Libya’daki halk hareketi ve başta Fransa olmak üzere ABD ile İngiltere’nin Libya’ya müdahalesi, son yarım asırdır birtakım kemikleşmiş alışkanlık ve uygulamaları da değiştireceğe benziyor.
Arap ülkelerinin ve İslam Konferansı Örgütü’ne üye ülkelerin homurtusu iyice duyulmaya başladı.
Türkiye NATO içindeki gücünü net olarak ortaya koydu ve açıkçası İslam ülkelerinin liderliğine oynuyor.
Daha doğrusu oynamıyor, Arap ligi kendisinden liderlik yapmasını bekliyor ve oraya doğru da itekliyor.
Geçmiş yıllarda Arap ülkelerinin lideriyim diyen Mısır’dan günümüzde artık hayır yok. Bırakın liderlik yapmayı, bütün kurumları ile doğru dürüst faaliyet gösterebilen bir devlet görünümü bile yok Mısır’da.
Türkiye, Libya’ya yönelik operasyonun komuta ve kontrol sisteminin tamamıyla NATO tarafından üstlenilmesini ve sadece NATO yetkililerince koordineli olarak yürütülmesi konusunda ısrarlı.
Özellikle Fransa’nın kendi başına hareket etmesini istemiyor Türkiye. Fransa zaten insan haklarını ihlalde ve soykırım konusunda sabıkalı.
Hem de ne sabıka.
II. Dünya savaşında Fransa’ya bağımsızlık sözü karşılığı yardım eden Cezayirlilerin 28 Ağustos 1955 tarihinde bağımsızlık istekleri ile başlayan halk hareketi Fransızlar tarafından bir buçuk milyon Cezayirlinin katledilmesi ile son bulmuştu. Rwanda’da 6 nisan1994 yılında başlayan iç savaşta, iktidardaki Hutu’ların Fransa’nın da desteği ile sistematik bir biçimde Tutsi azınlığa karşı başlattıkları soykırım, yaklaşık 1 milyon Tutsi’nin katledilmesi ile son bulmuştu. Bu olayda başta Fransa Cumhurbaşkanı olmak üzere 30 Fransız politikacı ve yönetici mahkeme edilmiş ve suçlu bulunmuştu. Suçlu bulundular ama maalesef cezalandırılmadılar.
Aynı şekilde Fransa, Bosna’da da on binlerce Müslüman erkeğin öldürülmesine ve on binlerce Müslüman kadına da tecavüz edilmesine ön ayak olmuştu.
Olmuştu da BM’nin müdahale kararı ve NATO’nun da askeri müdahalesinden sonra ikiyüzlülüğün en güzel örneğini sergileyerek ilk insani yardım uçağını gönderen ülke olmuştu.
Libya’ya saldırıları ilk başlatan Fransa, NATO’nun komuta-kontrol kapasitesinden ve çok uluslu misyonları yürütme yeteneğinden faydalanılırken siyasi kararları Paris-Londra öncülüğünde uluslararası koalisyonun almasını istiyor.
İstiyor istemesine de birçok ülkenin şüpheyle yaklaştığı, çok sayıda sivilin öldürüldüğü ve Fransa İçişleri Bakanı Claude Gueant tarafından “Haçlı Seferi” olarak nitelendirdiği böylesi bir saldırıda, NATO’nun payanda olarak kullanılmasına karşı çıkan Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 1973 sayılı karar çerçevesinde Libya’ya karşı sürdürülen operasyonun BM Güvenlik Konseyi prensipleri etrafında ateşkesi sağlayıcı, sivil kayıpları önleyici nitelikte olması ve operasyonun komuta ve kontrol sisteminin de tamamıyla NATO tarafından üstlenilmesi gerektiğini talep ediyor.
Görüşmeler iyice çıkmaza girmiş durumda.
En adil ve hakça çözüm belki de, İKÖ üyesi Arap ülkelerinin bir “Arap Barış Gücü” oluşturarak Libya’ya göndermesi ve Irak’ın işgalinden sonra ABD’nin Irak’ı yağmalamasının benzeri bir olayın Libya’da yaşanmasını önlemek olacaktır.
ABD, Fransa ve İngiltere’nin iddia ettiği gibi Libya’ya “Barış, Demokrasi ve İnsan Hakları” getirilecekse, bunu Libya’nın petrolünde gözü olmayan İKÖ üyesi ülkelerin oluşturacağı bir “Yönetim” yapmalı.
Artık Batı’nın, petrolün bulunduğu Müslüman ülkelerde “Demokrasiye geçiş” adı altında yapay karışıklıkları çıkarmasına dur denmesinin zamanı gelmiştir.
Birleşmiş Milletlerin Kuruluş Yasası ve Güvenlik Konseyi’nin de oluşumu tartışmaya açılmalı, çağımızın “İnsan Haklarına” uygun yeni yapılanmalara gidilmelidir.
Prof.Dr.Ata ATUN