ABD’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği operasyon sonrasında Saddam Hüseyin’in kurmuş olduğu dikta yönetiminden kurtulan Irak bugünlerde iç savaşın eşiğine gelmiş durumdadır. Etnik ve dini kimliklere dayalı toplumsal ayrım çizgilerinin oldukça kalın çizgilerle çizilmiş olduğu ve ulusal kimlik gelişiminin bir türlü sağlanamadığı bu ülkede iç savaş gerçekliği her daim gündemdeki yerini korumaktadır. 2005’te ilan edilen bir anayasayla federal bir yönetim tarzına geçiş yapmış olan Irak’ta, federalizmin gerçek manada işlevsel hale getirilemediği ortadadır. Son günlerde merkezi hükümet ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasında ayyuka çıkmış olan siyasal-yönetimsel kriz ise bu ülkenin geleceğinin çatışma faktörü çerçevesinde anlamlandırılabileceğini göstermektedir.
Bugün itibarıyla Irak Merkezi Yönetimi, nüfusun %60’ını oluşturan Şiilerin kontrolündedir. Her ne kadar Sünni Araplar ile Kürtlerin de hükümette ve mecliste temsilcisi olsa da, Nuri El Maliki’nin başında olduğu Irak Hükümeti’nin Şiileri merkeze alan bir yönetim anlayışı oturtmaya çalıştığı söylenebilir. Irak Başbakanı Nuri El Maliki, federal yönetim anlayışının Bölgesel Kürt Yönetimi’nin güçlenmesine neden olduğunu görmektedir. Aslında işgal sonrası oluşturulan federal yönetim de Bölgesel Kürt Yönetimi’nin siyasal ve ekonomik bağımsızlığını güçlendirebilmek ve işgal esnasında ABD’nin yanında yer alan Kürtleri ödüllendirebilmek için oluşturulmuştu. Anayasal anlamda Irak’ta 3 adet federal bölgenin oluşturulması karara bağlanmış olsa da, Kuzey Irak dışında bu yönetimsel anlayışın yapılandırılabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir. Sünni Arapların siyasal dağınıklığı ve etkisizliği ve Kürtlerin kendilerini Kuzey Irak üzerinden ifade etmeyi tercih etmesi, Bağdat merkezli Irak Hükümeti’nin Şiilerin kontrolüne girmesine neden olmuştur.
Kuzey Irak’ta konuşlanmış olan Bölgesel Kürt Yönetimi ile Irak Hükümeti’ni çatışmanın eşiğine getiren birçok önemli sebep bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, merkezi yönetim ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki yönetimsel sınırların tam manasıyla tespit edilememiş olmasıdır. Bugün itibarıyla Musul, Kerkük, Diyala ve Anbar gibi şehir ve bölgelerin kontrolünün kimin elinde olduğu belirsizliğini korumaktadır. Hem Kürt Yönetimi hem de Maliki’nin kontrolündeki Irak Hükümeti bu bölgeler üzerinde hak iddia ettikleri için mesele çözüme kavuşturulamamaktadır. Bunun yanı sıra, Irak Anayasası’nda yer alan 140. maddeye göre Musul ve Kerkük gibi şehirlerde nüfus sayımı yapılması gerekmektedir. Bu sayım, bu iki şehrin içerisinde yer alacağı sınırların tespit edilebilmesini sağlayacaktır. Özellikle Kürt Yönetimi bu sayımın yapılabilmesi için baskı yapmaktadır. Zira işgal sonrası yaşanan büyük çaplı göç hareketleri sonrasında Kürtlerin bu şehirlerde çoğunluğu ele geçirdiği düşünülmektedir. Türkmenler ve Arapların da yoğun olarak yaşadığı ve Kürt Yönetimi’nin kontrolündeki peşmergelerin baskıları sonrası önemli bir bölümünün terk etmek zorunda kaldığı Musul ve Kerkük’ün statüsü çok önemlidir. Zira bu bölgede çok büyük petrol yatakları olduğu bilinmektedir. Bölgesel Kürt Yönetimi’nin en önemli hedefi, bu iki şehri kendi sınırlarına katarak stratejik önemini arttırırken, kendi bölgesindeki refah seviyesini de yukarılara çekebilmektir.
Irak merkezi hükümeti ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki en temel meselelerden biri de özerklik-bağımsızlık çizgisi ekseninde cereyan etmektedir. Maliki Yönetimi, Kuzey Irak Hükümeti’nin kendi yetkisinin dışında hareket ederek yabancı hükümetler ve şirketler ile enerji ve ticaret antlaşmaları imzaladığını ve yabancı devlet adamlarıyla temas kurduğunu kaydetmektedir. Maliki’ye göre Kuzey Irak Yönetimi’nin bu tarz eylemlerde bulunmaya hakkı yoktur. Zira bu durum Irak’ta çift başlı bir yönetim görüntüsü yaratmakta ve merkezi hükümetin meşruiyetine gölge düşürmektedir. Bölgesel Kürt Yönetimi’nin bu eylemleri gerçekten de sahip olunan yönetimsel özerkliğin zorlanması anlamına gelmektedir. Ne var ki, Nuri El Maliki’nin verdiği kararlar ve izlediği politika Bölgesel Kürt Yönetimi’nin eylemlerinin meşru olarak addedilmesine neden olmaktadır. Maliki, başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra tek adam olma hayali çerçevesinde hareket etmeye başlamıştır. Kürt kökenli devlet başkanı Celal Talabani ile fazlaca irtibat kurmayan, Sünni Arapların liderlerini suçlayarak ülkeden kaçıran, Türkmenlerin ve ulusal azınlıkların siyasal ve toplumsal haklarını koruyabilme yönünde herhangi bir adım atmayan ve ülkenin sorunlarını çözebilme yönünde sağlam bir irade ortaya koymayan Maliki, Irak için iyi bir lider olamamıştır.
Nuri El Maliki’nin en temel yanlışlarından biri de mezhep temelinde dış politika yürütmesidir. Irak’ın İran’a olan yakınlığı ve Türkiye ile yaşadığı problemler bu durumun bir göstergesidir. Suriye Krizi’nde, de tıpkı İran gibi, Esad yanlısı bir tutum izleyen Maliki Yönetimi bu yönüyle ülkede yaşayan Sünnilerden büyük bir tepki görmektedir. Nuri El Maliki, aynı zamanda Rusya ile de çok yakın siyasal ve askeri bağlar kurma yanlısıdır ve bu durum özellikle ABD’nin büyük tepkisine yol açmaktadır. Rusya ile Irak arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan 4,2 milyar dolarlık silah alım antlaşmasının birkaç gün önce iptal edilmesinin arkasında ABD’nin gösterdiği tepki vardır. Maliki’nin aksine Bölgesel Kürt Yönetimi, ABD ve Türkiye ile her alanda yakın işbirliği içerisindedir. Suriye Krizi’ne fazlaca dâhil olmamaya çalışmasına karşın Esad’ın gitmesi gerektiği yönünde bir yaklaşım sergileyen Barzani Hükümeti, bu yönüyle ABD ve Türkiye ile ortak paydada buluşmaktadır. Suriyeli Kürtler arasındaki siyasal bölünmenin farkında olan Mesud Barzani, onları Esad aleyhtarlığında birleştirmek ve siyasal özerkliklerini garanti altına alacak şekilde muhalif bloğa katılmaya çağırmaktadır. Maliki Yönetimi ile Bölgesel Kürt Yönetimi’nin dış politika çizgilerinin dahi farklılaşıyor oluşu, onların aynı çatı altında uzun süre yaşayamayacaklarını gösteren önemli detaylardan biridir.
Irak’ın bir iç savaşa sürüklenmesi, Ortadoğu’nun tamamını etkileyebilecek ve küresel güç mücadelesinin yeniden ve daha güçlü bir şekilde bu bölgeye odaklanmasını beraberinde getirecek olumsuz bir gelişme olacaktır. Ne var ki, kapsayıcı bir ulusal uzlaşı yaratamayan ve etnik/dini kimlikler ekseninde bölünen bir ülkenin bu şekilde uzunca bir süre yaşayabilmesi de mümkün görünmemektedir. Merkezi yönetim ile Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki gerginliğin en temel nedeni, iki aktörün siyasal hedeflerinin ve dış politika çizgilerinin keskin bir şekilde birbirinden ayrılmasıdır. Bu gerçeklik ortada iken Türkiye’nin üzerinde durması gereken en önemli husus, Irak’ta patlayabilecek muhtemel bir iç savaşı engelleyebilmektir. Zira bu savaşın zarar vereceği en önemli aktör, toplumsal ve kültürel anlamda Irak’a en yakın ülke olan Türkiye olacaktır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü