1724-1804 yılları arasında Könisberg’de yaşayan Aydınlanma Çağı filozoflarından Immanuel Kant bilim ve felsefe dünyasında eleştirel felsefenin ilk temsilcilerinden kabul edilir. İlk çalışmaları fizik ve gökbilimi üzerine olmuştur. 1770 yılında çalıştığı üniversitede mantık ve metafizik kürsüsüne atanır. Bu tarihten sonra eleştirel felsefesini oluşturmaya başlamıştır.[1] Son çalışmalarını ilerleyen yaşı ve düşünsel zayıflıkları oluşması nedeniyle zorlukla yayınlayabilmiştir. 1804 yılında hayata veda eden Kant’ın son yapıtlarının dönemine ve ardıllarına önemli etkileri oluşturmuştur.[2]
Bilgi Felsefesi
Bilim tartışmaları ilk başladığı zaman ortaya bazı sorunlar çıkmıştır: duyularla açık bir şekilde algılanabilen nesneler ve bu nesnelerle ilgili olan kavramlar arasında nasıl bir bağ vardır? Nesneler ve kavramlar arasında bir denklik veya uygunluk mu söz konusu yoksa kavramlar bazı özelliklerini bilebildiğimiz nesnelere verdiğimiz isimler midir? Bu sorulara farklı ideolojilerden farklı cevaplar gelmiştir. Realizm nesneleri olduğu gibi bilebileceğimizi ve nesnelerin kavramlara denk olduğunu savunurken, nesneleri bilmede önceliği akıl ve onun yoluyla bulunan kavramlara veren rasyonalizm ile bütünleşmiştir. Diğer bir görüş ise nesneleri duyularımızdan bağımsız bilemeyeceğimiz görüşünde olan sensüalizm (duyumculuk)dir ve bilgi konusunda önceliği duyulara verdiğinde ampirizm halini almıştır. Yeniçağla birlikte bilgi kuramı tartışmalarına bakıldığında ise rasyonalizm ve ampirizm tartışmaları izlenmektedir.[3]
Kant’a göre bilginin ve deneyimin tek verisi duyusal dünyayla oluşturulur ve bilgi duyusal veri ve olgularla olanaklı hale gelir.[4] Kant nesnelere göre değil nesnelerin bilgimize göre biçimlendiğini söyler. Yani bizde duyarlık formları, anlık ve akıl kategorileri vardır ve biz nesneleri bunların süzgecinden geçmiş halleriyle biliriz.[5]
Kant’ın nesne anlayışında duyusal olarak elde edilen veriler akıl ile bağdaşmasıyla bir kurgu oluşturulur. Ancak bu kurguda gerçek olmayan bir yapaylık söz konusu değildir. Bu kurgu nesnenin duyusal ve akılla nasıl algılandığıdır.[6]
Kant deneyimlerden ayrı olarak zorunlu ve evrensel nitelikte bir bilginin olup olamayacağı konusu üzerine düşünür. Bu noktada Kant’a göre deneyimlerimizin kendisinde dahi temeli olabilecek, deneyden ve deneyimlemeden önce ve bağımsız olarak gelen bir bilgi vardır. A priori –önsel- olarak anılan bu bilgi deneyimden aposteriori –sonradan- olarak kaynaklanan bilgiden farklı kılınır. Kısaca Kant bazı bilgileri deneyimlemeden akıl yoluyla bilebileceğimizi ifade eder.[7]
A priori bilgiler deneysel ya da gözlemsel hiçbir yöntemle bütünleşmediklerinde arı olarak adlandırılırlar. A priori bilgiden söz edilirken salt bilgi ifade edilmektedir.[8] Kant deneysel bilgi ve algısal yargılar arasında sentetik bir birlik olduğunu açıklar. Sentetik birlikle ifade ettiği durum bilgilerin kendiliğinden birlik oluşturmadığı, zorunlu olarak ama yine birlik haline geldiklerini söyler.[9] Sentetik birlik insanın kendi kurgusudur. Bunun doğrultusunda dünya insan için bir birlik kurmadığından insan bazen yanılabilir ve bu yanılmalarından da bir şeyler öğrenebilirler. Kant’ın sentetik birlik düşüncesi insanın yanılabileceğini ortaya koymaktadır.[10]
Etik Felsefesi
Etik tarihinin başından Yeniçağda Kant’a gelene kadar bu konuya dair yapılan incelemelerin problemi “en yüksek iyi” olarak tanımlanması olmuştur. Genel olarak en yüksek iyiyi tanımlamada “mutluluk” ortaya atılmıştır. Mutluluk için ise bedensel haz, bireysel-toplumsal fayda, doğa ile uyum gibi farklı tanımlamalar yapılmıştır.[11]
Tarih boyunca pratik akıl (yapıp etme aklı) daha çok insanı mutluluğa götüren anlamlarla yenilenmiştir. Kant’ın çağında da akıl mutluluğa ulaşmada anlamlanıyordu. Tüm insanlar ve toplumlar kendi rahatlıklarını, mutluluklarını ve yararlarını düşünüp, bunlara ulaşmayı isterler ve ancak akıl sahibi olanlar bu hedefte üstün görülürler. Kant işte buna karşı çıkmıştır.[12] Kant bu noktada henüz üzerinde bir uzlaşma sağlanabilecek, adı “mutluluk” olan “en yüksek iyi” olmadığını belirtir. Bu sebeple etik, bu zeminde değil başka bir zeminde aranmalıdır. Kant bu doğrultuda etiğin a priori temelleri olabileceğini düşünür. Bilgi kuramında olduğu gibi etiğin de a priori olması demek herkes için geçerli bir yasanın var olmasıdır. Yalnızca bu durumda genelgeçer bir yasayla etik tek ve evrensel olabilirdi.[13]
Ortaya bu evrensel ahlak yasasının nasıl bir yasa olacağı sorusu çıkar. Kant’ın bu genelgeçer ahlak yasası; her zaman özgür olarak erek koyma ve özgür olarak bunları izleyebilme yetisine sahip olmakla nitelendirdiği insanlıkla gerçekleştirilebilir. Özgür insan hem kendisini ona göre yönlendirebileceği bireysel ilke hem de evrensel şekilde başkalarının da isteyebileceği ve ona göre yönlenebileceği bir genel ilke oluşturabilir. Bu durumda insan kendi iradesiyle kendisine yasalar koymuş olur.[14]
Kant eylemlerin ahlaki değerlerinin yargılanmasında insanların kullanabileceği bir kavram aramaktadır. Bulduğu kavram ise “iyi istenç(irade)” olmuştur. Ancak iyi istenç denildiğinde yalnızca iyiyi istemek anlaşılmamalıdır; iyi istenç otonom olarak belirlenen ve insanın özgür olma durumu göz ardı edilmeden kendi koyduğu yasayı benimseyip uygulamasıyla onu ahlaksal iyiye de ulaştırmış olur. Kant’a göre iyinin iki ana türü vardır. İlki bir şey başka bir şeyi hedefe ulaşmada yararlı olarak etkiler; burada o şeyin değeri kendinde değil yararlı olmasındadır. İkincisi ise değeri iyiliği kendinde olandır; bu ise iyi istenç olarak açıklanır Kant iyi istenç kavramıyla genel ahlak yasasını çözümler.[15]
Kant evrensel ahlak yasalarına uygun hareket etmeyi öğrenen ve bilen istenci; iyi istenç olarak açıklar. Bu bağlamda Kant’a göre iyi istenç dışında koşulsuz bir şey yoktur.[16]Bu koşulsuz yasalar tam olarak nedir sorusu karşımıza çıktığında Kant’ın bu konudaki üç formülasyonu görürüz: ilk olarak bu yasalar öyle bir ilkeye –kişi tarafından eylem ve gerçekleşme koşullarının nasıl göründüğüne; maksime- dayanmalı ki evrensel olabilsin.[17]
Ancak Kant bunun “sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapmama” kuralıyla karıştırılmamasını ister. Bu durumu açıklamak için ise dört örnek sunar.
- Kişinin kendisine karşı olan eksiksiz ödevini belirtir. Buna göre intihar eden bir kişinin bu eyleminin ahlaki açıdan doğru bir karar verip vermediği bu eylemin evrenselleşebilir olmasıyla ifade edilir. Bu durumda koşulsuz buyruğa göre bu eylem ahlakı açıdan yanlış kabul edilecektir.
- Başkalarına karşı eksiksiz ödevi açıklar. Örneğin başkalarına yalan yere söz vermek maksim olarak evrenselleştirilmesi mantıksal alanda yer bulamaz.
- Kişinin kendisine karşı olan eksik ödev açıklamasında kişinin beceri ve eğilimlerini geliştirmesini örnek verir. Kant’a göre doğanın verdiği yetenekleri kişiler geliştirmelidir. Ancak Kant bunu olduğu gibi kabul etmiş; herhangi bir açıklamaya dayandırmamıştır.
- Başkalarına karşı eksik ödevi açıklarken ise yardımseverlik-yardımlaşma örneğini verir. Buna göre yardıma muhtaç insanlara yardım edebilir durumdayken yardım etmeyen biri durumu tersine döndüğünde yardım isteyecektir. Bu durumdaki tutarsızlık eylemi ahlaki açıdan yanlış kılar. Ancak Kant kişinin durumu değiştiğinde neden yardım isteyeceğini açıklamamıştır.[18]
İkinci formülasyon ise insanlık kendi kişiliğinde ya da başkasının kişiliğinde yalnızca araç değil aynı zamanda amaç da olsun.[19] Kant ilk formülasyondaki örnekleriyle ikinci formülasyonda da açıklama yapmıştır.
- İntihar örneğini ele alırsak; insanın kendisini kötü bir durumdan kurtarmak amacıyla öldürmeyi dahi ona araçsal bir anlam yükler ve insan kendi kişiliğinde bile insan öldüremez. İnsanlık için böyle bir amaç olamayacağından da yanlıştır.
- Yalan yere söz verme örneğinde ise kişi başkasını araç olarak görüp ona yalan yere söz veriyorsa yine insanlığa dair bir amaç söz konusu olmadığından yanlıştır.
- Yetenek ve eğilimlerini geliştirme örneğine bakılırsa; kişinin kendisini geliştirmemesi doğanın amacına ters düşmektedir. Kendi gelişimi diğer kişilere de yararlı olabilecekken bunun önüne geçiyorsa insanlık amacından yine söz edilemeyecektir. 4)Yardımseverlik-yardımlaşma örneğine gelindiğinde ise; yardım etmek karşı tarafı mutlu edecek bir durumdur. Ancak bunu geçekleştirememek ise doğal eğilimlerden uzak durarak insanlara araç olarak davranılmıştır. Bu durum insanlığın yararına olmayacak bir durumdur.[20]
Kant üçüncü formülasyonu eylemin dayandığı ilke kendi istenciyle oluşan bir doğa yasası olabilsin şeklinde açıklanır.[21] Başka bir deyişle her rasyonel varlığın istenci kendisini genel yasa koyan bir istenç olarak sunar. Buradaki diğer formülasyonlardan temel fark rasyonel varlığın kendisinin de yasa koyucu olduğunu düşünmesidir. Burada daha önce bahsettiğimiz otonomi devreye girecektir. Yasaların kendi bilinciyle oluştuğunu düşünen rasyonel varlık bu yasalara içten ve gönüllü olarak uyum sağlar.[22] Kant’ın etik anlayışında “doğru eylem” istenç ve akılla -özgürce- ortaya konan bir ödevin gerekliliklerinin yerine getirilmesidir. Kant için etik ise doğru eylemin ne olduğunu yanıtlama çalışmasıdır.[23]
Kant’a Yönelik Eleştiriler
Kant etiği, etik tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Sonrasında da kant felsefesiyle tartışmalar sürdürülmüştür. Kant’ın bu anlayışı önemli eleştiriler de almıştır. Özellikle özgürlük tanımlamasında insanın haz, arzu, zevk vb. dünyasına yer vermeyişi bu tanımlamanın katı ve sert olarak eleştirilmesine neden olmuştur. Kant’ın ahlak yasasının yapısının tarihsel süreçten kopuk olduğu ise farklı bir eleştiri noktasıdır. Her tarihsel dönemde birbirlerinden farklı ve birbirleriyle çatışan ahlak ilkelerinin olabileceği noktada eksik kalacağı eleştirisi yapılmıştır.[24]
Yapılan eleştirilerin haklı yönleri olsa da Kant etiğinin, dönemini ve döneminden sonrasını derinden etkilediği ve etik tartışmalarında bir dönüm noktası olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
[1] Bekir S. Gür, “Kant ve Matematik Felsefesi Üzerine”, Matematik Dünyası, No:1, 2006, s.1.
[2]Heinz Heimsoeth, Kant’ın Felsefesi, Takiyettin Mengüşoğlu(çev.), Doğu Batı Yayınları, Ankara 2012, s.21.
[3] Doğan Özlem, Kant Üstüne Yazılar,Notos Kitap Yayınevi, İstanbul 2015, s.10.
[4] Ali Taşkın, “ImmanuelKant’da Bilginin Kaynağı Problemi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:6 Sayı:1, 2002, s.281.
[5] Doğan Özlem, a.g.e. s.13.
[6] Doğan Özlem, a.g.e., s.16.
[7] Ali Taşkın, a.g.m., s.284-285.
[8]Immanuel Kant, Arı Usun Eleştirisi, Aziz Yardımlı(çev.), İdea Yayınevi, İstanbul 2010, s.32-33.
[9]Nebil Reyhani, “Kant’ta Sentetik Bilgi Fikri”, Cogito Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant(Özel Sayı), Sayı:41-42, Yapı Kredi Yayınları, Kış 2005, s.99-100.
[10]Nebil Reyhani, a.g.m., s.102-103.
[11] Doğan Özlem, a.g.e., s.20.
[12]HeinzHeimsoeth, a.g.e., s.89.
[13] Doğan Özlem, a.g.e., s.20.
[14] Doğan Özlem, a.g.e., s.20; Paul Guyer, “Kant’ın Ödevler Sistemi”,Cogito Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sonsuzluğun Sınırında: Immanuel Kant(Özel Sayı), Sayı:41-42, Yapı Kredi Yayınları, Kış 2005, s.296.
[15] Doğan Özlem, a.g.e.,s.22-23; Bedia Akarsu, Ahlak öğretileri I-II, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s.208.
[16] Bünyamin Bezci, Kant ve Hegel’in Felsefesinde Etik Anlayışı”, Selçuk Üniversitesi İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Cilt:5, Sayı:9, 2005, s.54.
[17] Doğan Özlem, a.g.e., s.24; Özge Özaydın, “İçimdeki Ahlak Yasası: Kant’ın Ahlak Kuramı Üzerine Eleştirel Bir İnceleme”, İstanbul Üniversitesi Felsefe Arkivi Dergisi, Sayı:34, 2011, s.101.
[18] Paul Guyer, a.g.m., s.296; Özge Özaydın, a.g.e., s.103-104.
[19] Bedia Akarsu, a.g.e., s.225; Özge Özaydın, a.g.m., s.104.
[20]Bedia Akarsu, a.g.e., s.225-226; Özge Özaydın, a.g.m., s.105-106.
[21] Doğan Özlem, a.g.e., s.24.
[22] Bedia Akarsu, a.g.e.,s.227.
[23] Doğan Özlem, a.g.e., s.25.
[24] Doğan Özlem, a.g.e., s.27.