Özet
Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni güvenlik tehditlerinin ortaya çıkmasıyla güvenlik kavramı dönüşüm geçirmiş, alanı genişlemiş ve kapsamı küresel boyuta taşınmıştır. Bugün küresel güvenliği tehdit eden en önemli sorun, gelecekte sebep olabileceği küresel yıkım düşünüldüğünde tartışmasız iklim değişikliğidir. İklim değişikliğinin nitelikleri itibariyle dünyada bir kriz durumu doğurduğu şüpheye yer vermeyecek kadar açıktır. Buna rağmen uluslararası alanda krizin çözümüne yönelik atılan adımlar yetersiz kalmaktadır. Avrupa Birliği (AB) ise iklim krizine yönelik tutum ve politikalarıyla konuyu en çok önemseyen siyasal aktör olarak dikkat çekmektedir. Bu çalışmada küresel güvenliği tehdit eden iklim krizi ile birlikte AB’nin iklim krizine yaklaşımı ve buna yönelik politikaları genel bir çerçevede sunulmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, İklim Krizi, Güvenlik, Yeşil Belge, Kyoto Protokolü
Abstract
With the emergence of new security threats in the post-Cold War period, the concept of security has transformed, its field has expanded and its scope has been moved to a global dimension. The most important problem threatening global security today is unquestionably climate change, given the global destruction it may cause in the future. Due to the qualities of climate change, it is obvious that there is no doubt that it creates a crisis situation in the world. Despite this, the steps taken to solve the crisis in the international arena are insufficient. On the other hand, The European Union draws attention as the most important political actor with its attitude and policies towards the climate crisis. In this study, together with the climate crisis threatening global security, the approach and policies of the EU to the climate crisis are tried to be presented in a general framework.
Keywords: European Union, Climate Crisis, Security, The Green Agreement, Kyoto Protocol
Giriş
Soğuk Savaş boyunca Avrupa’da ve tüm dünyada güvenlik çalışmalarında aslan payını askeri güvenlik almış, güvenliğin diğer boyutları ise neredeyse hiç gündeme gelmemiştir. Soğuk savaşın sona ermesi ve küreselleşme ile birlikte yeni güvenlik tehditlerinin gündeme gelmesi sonucu, güvenlik kavramı da kapsamlı bir dönüşüm geçirmiştir. Bu değişimle beraber güvenlik kavramının alanı genişlemiştir.
Özellikle Kopenhag Okulu’nun Sektörel Analiz yaklaşımıyla güvenliğin farklı boyutları üzerine çalışma ve tartışmalar hız kazanmıştır. Okul, yalnızca devletin referans nesnesi olarak alındığı güvenlik anlayışını eleştirmiş, diğer sektörlerdeki tehditlerin de bir güvensizlik oluşturabileceğini savunmuştur. Bu bağlamda; askeri güvenliğin yanına siyasi güvenlik, ekonomik güvenlik, toplumsal güvenlik ve çevresel güvenlik de birer güvenlik sektörü olarak ele alınmıştır (Buzan, Waever, Wilde 1998 içinde Kılıçaslan, 2015, s.51).
Böylelikle sosyal sorunlar bağlamında; etnik çatışmalar, köktendincilik, uluslararası göç, siyasi sorunlar bağlamında; uluslararası terörizm, ekonomik sorunlar bağlamında; küresel eşitsizlik ve adaletsizlik, kalkınma, uyuşturucu ticareti, çevresel sorunlar bağlamında ise; küresel ısınma, iklim değişikliği, enerji krizi ve çevre kirliliği gibi sorunlar uluslararası güvenlik gündeminde yer bulmuşlardır. Bu sorunlardan, küresel güvenlik açısından en acil olarak çözüm bekleyen iklim değişikliği, yakın gelecekte sebep olabileceği güvenlik sorunları ve bu sorunların yaratabileceği derin tahribattan ötürü uluslararası iş birliğini zorunlu kılmıştır. Bu çalışmada iklim değişikliği ve Avrupa Birliği’nin (AB) iklim değişikliği bağlamında politikaları ele alınacaktır. Bu bağlamda, çalışma üç kısımdan oluşacaktır; ilk kısımda iklim değişikliği kavramı ve güvenlik ile olan bağlantısı, ikinci kısımda AB’nin birlik bünyesindeki iklim değişikliği politikaları, son kısımda ise AB’nin iklim değişikliği çerçevesindeki güvenlik ve uluslararası alanda iklim politikası ele alınacaktır.
1. İklim Değişikliği ve Güvenlik
Güvenlik, tehlike ve tehditten uzak olma durumu olarak tanımlanmaktadır. Güvenlik öznesinin (devlet, birey, toplum, gezegen) olağan düzenini bozabilecek herhangi bir tehdidin bulunmaması güvenlik durumuna karşılık gelmektedir. Güvenlik öznesinin olağan düzenini bozabilecek tehditler, özneye bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Özne birey ise bireysel ihtiyaçlara (beslenme gibi) yönelik sorunlar tehditler kapsamına girmektedir. Özne devlet ise bu kez devletin bekasına ve düzenine yönelik sorunlar, tehditler kapsamına girecektir. Ancak bugün karşı karşıya olduğumuz tehlike güvenlik öznesi ayırt etmemekte, dünya üzerindeki her bireyin, devletin, toplumun ve canlının güvenliğine ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Eğer önlenemezse çok da uzak olmayan bir gelecekte küresel çapta ciddi bir güvensizlik ve çatışma ortamı oluşturacağı düşünülen bir tehlike: İklim Değişikliği.
“İklim değişikliği, karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim farklılıklarına ilaveten, doğrudan veya dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda iklimde oluşan bir değişiklik demektir.’’ (UNFCC 2015 içinde Çayhan, 2016, s.93)
İklim değişikliğine doğal unsurlar da sebep olmakla birlikte bugün bahsettiğimiz anlamdaki iklim değişikliği büyük oranda insan faaliyetleri sonucunda ortaya çıkmıştır (Heywood, 2011, s.465).
Sanayi devrimiyle birlikte başlayan endüstrileşme, kirlilik, nüfus patlaması, ormanların yok edilmesi ve aşırı kaynak tüketimi atmosferde sera etkisine sebep olmaktadır. Bu etki, hava olaylarında ve ortalama sıcaklıklarda büyük çapta ve uzun süreli kaymalara sebep olup iklim değişikliğinin de özüdür (Vural, 2018, s.58).
İklim değişikliğinin son dönemde uluslararası ilişkilerde bu kadar gündeme gelmesinin sebebi, insanlığa ve gezegene karşı oluşturduğu güvenlik tehditleridir.
Uzmanlar altı tip çevresel değişimin çatışmalara neden olabileceğini belirtmekte ve altı maddeli bu listede ilk sırayı sera etkisi kaynaklı iklim değişikliği almaktadır (İzci, 1998, s.412).
Peki iklim değişikliği hangi sonuçları itibariyle uluslararası güvenliğe tehdit oluşturmaktadır?
İklim değişikliği yalnızca sıcaklık artışını değil aynı zamanda yağış, nem, deniz seviyesi ve buzul miktarlarını da olumsuz yönde etkilemekte ve aşırı hava olaylarına neden olmaktadır. Özellikle su döngüsündeki değişiklikler milyonlarca insanın su ihtiyaçlarını karşıladığı göllerin kurumasına sebep olarak su kıtlığına davetiye çıkarmaktadır. Yağışların az olması kuraklığa sebep olurken fazla olması sel felaketlerine sebep olabilmektedir. Sel felaketleri büyük ekonomik kayıpları da beraberinde getirmektedir (Vural, 2018, s.59-62).
Kuraklık ise toprağın verimliliğini azaltmakta ve sonucunda gıda kıtlığı ve açlık problemi ortaya çıkmaktadır. İklim değişikliği sebebiyle tarımsal üretimde %25 civarı bir azalma beklenen bir ihtimaldir (Çayhan, 2016, s.98).
Su ve gıda yoksunluğunun ileride iklim değişikliği kaynaklı çatışmaların en önemli tetikleyicisi olacağı tahmin edilmektedir. (Halihazırda Suriye İç Savaşı’nın sebeplerinden birinin rejimin kuraklık krizini iyi yönetememiş olması olduğu düşünülmektedir.) Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), bu konuda korkutucu rakamlar vermektedir. Mevcut koşulların devam etmesi durumunda 2080 yılına kadar 1,2 ile 3,2 milyar arasındaki insanın su kıtlığı ile, 200-600 milyon arasındaki insanın ise kötü beslenme ya da açlıkla karşı karşıya kalacağı söylenmektedir.
Dahası, gıda ve tatlı su kaynaklarındaki bu yoksunluğun, uluslararası çapta bir göç hareketine de neden olacağı düşünülmektedir. 2050 yılına kadar, 200 ile 850 milyon arasında insanın iklim değişikliği ile alakalı sebeplerden dolayı daha uygun koşullu bölgelere göç edecekleri beklenmektedir (Heywood, 2011, s.464-472).
Bu göç hareketinin iyi yönetilememesi ihtimalinde ortaya çıkabilecek sorunlar zinciri şimdiden özellikle göç alması potansiyel ulus-devletleri korkutmaktadır.
İklim değişikliğinin ulusal güvenliğe oluşturduğu en çarpıcı tehditlerden biri ise buzulların erimesiyle ortaya çıkmaktadır. Kutuplardaki buzulların erimesiyle deniz seviyeleri yükselmekte, bazı ülke topraklarının yok olma tehlikesi baş göstermektedir. Örneğin Bangladeş topraklarının altıda biri bu yüzyılın ortalarına kadar denize karışmış olacaktır. Maldivler’in ise tamamen yok olması söz konusudur (Heywood, 2011, s.464-472).
Son olarak, iklim değişikliği insan sağlığı üzerinde de doğrudan etkili olmaktadır. Bazı bölgelerde aşırı sıcaklara bağlı ölümler artış göstermektedir ve su kaynaklı hastalıkların yayılımında değişiklikler gözlemlenmektedir (European Commission, 2020).
1.1. Uluslararası Girişimler
İklim değişikliği, ilk kez 1980’lerde, çevreci grupların eylemleriyle beraber gündeme gelmiştir. Soğuk Savaş’ın bitimine yakın, Birleşmiş Milletler iş birliği ile birlikte IPCC iklim değişikliğine karşı çözüm stratejileri geliştirmek için kurulmuştur. Kuruluş belli aralıklarla sunduğu raporlarda, iklim değişikliğine hem doğal unsurların hem de insan faaliyetlerinin sebep olabileceğini belirtmiştir (Climate Change 2007 içinde Çayhan, 2016 s.93). Ayrıca tehdidin ciddi olduğunu ve bu tehditle mücadele için küresel bir anlaşmanın gerekliliği vurgulanmıştır. Böylece bir anlamda iklim değişikliğinin küresel boyutta güvenlikleştirilmesi için ilk somut adım atılmıştır. Ancak erken dönemde iklim değişikliği ile mücadele için oluşturulmaya çalışılan iş birliği ve antlaşmalarla önemli bir ilerleme kaydedildiği söylenemez. Bu amaçla 1992’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ve 1997’de Kyoto Protokolü kabul edilmiştir. Ancak bu antlaşmaların yasal anlamda bağlayıcı yönlerinin olmaması sebebiyle belirlenen hedeflere ulaşılamamış, dahası karbondioksit salınımı artış göstermiştir (TÜBA, 2021).
Sonuç olarak iklim değişikliğinin güvenlik ile olan bağı çok açıktır ve dünya barışını tehdit eder boyutta bir güvenlik sorunu haline gelmiştir. Bu sorunun askeri önlemlerden ziyade sosyal, ekonomik önlemlerle ve küresel iş birliği ile çözülebileceği de bir gerçektir. Bu anlamda iklim değişikliğini bir güvenlik sorunu olarak gören ve bu anlamda politika üretmeye en fazla önem veren siyasi örgütlenmelerden biri Avrupa Birliği’dir. Çalışmanın bir sonraki bölümünde AB’nin iklim değişikliği ile mücadelesi, örgüt bünyesinde aldığı politika kararları çerçevesinde incelenecektir.
2. Avrupa Birliği’nin İklim ve İklim Krizi Politikası
Avrupa Birliği’nin iklimle ilgili problemler karşısında öncü rol oynamasının sebeplerinden birisi de IPCC’nin kurulmasıdır. AB’nin o zamanki Çevre ve Enerji bakanları 1990 senesinde, AB’nin emisyonlarını 2000 yıllarına kadar 1990’lı yıllar seviyesinde tutmak amacıyla bir araya gelmişler, bu kararın ciddiye alınması gereken bir durum olduğunu kanıtlamak içinse Rio’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda bir tedbir paketi taslağı oluşturulması istenmiştir. Ardından komisyon, önerilen stratejileri geliştirmek için iklim politikaları üzerine Vergi, Enerji ve Çevre komitelerini kurmuştur (Altunok ve Altunok, 2016, s.47).
İklim politikaları çerçevesinde, insan faktörlü sera gazı salınımını kontrollü bir düzeyde tutmak amacı ile 1992 yılında en önemli uluslararası konferanslardan birisi olan ve Rio’da düzenlenen Yerküre Zirvesi’nden önce, 1992 Haziran ayında CO2 emisyonunu 2000 yılına dek %12 civarında nasıl azaltılabileceği stratejisinde bir tedbir paketi oluşturulmuştur. Bu pakette; politik stratejiler ile enerji kaynakları kullanılarak verim almaya dayalı “Enerjide Verimlilik Çerçeve Yönergesi (SAVE)” çıkarmak, yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının daha ön planda olması, vergi koyma hedefiyle karbondioksit salınımı konusunda yönerge çıkarmak ve sera gazları, karbondioksit gibi unsurları kontrol altına almak amacıyla AB çerçevesinde bir mekanizma oluşturulması konularına değinilmiştir. Bu önlem paketiyle sonuç olarak, AB’nin amaçladığı emisyon stratejilerini gerçekleştirebilmesi ve iklim politikalarını kuvvetlendirmesi belirlenmiştir. Bu hedeflenen önlemler çerçevesinde karbondioksit kullanımı düzeyini değerlendirmek amacıyla her üye devletin, komisyona yılda bir kez rapor vermesi kararı verilmiştir (Altunok ve Altunok, 2016).
1992 senesinde sözleşmeye açılan ve 21 Mart 1994 senesinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) AB, 21 Mart 1994’te taraf olmuştur. Bu sözleşmenin asıl amacı; sera gazının tehlikeli bir biçimde insan faktörlü kullanımının ve birikiminin önüne geçilebilecek bir düzeyde tutulmasıdır. Bu belirlenen düzey ise ancak ekosistemlerin doğal süreç ile uyum sağlamasına, besin üretiminin tehdit altında olmamasına ve ekonomik kalkınmanın devamına tehdit oluşturmamasına bağlıdır. Ayrıca AB, ilk olarak 1990 senesi, Lüksemburg Çevre ve Enerji Konseyi’nde belirlemiş olduğu bu karbondioksit salınım amacı ile BMİDÇS’den de önce davranarak kendi arasında bir salınım planı ve programı oluşturduğundan dolayı uluslararası anlamda daha güçlü, daha çabuk bir konuma ulaşmıştır. Sözleşme, Birleşmiş Milletler çerçevesi altında Taraflar Konferansı ve Sekreterya gibi iklim değişikliğiyle mücadele etmeye dönük çeşitli organların kurulmasına vesile olmuştur (Altunok ve Altunok, 2016, s.48).
Taraflar Konferansı’nın nihai amacı ancak, Kyoto Protokolü ile sonuç bulmuş 3. Taraflar Konferansı ile anlaşılmaktadır.
2.1. Kyoto Protokolü
BMİDÇS ile paralel, diğer bir uluslararası anlaşma niteliğinde olan Kyoto Protokolü’nün temel amacı emisyonun azaltılması çerçevesinde tüm AB üye ülkelerine direktifler verilmesidir. Bu emisyonun azaltılması hedeflenen gazlar; Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Diazotmonoksit (N2O), Hidrofluorokarbon (HFC), Perfluorokarbon (PFC) ve Sülfür Heksafluorid (SF6) şeklindedir. Emisyonun azaltılmasıyla beraber ağaçlandırmanın sıklaştırılması, iklim değişikliği ile alakalı çeşitli araştırma, geliştirme çalışmalarında bulunulması, enerji verimliliğinin artırılması gibi konular da asıl hedefler arasındadır (Altunok ve Altunok, 2016, s.49).
Bu protokolde üye ülkelerin, belirlenen 2008-2012 senelerinde salınımı planlanan sera gazlarının 1990’lı yılların %5 kadar daha altına çekmeleri gerektiği kararına varılmıştır. Bununla beraber bir çeşit salım ticareti oluşturulmuş ve üye ülkelerden biri, kendisine tahsis edilen karbon salınımını aşar ise bunu daha az salınımda bulunmuş ülkelerden karbon salınım kotası alarak karşılayabileceği belirlenmiştir. Fakat aynı zamanda sera gazı salınımı azaltma prensibiyle uyuşmayan teşviklerin azaltılması ve pazar kurallarının uygulanması gerektiği kararına varılmıştır. Bunun yanı sıra Lüksemburg için salınımlarının %28 kadarını azaltmaları gerektiği belirtilirken Portekiz için ise %27 oranında artırabileceği izni verilmiştir (Altunok ve Altunok, 2016, s.49).
2000-2003 yılları arasında maliye, enerji ve çevre, kalkınma, AB’nin emisyonlarını azaltma konularını ve önlemlerini içeren Avrupa İklim Değişikliği Programı aracılığıyla Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) kurulması gerektiği önerilmiş ve 13 Ekim 2003 tarihinde onaylanmıştır. ETS her ne kadar eleştirilmiş olsa da öncü olması açısından önemlidir (Altunok ve Altunok, 2016, s.51).
Avrupa Çevre Ajansı’ndan bildirilen raporlarda AB’nin 1990 ile 2000 yılları arasında hedeflenen sera gazı salınımlarının %3,5 kadar düştüğü belirtilmiştir. Bu sonuca göre AB’nin, 2000 yılına kadar salınımlarını 1990 yılları oranında tutması gereken sorumluluğu yerine getirdiğini görebilmekteyiz. AB, belirtilen hedefler doğrultusunda doğru bir yol izlemeye yatkın görünmektedir (Altunok ve Altunok, 2016, s.51).
İklim değişikliği, 6. Çevre Eylem Programı (ÇEP) kapsamında ele alınan 4 konudan biridir. ÇEP, hukuk alanında bir hükmü olmayan fakat politik düzeyde belli başlı bazı istekler ve hedefler koymayı amaçlayan çalışmalar olarak düşünülebilir (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.6).
Bu programda iklim değişikliğiyle alakalı amaçlar özetle şu şekildedir; karbondioksit salınımına dair plan oluşturulması, yenilenebilir enerji kaynak kullanımlarının artırılması, enerji tasarrufunun teşvik edilmesi, bazı çevre anlaşmalarının yapılması, enerji vergilendirilmesinin kabulü ile beraber Pazar araçlarının kullanımı ve iklim değişikliği kavramının Topluluğun en mühim konularından birisi olarak kabul ettirilmesi önemlidir. Bu hedeflerin, AB üye ülkelerinden ziyade Topluluğun sorumluluğunda olması ve desteklenmesi önemli bir ayrıntıdır (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.6-7).
2.2. Yeşil Belge
AB’nin temel eylemleri, enerji tasarrufu, yenilenebilir enerji, enerji sistemlerinin iyileştirilmesi gibi konular hakkında yoğunlaşmaktadır. Çevre ile alakalı düzenlenen politikaları diğer sektörlerle birleştirmek amacıyla AB Komisyonu, 2001 senesinde “Güvenli Enerji Arzı için Avrupa Stratejisine Doğru” isimli bir Yeşil Belge yayınlamıştır. Yeşil Belge, ileride Kyoto Protokolü’nün sorumluluklarını nasıl karşılayacağı ve nasıl düzenlenebileceği hakkında tartışma başlatan, AB enerji politikasını, fosil yakıt kullanımı ve yerli enerji üretimi düşüklüğüne dayanan bir husus özelliği taşımaktadır (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.8).
2.3. Beyaz Belge
1997 senesinde AB komisyonu “Gelecek için Enerji: Yenilenebilir Enerji Kaynakları-Topluluk Strateji ve Eylem Planı” şeklinde bir Beyaz Belge yayınlamıştır. Bu belgenin hedefleri arasında, AB’nin 2010 senesine kadar %6 olan yenilenebilir enerji kaynaklarının seviyesini %12’ye çıkarması önerileri bulunmaktadır. Bu plan doğrultusunda, daha fazla yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı özendirilerek yenilenebilir enerji sektörlerinin de gelişimine katkı sağlanması amaçlanmıştır (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.8).
2.4. Enerji Verimliliğini Artırma Planı
Nisan ayında, AB komisyonu, bu sefer içerisinde daha gelişmiş seviyede politikaları ve tedbirleri içeren “Avrupa Topluluğunda Enerji Verimliliğini Artırma Eylem Planı” isimli bir taslak hazırlamıştır. Bunun en temel amacı, enerji tüketiminin yılda %1 azaltılması fikriyle enerji üretiminin halihazırda mevcut olan potansiyelini güçlendirmektir. Fakat bu planlar yasal bir alanda gerçekleşmemektedir (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.9,).
Bunların yanı sıra AB’nin sera gazı salınımını azaltma politikasında Topluluk seviyesindeki diğer girişimler de şu şekildedir; “Elektrik ve Gaz Direktifleri”, “Enerji Ürünlerinin Vergilendirilmesi”, “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Elektrik Üretimi Direktifi, “Devlet Yardımı Rehberleri”, “Ulaştırma Sektöründe Alternatif Yakıtlar Bildirimi”, “Yenilenebilir Enerji Kaynakları Standartları” ve “Birleşik Isı ve Güç Bildirimi” (Türkeş ve Kılıç, 2004, s.9).
2.5. 2007 ve Sonrasındaki Diğer Gelişmeler
AB Komisyonu, Avrupa’nın sera gazı salınımı konusunda ve iklim değişikliğinde uyuma dikkat çekerek bir tedbir oluşturmak amacıyla 29 Haziran 2007’de bir Yeşil Kitap yayınlayarak bu konuyla ilgili 4 bölgede çalıştay oluşturmuştur. Başlığı “İklim Değişikliğine Uyum” olan bu kitap, uyum sürecinin uluslararası anlamda bir önem kazanması, araştırma-geliştirme çalışmaları yapılması, sivil toplumlar ile işbirlikleri düzenlenmesi ve AB seviyesinde eyleme geçilmesi gibi temel konular üzerinde durmuştur (Altunok ve Altunok, 2016, s.52).
1 Nisan 2009 senesinde ise, oluşabilecek iklim değişikliğinin olumsuz etkilerden toplumun olabildiğince az zarar görmesini sağlamak amacıyla AB, içerisinde buna dair önlemleri barındıran bir Beyaz Kitap yayınlamıştır. Bu kitapta dikkat çeken noktalardan birisi de AB’nin bu iklim değişikliği krizini kabullenerek sonuçlarını tedbir altına almaya ve azaltmaya yönelik harekete geçmiş olmasıdır. Ayrıca yine 2009 yılı içerisinde Avrupa Parlamentosu ve Konseyi, sera gazı emisyonunu azaltma hedefine yönelik, Topluluğun 2013 yılından 2020 yılına kadar AB üye ülkelerin sera gazı salınımında 2005 senesi düzeyine göre maksimum %20 indirim gerçekleştirilebileceği şeklinde bir karar almış ve bunu onaylamıştır (Altunok ve Altunok, 2016, s.53).
Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso, AB’nin en güncel ekonomik stratejilerini ve hedeflerini ortaya koyan “Avrupa 2020 Stratejisi: Akıllı, Sürdürülebilir ve Kapsayıcı Büyüme için Avrupa Stratejisi” isimli raporu 3 Mart 2010 yılında açıklamıştır (Altunok ve Altunok, 2016, s.53).
2.6. Avrupa 2020 Stratejisi Hedefleri
Avrupa 2020 Stratejisi kendi bünyesinde 21. yüzyıl için belirlediği akıllı, sürdürülebilir, kapsayıcı büyüme şeklinde iklim ve enerji konularında gerçekleştirilmesi hedeflenen 5 ana eksen üzerinde durmaktadır. Bunlardan, 20 ile 64 yaş arasının istihdamını %69 düzeyinden %75’e çekme girişimi, ilk hedeflerdendir. Ardından araştırma-geliştirme çalışmalarının istihdamına vurgu yapılarak özel sektörlerin AR-GE çalışmalarına destek verilmesi ve iyileştirilmesi düzeneğinin oluşturulması belirtilmiştir. Sera gazı emisyonlarının 1990 yıllarına göre belirlenen minimum %20, mümkünse %30 payında azaltılması konuşulmuştur. Yine daha önce de belirtildiği gibi toplumun istihdam seviyesini en yüksekte tutma amacıyla, okulu bırakanların oranının %15’ten %10’a düşürülmesi kararı alınırken 30 ile 34 yaş arasının ise yüksek öğretime teşvik ile oranlarının %31’den %49’lara çıkarılması ortaya koyulmuştur. Sonuncu ana eksenimiz ise totalde, ulusal yoksulluk sınırı altındaki Avrupa Birliği vatandaşlarını istihdam yoluyla oranlarını %25 kadar azaltmaktır (European Commission, 2010: 8-9; ABGS, 2010: 3-4; Öz ve Karagöz, 2015, s.112).
3. İklim Krizi Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Güvenlik ve İklim Politikaları
3.1. İklim Krizinin Dünyaya ve Avrupa’ya Olumsuz Etkileri
İklim krizi; sera gazı etkisinin bozulmasıyla sıcaklıkların artmasına, gezegenin hızlıca ısınmasına ve buzulların erimesine neden olan, tatlı su kaynaklarının hızlı tükenmesine, deniz sularının yükselmesine yol açan, kıyı alanlarını ve ekili toprak alanlarının varlığını tehdit eden, tarım, hayvancılık, sağlık, ticaret, ekonomi gibi pek çok alanda insan ve canlı yaşamına olumsuz etkileri olan küresel bir krizdir. Özellikle sanayi devrimi sonrası fosil yakıt tüketiminin ve nüfusun hızla artması buna karşın kaynakların hızla azalması ve ormansızlaşma ile ivme kazanmıştır. Bulundukları coğrafyalar yaşamaya el vermeyen insanlar, iklim mültecileri olarak göç etmektedirler. Öyle ki Avrupa Parlamentosu’na göre 2008 yılından bu yana 26,4 milyonu aşkın kişi iklim krizi nedeniyle göç etmek zorunda kalmıştır (Euronews, 2020). Dünya Bankası raporuna göre de 2050 yılında 140 milyon kişi göçe zorlanabilir (İklimhaber, 2018). Endüstri devrimi ile beraber CO2 seviyeleri %30 artmış, günümüzde atmosferdeki CO2 oranı ise son 800 bin yılın içinde en yüksek seviyeye çıkmıştır (STM, 2020, s.3).
Tüm bunlardan elbette refah içinde sosyal bir devlet olmayı amaçlayan Avrupa Birliği de etkilenmektedir ve iklim krizini bir güvenlik meselesi olarak ele almaktadır. İklim krizinin AB’ye olumsuz etkilerine gıda güvenliği, enerji tedariki, su güvenliği, sınır güvenliği ve göçmen politikası, ticaret konu başlıkları içinde ele alınabilir. Yaşanan felaketler hem kitlesel göçlere neden olmakta hem de küresel ekonomiyi aksatmaktadır. Bu krizler toplumsal huzuru bozmakta ve siyasal iktidara güveni sarsmaktadır. Bu krize bir tedbir olarak Almanya, iklim mültecilerini mülteci kapsamına almayacağını açıklamıştır (Euronews, 2020). İklim değişimiyle beraber aşırı yağışlardan dolayı sel felaketleri, kuraklık ve orman yangınları, aşırı sıcaklarla rekor artışlar görülmekte ve can kayıpları yaşanmaktadır. 2020 sonbaharı Avrupa sıcaklık ortalamalarının 1,9 derece üstünde seyretmiştir (Euronews, 2020). Yaşanan felaketlerle hem bölgedeki halkın yaşamı tehdit altındayken hem de ülkelere ekonomik bir yük olmaktadır. Aude, Elbe, Kopenhag’ta yaşanan sel felaketleri, Ophelia kasırgası, Leslie kasırgası bunlardan birkaçıdır. Bu durum tarım, enerji, ulaşım, altyapı, balıkçılık gibi pek çok farklı sektöre olumsuz etki etmektedir. Örneğin aşırı hava olaylarıyla ilişkili felaketler AB’de, 2018’de 283 milyar avroluk ekonomik zarara sebep olmuştur (Talu, 2019, s.11). Tüm bunlarla mücadele kapsamında AB, 2050’ye kadar kendine Karbon-nötr hedefi koymuş durumdadır.
3.2. Avrupa Birliği’nin İklim Krizi Yaklaşımı
AB’nin iklim krizi ile mücadelesinde temel motivasyonu sürdürülebilir bir kalkınma ve refah politikasıdır. Ortak Pazar, malların serbest dolaşımı, birlik vatandaşlarının güvenliği ve refahının korunması ve ekonomik büyüme ön plandadır. İklim krizinin olumsuz etkileriyle bu değerler zarar görmektedir. 2008 yılında toplam enerji tüketiminin %55’ini ithal eden ve bu sayının 2030’da %65’e çıkacağı öngörülen AB, (Eurostat,2009 içinde Kuran,2019, s.48) hem enerji sektöründe sahip olduğu konumunu kaybetmek istememekte hem de alternatif ve yeni enerji pazarında söz sahibi olmayı fırsat olarak görmektedir (Kuran, 2019, s.48). Gittikçe büyüyen kriz bilançosu da birliği bu yönde hareket etmeye yönlendirmektedir. 2008 Lizbon Anlaşması ile üye devletler birliğe, çevre konusunda yetki paylaşımı vermişlerdir. Ayrıca uluslararası arenada da AB dönem başkanı, birlik adına tüm üye devletleri temsil etmekte ve bugün ABD’nin isteksiz tavırlarıyla, AB bu mücadelede öncü görünmektedir.
3.3. AB’nin Taraf Olduğu Uluslararası Antlaşmalar
3.3.1. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)
9 Mayıs 1992 tarihinde Rio’da kabul edilen BMİDÇS, iklim krizine yönelik ilk hükümetler arası sözleşme olması açısından önemlidir. AB, İDÇS görüşmelerinde, iklim değişikliğinin küresel bir sorun olduğunu, bu nedenle başta gelişmiş ülkeler olmak üzere tüm dünya ülkelerinin sera gazı salımlarını azaltmak için somut yükümlülükler üstlenmeleri gerektiğini vurgulamıştır. Sözleşme, 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İnsan kaynaklı sera gazı salımlarını azaltma ve kontrol altında tutma, olumsuz etkilerini en aza indirme ve küresel ısınmayla mücadele etmeyi vurgulamaktadır. Ancak kararlar bağlayıcı olmadığından yaptırım gücü zayıftır. Sözleşmeye 197 ülke ve AB taraftır. Sözleşmeye taraf olan ülkeler küresel sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı hedeflemektedirler. Yürürlüğe girdiği 1994 tarihinden bu yana her yıl Taraflar Konferansı yapılarak gelişmeler müzakere edilmektedir. Bugüne kadar yapılan en önemli Taraflar Konferansı 1997 Kyoto Protokolü ve 2015 Paris İklim Anlaşmasının doğmasına vesile olmuştur. 26. Konferansın, 1-12 Kasım 2021 tarihinde İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılması planlanmaktadır.
Avrupa Topluluğu, 21 Mart 1993 tarihinde gerekli onay işlemlerini tamamlayarak İDÇS’ye taraf olmuştur (Türkeş, 2004, s.3). AB hem Ek-1’de hem de Ek-2’de bulunarak sera gazı emisyonunu azaltmakla ve gelişmekte olan diğer ülkelere mali destek sağlamakla yükümlüdür (UN, 1992 içinde Kuran,2019, s.50). Ana yükümlülüğü ise 2000 yılına kadar salımlarını 1990 düzeylerinde tutmaktır. Aynı zamanda sera gazı emisyonunu 2050 yılına kadar 1990 seviyesinin %50 altına düşürmeyi hedeflemektedir (Türkeş, 2004, s.2). Avrupa Birliği de hem sözleşmeye taraf olarak hem de karbon nötr politikalarıyla sera gazı emisyonlarını düşürmeyi hedeflemektedir. Sözleşme, gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonlarını sınırlandırma konusunda bağlayıcı bir hüküm tanımlamamıştır.
AB’nin sözleşme öncesi adımlar attığı bilinmektedir. Haziran 1989 konsey kararı ile enerji tasarrufu ve verimliliğinin artırılması, iklim dostu alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi başta olmak üzere (Kuran,2019, s.49) 1990 yılında Lüksemburg Çevre ve Enerji Konseyinde BM kararlarından önce CO2 salımını kısıtlama konusunda kendine hedef belirlemiştir. Bununla birlikte 29 Ekim 1990 tarihli konsey toplantısında, birliğin toplam salımlarını 2000 yılı itibariyle 1990 seviyesine indirmesi yönünde ortak bir karar alınmıştır (Saylan,2010, s.130 içinde Kuran,2019, s.50). AB toplam sera gazı salımları 1990-2000 döneminde %3,5 oranında azaldığı belirtilmektedir (Türkeş,2004, s.4).
