Washington tarafından Ankara dahil yakın müttefik başkentlere son günlerde sunulan kanıtların kalitesini bilecek ve ölçecek durumda değiliz. Konu ile ilgili doğru veya yanlış olduğu hemen ve kesin söylenemeyecek birçok ihtimal vardır. Meselenin önemi, hassasiyeti ve belirsizliği nedeniyle Ankara`nın (ve belki de Bakü’nün de) kesin yargıya varmada ve bunun üzerine harekete geçmede acele etmemesi (suspending judgment) gerekir. Önce ihtimallerin haritasını oluşturmaya çalışmak (mapping possibilities) ve kanıtların olgunlaşmasını beklemek daha doğru olur.
İran’ın yakalanma ihtimali yüksek, amatörce denebilecek böyle bir tezgaha, kazanacağı fazla bir şey yokken ve cezanın kesinliği ve şiddeti yüksekken neden girişmiş olabileceğini anlamak zordur. İran’ın geçmişinde “gözüpek” operasyonlar çoktur ama bu kadar acemicesi herhalde yoktur. Çok becerikli örgütlerin de zaman zaman boş bulunup ciddi hatalar yapmaları da elbette mümkündür ama iddialar yine de büyükçe bir soru işareti ile karşılanmalıdır.
Konu ile ilgili ilk akla gelen ihtimaller şunlardır:
1) İran içinden bazı unsurların Hamaney’i zor durumda bırakmak veya ABD ile İran arasında bir anlaşmanın önünü kapatmak için, ortaya çıkacağını bile bile böyle bir operasyona girişmiş olmaları,
2) İranlı bazı unsurların Batılı istihbarat örgütlerinin önlerine attıkları “oltaya” tutulmuş olmaları, ya da,
3) yabancı istihbarat örgütlerinin İran istihbaratına ciddi şekilde ya da sadece operasyonda adı geçen isimlerle sınırlı olarak sızması.
Öte yandan Irak savaşı öncesinde Saddam Hüseyn`in silah programları ile ilgili bilerek veya üçüncü taraflarca kandırılarak sonradan külliyen yanlış olduğu ortaya çıkan iddialarda bulunan ABD istihbaratının sicili ve inandırıcılığı sorunludur. Son iddialarla ilgili olarak da,
4) Amerikan yönetiminin ya da onun içindeki veya yakınındaki bazı unsurların İran’ı suçlayabilecek kanıtları abarttığından ve hatta ürettiğinden şüphelenme hakkımız vardır.
5) İsrail’in Tahran’ın nükleer programını durdurmak için önünde kısa süreli bir fırsat penceresi olduğuna inandığını ve İran’ı vurmak için ABD’nin önüne bazı yemler atmış olabileceği de düşünülebilir.
Böyle bir operasyondan İsrail ve ABD içindeki bazı unsurlar Tahran ile nükleer bir anlaşmanın önünü kapamak, Filistin konusunda ABD’nin tavrı nedeniyle ABD’den uzaklaşma tehdidinde bulunan Suudileri daha fazla kendilerine yakın tutmak, G. Amerika’da İran ve Hizbullah’ın artan etkisine ket vurmak, belki İran’a yönelik askeri operasyonun yolunu açmak, Tahran’daki rejim içindeki çatlakları derinleştirmek ve Türkiye gibi üçüncü ülkeleri İran’dan uzaklaştırmak gibi amaçlar güdüyor olabilirler.
Türkiye ile İran arasında pürüz, güvensizlik, yaklaşım farklılığı ve hatta düpedüz çıkar çatışmalarının son dönemde artmaya başladığı açıktır. Ankara’nın füze savunması sistemini kendi topraklarında konuşlandırma konusunda “apar topar” aldığı karar, Suriye konusunda iki başkentin yaklaşımları arasındaki uçurum, PKK liderlerinden Karayılan’ın Tahran tarafından yakalanıp serbest bırakıldığı iddialarıyla beraber PKK ile mücadele konusunda İran’ın Ankara’ya tam güven vermeyen tavrı bu olumsuz trendin önemli unsurlarıdır. Ayrıca İran devletinden gelen Türkiye’yi tehdit eden açıklamaların da Tahran’da beklenenin aksine geri tepmesi daha yüksektir. Bu listeye Arap Baharı ya da Uyanışı`na kimin modellik ve ağabeylik edeceğine dair sessiz rekabeti, Ankara ne kadar bir parçası olmaya dirense de Orta Doğu’da etkin bir dinamik olmaya başlayan Şii-Sünni rekabetini ekleyebiliriz. Aslında bu iki aktörün coğrafi nedenlerle kolay kolay “savaşamayacakları,” ama kültürel ve jeopolitik nedenlerle de “uzun süre dost kalamayacaklarını” düşünmek daha doğru olabilir.
Öte yandan, Türkiye’nin enerji konusunda İran’a muhtemelen artarak devam edecek bağımlılığı, PKK konusunda Tahran ile tamamen aynı olmasa da bir ölçüye kadar benzer çıkarlara sahip olunması, İsrail ve Güney Kıbrıs ile yaşanan son gerilimlerden sonra bir de Tahran ile çatışma yaşamanın çekici olmaması gibi faktörler Türkiye’nin – karşı tarafça “tırmandırılmadıkça”- ikili ilişkide yaşanan gerilimleri kontrol altında tutmak istemesine neden olacaktır. Önümüzdeki dönemde muhtemel, “doğal,” kabul edilebilir ve belki de arzulanır olan gelişme İran’ın Şam’daki rejimin devrileceğini ve Suriye’deki başat dış aktör konumunu kaybettiğini yüksek sesle itiraf etmese de kabullenmesi ve ağırlığını Irak’a kaydırmasıdır. Ankara ve Tahran’ın Soğuk Savaş döneminin nüfuz pazarlıklarını andıran bir şekilde Irak ve Suriye’yi diğerini tam dışlamayan bir şekilde de olsa paylaşmaları üzerinde düşünülmesi gereken bir ihtimaldir.
Belki de son iddialarla ilgili Türkiye açısından en kritik soru şudur: İran’ın kısmen veya tamamen ABD içinde bir terör eylemini kafasında tarttığı, planladığı ve hatta uygulamaya geçtiğine ikna bile olsak, bu durumun Türkiye’nin İran ile ilişkilerinde ne kadar değişikliğe yol açması gerekir? İsrail’in Türk vatandaşlarını muhtemelen bilerek öldürmesi Washington’un İsrail’e karşı tutumunun değişmesine neden olmamıştır. Ermenistan’ın Türk topraklarında hak ilan etmeye devam etmesi ABD’nin bu ülkeye yaptığı yardımı etkilememiştir. Türkiye’nin Güney Kıbrıs ile yaşadığı son gerilimde ABD NATO müttefiki Türkiye’nin yanında olmamıştır. Belki de en önemlisi ABD’nin PKK konusundaki yaklaşımı ABD’li diplomatların tüm iddialarına ideal olmaktan hala çok uzaktır. Bu nedenle, İran’ın tüm eksiklik, kusur, kabahat ve suçlarına rağmen bu ülke ile ilişkilerimizde keskin bir bozulma yaşanacaksak bu direk Türkiye’yi ilgilendiren nedenlerle olmalıdır. Bizim tahminimiz İran’ın ABD ile yaşadığı bu son gerilim nedeniyle Tahran’ın en azından bir dönem için Ankara’nın gönlünü hoş tutma ihtiyacının artacağı şeklindedir.
Bu arada Ahmedinecat ve başka bazı İranlı yetkililerin yaptığı ve henüz Batı’da resmi bir karşılık bulamamış ama Graham Allison gibi saygın uzmanların değerlendirilmesi gerektiğini belirttiği son nükleer teklifle ilgili Türkiye’nin bir pozisyon oluşturması gerekir. ABD’nin iddialarının yarattığı iklimde bu teklif konusunda iyimser olmak kolay değildir ama bundan 18 ay önce ABD ile ilişkilerin bozulması pahasına takas anlaşmasında önemli bir rol oynamış Ankara’nın konuyla ilgisinin geçici bir hevesle sınırlı olmadığını göstermek için bu gereklidir.
Şanlı Bahadır Koç
Foreign Press Review Editörü