Kitap Analizi: İran Nükleer Krizi

Bu çalışmanın amacı, dünya gündeminin ilk sıralarında yer alan ve hâlihazırda şuan için de devam etmekte olan İran nükleer krizi hakkında Arzu Celalifer Ekinci tarafından yazılmış olan “İran Nükleer Krizi” adlı kitabın incelemesini yaparak kitap hakkında genel bir kanı oluşturabilmektir. Bu amaç doğrultusunda yazı üç bölümden oluşacaktır. İlk olarak kitabın yazarı tanıtılacak, daha sonra kitap hakkında bilgi verilecek ve kitabın kısaca neler ihtiva ettiği üzerinde durulmaya çalışılacak son olarak da sonuç bölümünde genel bir değerlendirme yapılarak çalışma sonlandırılacaktır.

Kitabın yazarı Arzu Celalifer Ekinci 1977 yılında Tahran’da doğmuş olup ilköğrenimini İran’da, orta ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladıktan sonra 1998 yılında Ankara Üniversitesi SBF (Mülkiye) Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olmuştur. Aynı yıl Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans eğitimine başlamış ve 2001 yılında mezun olmuştur. Yüksek lisans öğrenimi sırasında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinde gönüllü olarak çalışan Celalifer, mezuniyetinden bir süre sonra Anadolu Kalkınma Vakfında İran ve Afganistan Proje Koordinatörü olarak işe başlamıştır. Daha sonra 2003 yılında başlamış olduğu doktorasını 2008 yılında bitirmiştir. Şuan halen Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezinde İran ve Ortadoğu uzmanı olarak çalışmakta olan Celalifer, aynı zamanda Uluslararası Hukuk ve Politika dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürütmektedir.

Kitabın yazarını kısaca tanıttıktan sonra kitabın neler içerdiğine bakalım. Kitap üç ana bölüm ve bunların alt başlıklarından oluşmuştur. Birinci bölümde İran nükleer programının tarihsel arka planı ve krizin ortaya çıkışı ele alınmıştır. Bu birinci bölüm de üç alt başlık altında incelenmiş ve ilk olarak dünyanın nükleer enerji ile nasıl tanıştığı, nükleer teknolojinin dünyaya alternatif bir enerji olarak tanıtılmasındaki nedenler incelenmiş olup daha sonra İran’ın nükleer teknolojiye ilişkin hedefleri, çalışmaları ve geldiği noktanın anlaşılabilmesi için İran nükleer programının tarihsel arka planı üzerinde durulmuştur. Bu noktada dikkati çeken bazı anekdotlar ise şöyle sıralanabilir. Örneğin dünyada ilk nükleer enerji ile tanışan devlet ABD olmuştur ve ilk nükleer silah denemesini 16 Temmuz 1945 yılında yapmıştır (Trinity). Daha sonra bunu Little Boy ve Fat Man adlı Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları takip etmiştir. ABD nükleer teknoloji ile ilgili bilgilerini ilk zamanlar hiçbir devlet ile paylaşmazken 1949 yılında Sovyetlerinde bu kapasiteye ulaşması ile müttefiki İngiltere ile bu bilgilerini paylaşmıştır. Daha sonraları sırasıyla Fransa, Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan ve Pakistan nükleer kapasiteye sahip olan ülkeler olmuşturlar. Bu minvalde özellikle İran İslam devrimi öncesi “ABD müttefiki İran” için gerekli olan nükleer programın devrim sonrası “ABD düşmanı İran” için nasıl yasak elmaya dönüştüğü üzerinde durulmuştur. Ve bu bölümde son olarak 14 Ağustos 2002 tarihinde rejim muhalifi Halkın Mücahitleri Örgütü’nün yapmış olduğu basın açıklaması ile ortaya çıkan gizli tesislerle başlayan nükleer kriz süreci kronolojik sırayla ele alınmıştır.

İkinci bölümde ise Avrupa Birliği’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası çerçevesinde İran’a ve İran nükleer krizine yaklaşımı ele alınmıştır. Bu süreçte özellikle 3 AB üyesi (Fransa, İngiltere ve Almanya) aktif rol almaya çalışmış ve bunlar AB’yi temsilen arabuluculuk müzakerelerine katılmışlardır. AB’nin bu süreçte aktif rol oynamaya çalışmasında ise yazar üç temel neden saymıştır. Bunlar;

  1. Irak benzeri bir tecrübenin yaşanmak istenmemesi.

2. İran gibi önemli bir ticari partneri kaybetmemek.

3. AB’nin küresel aktör olma yolundaki prestijini arttırmak.

Burada yazar tarafından Avrupa Birliğinin kriz süresince rolü ve yaklaşımlarının baz alınmış olmasındaki en temel sebep AB’nin olayın taraflarından biri olmaması dolayısıyla AB perspektifinden olaya bakmanın görece daha objektif bir duruş sağlayacağını düşünmüş olmasıdır. Diğer taraftan hem ABD hem de İran krizin tarafları olmaları sebebiyle konu hakkında genellikle spekülatif veya kamuoyunu yönlendirme maksatlı manipülatif haberler, bilgiler sunma kaygısında olmuşturlar. Bu kapsamda İran-Avrupa Birliği ilişkileri, 1979-1989 (Avrupa Topluluğu İran ilişkileri minimum), 1989-1997 (İran’la eleştirel diyalog sürecinin başlatılması), 1997-2003 (Hatemi ile başlayan kapsamlı diyalog süreci), 2003-2007 (Nükleer krizle başlayan zorlayıcı diplomasi süreci) olmak üzere dört döneme ayrılmak suretiyle incelenmiştir.

Son olarak kitabın üçüncü bölümünde ise, ABD’nin kriz sürecindeki rolü ve transatlantik yaklaşımların karşılaştırılması yapılmaya çalışılmıştır. Bu bölümün alt başlıklarında ise ABD’nin İran İslam devrimi sonrasında izlediği İran politikası, İran nükleer krizinin başlaması ve ABD’nin bu süreçteki rolü son olarak da kriz hususunda transatlantik yaklaşımların karşılaştırılması yapılmıştır. Bu bölümde dikkat çeken devrim öncesi İran’da ABD eliyle nükleer çalışmalar başlatılmışken devrimden sonra ABD’nin doğalgaz ve petrol zengini olan İran nükleer teknolojiye neden sahip olmak istiyor diyerek İran nükleer programının tam karşısında bir konum almış olmasıdır. Bu meyanda ABD’nin İran’a karşı izlediği politikalar ve attığı adımların sadece bölge ülkelerini etkilemekle kalmayıp, dolaylı olarak bütün dünyayı etkileme potansiyeline sahip olması sebebiyle izlenen politikaların ne derece önem arz ettiği üzerinde durulmuştur. Kenneth Pollack’tan yapılan şu alıntıda olayın vahametini anlamada açıklayıcı olacaktır. “Afganistan ve Irak’ta kullandığımız yöntemleri İran’a karşı kullanmamız yapacağımız en büyük hata olacaktır”.

Sonuç itibariyle, 14 Ağustos 2002’de başlayan İran nükleer krizinin salt bir uluslararası sorundan ziyade ABD ve İran arasında bir inatlaşma oyununa nasıl dönüştüğünü kitap boyunca rahatlıkla görebiliyoruz. Bu süreçte ABD’nin uyguladığı sert politika (hard policy) araçlarının İran’ı nükleer faaliyetlerinden vazgeçirmekten ziyade İran’ın nükleer faaliyetlerini bir onur meselesi olarak görmesine ve bu yöndeki çabalarını kamçılamaktan başka bir işe yaramadığını görüyoruz. Her ne kadar İran ilk zamanlar bu faaliyetlerinin ABD engeline takılacağı kaygısıyla bazı gizli faaliyetler yürütmüş olsa da gerek Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA) yayımladığı raporlarda gerekse 2007 yılında ABD Ulusal İstihbarat Raporunda (NIE) nükleer silah üretme yönünde bir çabaları olmadığı ortaya çıkmasına rağmen ABD’nin ısrarla sert söylemler içerisinde olması konuyu çıkmaz bir yol haline getirmiştir. Ayrıca ABD’nin bu noktada uyguladığı çifte standartta İran için iç politikada sık sık vurgu yapılan bir argüman olmuştur. Örneğin 13 Aralık 2006’da İsrail Başbakanı Ehud Olmert bir TV kanalında nükleer silahlara sahip oldukları izlenimini uyandıran ve “Nükleer Gaf” olarak nitelendirilen bir konuşma yapmış ve bu da sistemdeki çifte standardı gözler önüne sermiştir. Diğer taraftan ABD’nin sıkça dile getirdiği bir diğer argüman İran’ın petrol ve doğalgaz zengini bir ülke iken alternatif enerji amaçlı nükleer faaliyetler yürütmelerinin anlamsız olduğudur ancak ABD’nin yanı başında önemli bir petrol arzcısı olan Kanada’nın nükleer faaliyetler yürütmesini görmezden gelmesi ise diğer bir çarpıklık olarak göze çarpmaktadır. Bununla birlikte İran ise NPT antlaşmasına üye olması hasebiyle barışçıl amaçlı nükleer faaliyetler yürütmesinin temel haklarından bir olduğunu vurgulamaktadır.

Sonuç olarak, 2.5 yıllık bir araştırma sonucunda hazırlanmış olan İran Nükleer Krizi adlı kitap İran nükleer krizi hususunda Türkçe olarak hazırlanmış en kapsamlı çalışma niteliğini taşımaktadır. Bu vesileyle, İran nükleer krizi üzerine ilgisi olan ve bu alanda çalışmak isteyen herkesin başvurabileceği bir kaynaktır.

Yazar: Arzu Celalifer EKİNCİ – USAK Yayınları

İnceleyen: Ahmet Ufuk YILDIRIM – TUİÇ Stajyeri

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...