ABD İşgali sonrası yönetimsel manada bir türlü istikrara kavuşamayan Irak bugünlerde tam bir barut fıçısına dönmüş durumda. 2005 yılında ilan edilen anayasaya göre 3 parçalı bir federasyon olarak örgütlenmesi gereken bu ülkede, Kürtlerin nüfusun ezici bir çoğunluğunu oluşturduğu Kuzey Irak dışında federe bir yönetimsel yapı oluşturulabilmiş değildir. Halbuki Irak Anayasası’na göre Bağdat ve çevresi ile Basra’da 2 ayrı federe yönetim daha kurgulanmış olması gerekiyordu. Nuri El Maliki hükümetinin merkezi yönetimi güçlendirmeye ve yönetimsel manada gerçekleştirilmesi gereken anayasal düzenlemeleri yadsıyarak Şiiliğin geçer akçe olduğu bir Irak yaratma istekliliği ise, başta Kürtler olmak üzere, Sünni Araplar ile Maliki’nin liderliğini yaptığı İran destekli Irak merkezi hükümeti arasındaki gerginliği ayyuka çıkarmıştır. Sahip olduğu bilgi birikimi ve tarihsel yaşanmışlık ile ekonomik gücü ekseninde Irak özelinde etkin bir yumuşak güç olması beklenen Türkiye ise, Maliki hükümetinin uygulama alanına koyduğu otoriter yönetim anlayışını sorguladığı ve Irak’ın sahip olduğu toplumsal çeşitliliği göz önünde bulunduran bir çözüm anlayışını savunduğu için Irak Hükümeti tarafından sürecin dışında tutulmaya çalışılmaktadır. Bu noktada Suriye Krizi’nin yarattığı bölgesel kutuplaşma ve Irak Hükümeti’nin Şiilik inancını araçsallaştırarak kurguladığı İran yanlılığı önemli birer faktör olarak ele alınmalıdır.
Irak’ta gerginliğin bu denli artmasının görünürdeki en önemli nedeni, Bölgesel Kürt Yönetimi ile Irak merkezi yönetiminin toprak ve yetki paylaşımı noktasında anlaşamamalarıdır. Öyle ki, bugün itibarıyla Bölgesel Kürt Yönetimi’nin topraklarının tam olarak neresi olduğu ve bu topraklar nezdinde hangi yönetimsel yetkilere sahip olduğu belli değildir. 2005 tarihli Irak Anayasası’nın 140. Maddesine göre göre bir referandumla belirlenmesi gereken Kerkük ve çevresinin statüsü ise, bahsedilen referandum gerçekleştirilemediği için belirsizliğini korumaktadır. Bu referandumun gerçekleştirilememesinin en önemli nedenleri ise, petrol zengini bir şehir olan Kerkük’ün Irak Hükümeti tarafından Bölgesel Kürt Yönetimi’ne bırakılmak istenmemesi ve şehrin demografik görünümünün işgal sonrası dönemde Kürtler lehine değiştirilmiş olmasıdır. Sünni ve Şii Araplar, Kürtler, Sünni ve Şii Türkmenlerin yanı sıra az sayıda Keldani ve Süryani’yi de bünyesinde barındırmakta olan Kerkük, mevcut görünümü itibarıyla Irak’ın sahip olduğu toplumsal çeşitliliği yansıtmaktadır. Bölgesel Kürt Yönetimi, Kerkük’te referandum gerçekleştirilmeden bu şehir hakkındaki iddialarından vazgeçmeyeceğini ve gerekirse Maliki hükümeti ile savaşabileceğini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bu denli rahat olmasının en önemli nedeni, bugün itibarıyla, Kerkük’teki en yoğun nüfusun Kürtlere ait olmasıdır. Otoriter bir yönetim tarzını içselleştirmiş olan ve nüfusun yarısından fazlasını oluşturan Şiiler üzerine kurgulamak istediği yönetim anlayışı çerçevesinde ülke içi muhalefeti meşru olarak görmeyen Maliki ise Kerkük ve çevresini Kürtlere bırakmak istememektedir. Zira bu şehrin bırakılması, Maliki Yönetimi’nin prestijine darbe indirilmesi anlamına geleceği gibi petrol gelirlerinin büyük bir kısmının da Bölgesel Kürt Yönetimi’ne gitmesi demektir. Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Kuzey Irak’taki petrol ve doğalgaz kaynaklarına ilişkin olarak daha şimdiden uluslararası şirketlerle anlaşmalar imzalaması ve Türkiye ile bu alanda bir müttefiklik ilişkisi geliştiriyor oluşu, Maliki’yi rahatsız etmektedir.
Kendisine bağlı olarak oluşturduğu Dicle Operasyonlar Komutanlığı ile özellikle Diyala, Anbar, Tuzhurmatı, Musul ve Kerkük gibi Bölgesel Kürt Yönetimi ile sınır oluşturması beklenen bölgeler ekseninde gücünü ve etkinliğini göstermek isteyen Irak Hükümeti, Kürtler ile çatışmanın eşiğine gelmiş durumdadır. Kürtlerin dışında, Kerkük ve çevresinde yaşayan Sünni Araplar ile Türkmenler (Sünni-Şii) ise şehrin Irak merkezi hükümetine bağlı kalmasını arzulamakta ve bu noktada Kürtler ile ters düşmektedirler. Kerkük ve Musul çevresindeki gerginliğin en önemli nedenlerinden biri de Kerkük’ü kendi ulusal kimliklenme sürecinin bir parçası olarak yapılandırmış olan Kürtlerin, Araplar ve Türkmenleri yönetim kademelerinden ve ekonomik işleyişten dışlamaya çalışmasıdır. Hatta Kürtler ile Türkmenler ve Araplar arasındaki bu gerginlik geçtiğimiz hafta görüldüğü üzere katliamlara da neden olabilmektedir. Kerkük, Musul ve Tuzhurmatu gibi şehir ve kasabalarda yaşayan Türkmenlerin geleceği noktasında gerek Irak hükümeti gerekse de Bölgesel Kürt Yönetimi ile istişarelerde bulunan Türkiye ise, son dönemde Maliki hükümeti ile yaşadığı sorunlar ve Bölgesel Kürt Yönetimi ile kurduğu müttefiklik ilişkisi nezdinde sürece dahil olmaya çalışmaktadır. Türkiye, işgal sonrası dönemde Kerkük’ün Irak merkezi hükümetine bağlı olması tezini savunmuştur. Ne var ki, Maliki hükümetinin Türkiye’yi Irak’taki işleyişin dışında tutmaya ve İran’ı sürece dahil etmeye çalışması orta vadede Türkiye’nin tutumunda bir değişikliğe neden olabilir. Türkiye ile Irak arasındaki krizin devamlılık arz etmesi ve tam manasıyla mezhepsel bir ayrım çizgisine hapsolması durumunda, Türkiye, Kerkük’ün yönetimsel statüsü noktasında Kürtler lehine bir karar değişikliğine gidebilir. Tabii bu durum, bugün itibarıyla ekonomi, ticaret ve enerji ekseninde ilerleyen Türkiye-Bölgesel Kürt Yönetimi müttefikliğinin Türkiye’nin yaşadığı Kürt Sorunu ve Suriye’deki kriz çerçevesinde tam bir siyasal-bölgesel müttefikliğe evrilmesi halinde söz konusu olabilecektir. Türkiye ve Iraklı Kürtler arasında bir müttefiklik ilişkisinin kurulmasını arzulamayan Maliki ise, iki aktör arasında imzalanan enerji projelerine (Mersin çıkışlı yeni bir boru hattı ve Kuzey Irak’ın TANAP gibi projelere eklemlenmesi) karşı çıkarak ve İran aracılığıyla PKK’ya destek verme kozunu oynayabileceğini göstererek her iki tarafa da aba altından sopa göstermektedir.
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni kökenli Tarık El Haşimi’nin idam cezasına çarptırılmasından sonra Sünni Arapları karşısına alan Irak Hükümeti, Kerkük özelinde simgeselleşen petrol gelirlerinin paylaşımı ve yönetimsel sınırların belirlenmesi noktasında da Kürtler ile çatışmaya başlamıştır. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin rahatsızlığı sonrası görevden ayrılması ihtimalinin artması, Kürtler ile Maliki arasındaki en önemli dengeleyicilerden birinin daha sahneden çekilmesi anlamına gelecektir. Bu durum çatışmanın dozunun daha da artmasına neden olabilir. Bölgesel Kürt Yönetimi ile Irak merkezi yönetiminin Suriye Krizi sonrası belirginleşen bölgesel kutuplaşmada karşıt kamplarda yer almaları da önemlidir. Zira Irak Hükümeti, Esad yanlısı tutum alıp İran, Hizbullah ve Rusya’ya yakınlaşırken; Bölgesel Kürt Yönetimi Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve ABD ile birlikte Esad karşıtı koalisyonda yer almıştır. Zaten Türkiye ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasında son dönemde iyice ayyuka çıkan müttefiklik ilişkisinin arkasında da bu dışsal/bölgesel faktörün çok büyük bir rolü olmuştur. Ne var ki, bu müttefiklik ilişkisi Irak’ta toplumsal ayrım çizgilerinden (etnik/mezhepsel) beslenen siyasal çatışmaya bir çözüm bulunabilmesi noktasında yeterli olmamaktadır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü