Ortadoğu’nun en önemli bölgesel aktörlerinden biri olan İran, Batı karşıtı tutumu ve gelişim aşamasında olan nükleer programı ile yıllardan bu yana uluslararası gündemin merkezinde yer almaktadır. Arap Baharı ile başlayan bölgesel değişim dalgasına, kendi otoriter yönetim anlayışını değiştireceği ve başta ABD olmak üzere Batı’nın çıkarlarını savunan bir anlayışı temsil ettiği için karşı çıkan ve özellikle Lübnan Hizbullah’ı ile kurduğu ittifak çerçevesinde Suriye’deki iç savaşa Esad lehinde müdahil olan İran, bugünlerde önemli bir iç siyasal gelişme ile çalkalanmaktadır. Nitekim 14 Haziran Cuma günü itibarıyla İran’da cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştirilmiştir. Mahmud Ahmedinecad’ın 8 yıllık iktidarının sona ermesi anlamını da taşıyan bu gelişme, ülke içerisindeki reformist-ılımlı kanat ile muhafazakarlar arasındaki çatışmayı ve anlaşmazlığı bir kez daha gözler önüne serdiği için oldukça anlamlıdır.
2009 yılında yapılan ve Mahmud Ahmedinecad’ın ikinci 4 yıllık döneminin başlangıcını ilan eden seçimlerin ardından, Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi tarafından temsil edilen reformcu kanadın, “seçimlerde usulsüzlük ve hile yapıldığı” gerekçesiyle sokaklara dökülmesi “Yeşil Hareket” adıyla anılan bir toplumsal tepki dalgasının kabarmasını beraberinde getirmişti. Ahmedinecad ve Dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in işbirliğinde güçlükle bastırılan bu eylemlerin ardından, İran’da zaten varolan gerginlik ve toplumsal kutuplaşma daha da artmıştı. 14 Haziran seçimleri, 2009 yılında yaşanan olayların ardından toplumun siyasal yörüngesinin yeniden test edileceği bir gelişme olduğu için, hem iktidarı temsil eden muhafazakar kanat hem de reformcu ılımlılar için çok önemli bir husus olarak addedilmiştir.
14 Haziran seçimlerinin kritik bir eşik olduğunu ortaya koyan en önemli hususlardan biri, iktidar dönemi, ekonomik kriz anlamında süreklilik ve uluslararası ambargolar tarafından sembolize edilen Mahmud Ahmedinecad’ın başkanlık koltuğunu “mecburen” bırakacak olmasıdır. Zira İran Anayasası’na göre, bir devlet başkanı üst üste en fazla iki dönem görev yapabilmektedir. Ahmedinecad ile dini lider Hamaney arasında, Ahmedinecad’ın ikinci görev döneminde (2009 sonrası) giderek artan tansiyon ve rekabet de muhafazakar kanat içerisindeki anlaşmazlıkları açıkça ortaya koymuştur. Bu durum, hem Velayet-i Fakih olarak adlandırılan Hamaney’in hem de Ahmedinecad ve taraftarlarının toplumsal meşruiyetini tartışmalı hale getirmiş ve muhafazakar kanat içerisindeki kişisel anlaşmazlıkların siyasal sürekliliği dahi yadsır hale geldiğini kanıtlamıştır. 14 Haziran cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhafazakar kanadın 3 aday tarafından temsil edilmesi, bu kanat içerisindeki anlaşmazlıkları ve kişisel rekabeti açıkça gösteren en önemli hususlardan biridir. Zira bu üç aday da aynı oy havuzuna hitap etmektedir ve ilk sonuçların da betimlediği üzere birbirleriyle girdikleri rekabetten, “mecburen” tek aday ile temsil edilen, reformcu kanat yararlanmıştır.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılan adaylara göz gezdirdiğimizde, seçime girmesine izin verilen 6 aday bulunduğunu ve bunların 3’ünün muhafazakar, 2’sinin bağımsız ve 1’inin de reformcu olarak addedildiğini görmekteyiz. Esasında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışmak üzere 30’u kadın 686 aday başvuruda bulunmuştu. Ancak Hamaney’e yakın isimlerin oluşturduğu Koruyucular Konseyi, bu adaylar arasından yalnızca 8’inin adaylığını onaylamış ve reformcu kanadın önderleri olarak görülen, daha önce de cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturmuş, Muhammed Hatemi ve Haşimi Rafsancani’nin adaylıklarına dahi izin vermemiştir. Bu durum İran’daki demokratik işleyişin ne denli arızalı olduğunu da kanıtlamaktadır. Öyle ki, 2009 seçimlerinde yarışan ve Yeşil Hareket’in önderleri olarak görülen Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi halen evlerinde gözetim altında tutulmaktadır.
İran’da cumhurbaşkanı 4 yıl süreyle görev yapmak için seçilmektedir. Anayasaya göre en fazla 2 dönem görev yapan cumhurbaşkanları, ülkenin en üst düzey ikinci yetkilisi olarak tanımlanmaktadır. Nitekim cumhurbaşkanının yetkileri dini liderin otoritesi ve yetkilerince sınırlanmaktadır. Öyle ki, dini lider, silahlı kuvvetlerin işleyişi, güvenlik ve savunma gibi alanlarla dış politikanın işleyişi bağlamında birincil derecede yetkili durumdadır. Bakanlar kurulunu cumhurbaşkanı seçmekte ve meclis de onaylamaktadır. 290 sandalyeli meclis de 4 yılda bir yenilenmektedir. Din adamlarından oluşan Danışma Meclisi ise, yılda 2 kez toplanmaktadır. Bu meclis, dini lideri seçmek, icraatlarını izlemek ve gerekirse görevden almak yetkisine sahip. Yani İran’da siyasal vesayeti işletme noktasında dini liderin ortağı konumundadır. 12 üyeye sahip olan Koruyucular Konseyi ise din adamları ve onlara yakın duran yargıçlar/hukukçulardan oluşuyor, yani muhafazalarların denetimindedir. Dini lidere danışmanlık hizmeti sunan konseyin aldığı kararlar, İran Meclisi’nin aldığı kararlardan üstündür. Bugün itibarıyla Ayetullah Ali Hamaney tarafından temsil edilen dini lider ise, Danışma Meclisi tarafından ömür boyu görev yapmak üzere seçilmektedir. Ordu ve Devrim Muhafızları’nın üst düzey komutanlarını dahi seçen dini lider, siyasal spektrumun en üst basamağıdır.
14 Haziran’da gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları, 3 adayla temsil edilen muhafazakar kanadın oylarının bölündüğünü ve reformcu olarak değerlendirilen aday Hasan Ruhani’nin %50,71 oyla seçimleri kazandığını ortaya koymaktadır. 50 milyon civarında seçmenin bulunduğu İran’da, seçimlere katılımın %72 olduğu da açıklanmıştır. Bu oranın, kutuplaşmış bir görünüm arz eden ve vesayet rejiminin hakim olduğu bir ülkede oldukça yüksek olduğu söylenebilir. Din adamı olan 64 yaşındaki Ruhani, daha önce parlamentoda birçok makamda bulunmuş eski bir nükleer baş müzakarecidir. Batı ile ilişkilerde uzlaşma arayışında olacağını ve siyasi tutukluların serbest bırakılması için çalışacağını ifade eden Ruhani, seçimlerde yarışmasına izin verilmeyen Hatemi ve Rafsancani’nin desteğini de almış durumdadır. Aynı zamanda, seçimlerde yarışmasına izin verilen tek gerçek reformcu olarak bilinen Muhammed Rıza Arif de reformcu kanadın oylarını bölmemek için yarıştan çekilmiş ve Ruhani’ye destek vermiştir.
Ruhani’nin açık kazandığı seçimlerde yarışan diğer isimlere göz gezdirdiğimizde ise, Tahran Belediye Başkanı ve pragmatist bir muhafazakar olarak bilinen Muhammed Bagir Kalibaf’ın, %16,5’lik oy oranı ile ikinci sırada kaldığını görüyoruz. Seçimlerin favori ismi olarak gösterilen Kalibaf’ın Ruhani’nin epey gerisinde oluşu, muhafazakar oyların 3 isim arasında bölünmesi ile açıklanabilir. Üçüncü sırada ise Hamaney’e yakınlığı ile bilinen nükleer başmüzakereci Said Celili %11,3’lük bir oy oranıyla yer almıştır. Devrim Muhafızları’nın eski komutanı, bağımsız aday, Muhsin Rızai ise %10,6’lık oy oranı ile dördüncü sırada kalmıştır. Bir diğer muhafazakar aday olan eski dışişleri bakanı Ali Ekber Velayeti ise %6,2’lik oy oranı ile beşinci sırada kalmıştır. Son sırada ise, %1,2’lik oy oranı ile eski telekomünikasyon bakanı, bağımsız aday Muhammed Garezi yer almaktadır.
14 Haziran seçimleri de göstermiştir ki, İran’da toplum kutuplaşmış ve hemen hemen eşit olarak bölünmüş durumdadır. Esasında bu durum bize de yabancı değildir. Zira Türkiye’de de aynı görüntünün mevcut olduğunu biliyoruz. Mevcut sistem bağlamında Ruhani’nin kazanması, siyasal işleyişin dini lider Hamaney ile Koruyucular Konseyi’nin vesayetinde işlediği İran’da çok büyük değişimler yaratmayabilecektir. Nitekim daha şimdiden, Ruhani’nin İran’daki reformcu kanadın isteklerine yatkın olmayan bir karakter olduğu dillendirilmeye başlanmış ve pragmatist bir isim olan Ruhani’nin reformcuların oylarını alabilmek için söylemini yumuşattığı ifade edilmiştir. Ancak yine de, Ruhani’nin kazanmış olması, İran’da değişim için mücadele eden grupları cesaretlendirecektir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü