Yatıştırma politikası, bir saldırının oluşması ya da bir saldırı tehdidinin ortaya çıkması durumunda saldırgan devlete karşı uygulanan pasif politikadır. II. Dünya Savaşı’na giden dönemde İngiltere Başkanı Neville Chamberlain tarafından, barışı korumak adına, uygulanmaya çalışılmış, ancak başarılı olunamamıştır.
I. Dünya Savaşı sonunda,1919’da Almanya ile Versay Antlaşması imzalanmıştı. Almanya, kendisine çok ağır yükümlülükler getiren bu antlaşmanın haksız maddeler içerdiğini ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyordu. Başa geçtiğinde, öncelikli amacı Versay Antlaşması’nı yok sayarak antlaşmanın ortaya koyduğu sınırlayıcı durumu ortadan kaldırmak olan Hitler’in diğer bir amacı da Almanya’nın sınırları dışında kalmış bulunan bütün Almanları birleştirmek ve bir tek devlet altında toplamaktı. Hitler’in bu Almanları birleştirme amacına “Hayat Alanı” politikası deniyordu. Almanya’nın gittikçe güçlenmesi, İngiltere ve Fransa’yı Alman emperyalizmi karşısında savunma güçlerini arttırmak için bazı önlemler almaya yöneltti. Bunu fırsat gören Almanya Versay Antlaşması’nın silahlanmasını kısıtlayan maddesini tanımadığını ilan etti. Fransa Almanya’ya karşı ortak bir cephe oluşturmaya çalıştı. Fakat sonuç alamadı. Buna karşılık 18 Haziran 1935’te Almanya ile bir sözleşme yaparak deniz gücünü sınırlamak için Almanya’nın silahlanmasını kabul eden İngiltere, bundan sonra Almanya’ya karşı “yatıştırma politikası” izlemeye başladı.
Hitler’in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inanan Chamberlain, SSBC’ye karşı Almanya’nın kendileriyle işbirliğine gireceğini düşünüyordu. Ona göre; Münih Antlaşması ile Südet’i alan Hitler aldığı yerlerle yetinecek, artık kazandıklarını elinde tutmaya çalışacaktı. İşte 29 Eylül 1938 tarihinde büyük devletlerin ‘’Südetleri Almanya’ya verme’’ kararı almasına yol açan Münih Anlaşması, yatıştırma politikasının doruk noktasıydı. Fakat 15 Mart 1939’da Almanya, az sayıda Alman’ın yaşadığı, Çekoslovakya topraklarının geri kalanını işgale başlayınca, yatıştırma politikası da sona erdi. Takip eden haftalarda, İngilizlerin Polonya ve Romanya’ya verdikleri güvenceler Hitler’in eylemlerini kısıtlamak için başvurulan son girişimlerdi. Ancak Hitler, “Polonya Koridoru”nu topraklarına katmak bahanesiyle, Polonya’nın parçalanması konusunda SSCB ile anlaşmakta gecikmemişti. Belki de, Münih’te olduğu gibi, İngiltere ve Fransa’nın yine gerileyeceğini ummuştu. Ama onlar, Hitler’in geri çekilmesini istediler. İngiliz ültimatomu, 3 Eylül 1939’da sona erdiği zamanda, İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti, Fransa da birkaç saat sonra onu izledi. Sonuç olarak, büyük bir savaş kaçınılmaz oldu.
Bunların yanı sıra Chamberlain’in bu politikası, Hitler’e karşı bir komplo girişimini de önlemiştir. Bazı üst rütbeli Alman subayları, Almanya’nın Çekoslovakya’ya askeri bir müdahelede bulunmasının, İngiltere, Fransa ve S.S.C.B. ile Çekoslovakya arasındaki antlaşmalar gereği bir Avrupa savaşına yol açacağını biliyorlardı. Böyle bir savaşın Almanya’nın yıkımına neden olacağını öngörmek açıktır. Bu yıkımı önlemenin yolu ise Hitler’i durdurmaktır. Bu subaylar, bu gerekçelerle Hitler’e karşı bir askeri darbe planlamaktaydılar. Ancak böyle bir girişim, bir Avrupa savaşı tehlikesinin gerçek olmasına bağlıydı. Eğer söz konusu ülkeler, Almanya’nın Çekoslovakya’ya yönelik askeri bir harekatına göz yummayacaklarını belirtecek olsalardı, bir Avrupa savaşı tehlikesi var olabilecekti. Olayların gelişimi ise bu yönde olmamıştır. Chamberlain’in yatıştırma politikası, komplocuların gerekçelerini ortadan kaldırmış ve onları bu girişimden vazgeçmek durumunda bırakmıştır.
Ancak önlemek adına tanınan toleranslar Almanya’yı daha da canavarlaştırmış ve Almanya’nın daha fazla genişleme isteği karşısında barış korunamamıştır.
Ayşegül YILDIRIM
TUİÇ Staj Programı