15 Aralıkta ABD’nin Irak’tan askerlerini resmi olarak çekmesinin üzerinden bir gün geçmeden Başbakan Maliki’nin Sünni politikacıları hedef alan girişimleri ülkeyi yeniden mezhepsel bir çatışmanın içine sürüklemiştir. 28 Kasımda doğrudan Başbakan Maliki’yi hedef aldığı ileri sürülen saldırıların arkasında Sünni liderlerin olduğunun Başbakanlık tarafından ileri sürülmesi ve ardından Yüksek Mahkemenin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el Haşimi’ye yurt dışı yasağı getirmesi ve ardından tutuklama kararı alması krizin tırmanmasına yol açmıştır. El Haşimi’nin Federe Kürt Bölgesine gittiği saatlerde bu kez güvenlik güçlerinin Maliye Bakanı Rafi al-Isawi ve Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak’a yönelik başlattıkları operasyonlar hem Irak içinde hem bölgedeki kaygıların artmasına yol açmıştır. Maliki’nin krizi tırmandırma girişimleri karşısında Iraki Listesine bağlı Bakanlar hükümetten çekilirken hem Sünni vekiller hem de Kürt vekillere Meclis çalışmalarına katılmayacaklarını açıklamışlardır. Böylelikle hem Parlamenterlerin yargılanması için Mecliste yeter oy sayısının sağlanması engellenmiş hem de Şii liderlere ve onları destekleyen bölgesel güçlere Başbakan Maliki’nin otoriter ve mezhepçi politikalarını kabul etmeyecekleri yönünde güçlü bir mesaj verilmiştir. Diğer yandan Bakanlar ve milletvekilleri arasında gerginliğin tırmandığı 21 Aralık günü ise başkent Bağdat’ın Şii bölgelerinde ise sivilleri hedef alan saldırılar gerçekleştirilmiştir. Saldırılar sırasında 70’den fazla sivilin yaşamını yitirmiş olması Irak’ın yeni bir şiddet sarmalı içine girebileceğine dair tedirginliği artırmıştır.
ABD Sonrası İlk Mezhepsel Gerginlik ve Federe Vilayet Talepleri
Başbakan Maliki’nin terör saldırılarıyla ilişkili oldukları gerekçesiyle Sünni liderlere yönelik başlattığı baskı kampanyası ülkenin bir ayrımın eşiğe doğru sürüklenmesine yol açmaktadır. Tarık el Haşimi’nin ardından Başbakan Yardımcısı Salih el Mutlak ve Maliye Bakanı ’ı Rafi al-Isawi’e yönelik sürdürülen baskı politikalarının temel gerekçesi söz konusu liderlerin Irak’taki terör saldırılarıyla ilişkilendirilmiş olmasıdır. Maliki’nin Anayasal düzeni yıkmaya yönelik eylemler olarak tanımladığı terör saldırılarını engelleyemeyişi ise 2011 başından itibaren ülke genelinde hükümete duyulan güvensizliği derinleştirmiştir. Nitekim, her üç Sünni liderinde Bağdat’ta meydana gelen krizin çözümü için Kürt bölgesinde gittikleri ve burada kapsamlı görüşmeler gerçekleştirmeye başladıkları dikkat çekmektedir. Her ne kadar Başbakan Maliki’nin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin Bağdat’a gönderilmesini talep etmişse de Irak Anayasa’sının 63. Maddesinde “cinayetle suçlanmadıkça veya suçüstü yakalanmadıkça milletvekillerinin tutuklanabilmeleri için Meclis tarafından nitelikli çoğunlukla dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir. İlgili maddesinin c bendinde de “Yasama dönemi dışında milletvekillerinin cürüm işlemekle suçlanmadığı ve Meclis Başkanının bu yönde karar vermediği veya milletvekilinin cürüm işlerken suçüstü yakalanmadığı sürece tutuklanamaz” ifadelerine yer verilmiştir. Dolayısıyla Maliki’nin Irak Anayasası’nı çiğneme girişiminin doğal olarak bir yandan ülkedeki mezhepsel gerginliği tırmandırması diğer yandan da Şii partilerin de yeni bir hükümet formülü üzerinde çalışmaya başlamasına yol açmıştır.
Diğer yandan 22 Aralıkta Irak’ta ağırlıklı olarak Şiilerin yaşadığı yerleşim birimlerinde 16 ayrı bombalı saldırının gerçekleştirilmesini salt bireysel bir terör eylemi olarak değerlendirmek mümkün değildir. Söz konusu saldırıları Başbakan Maliki’nin politikalarından bağımsız değerlendirmemek gerekir. Saldırılar sırasında 70’ten fazla sivilin yaşamını yitirmesi ve saldırılardan yalnızca birinin intihar saldırısı diğerlerinin ise araçlarla veya yola yerleştirilmiş tahrip gücü yüksek bombalarla gerçekleştirilmiş olması, Başbakan Maliki’nin başkent Bağdat’ta bile güvenliği sağlayamadığını göstermektedir. Maliki yönetimi ise saldırıları Sünni politikacılarla işbirliği içinde hareket eden terör odaklarını sorumlu tutmakta ve bu yönde Sünni liderlere karşı başlattığı bası politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.
Başbakan Maliki’nin Sünni liderleri hedef alan girişimlerine karşın Sünni kesimler ise ilk önce Maliki’yi otoriter bir yönetim anlayışı sergileyerek ülkenin birliğini yok etmekle suçlaması dikkat çekicidir. Başbakan Yardımcısı Salih Mutlak’ın 13 Aralıkta CNN International’a verdiği mülakatta Başbakan Maliki’yi Saddam’dan da kötü bir diktatörlük kurmakla suçlamasının ardından Maliki taraftarları da Başbakan Yardımcısı hakkında güvensizlik önergesi vermiştir. Sünni Bakanların hükümetten çekilmesine paralel olarak Sünnilerin yoğun yaşadığı Anbar Vilayet Meclisi üyeleri de Federe vilayet tehdidinde bulunmuşlardır. Böylelikle Selahattin ve Diyala’nın ardından Ambar’da da federe vilayet kurulması yönündeki adımlar atılmış olunmaktaydı.
Dolayısıyla Maliki’nin politikalarından rahatsız olan Sünni kesimlerin Maliki’yi diktatörlük kurmakla suçlamanın yanı sıra Sünnilerin çoğunlukta oldukları bölgelerde federe birimler oluşturmak yönünde bazı girişimlere öncelik vermeye başladığı gözlemlenmektedir. Bu kapsamda Selahattin vilayet Meclisinin federe bölge kurulması yönünde almış olduğu kararın ardından Diyala da Vilayet Meclisi bu yönde bir girişim içerisinde olmuştur. Bazı Meclis üyelerinin Federe bölge kurulması yönünde yayınladıkları bildiri Bağdat’ta büyük bir tepkiye yol açmış ve Mukteda el Sadr, Meclis üyelerini provokasyonda bulunmakla suçlamıştı. Federal güvenlik güçleri vilayet Meclisini kuşatmış ve Meclis üyelerinin çalışmalarını engellemiştir. Diyala’daki tartışmaların sürdüğü 20 Aralıkta bu kez Anbar vilayeti Meclis üyeleri yayınladıkları 20 listelik taleplerinin 14 gün içerisinde karşılanmaması halinde federe vilayet ilan edecekleri tehdidinde bulunmuşlardır. Maliki yönetimi ardı sıra Sünnilerden gelen Federe vilayet oluşturma taleplerinin arkasında Federe Bölge oluşturma amacının olduğunu düşünmekte ve Anayasa’dan kaynaklanan boşlukları kullanarak vilayetlere referandum yapılmasını engellemeye çalışmaktadır. Referandumun yasal olarak gerçekleştirilmesi için Bağdat’ın seçim hazırlığını başlatması gerekilir.
Maliki yönetiminin Sünni liderleri kontrol altına alma girişimlerine bir tepki olarak alındığı düşünülen federe vilayet taleplerinin arkasındaki motivasyonun Sünnilerin yaşadığı bölgelerde güvenli iktidarlar oluşturmak ve böylelikle Irak içinde bir Sünni yurdu oluşturmak projesi yatmaktadır. Maliki’nin uyguladığı baskı ve yıldırma politikaları daha önceleri Basra dahil Irak içinde federe bölge oluşturulmasına karşı çıkan Sünnilerin kararlarını gözden geçirmesine yol açmıştır. Ancak bu noktada federe vilayet veya bölge ilanından önce çözülmesi gerekilen oldukça önemli sorunların bulunduğunu not etmek gerekir. Öncelikli olarak Sünnilerin kurmak istediği federe vilayet veya bölge sınırları içinde tartışmalı toprakların olduğunu ifade etmek gerekir. Özellikle Diyala ve Musul bölgesinde federe vilayet ilanı ülke içinde ciddi çatışmalara yol açabilir. Sünni Araplar ile Kürtlerin yeni vilayet sınırlarının belirlenmesi sürecinde anlaşması oldukça zor gözükmektedir. Ayrıca bölgede yaşanan Şii kesimlerin de federe vilayet veya bölge taleplerine karşı çıkacağı düşünülmektedir. İkinci konu ise yetkilerin paylaşımında ortaya çıkacaktır. Federe Kürt Bölgesi de facto olarak Bağdat’taki merkezi yönetime kabul ettirilmiş bir yapıydı. Oysa yeni kurulacak bölgelerde yetkilerin paylaşımı federal organlarla yapılacak yetki paylaşımı anlaşmasına dayanmak zorundadır. Bu konuda Şiilerle Sünni kesimler anlaşması oldukça zor gözükmektedir. Tartışmalı topraklar ve yetki paylaşımının dışında mali konularda da sorunlar ortaya çıkacağı açıktır. Halı hazırda Kürt bölgesi ile Başbakan Maliki arasında petrol konusunda yaşanan sorunların çözülemediği görülmektedir.
Sonuç olarak Maliki’nin Sünni liderler üzerinde baskılarını artırması, kısa sürede Irak’ı yeniden bir mezhepsel şiddet sarmalının içerisinde sürüklemiştir. Maliki’nin politikalarını protesto eden 8 Bakanın resmen istifasını sunmasının ardından Maliki’nin göreve dönmezlerse yerlerine yeni Bakanları atayacağını ilan etmesi tehdidi, sorunun kısa sürede çözülmeyeceğini göstermektedir. Bağdat’ta sivillere yönelik saldırıların artığı bir dönemde Maliki’nin ülkeyi parçalamaya yönelik politikalarının Şii liderler tarafından da kabul görmeyeceği düşünülmektedir. Nitekim Sadr’ın yeni bir ulusal plan ortaya atması da bunun ilk işaretlerini vermektedir. Ancak tüm çabalara rağmen ABD’nin çekilmesinden bir gün sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı gibi Irak’ın önemli kurumlarını elinde tutan liderler arasında yaşanan gerginlik, Irak’ın birliğini koruyacağı yönündeki beklentileri zayıflatmaktadır.
Doç. Dr. Veysel AYHAN
ORSAM Ortadoğu Danışmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi U.İ.B.
Kaynak: ORSAM