Son dönemlerde İran İslam Cumhuriyeti oldukça kritik olaylara ev sahipliği yapıyor. Ekonomik gerekçelerle başlayan protestolar, Amerika-İran arasında kriz haline dönüşen Nükleer Anlaşma, İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Toplantısı gibi birçok gelişme başta Ortadoğu olmak üzere yabancı medya tarafından ilgiyle takip edilmesi İran’ın bölgede önemli aktörlerden biri olmasından kaynaklanıyor.
1979 devriminin gerçekleşmesinden bu yana ekonomisini sağlam bir zemine oturtamayan İran; yoksulluk, hayat pahalılığı, yolsuzluk gibi nedenlerle ülkede büyük yankı uyandıran protesto gösterilerine maruz kaldı.
28 Aralık 2017 tarihinde başlayan bu protestolar ilk olarak ülkenin ikinci büyük şehri olan Meşhed’de patlak verdi. Olayın kıvılcımını ateşleyen ise temel gıda ve üretim maddelerinin haddinden fazla zamlanması ve Devrim Muhafızlarına ait bankaların batması nedeniyle birçok İranlının bir günde fakirleşmesi oldu.
Diğer yandan ülke ekonomisinin bu şekilde dalgalanmalara maruz kalmasının nedeni irdelendiğinde, ABD tarafından uygulanan ambargoların bu krizin doğuşuna büyük ölçüde kaynak sağladığı da göz önündedir.
ABD’nin İran’ın Ortadoğu’da sahip olduğu stratejik konumu sebebiyle nükleer silah temin etmesini bir tehdit olarak algılaması ve bunu engellemek üzere ülkeye şiddeti her gün artan çeşitli ambargolar uygulaması devlet ekonomisini günden güne kötü etkilemiştir. İran zamanla bu ambargolara karşı ‘Direniş Ekonomisi’ geliştirse de ekonominin devlet tekelinde bulunması ve düzenli bir gelişim göstermesi durumuna bir de yaptırımlar eklenince İran ekonomik olarak oldukça zor bir döneme girmiştir.[1] Görüldüğü üzere Trump yönetimi altındaki ABD ile İran arasındaki nükleer kriz özellikle İran için ciddi zararlara neden olmaktadır.
Peki, bu nükleer krizin doğmasına kaynaklık eden nedir? Bunu irdeleyebilmek için öncelikle nükleer silahın ne olduğunu ve bu silahın temin edilmesinin ülkelere nasıl fayda ve zarar sağlayacağının iyi anlaşılması gerekmektedir. Bilindiği kadarıyla nükleer enerji temelde madde atomlarının parçalanması ya da iki ayrı atomun birleştirilmesi yollarıyla açığa çıkan enerjiyi belirtmek üzere kullanılır. Bu enerjiyi önemli kılan ise silah olarak kullanıldığında klasik silahlara nispeten bölgede etki alanı kilometrelere ulaşan ağır tahribatlara yol açması ve sahip olduğu radyoaktif maddelerin çevrede hastalık ve ölümlere yol açmasıdır.[2]
Bir kitle imha silahı olarak nükleer silahın neden olduğu birçok ağır tahribat nedeniyle dünya barışını tehdit eden bir unsur olarak algılanmaktadır. Özellikle Ortadoğu’ da önemli aktör olan İran’ın nükleer silah elde etme çalışmaları uluslararası toplum tarafından endişeyle karşılanmaktadır.
Dünyada hâkim güç olma tekelini elinde bulunduran ABD aynı zamanda tarihte ilk nükleer bombayı üreten ve bu bombayı ilk ve tek kez bir ülke üzerinde kullanan ülkedir. 1945 yılında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine yaptığı atışlarda binlerce insanın ölümüne neden olmuş ve bununla birlikte bölgenin radyoaktif maddelerden kaynaklanan çeşitli hastalıklarla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur. Ancak dönemin ABD kamuoyuna nükleer silahlanmanın yarattığı bu facia hakkındaki kanaatlerine dair kamuoyu araştırması yapıldığında araştırma sonuçları göstermiştir ki sivil halkın büyük bir çoğunluğu -özellikle cumhuriyetçi seçmen- ABD’nin savaşı durdurmak adına bu silahı kullanması yerinde bir harekettir. Ve dolayısıyla ABD’nin nükleer silaha sahip olmasını ve gerektiği yerde bunu kullanması savaşın gerektirdiği bir durumdur.
Zaman içerisinde nükleer silaha sahip olan ülkeler ABD ile sınırlı kalmamıştır. ABD ile başlayan bu yolda sırasıyla Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin de geçmiştir. Nükleer silahın bu denli kullanımı dünya ülkelerinin endişelenmesine neden olduğundan uluslararası bir anlaşmanın yapılmasını da zorunlu hale getirmiştir. 1968 yılında imzalanan bu anlaşma aynı zamanda diğer dünya ülkelerinin de nükleer silaha sahip olmasını engelleyecek düzeydedir.
İran İslam Cumhuriyeti ortaya koyduğu tarihsel sürecin ve psikolojik yapının etkisinin yanında, yer aldığı jeopolitik ve jeostratejik konum sebebiyle kendini güvende hissetmemekte, daha doğrusu ‘kendisini düşman bir çevrede düşmanca ilişkilerin ortasında görmektedir’.[3] Bu gibi durumlar göz önünde bulundurulduğunda İran’ın kendine ait nükleer silah temin etme arayışı haklı sebebe bürünmektedir. Ancak bölgede çıkarları olan hegemonik güçlerinde bu duruma memnun kalmayacağı aşikârdır. Ve bu bağlamda ABD çıkarlarının güvenliğinden endişelenen ülkelerin başında gelmektedir.
ABD’nin İran’ın Ortadoğu’ da sahip olduğu stratejik konum sebebiyle nükleer silah temin etmesini bir tehdit olarak algılaması, İran İslam Devleti’ne şiddeti her gün artan çeşitli ambargolar uygulamanın temel sebebini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu ambargo uygulamalarına Avrupa da katılmış, bu durum ise İran İslam Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomisini günden güne kötü etkilemiştir. Bu durum ise iki ülke arasında Nükleer Anlaşmanın gerçekleşmesini zorunlu kılmıştır. Ancak bu anlaşmanın istikrarlı bir şekilde ilerlediğini söyleyemeyiz.İnişli çıkışlı bir macerası var, son gelişmelere göre İran’ın Kapsamlı Ortak Eylem Planı (JCPOA) olarak bilinen nükleer anlaşmaya uyduğunun onaylanmaması Trump Hükümeti ile İran İslam Devleti’nin arasında gerilimin artmasına sebep olmuştur diyebiliriz.
Protestoların doğuşuna kaynaklık eden bu ekonomik sebepler ve ekonomik sebeplerin temelinde yer alan nükleer kriz üstünde düşünülmesi ve tartışılması gereken önemli detaylardan bazılarıdır. Bütün bunlarla birlikte bu protestoların bir süre sonra siyasi bir söyleme dönüşmesi ise üstünde durulması gereken diğer önemli noktadır.
İran toplumunun bazı kesimleri gerçekleşen bu protestoların Ruhani muhalifi Seyyid İbrahim Reisi tarafından başlatılmış olabileceğini düşünüyor. Protestolarda kullanılan “Ruhani’ye Ölüm” şeklindeki sloganlar da bu düşünceyi destekler nitelikte olduğu söylenebilir. Ancak süreç içerisinde sloganların muhatabını değiştirmesi ve Seyyid İbrahim Reisi’nin de müttefiki olan Devrim Lideri Ayetullah Ali Hamaney’e yönelik “Diktatöre Ölüm” şekline evirilmesi,var olan bu şüpheleri de ortadan kaldırdığı söylenebilir.
Dini Lider Ali Hamaney ise eylemlerin sorumlusunun dış güçler olduğunu düşünüyor. Yine aynı şekilde Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin de Hamaney ile aynı eksende açıklamalar yaptığı söylenebilir. Buna göre silahlı kuvvetler ve hükümet arasındaki güçlü birliğinin olması, İran İslam Devleti’nin dünyadaki başarısı ve siyasi zaferleri, aynı zamanda, ABD’nin nükleer anlaşmayı ortadan kaldırmaya çalışması gibi nedenler dış güçlerin bu protestoları desteklemesi için yeterli sebeplerdir. Bununla alakalı olarak yine ABD’nin İran Devleti’ne karşı mücadele etmek amacıyla yeni yaptırımlar oluşturmaya başlamasına dünyanın karşı çıktığını ve buna mukabil dış güçlerin attığı ilk adımda başarısız olduğunu belirtmiştir.
İran Devrimi’nden bu yana bu tarz protestolar ilk değilse de büyüklüğü bakımından Yeşil Hareket eylemleriyle bir karşılaştırma yapılabilir. Yeşil Hareket’in siyasi nedenlerden doğup ekonomik temele bürünmesi, bugünün eylemlerinin ise tam aksine ekonomik temelli doğup sonradan siyasileşmesi en temel zıtlığı oluşturuyor. Aynı zaman da günümüz eyleminin Meşhed kentinde başlayarak sosyal medya aracılığıyla ülkenin diğer şehirlere hızlıca yayılması da yeni toplumsal hareketlerinin üzerinde durduğu önemli bir konu olarak yer almaktadır.
Diğer yandan Yeşil Hareket eyleminde halk geneli,eyleme yoğun bir talep göstermezken, günümüz protestolarında halkın eyleme ilgi göstererek kısa sürede büyük bir kesime ulaştığını görmek iki dönem arasındaki sosyo-ekonomik faktörlerin ne yönde bir değişkenlik gösterdiğini incelemeyi zorunlu kılmaktadır. Aynı zamanda Devlet başkanı Ruhani’nin yasal çerçevede “her bireyin protesto yapmaya hakkı vardır” şeklide açıklaması bu eylemler için ortaya konması gereken önemli gelişmelerden bazılarıdır.
Yine bununla alakalı olarak ABD ve Avrupa gibi dış güçlerin basın yayın organları İran’daki eylemlerde halkı destekleyen bir tavır takınması ve halk özgürlüğüne dem vurarak siyasi söylemi biraz daha alevlendirmeye çalışan tavrı Devrim Lideri Ali Hamaney ve Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin düşünce ve açıklamalarında haklılık payı aratmaktadır.
Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin ise, gerçekleşen protestoları İran içişleri olarak değerlendirmesi ve devletten yana rol oynaması, bu ülkelerin İran İslam Devleti ile iyi ilişkilerini sürdürmeye devam etmek istemesi şeklinde de yorumlanabilir.
Protestolarda dikkat çeken bir diğer nokta ise İran halkının protestolarda kullandığı sloganlardır. ‘Ne Gazze ne Lübnan, Canım feda sana İran’, ‘Suriye’yi değil bizleri düşünün’ gibi siyasi içerikli sloganların protesto içinde yer alması halkın bir kısmının düşüncesini yansıtmasının yanı sıra diğer büyük bir kısmı tarafından da Müslüman Ortadoğu toplumlarını ayrıştırdığı gerekçesiyle eleştirildiği de gözlemlenmiştir.
İran İslam Devleti’nin Ortadoğu’ da aktif rol oynaması ve son zamanlarda İslam toplumlarını birleştirmek üzere yaptığı konuşmalar, özellikle İSİBAP toplantılarında, bu tarz ayrımcı siyasi söylemleri bertaraf etme amacından kaynaklanıyor olabilir.
Bu yıl 13’üncüsü Tahran ‘da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Konferansı (İSİPAB) 17 ülke meclis başkanı, 14’ü ise meclis başkan yardımcısı olmak üzere 44 ülkenin katılım sağlamasıyla gerçekleştirildi. Konferansta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi Arap ülkelerinden herhangi bir katılım gerçekleşmemesi toplantıya katılan birçok ülkenin de tepkisine neden olmuştur.
İran İslam Devlet Başkanı Hasan Ruhani’nin konferans açılışında İslam toplumlarını birleştirme ve aynı amaç için bir arada durarak emperyalist güçlere karşı güçlü durma çağrısı üzerine durması gayet akil ve makul bir tutum olarak düşünülebilir. Ruhani düşüncelerini şu şekilde dile getiriyor: “İhtilaflarımızı bir kenara bırakmalıyız, işbirliğiyle insani ve maddi imkânlarımızdan istifade etmeli, yabancılara bağımlılığımızı azaltmalı ve İslam ülkelerinin gelişmesine katkı sunmalıyız.”[4]
Ortadoğu’nun ekonomik ve siyasi sebeplerle gösterdiği istikrarsız tutumunu göz önünde bulundurunca emperyalist güçlerin saldırısından kurtulmanın yolu da bu toplumların bir araya gelip çıkarlarını gözetmekten geçmelidir kanaatine varabiliriz.
İSBAP’ın kuruluş amacı da bu konunun çok da dışında değil. Tanımlandığı gibi, “İslam medeniyetinin farklı yönlerini vurgulayarak Kutsal İslam ilkelerinin tanıtılması ve yayılması, ortak hedefler oluşturma amacıyla diğer parlamento, hükümet veya sivil toplum örgütleriyle ilişkilerin, iş birliğinin ve koordinasyonunun güçlendirilmesi, adalet temelinde insan hakları ve insani ilkelere saygının artırılması ve savunulması ve bununla birlikte barışın tesisi için dünya halkları arasında koordinasyonun güçlendirilmesi.” amaçlarını barındırıyor.[5]
Tahran yetkilileri konferans boyunca da ikili ilişkileri güçlendirmek adına Umman, Senegal, Pakistan gibi ülkelerin temsilcileriyle de bir araya gelerek ekonomi, siyaset ortak çıkar adına da fikir alışverişinde bulunma şansı elde ettiler.
Sonuç olarak, İran’ın değişken ekonomik yapısı ve Ortadoğu’da bulunduğu stratejik konumu sebebiyle adından uzun bir zaman söz ettirecekmiş gibi görünüyor. Ekonomik çöküş ve yoksulluk nedeniyle çıkan protestoları sakin bir şekilde dindirmiş gibi görünüyor. Tabi ki bu durumda Devlet Başkanı Ruhani’nin uzlaşmacı bir tavır takınmasının da büyük faydası var. Ancak oluşacak herhangi bir kıvılcım yeni bir hareketlenmeye neden olabilir. Genelini işçi sınıfı ve fakirlerin oluşturduğu ayaklanmaların yenilenmemesi için İran gerek iç gerekse dış politikada dikkatli adımlar atmalıdır. Aynı şekilde İran’ın İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği Konferansında takındığı birleştirici tavır Ortadoğu toplumları için ihtiyaç duyulan bağı kısmi olarak sağlayacak gibi görünse de ileride atılacak adımlar gidişatı daha belirgin hale getirecektir.
Nesibe Ebrar ÇALIŞKAN
Araştırma Asistanı
Dipnotlar:
[1] Mehmet Koç ve Serhan Afacan, İran’da Değişim Dinamikleri, Ankara, İRAM, 2016, s. 4-5
[2]Nükleer Silah, KGM, http://www.kgm.gov.tr/SiteCollectionDocuments/KGMdocuments/Baskanliklar/BaskanliklarSavunmaUzmanligi/nukleer.pdf, (Erişim Tarihi: 28.01.2018)
[3] Ünal Gündoğan, İran ve Ortadoğu: 1979 İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi, Ankara: Adres Yayınları, 2010, ss. 455.
[4] “Ruhani: İslam Ülkeleri ihtilaflarını bir kenara bırakmalılar”, İslam Cumhuriyeti Haber Ajansı (IRNA), 16 Ocak 2018, http://www.irna.ir/tr/News/3573383 ( Erişim tarihi: 28.01.2018).
[5] “Özçelik, İran Yolcusu”, Burdur Haber Sitesi (Bomba 15), 16 Ocak 2018, http://www.bomba15.com/haber/Siyaset/bayram-ozcelik-islam-isbirligi-teskilati-parlamento-birligi-konferansina-katilacak/8382.html (Erişim Tarihi: 28.01.2018).
Kaynakça:
- AFACAN, Serhan. (2018), “İran’da ‘Sahipsiz’ Protestolar ve Kronik Sorunlar”, https://www.iramcenter.org/iranda-sahipsiz-protestolar-ve-kronik-sorunlar/ (17.01.2018).
- BBC NEWS. (2018), “Iran protests: US urges release of ‘peaceful’ demonstrators”, http://www.bbc.com/news/world-middle-east-42643654?intlink_from_url=http://www.bbc.com/news/topics/c34k51rkynrt/iran-protests&link_location=live-reporting-story (17.01.2018).
- Anonim (2017), “İran’da neler oluyor? 6 soruda hükümet karşıtı protestolar”, https://www.evrensel.net/haber/342064/iranda-neler-oluyor-6-soruda-hukumet-karsiti-protestolar (17.01.2018).
- GÜNDOĞAN, Ünal. (2010), “İran ve Ortadoğu: 1979 İslam Devrimi’nin Ortadoğu Dengelerine Etkisi”, 1.Baskı, Ankara: Adres Yayınları.
- İRAN-DAİLY. (2018), “Rouhani: Iran views no Muslim country as ‘rival’”, http://www.iran-daily.com/News/208188.html?catid=3&title=Rouhani–Iran-views-no-Muslim-country-as–rival- (17.01.2018).
- KOÇ, Mehmet, AFACAN, Serhan. (2016), “İran’da Değişim Dinamikleri”, İram Perspektif No:1.
- KONUKÇU, Yasemin. (2018), “ABD’nin Nükleer Siyaseti ve İran”, http://ordaf.org/abdnin-nukleer-siyaseti-ve-iran/ (17.01.2018).
- (2018), “Tahran’da İslam İşbirliği Teşkilatı 13. Parlamento Birliği Konferansı düzenleniyor”, http://parstoday.com/tr/news/iran-i95931-tahran%27da_%C4%B0slam_%C4%B0%C5%9Fbirli%C4%9Fi_te%C5%9Fkilat%C4%B1_13._parlamento_birli%C4%9Fi_konferans%C4%B1_d%C3%BCzenleniyor (17.01.2018).