Doğu Afrika’da, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’na açıldığı stratejik önemi oldukça fazla olan Afrika Boynuzu adlı bölgede bulunan Somali toprakları bugün itibarıyla siyasal karmaşa, iç savaş, silahlı çatışma, göç ve açlığın pençesine düşmüş bir görünüm arz etmektedir. Afrika Boynuzu adı verilen bölgede bulunan Somali toprakları, Kızıldeniz ve hatta Basra Denizi’nden gerçekleştirilen uluslararası ticareti ve enerji akışını kontrol etme imkânına sahip olduğu için, özellikle 19. yüzyıldan itibaren başta İngiltere, Almanya, İtalya ve Portekiz olmak üzere birçok imparatorluğun çekim alanına girmiştir. Hatta Somali topraklarının güneyinin İngilizler, kuzeyinin de İkinci Dünya Savaşı’na kadar İtalyanların siyasal ve askeri kontrolü altında kaldığını biliyoruz. Zaten Somali’nin bugün yaşadığı siyasal parçalanmışlığın, kendi kendine yetememe halinin ve açlığın gerisinde, bu bölgenin 1960’lı yıllara kadar sömürgelik rolünden kurtulamaması ve elinde bulundurduğu zengin petrol ve doğalgaz rezervlerinin yarattığı uluslararası paylaşım mücadelesinin bir türlü sonuçlandırılamaması yatmaktadır.
Somali, resmi ismiyle bir cumhuriyettir ve başkenti de Mogadişu’dur. Kuzeybatısında ABD’nin Doğu Afrika’daki askeri üssü olarak bilinen Cibuti, güneybatısında Kenya, kuzeyinde Aden Körfezi ve Arap Yarımadası’nda bulunan ve tıpkı Somali gibi siyasal karmaşa içerisinde bulunan Yemen, doğusunda Hint Okyanusu ve batısında da açlığın kol gezdiği bir diğer Afrika ülkesi Etiyopya bulunmaktadır. Afrika Kıtası’nda en uzun sahil şeridine sahip ülke olarak bilinen ve müthiş bir turizm ve balıkçılık potansiyeli olan ülke, içerisinde bulunduğu siyasal kaos ve iç savaş ortamı nedeniyle bu potansiyelinden hiçbir şekilde yararlanamamaktadır. Somali, genel anlamda düzlüklerle çevrilmiş bir ülke komundadır. Ülke topraklarının çok büyük bir bölümü platolardan oluşmaktadır. Somali’nin günümüzde yaşadığı açlığın arkasında yatan en önemli nedenlerden biri de ülkenin belli aralıklarla tekrar eden düzensiz bir muson iklimine sahip olması ve yılın çok büyük bir bölümünde yağış yetersizliği ve sulama imkânlarının geliştirilememiş olması gibi nedenlerden dolayı büyük çaplı bir kuraklık ile karşı karşıya kalmasıdır. Genel itibarıyla yerel Afrika gelenekleri ve İslam Medeniyeti’nin etkisi altında kalmış olan Somali halkının çok büyük bir çoğunluğu Müslümandır. Ülkenin nüfusu, iç savaş, göç ve açlık gibi faktörler nedeniyle büyük bir artış gösterememektedir. Oldukça büyük bir ülke olan Somali’nin nüfusu yalnızca 8,6 milyon kadardır. 1960 yılına kadar Kuzey ve Güney Somali şeklinde sömürge çağına uygun siyasal bir bölünmüşlük yaşayan Somali, bu tarihte İngiltere’den bağımsızlığını elde etmiş ve birleşik bir Somali Yönetimi oluşturulmuştur. Ne var ki, Somali Cumhuriyeti de çift kutuplu dünyanın ortaya çıkardığı bölünmüşlükten kurtulamamış ve 1969 yılında Muhammed Siad Barre’nin gerçekleştirdiği darbe ile komünist bir yönetim oluşturulmuştur.
Soğuk Savaş döneminde ABD ile SSCB’nin Doğu Afrika’daki hâkimiyet mücadelesinin bir parçası haline gelen Somali, sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervleri ile Basra-Kızıldeniz Bölgesi’ndeki ticareti ve enerji sevkiyatını kontrol etmesi gibi nedenlerden dolayı önemi daha da artan bir ülke haline gelmiştir. Bu dönemde Somali Yönetimi’nin kendisini Soğuk Savaş’ın kutuplaştırıcı doğasından kurtaramadığını ve Somali’nin önce SSCB, daha sonra da ABD ile işbirliği yapan bir ülke haline geldiğini görüyoruz. Barre döneminde Somali, özellikle SSCB’den sağlanan mali kaynaklar sayesinde tarım, hayvancılık, konutlaşma, balıkçılık ve madencilik sektörlerinde çok büyük yatırımlar gerçekleştirmiş ve tarım yapabilmeyi zorlaştıran iklim şartlarına karşın, sahip olunan verimli topraklar sayesinde tarımda kendi kendisine yeten bir ülke haline gelmiştir. Ne var ki, aynı dönemde uluslararası petrol şirketlerinin Somali’nin sahip olduğu kaynakları çok ucuz maliyetlerle ele geçirerek Somali’nin ekonomik gelişim yönünde sahip olduğu en önemli dayanak noktasını da ele geçirdiklerini görüyoruz. Somali’nin toplumsal yapısı aşiretlere dayalı olduğu için vatandaşlık temelinde kurgulanmaya çalışılan siyasal sistem bir türlü yerine oturtulamamış, bu durum ekonomik sıkıntılar ve ülke topraklarının tarihsel bölünmüşlük pratiği ile de birleşince 1991 yılından itibaren ülke iç savaşın pençesine düşmüştür.
Somali Devleti’nin çöküşünde etkili olan bir diğer faktör de IMF ve Dünya Bankası’nın 1980’lerden itibaren bu ülke özelinde ortaya koyduğu ekonomik politikaların tam anlamıyla başarısızlığa uğramış olmasıdır. Zira bu kuruluşların aldığı önlemler, Somali’yi tarım ve hayvancılık konusunda üretim yapmaktan uzaklaştırmış ve gıda alanında tamamıyla dışarıya bağımlı bir ülke haline getirmiştir. Üstelik bir süre sonra Somali halkı da bu durumu içselleştirmiştir. 1991 yılında başlayan iç savaş sonrasında, Somali topraklarında siyasal ayrılıkçılık girişimlerinin de filizlendiğini görüyoruz. Somali’nin kuzeybatısında bulunan bölge Somaliland adıyla bağımsızlığını ilan etmiş ve kendisini Somali’deki kanlı iç savaştan soyutlamaya çalışmıştır. Ancak uluslararası toplum, bu bölgenin bağımsızlığını tanımamıştır. Aynı şekilde Somali’nin kuzeydoğusundaki Puntland da özerkliğin daha da ötesine geçmiş ve kendi kendisini yönetmeye başlamıştır. Fakat bu bölgenin Somaliland’ın tanınmayan bağımsızlığını da göz önünde bulundurarak bağımsızlık ilanında bulunmadığını görüyoruz. Ülkenin güneyi ise 1991 yılında bu yana radikal dinci aşiretlerin ve gerillaların kontrolündedir. Ülkenin güney kesimindeki aşiretlerin ayaklanmasının ve Barre yönetimini devirmesinin arkasında yatan en önemli nedenlerden biri de, Barre yönetiminin ABD’li petrol şirketlerine verdiği geniş çaplı imtiyazlar olmuştur. Nitekim BM’nin 1992 yılında Somali’deki iç savaşı durdurma yönünde aldığı kararın ardından Somali topraklarında barışı ve siyasal kontrolü sağlama yönünde adım atan ilk ülke de ABD olmuştur. ABD, Somali’deki siyasal düzeni inşa ederek hem bu ülkedeki enerji imtiyazlarını korumak ve daha da arttırmak hem de Somali yönetimini inşa ederek stratejik öneme haiz bu toprakları kontrol altında tutmak istemiştir. Ne var ki, BM gözetiminde ABD’nin liderliğinde düzenlenen barışı sağlama amaçlı müdahale başarısız olmuştur ve 1995 yılında sona erdirilmiştir.
Somali, 1990’ların başından bu yana hepsi farklı amaçlarla harekete geçmiş olan ve aşiret bağlantılarına ve dinsel argümanlara da sahip birçok grubun ne için çatıştıklarını dahi unuttukları bir toprak parçası haline gelmiştir. 2006 yılından itibaren ise ülkenin radikal dinci aşiretleri ile tanınan güney kesiminin tamamıyla El Kaide bağlantılı olduğu belirtilen El Şebab isimli örgütün kontrolünde olduğunu görüyoruz. Öyle ki, bu örgüt birkaç yıl öncesine kadar başkent Mogadişu’yu dahi kontrolünde tutuyordu. Somali’deki siyasal karmaşa, komşu ülkeleri de etkilediği için özellikle Kenya ve Etiyopya’nın bu ülkedeki sorunlara entegre haline geldiklerini ve Etiyopya Ordusu’nun zaman zaman Somali topraklarına müdahale ettiğini görüyoruz. ABD, 2007 yılında denizden ve havadan Somali’ye bir kez daha müdahale etmiş ve Etiyopya ve Kenya ile işbirliği yaparak bölgedeki El Şebab liderlerini yakalamaya çalışmıştır.
Bugün itibarıyla Somali, birçok özerk siyasal birimin etkin olduğu ve geçici bir federal yönetim tarafından idare edilen bir ülke komundadır. Somali’nin güvenliği az sayıdaki ordu askeri ve Afrika Birliği’nin sağladığı uluslararası barış gücü tarafından sağlanmaya çalışılmaktadır. Ülkede siyasal kontrolü sağlamaktan aciz, her türlü yardıma açık ve yatırım eksikliğinin yanı sıra uygulanan yanlış politikalar nedeniyle tarım ve hayvancılık başta olmak üzere üretim yapamaz hale gelmiş bir ülkenin, topraklarını kasıp kavuran kuraklığa bir çare bulabilmesi de imkânsız hale gelmektedir. Bu nedenle, silahların gölgesinde aşiret baskısı altında yaşayan Somali halkının, uluslararası yardım gelmemesi halinde ölmeye mahkûm olduğu da rahatlıkla anlaşılabilecektir. Türkiye’nin son dönemde Somali’ye yönlendirdiği yardım kampanyaları ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın canlandırdığı Somali ilgisi, Türkiye’nin tarihsel, dinsel ve kültürel anlamda yakınlık kurduğu Somali’ye gösterdiği ilginin yanı sıra, yok olmak üzere olan bir topluma uzatılmış bir yardım eli anlamında da çok değerlidir.
Göktürk Tüysüzoğlu
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi