ABD’nin askerlerinin çekilmesinin ardından Bağdat’ta başlayan ve henüz çözümlenemeyen siyasi kriz, Irak’ı sosyal ve ekonomik alanlarda olumsuz etkilemektedir. Nuri El-Maliki’nin, Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sünni kökenli Tarık El-Haşimi hakkında yurtdışına çıkma yasağı getirmesi ve tutuklama kararı çıkarttırması, ülkedeki siyasi krizi daha da karmaşıklaştırmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında Irak’taki siyasi krizin, Haşimi meselesinin ötesine taşınarak artık taraflar arasında bir hesaplaşmaya ve çekişmeye dönüştüğü görülmektedir. Hatta Haşimi hadisesi Irak’ın iç meselesinden öte bölgesel bir sorun haline gelmiştir. Bu analizde, Haşimi olayının ülkesel ve bölgesel boyutta incelenmesiyle beraber, Irak’ta yeniden değişen iç dinamiklerin başta Türkiye olmak üzere bölgeye nasıl ve hangi ölçüde yansıyacağı incelenmektedir.
Yeni İç Dinamikler Işığında Irak
2003 yılından beri genel anlamda Ortadoğu bölgesi, özelde Irak’ın siyasi sahnesinde birçok değişlik yaşansa da; siyasi krizler, ekonomik zorluklar ve bölge halkının yaşamsal alanda çektiği sıkıntıların halen değişmediği bir gerçektir. Bu bağlamda Irak’taki müzmin siyasi krizler, anlaşmazlıklar ve hesaplaşmalar gün geçtikçe artmaktadır. ABD’nin Aralık 2011’de Irak’tan askerlerini çekmesinin ardından Bağdat yönetimindeki siyasi bölünmüşlük ülkeyi karanlık bir tünele sürüklemektedir. Özellikle Haşimi olayının ülkedeki siyasi taraflar arasında karşılıklı çıkar ve kazan-kaybet mücadelesine dönüştürülmesi, iç dinamiklerin Maliki hükümetine karşı yeniden ittifaklar oluşturma çabalarına girdiğinin bir göstergesidir. Bu durumun Bağdat’taki krizi daha da giriftleştirdiğini söylemek mümkündür. Ayrıca Haşimi olayından bu yana Irak’ta değişen dengelere bakıldığında, Maliki için yeni bir siyasi harita çizilmesine doğru gidildiği görülmektedir. 27 Nisan 2012 tarihinde Sadr Hareketi lideri Mukteda Es-Sadr Erbil’i ziyaret ederek, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani, Irak Parlamentosu Başkanı Usame El-Nuceyfi ve El-Irakiye listesi lideri Eyad Allavi ile birlikte “beşli toplantı” düzenlemiştir.(1) Temel amaçlarının Maliki hükümetinden güvenoyunun çekilmesi ve Maliki’nin üçüncü dönemde yeniden başbakan olmaması üzerinde anlaşmak olan söz konusu toplantının sonunda, Talabani dışındaki tüm taraflar 8 maddelik plan üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Bununla birlikte Irak’taki siyasi krizin çözümlenmesi ve Maliki’nin takındığı tavrını bırakması için 15 gün süre tanınmıştır. Ancak verilen süre 17 Mayıs’ta dolmasına rağmen Erbil toplantısındaki Sadr ve diğerleri Maliki’den güvenoyunun geri çekilmesi konusunda herhangi bir icraatta bulunmamıştır.
Bütün bu gelişmelere bakıldığında Irak’taki siyasi krizin, Maliki-Haşimi krizinden ziyade siyasi taraflar arasında yeni ittifaklara yol açan daha geniş çaplı bir kriz olduğu görülmektedir. Barzani, Sadr ve Allavi üçgeninde oluşan çözüm arayışları ve çıkış yolları, Irak’ı siyasi istikrarsızlıktan kurtarabilmiş değildir. Bilhassa Haşimi’nin Türkiye’ye yerleşmesinden bu yana El-Irakiye listesinin takındığı tavırlar izlendiğinde, Haşimi hadisesinin üstünün kapatılmaya çalışıldığı gözlerden kaçmamaktadır. Söz konusu olay, 3 Mayıs 2012 tarihinde adeta El-Irakiye listesi tarafından yargıya havale edilmiştir ve sonuçlanması beklenmektedir. Barzani, Sadr ve Allavi’nin, Irak’taki yeni siyasi arayışlar doğrultusunda Maliki hükümetinin son bulması için yaptığı girişimlerin neticelenmesi zor görünmektedir. Bunun birkaç nedeni vardır.
Bunlardan birincisi, 7 Mart 2010 tarihinde yapılan seçimlerin ardından Irak’ta Hükümet kurma krizi dokuz ay sonra ancak çözüme kavuşturulabilmiştir. Bu sebeple Maliki’den güvenoyunun çekilmesi durumunda Irak’taki siyasi müşküller ve güvenlik sorunu çözülmek yerine daha da artarak devam edecektir. Başka bir ifadeyle böylesi bir girişim gerçekleşirse, Irak’ta siyasi düzeydeki etnik-mezhepsel gerilimin yanında iç çatışma bile yaşanması muhtemeldir. Çünkü Irak’taki güvenlik sorununa neden olan siyasi taraflar arasındaki siyasi çekişme ve güç mücadelesinin artma olasılığı vardır. Ayrıca şu hususu da belirtmekte fayda vardır; Kürt yönetiminin, Bağdat hükümetinden Kerkük sorunun çözülmesi, petrol yasasının çıkarılması, Peşmergelere Irak İçişleri Bakanlığı tarafından ayrı bütçe tahsis edilmesini talep etmektedir. Şu aşamada Barzani, Sadr ve Allavi üçlüsü, Erbil’de Maliki’ye karşı yeni bir siyasi blok oluştuğu görüntüsü vermektedir. Ancak bu üçlü Bağdat’taki siyasi yapıda bir değişiklik olması durumunda Kürt yönetiminin isteklerini karşılamakta anlaşamayabilir.
İkincisi, Maliki’den güvenoyu çekildiği zaman Irak’taki boşluğu doldurmak amacıyla Türkiye, İran ve Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Katar ve diğerleri) arasında bölgesel bir rekabet başlayabilir. Bu durum sözü edilen bölgesel aktörlerin kendilerine yakın siyasi oluşumları desteklemesi ile Irak’ın iç dinamiklerinin karışması sonucunu doğuracaktır. Bu güç mücadelesinde zarar gören taraf Sünni Araplar olabilir. Çünkü Sünni Arapların tercihleri, Körfez ülkeleri, Arap ülkeleri ve Türkiye seçeneği arasında bölünebilir. Üçüncüsü, Eski Başbakan İbrahim Caferi’nin başkanı olduğu Irak Ulusal İttifakı, Maliki’nin tüm tutumlarına rağmen ülkedeki konjonktürün yeni bir hükümet kurma krizine müsait olmadığı için Maliki’den güvenoyunun çekilmesine destek vermediği görülmektedir. Bununla birlikte Irak Ulusal İttifakı’nın aynı zamanda Tahran ve Iraklı Şii kamuoyundan tepki çekmekten çekindiği ifade edilebilir. Bir diğer sebep ise, ABD’nin Haşimi krizinden bu yana Maliki’ye karşı sessiz kalması ve Bağdat’taki siyasi çekişmeden memnun olduğu görüntüsü vermesidir. Bu da Maliki’ye özgüven ve cesaret sağlamaktadır. 2014 yılında gerçekleştirilecek Irak genel seçimlerine yaklaşık 2 yıl vardır. Bu açıdan eğer Maliki’nin iktidardan ayrılması gerekirse, seçimlerle ayrılmasında fayda vardır. Aksi takdirde hükümetin dağılması gibi bir sonuç, Irak’ı kargaşaya sürükleyebilir.
Es-Sadr’ın Tutumu Şii İttifakı’nı Bölebilir mi?
ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesinin ardından Bağdat-Erbil ilişkilerinde gerginlik artmıştır. Maliki’nin tecrit etmeye çalıştığı El-Haşimi’yi koruması altına alan Erbil yönetiminin bu tavrı, Bağdat ile arasında yaşanan tartışmalı bölgeler (Kerkük, Musul ve Diyale), gaz-petrol yasası ve bütçe sorunlarının derinleşmesine yol açtı. Bu bağlamda, Kuzey Irak Kürt Yönetiminin, Sünni ve Arap olan Haşimi’ye sahip çıkmasına rağmen, Şii lider Mukteda Es-Sadr’ın, 27 Nisan’da Erbil’i ziyaret etmesi ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile Bağdat yönetimine karşı işbirliği yapması, akıllara “Şii ittifakı bölünüyor mu?” “Sadr’ın gücü buna yeter mi?” sorularını getirmektedir. Bu sorulara cevap aramadan önce Sadr’ın Irak’taki konumuna bakmak gerekir; 2004 yılında Mukteda Sadr’ın lideri olduğu Mehdi Ordusu’nun ABD askerlerine karşı gösterdiği direniş dönemin Irak Başbakanı ve hâlihazırdaki El-Irakiye listesi lideri Eyad Allavi tarafından şiddetli bir şekilde bastırılmıştır. Daha sonra Maliki’nin başbakan olmasıyla beraber Ağustos 2008’de Mehdi Ordusu dondurulmuştur.(2) Bu yüzden Sadr’ın Irak halkı arasında belli bir yeri bulunmasına rağmen Bağdat hükümetini devirecek gücü bulunmamaktadır. Şii ittifakı içinde kilit bir rol oynayabilir, fakat Irak’taki Şii ittifakını bölecek bir harekette bulunması zordur. Bunun da temel sebebi Tahran yönetiminin ve Şii Merci Ayetullah Ali El-Sistani’nin Sadr üzerindeki tesiridir. Mukteda Es-Sadr ancak Bağdat’ta, Sadr Semtinde ve güneydeki Necef ve Basra’da yandaşlarını sokağa döküp Maliki hükümetini protesto etme gücüne sahiptir.
Bütün bu gelişmeler ışığında Sadr’ın, Barzani ile yakınlaşmasının nedenleri şu şekilde sıralanabilir;
1. Haşimi olayından sonra Ankara, Erbil ve Iraklı Sünni Arapların Maliki’ye karşı hemen hemen aynı tutumu sergilemesi, İran’ın Irak’taki çıkarlarını tehdit etmektedir. Dolayısıyla Erbil ve Iraklı Sünni Arapların Türkiye’ye yakınlaşmasını dengelemek için Sadr’ın Erbil’e Tahran tarafından gönderildiği değerlendirmeleri yapılmaktadır. Çünkü İran bölgede nüfuz alanını genişletme politikası bağlamında Irak’ın tüm bölgelerinde etkin olmayı hedeflemekte ve bunu gerçekleştirmeye çabalamaktadır. Nitekim Maliki’nin Türkiye’ye karşı sert söylemlerde bulunmasının altında da Tahran’ın Ankara’ya karşı sürdürdüğü örtülü güç mücadelesi yatmaktadır.
2. Sadr’ın Kuzey Irak Kürt yönetimi ile yakınlaşması ve İran’ın, Irak’ta Şii liderler arasında en çok Maliki’ye destek vermesi, Şii blok içindeki güç mücadelesi ve rekabetin varlığına işarettir. Bu açıdan bakıldığında Tahran’ın ve Irak’taki Şii liderlerin Maliki’ye fazlasıyla sahip çıkması ve destek vermesi, Mukteda Sadr’ı rahatsız etmektedir. Böylece kuzeydeki Kürtler ve Sünni Araplarla dengeleyici bir ilişki kurmaya çalışan ve Türkiye ile yakın ilişkileri bulunan Sadr’ın, İran’ın kuzeydeki ayağını temsil etmeye yöneldiği görülmektedir.
3. Mukteda Sadr’ın, Kuzey Irak Kürt yönetimi ile yakınlaşması Iraklı Kürtler açısından oldukça önemlidir. Sadr’ın Erbil ziyareti Kürtler tarafından “tarihi” olarak nitelendirilmektedir. Şu gerçeği göz önünde bulundurmak gerekir; Kuzey Irak Kürt yönetimi hiçbir zaman İran ile ilişkilerini bozmak istemez. Dikkat edilirse, Maliki’ye karşı Kuzey Irak Kürt yönetimi Başkanı Mesut Barzani sertleştikçe, Cumhurbaşkanı Celal Talabani daha mutedil ve teskin edici bir tutum geliştirmektedir. Bu nedenle Sadr’ın Barzani ile yakınlaşması, Haşimi meselesinde kuzeydeki Kürt yönetiminin Sünnilerin hamisi ve savunucusu şeklinde bir görüntü vermesinin önüne geçmektedir. Yani Sadr-Barzani yakınlaşmasının; Irak’taki Kürtler, Şiiler ve Tahran arasında muhtemel bir gerginliğin ortaya çıkmasına engel teşkil ettiği öne sürülebilir. Diğer taraftan Barzani’nin Sadr ile ikili ilişkilerini geliştirmesi, Kuzey Irak Kürt yönetiminin Maliki’ye karşı sadece kişisel bir tutum içinde olduğu ve Şiilerin tamamıyla herhangi bir anlaşmazlık istemedikleri mesajını vermektedir.
Yukarıda sözü edilen gelişmeler değerlendirildiğinde Sadr’ın, Kuzey Irak Kürt yönetimi ile yakınlaşması, ülkedeki mevcut siyasi denklem bakımından mühimdir. Ancak bu yakınlaşma Irak’taki siyasi krizin çözülmesi açısından yetersiz kalabilir.
Diğer taraftan Sadr’ın Erbil yönetimi ile teması başta Şii Merci Ayetullah Sistani olmak üzere Şii kamuoyunda rahatsızlık doğurmaktadır. Bunun iki temel nedeni vardır. Birincisi, Sadr’ın Şii olan Başbakan Maliki’yi devirmek için Kürtlerle ve Sünnilerle işbirliği yapması ve bunun Irak’taki Şii ittifakına muhtemel olumsuz etkileridir. Diğeri ise, Sadr’ın Beşler toplantısına Necef yerine ilk önce Erbil’de katılmasıdır. Bu durum Şiiler arasında ciddi sıkıntılara yol açabilir. Hatta Sadr’ın, Maliki aleyhine Kürtler ve Sünnilerle işbirliği konusunda ileri gitmesi durumunda, genelde Şiiler özelde kendi yandaşları arasında prestij kaybetme olasılığı vardır. Çünkü Maliki’ye gerek Haşimi meselesindeki tavrına, gerek Erbil yönetimi ile yaşadığı gerilime yönelik Şii Merci Sistani’den net bir uyarı gelmemesi dikkat çekmektedir. Ayrıca Sadr’ın desteği ile Erbil’deki toplantıda, Maliki’den güvenoyunun çekilmesi ve yerine yeni bir aday belirlenmesi konusunda çıkan kararlara Eski Başbakan İbrahim Caferi’nin başkanı olduğu Şii Irak Ulusal İttifakı’ndan olumlu bir cevap gelmemiştir. Bu yüzden Sadr’ın Erbil ziyareti ve toplantısı Bağdat’taki siyasi krizin çözümünden ziyade Şiilerin, Kürtler ve Sünni Araplarla olan ilişkilerini dengelemek için yapılmış bir girişimdir.
Maliki’nin Kerkük Ziyareti: Kürtler ve Türkmenler
Kerkük, Türkmen kimliği ve petrol zengini olmasının yanında çeşitli etnik ve dini unsurları barındırdığı için Irak’ın önemli şehirlerinden biridir. Tarih boyunca Irak’ın yönetimine kim geçmişse Kerkük’e özel bir politika izlemiştir. Osmanlı döneminde, İngiliz mandası sırasında, Kraliyet ve cumhuriyet döneminde Kerkük’e yönelik değişik siyasi yaklaşımlar geliştirilmiştir. Şehir, Saddam döneminde Araplaştırma, ABD işgalinden sonra da Kürtleştirme politikasıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle Kerkük, Ortadoğu’nun en karmaşık ve kırılgan kentlerinden biridir. Dolayısıyla işgal sonrası süreçte Kerkük meselesi, Iraklı taraflar arasında saatli bir bomba olarak görülmektedir. Irak’ın istiklalini elde etmesinden beri Kerkük’ün kimliği ve statüsü tartışılmaya başlanmıştır. Bilhassa Kürtler, Bağdat yönetimi ile ne zaman müzakere masasına otursa, mutlaka Kerkük meselesi yüzünden masadan kalkmıştır. Fakat bugün Kerkük, tüm kesimleri kabullenen küçük bir Irak’tır. Bu nedenle Kerkük konusu hem Irak’ın hem bölgenin hem de uluslararası camianın önemli meselelerinden biridir.
Başbakan Nuri El-Maliki’nin 8 Mayıs 2012 tarihinde Kerkük’ü ziyaret ederek, Kürt listesi Bakanlarının boykot ettiği Bakanlar Kurulu toplantısını düzenlemesi ve Kerkük’ün bir Irak şehri olduğunu vurgulaması ciddi bir gelişmedir.(3) Haşimi meselesiyle Bağdat-Erbil arasındaki gerilimin tırmanması, Maliki’nin Kerkük’e ilgisini artırmaktadır. Aslında Maliki, Kerkük’ü ziyaret ederken, Iraklı siyasilere, Türkiye ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölge ülkelerine mesaj vermek niyetindedir. Bu nedenle Maliki’nin iç politikaya yönelik yeni stratejilerinden birinin Kerkük konusu olduğu söylenebilir. Maliki; Kürtler, Sünni Araplar ve El-Irakiye listesinin kendisine karşı oluşturduğu “Maliki diktatördür” algısını Irak milliyetçiliği yaparak gidermek için çaba harcamaktadır. Irak’ın toprak bütünlüğünün Kerkük’ün konumuna bağlı olduğu kabul edilebilir. Dolayısıyla Maliki, Kerkük kartını elinde tutarak Türkmenleri ve Sünni Arapları yanına çekmeye çabalamaktadır. Başka bir ifadeyle Kerkük kartı artık Maliki’nin eline geçmiş ve iç politikadaki stratejisinin bir parçası haline gelmiştir.
Öte yandan Maliki’nin Kerkük ziyaretinin ülkesel bağlamda taşıdığı anlamlar şu şekilde sıralanabilir. Bunlar;
-Haşimi, Bağdat’ı terk ettikten sonra yargılanma sürecinin Kerkük’te yapılmasını talep etmiştir. Haşimi’nin bu girişimi Kerkük’ün Bağdat yönetiminden ayrı bir şehir olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. Yani Haşimi’nin bu isteği neticesinde Kerkük’ün sanki Kuzey Irak Kürt yönetimine bağlıymış gibi bir algı oluşmuştur. Bu yüzden Maliki’nin, Kerkük’ü ziyaret etmesi ve bakanlar toplantısını burada düzenlemesi Kerkük’ün Bağdat yönetimine bağlı olduğu sinyalini vermektedir.
-Maliki ile Kuzey Irak yönetimi arasında 2008 yılından beri tartışmalı bölgelerin (Kerkük, Musul ve Diyale) güvenliğinin Irak ordusu tarafından sağlanması konusunda sorunlar yaşanmaktadır. Özellikle Kerkük ve Diyale iline bağlı Hanekin’in güvenliğiyle ilgili Bağdat ve Erbil yönetimi büyük gerilim içerisindedir. Hatta zaman zaman Diyale’de Kürt yönetimine bağlı Peşmergelerle Irak Ordusu arasında küçük çaplı çatışmalar bile meydana gelmiştir. Bu sebeple Maliki, Kerkük’ü ziyaret ederek Irak ordusuna bağlı askerlerin kentin güvenliğini ele almasının yollarını aramıştır. Çünkü Maliki ile birlikte Kerkük’e gelen bakanları korumak amacıyla Irak ordusu adeta şehri kuşatmıştır. Bu sayede Maliki, Kerkük ziyaretiyle Erbil yönetimine “Kerkük’ü bölgene bağlayamazsın” biçiminde net bir mesaj vermiştir.
-Maliki, Kerkük’te düzenlediği bakanlar kurulu toplantısına, eski Başbakan Eyad Allavi liderliğindeki El-Irakiye listesinin Bakanlarının da katılmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü Irak Türkmen Cephesi’nin de (ITC) içinde yer aldığı El-Irakiye listesinin büyük çoğunluğunu Sünni Araplar oluşturmaktadır. Dahası El-Irakiye oluşumundaki siyasi parti ve kuruluşlar Kerkük’ü önemsemektedir. El-Irakiye listesindeki bakanların bu toplantıya katılmaması durumunda ITC dahi önümüzdeki tüm seçimlerde muazzam oy kaybına uğrayabilirdi. Belki de ittifak içindeki Kerkük meselesinde hassas olanlar fikir ayrılığına düşüp dağılabilirdi. Ancak tüm bakanlarının Kerkük’teki bakanlar kurulu toplantısında yer alması, El-Irakiye listesinin dağılma riskinden kurtarmış görünmektedir. Aslında Maliki’nin bir diğer hedefi de, El-Irakiye listesi bakanlarının Kerkük’teki toplantıya katılmalarıyla Kürtlerle olan ilişkilerinin bozulmasını sağlamaktı.
-Maliki’nin Kerkük çıkarması, Kürtler dışında etnik ve mezhep ayrımı gözetmeksizin tüm Iraklıların dikkatini kendisine yöneltebilir. Nitekim Maliki, Kerkük meselesini “millileştirme” çabasına girdiği görüntüsü vermektedir. Özellikle Türkmenleri, El-Irakiye listesinden ve Türkiye’den uzaklaştırmaya dönük bir strateji hayata geçirmiştir. Bu nedenle Türkmenlerin, Irak’ta yaşanan siyasi çekişme ve hesaplaşma denklemi konusunda temkinli ve oldukça tedbirli davranmalarında fayda vardır. Türkmenlerin (ITC), Bağdat’taki siyasi krizi iyi analiz edip değerlendirmesi gerekmektedir. Çünkü Bağdat’taki siyasi konjonktür, Türkmenleri Irak’ın siyasi denkleminde dengeleyici unsur yapmaya doğru sevk etmektedir. Bilhassa 22 Nisan 2012 tarihinde Irak Parlamentosu tarihinde ilk kez Türkmen sorununun özel bir tartışma oturumu ile ele alınması Maliki’nin, Kürtlere karşı Türkmenleri kazanma politikasına girdiğinin bir göstergesidir. Bağdat yönetimi, Türkmenlerin Irak’taki siyasi denklemdeki konumunun önemini fark etmiştir. Türkmenler (ITC), El-Irakiye listesinde yer alsa da, kendi siyasi çıkarları için olağan durumlarda tüm taraflarla aynı mesafeyi muhafaza etme politikasını sürdürmelidir. Özetlemek gerekirse, Maliki’nin iç politikaya yönelik izlediği Kerkük stratejisiyle Irak halkı tarafından desteklenmesi ve önümüzdeki seçimlerde oy oranını artırması beklenebilir. Çünkü Maliki, Bağdat’taki siyasi krizle birlikte 2014 yılında yapılacak meclis seçimleri için yeni bir siyasi yatırım ve seçim kampanyası başlattığı söylenebilir.
Maliki’nin Kerkük ziyareti bölgesel açıdan dikkate alındığında, Arap dünyasına ve Türkiye’ye önemli mesajlar içermektedir. Maliki; Arap dünyasına Irak’ın birliğini ve bölgedeki gücünü göstermekle birlikte yeni Irak’ın kendisi ile devletleşmeye doğru gittiği imajını vererek, Arap ülkelerinden destek beklemektedir. Maliki’nin iktidarını Amerika, İran ve Arap ülkeleriyle pekiştirme çabasında olduğu ifade edilebilir. Diğer taraftan Haşimi hadisesinden sonra Bağdat-Ankara ilişkilerinin kötüleşmesi ve Maliki’ye karşı, Türkiye’nin Iraklı Kürtlerin ve Sünni Arapların safında yer aldığı izlenimi, iki ülke ilişkilerini gün geçtikçe kötüleştirmektedir. Dolayısıyla Maliki’nin Kerkük ziyareti, genelde ulusalcı Sünni Araplara özelde Türkmenlere, Kerkük’ün artık Türkiye’nin “kırmızı çizgisi” olmadığını göstermektedir. Maliki böylece bu grupların kendisiyle beraber hareket etmesi için zemin hazırlamaya çalışmaktadır. Önümüzdeki Irak seçimlerinde Maliki’nin Türkmenlerin (ITC) Kanun Devleti içerisinde yer almaları için teklif sunma ihtimali vardır. Diğer bir tabirle Maliki, Kerkük kartını oynayarak Türkmenleri yanına çekmeye çabalamaktadır.
Şu hususa dikkat edilmesi gerekir; Kerkük mevzusu Türkmenlerin Irak’taki siyasi ve kültürel varlığı açısından oldukça hayati bir meseledir. Türkmenler, Kerkük’ün Iraklılık kimliğini muhafaza eden her kesim ve siyasi ittifakla dengeyi bozmama şartıyla stratejiler geliştirebilir.
Irak’taki İç Dinamiklerin Bağdat-Ankara İlişkilerine Etkisi
ABD’nin, Irak’tan askerlerini çekmesiyle Bağdat yönetiminde meydana gelen siyasi kriz, Türkiye-Irak ilişkilerini ciddi ölçüde etkilemiştir. Bilhassa Maliki-Haşimi arasındaki krize Ankara’nın müdahil olması, 2003 yılından beri iki ülke ilişkilerinde en büyük kriz olarak nitelendirilebilir. Aslında Türkiye-Irak ilişkileri, ABD işgalinden sonra her alanda ilerleme kaydetmekteydi. Hatta iki ülke arasında “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” anlaşması bile imzalandı ve iki ülkenin bakanları İstanbul ve Bağdat’ta ortak toplantılar düzenledi. Bunun yanında Türkiye’nin Irak ile ekonomik ve ticari ilişkileri hat safhaya ulaşmış durumdadır. 2012 yılının Nisan ayı verilerine göre Türkiye ile Irak arasında ticari hacmi 12 milyar dolardır.(4) Ayrıca Irak işgalinden bu yana Türkiye’nin, Irak’ın toprak bütünlüğünü ve istikrarını savunarak ülkedeki etnik-mezhepsel çatışmanın, güvenlik sorununun çözümü Irak’ın yeniden yapılandırılması ve kalkınması için çaba harcayan tek komşusu olduğu söylenebilir. Belki de Irak açısından en önemli nokta 2003 yılından bu yana PKK terör örgütünün Irak topraklarından Türkiye’ye sızmasına rağmen, Türkiye’den Irak’a bir tane bombalı aracın girmemesidir. Türkiye bununla da yetinmeyip Irak’taki patlamada yaralananları tedavi için askeri ambulans uçaklarıyla hiçbir etnik-mezhep ve bölge ayırımı gözetmeksizin Ankara’ya getirmekte, tedavi ettirmektedir.
Bütün bu olumlu gelişmeler yaşanırken, Haşimi hadisesinden sonra iki ülkenin ilişkilerinin kötüleşmesi akıllarda soru işareti bırakmaktadır. Bu sebeple Türkiye-Irak arasında meydana gelen sorunların arkasındaki etkenleri dikkatlice okumakta fayda vardır. Bu kadar gelişmekte olan Türkiye-Irak ilişkilerinde acaba sadece Haşimi veya herhangi Iraklı bir politikacı bozulma nedeni olabilir mi? İkili ilişkiler bu kadar zayıf bir temele mi dayanıyordu?
İki ülke ilişkilerinin ve Maliki’nin Türkiye’ye karşı takındığı tutumu şu hususlarla izah edilebilir. Bunlar;
1. Maliki’nin, Türkiye’ye yönelik gösterdiği tutumunun sadece Haşimi olayı olarak görmek doğru bir yaklaşım değildir. Aslında 7 Mart 2010 tarihinde Irak parlamento seçimlerinde, Ankara’nın eski Başbakan laik Şii Eyad Allavi liderliğindeki El-Irakiye listesine açık destek vermesi ve Ankara’nın, İran’ın desteklediği Maliki’yi Bağdat’ın siyasi denkleminden dışlaması, ister istemez Maliki’nin Ankara’ya karşı içinde biriken bir tepki oluşturmuştur. Bu yüzden Maliki’nin, Türkiye gösterdiği tepkinin arkasındaki neden Haşimi meselesinden öncesinde dayanmaktadır.
2. Türkiye’nin, Haşimi olayının daha olgunlaşmasını beklemeden Maliki hükümetine uyarılarda bulunması, Ankara’nın Irak’ta ve bölgede Sünnicilik yaptığı algısı oluşturmuştur. Özellikle Bağdat ile ilişkileri kötüleşen Türk hükümetinin kuzey Irak Kürtleri ve Sünni Araplarla sık sık görüşmesi Maliki’yi rahatsız etmektedir. Bu nedenle iki ülke Büyükelçilerinin karşılıklı olarak dışişleri bakanlığına çağrılması ve birbirlerini protesto etmesi durumun vahametini göstermektedir. Örneğin Türkiye’nin, Haşimi meselesine doğrudan müdahale ederek Bağdat’ı uyarırken, Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Katar ve diğerleri) olayların akışını beklemiş ve Haşimi, 1 Nisan 2012 tarihinde Suudi Arabistan ve Katar’ı resmi davet üzerine ziyaret etmiştir. Bu iki ülkeyi ziyaret eden Haşimi, 9 Nisan’da da Türkiye’ye gelmiş ve İstanbul’a iltica etmiştir. Haşimi, Türkiye’de bulunduğu sürece Bağdat-Ankara ilişkilerinin rayına girmesi zor görünmektedir. Çünkü suçlamalar ne olursa olsun, Haşimi meselesinde yargı süreci başlamıştır ve 8 Mayıs’ta da İnterpol tarafından hakkında kırmızı bülten çıkarılmıştır. Bu nedenle Haşimi davasının sonuçlarını beklemekte yarar vardır.
3. Türkiye’nin Irak’taki herhangi bir gelişmede taraf olmaması gerekir. Çünkü Ankara’nın Irak’ta bütün taraflarla aynı mesafede bir siyaset izlemesi gerekmektedir. Hatırlanacağı üzere 28 Mart 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın beraberinde geniş bir heyetle Irak’ı ziyarette bulunurken Bağdat, Necef ve Erbil’i ziyaret etmesi, Iraklı tüm kesimler tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Ankara, Irak politikasını kurgularken Bağdat, Erbil ve Necef hattını dengeli bir şekilde muhafaza etmelidir. Aksi halde Türkiye’nin kuzey Irak dışındaki bölgelerde hareket alanını daralabilir. Bu bağlamda Ankara-Bağdat ilişkilerini kişiler üzerinden kurmaktan ziyade devlet kademesinde kurmaya özen göstermelidir. Türkiye, Haşimi meselesine gereğinden fazla müdahil olarak mübalağalı bir ölçüde yaklaştı. Bu durumun sadece Maliki’yi değil, İran’ı ve Arap ülkelerini de rahatsız ettiği belirtilmelidir.
4. Şu noktanın göz önünde bulundurulmasında fayda vardır; Irak’ın iç dinamiklerindeki etnik ve mezhepsel yapıda, ne Kürtlerin, ne de Şii ve Sünnilerin tek bir lideri ve siyasi partisi yoktur. Bu bağlamda Türkiye’nin Irak politikasını tüm aktörler üzerinden dengeli bir şekilde geliştirmesi ve genişletmesi gerekmektedir. Aksi durumda sadece Erbil’i dikkate almak, Ankara’nın Necef ve Basra’daki ilişkilerini olumsuz etkileyebilir.
Yukarıda sözü edilen hususlardan yola çıkarak; Bağdat-Ankara ilişkilerinde yeni bir döneme girildiği ve Haşimi hadisesi ile bu ilişkilerin ciddi zarar gördüğü gözlemlenmektedir. Türkiye’nin, Haşimi meselesine hızlı bir şekilde müdahale etmesi, problemi bölgeselleştirerek sürece Suudi Arabistan ve Katar’ın da dâhil olmasına zemin hazırlamıştır.
Irak’ta hâlihazırda bir yargı süreci vardır ve Haşimi, Bağdat’ı terk ederek siyasi serüvenindeki elde ettiği prestiji kaybetmiştir. Eğer Haşimi, Maliki’nin tüm baskılarına rağmen Bağdat’ta kalsaydı ve yargı karşına çıkıp kendini savunsaydı, Irak’taki Sünni Araplar, Maliki’ye karşı sokaklara dökülerek “Irak Baharı”nı başlatabilirdi. Fakat Bağdat’ı terk edip kuzeye ve Türkiye’ye firar etmesi, Haşimi’nin Sünni Araplar arasındaki konumunu zedelemiştir. Haşimi, Sünni Araplar için bir sembol değil, politikacıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye-Irak münasebetleri Haşimi meselesi gibi konulara hapsedilmemelidir. İki ülkenin de birbirinin zenginliklerinden faydalanmaya ihtiyacı vardır. Türkiye, bölgede önemli bir ülkedir. Irak politikasını, İran ile rekabete girerek ve bu rekabeti Maliki-Haşimi eksenine indirgeyerek yürütmemesinde fayda vardır.
Sonuç
Son gelişmelerle birlikte Irak’ın girdiği süreç tehlike arz etmektedir. Iraklı politikacılar arasındaki gelişmeler perspektifinden bakıldığında, Irak yeni siyasi koalisyon ve oluşumlara doğru ilerlemektedir. Bağdat’ın siyasi haritasının yeniden çizildiği yönündeki izlenim Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El-Haşimi’nin Bağdat’tan uzaklaştırılmasıyla netleşmiştir. Ayrıca Haşimi, Iraklı Sünni Arapların siyasi denkleminden tamamen çıkmış olmasa da, söz konusu siyasi oluşumda zayıflamıştır. Irak’taki Sünni Arap ekseni Haşimi’siz sürdürülebilir. Bunun yanında Kürt yönetimi, Sünni Araplarla ilişkilerini geliştirirken, Şiileri karşısına almak istemeyecektir. Kürt yetkililer, Maliki ile sorun yaşarken, bu sorunun kişisel olduğunu vurgulamaya özen göstermektedir. Ayrıca Kürt yönetimi, Maliki ile tüm köprüleri atmış gibi görünse de, Şii faktörünü ve İran’ın ülkedeki nüfuzunu dikkate almaya devam edecektir.
Öte yandan, Irak’taki siyasi krizlerin giderilmesi için planlanan “ulusal konferansa” Maliki’nin iştiraki sağlanmadığı sürece konferansın başarılı olma ihtimali düşüktür. Bağdat yönetimi içerisinde meydana gelen siyasi krizden bu yana Irak’ta siyasi taraflar arasındaki dengelerin ve ilişkilerin değiştiği göze çarpsa da bu sürecin Ulusal Şii İttifakı’nı olumsuz yönde etkileyebileceği beklenmemektedir. Barzani, Allavi ve Sadr üçgenindeki anlaşmaların, deyim yerindeyse “düşmanımın düşmanı dostumdur” ilkesi çerçevesinde gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Nitekim Irak’ın siyasi sorunlarından biri de Bağdat’ta güçlü bir muhalefetin olmamasıdır. Bağdat yönetiminin, etnik ve mezhepsel çıkar esasları üzerinde devam ettiği sürece siyasi krizlerin aşılmasının mümkün olmayacağını söylemek mümkündür.
Bütün bu gelişmeler ışığında Türkiye-Irak ilişkileri değerlendirildiğinde, Haşimi meselesinin ikili münasebetler, bu kadar olumsuz etkileyeceği belki de Ankara tarafından tahmin edilmemiştir. Ancak Haşimi olayının başladığı tarihten bu yana geldiği noktaya dikkat edildiğinde, Ankara-Bağdat ilişkilerinin kötüleşmesiyle birlikte Ankara-Erbil ilişkilerinin daha da güçlendiği görülmektedir. Kürt yönetimi, Haşimi’yi bir kart olarak Maliki’ye karşı kullanmaya çalıştı ve başarısız olunca, Türkiye’ye yerleşmesini kararlaştırmış olabilir. Bununla beraber Kürt yönetimi, Haşimi’yi bölgesinden Türkiye’ye göndermeseydi, Şii lider Mukteda Sadr ile Maliki’ye karşı anlaşma yapamayabilirdi. Başka bir tabirle eğer Haşimi kartı, Maliki’ye karşı etkili bir koz olsaydı, Kürt yönetimi Haşimi’nin Türkiye’ye yerleşmesini kabul etmeyebilirdi. Bu nedenle Haşimi’nin Iraklı Sünni Arapların sembolü olarak değerlendirilmesi isabetli bir yaklaşım olmamıştır.
Özetle Türkiye; Irak politikasını salt Erbil ekseninde yürütürse, Bağdat ve Necef’i yeterli ölçüde hesaba katmazsa Tahran’ı karşısına alabilir. Türkiye, özellikle Haşimi hadisesinde taraf olmaktan ziyade arabulucu bir ülke olabilirdi. Bu yüzden önümüzdeki süreçte Ankara’nın, Bağdat’la münasebetlerini gözden geçirmesinde, Irak’ın siyasi ve sosyal yapısını daha dikkatli okumasında fayda mülahaza edilmektedir.
Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı
Dipnotlar:
(1) http://xendan.org/arabic/drejaA.aspx?Jmara=6241&Jor=2
(3) http://www.albayyna-new.com/news.php?action=view&id=9827