öyle de yapıyor zaten. Türkiye, bölgede güvenlik ve istikrarın temeli, medeniyetler arası bir köprü ve enerji koridorlarının geçtiği bir güzergâh olarak jeopolitik değerini her geçen gün artırıyor. İran’la ilişkilerin geliştirilmesi Batı ile ilişkilerin geliştirilmesine olumsuz etkiler yaptığı gibi olumlu etkiler de yapabiliyor. ABD’nin İran’a karşı yaptırımlarında Türkiye’yi zorlama durumu ortaya çıkabilir, ancak ABD İran yüzünden Türkiye’yi kaybetme riskini göze alamaz. Birçok stratejistin dediği gibi, ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkarması söz konusu olmadığı gibi Türkiye ihmal edilebilecek bir ülke de değildir. Diğer taraftan, Türkiye Tahran tarafından Batı ile hareket eden bir düşman gibi görülebilir. Türkiye Batı yanlısı olmasına rağmen İran’ın dünyaya açılım kapısı da olabilir. Bu da İran ile ilişkileri olumlu yönde etkileyen unsurlardan bir tanesidir. Böyle bir pozisyonda Türkiye mevcut askeri, ekonomik ve sosyal gücünü bu ortama uygun şekilde değerlendirmek suretiyle ilişkileri kendi menfaatleri ölçüsünde dengeleyebilir. Bu açıdan, Türkiye ABD’nin her istediğini yapma pozisyonunda olmamalıdır. Kendi çıkarlarını her zaman ön planda tutmalıdır. Kendi menfaatlerinin tersine olan durumlarda hayır diyebilmelidir.
İran’ın nükleer silah üretmesi Türkiye’nin pek tabiî ki aleyhinedir. Dolayısıyla bu noktada ABD’nin İran üzerindeki baskıların artmasını olumlu karşılayabilir. Bunu İran’la ilişkilerini bozmadan yürütebilir. Hem İran’ı nükleer silah üretmekten caydırabilir hem de ABD ve İran ile ilişkilerini de bozmamış olur. İran konusunda ABD’nin bölgede tamamen yönlendirir bir pozisyonda görünmemesi için bunlar önemli noktalardır. İran ile de ilişkilerini geliştirirken dikkat edilmesi gereken şey ABD’yi çok fazla rahatsız etmeyecek noktaların dikkate alınmasıdır. Bu noktada Türkiye dengeleri uygun şekilde kullanabildiği takdirde menfaatlerini maksimize edebilecektir. Ne ABD ne de İran ile ilişkiler Türkiye’nin vazgeçebileceği ilişkilerdir.
Doç.Dr.Atilla SANDIKLI
BİLGESAM Başkanı