3.3.2. Kyoto Protokolü ve Avrupa Birliği’nin Yükümlülükleri
BMİDÇS önemli bir adım olmakla beraber ilerleyen yıllarda sera gazı emisyonlarının artışının önlenememesi üzerine iklim krizi ile mücadele kapsamında sözleşmeye ek bir protokol imzalanmaya karar verilmiş ve 3. Taraflar Konferansı’nda, Japonya’nın Kyoto kentinde 11 Aralık 1997 tarihinde, 2000 yılı sonrası yükümlülüklerin belirlenmesi amacıyla Kyoto Protokolü kabul edilmiştir ve 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelerden 2008-2012 arasında salımı 1990 yılı seviyesine göre ortalama %5 azaltma taahhüt ederken bu oranlar ülkelere göre değişmektedir. Örnek olarak AB %8 azaltma yükümlülüğü altındayken, ABD’nin %7 azaltması gerekmektedir (Açıkgöz,2010 içinde E, Altunok ve A, Altunok, 2013, s.49). Protokol, sözleşmeden farklı olarak gelişmiş ülkelerin sera gazı emisyonunu sınırlandırma konusunda 38 sanayileşmiş ülke ve AB’ye gelişmekte olan ülkelere nazaran daha fazla sorumluluk yüklemiştir. Protokole toplam 191 ülke ve AB taraftır. İnsan yapımı sera gazı salımlarının azaltılması, yeniden ağaçlandırma ve ormanlaştırmayı teşvik, yenilenebilir enerji, çevre dostu teknoloji ile sürdürülebilir kalkınmayı teşvik temel amaçları arasındadır.
AB, Ek-B listesinde yer alarak salım azaltma yükümlülüğü altına girmektedir. 2008-2012 yıllarında sera gazı salımlarını 1990 seviyesinin %8 altında tutması gerekmektedir (Kuran, 2019, s.50). Protokol Avrupa Birliği’ne altı zararlı sera gazını; Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Diazotmonoksit (N2O), Hidrofluorokarbonlar (HFCs), Perfluorokarbonlar (PFCs), Kükürt heksaflorür (SF6) sınırlandırma sorumluluğu vermektedir. AB balonu, %8 hedefini protokolün 4. maddesi uyarınca kendi içinde bölüştürmüş, üye ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre farklı salım hedefleri belirlemiştir. Yük paylaşım anlaşması ile her üyeye farklı salım sınırlamaları getirmiştir (Türkeş, 2004, s.3). Birinci taahhüt dönemi 2008-2012 yılları olup 2012 yılında Doha’da yapılan 18. Taraflar Konferansı’nda ikinci taahhüt dönemi oluşturulmuş ve 2013-2020 yılları arasını kapsamıştır. İkinci dönemde ortak hedef, 1990 değerlerinin %18 altına inilmesi olarak kararlaştırılmıştır (Talu, 2019, s.15). AB, ilk taahhüt döneminde yaklaşık %19,8 oranında emisyon azalımı göstermiştir (Avrupa Komisyonu,2014, s.11 içinde Kuran,2019, s.53). Birlik genel anlamda hedeflerine ulaşmıştır fakat birliğin çevreye zararlı üretim modellerini 3.dünya ülkelerinden ihraç etmesi de unutulmamalıdır.
Birliğin ikinci dönemine bakıldığında 2013-2020 yılları arası emisyon azaltım hedefi 1990 seviyelerine göre %20 azaltılması olmuş, bu kapsamda ETS’nin kapsadığı sektörlerde 2005’e göre %21’lik; kapsamadığı sektörlerde Yük Paylaşım Anlaşması altında 2005’e göre %10 azaltım hedeflenmiştir (Kuran, 2019, s.63). Havacılık sektöründe %10, denizcilik sektöründe ise %20 azaltım hedefi koymuşlardır. 2009 yılında yürürlüğe konulan İklim ve Enerji Paketi ile yenilenebilir enerjinin, sektördeki payının %20’ye çıkarılması, biyoyakıt ve çevreci diğer yakıtların payının ulaştırma sektöründe %10’a çıkarılması hedefler arasındadır (Avrupa Komisonu,2008, s.2 içinde Kuran,2019, s.64). İlk taahhüt döneminde olduğu gibi ikinci taahhüt döneminde de üye devletler arasında yük paylaşım anlaşması yapılmıştır.
ETS, 25 Ekim 2003 tarihinde yürürlüğe girmiş, sanayi ve enerji sektörlerini kapsayarak AB’nin toplam sera gazı salımlarının %40’ını içine alan (Avrupa Komisyonu,2007, s.7 içinde Kuran,2019, s.52) ve sera gazı salınımını daha düşük maliyetle azaltmayı öngören ve üst limit belirleyen bu sistem 2005-2007, 2008-2012 ve 2013-2020 olmak üzere üç fazdan oluşmaktadır. KP’nin emisyon azaltımı ile ilgili yükümlülükleri kolaylaştırmak adına geliştirilen proje bazlı ve piyasa bazlı mekanizmalardan ikincisinde Emisyon Ticareti içerisinde yer almaktadır. Kyoto Protokolün’de belirlenen hedeflere ulaşmada kilit bir role sahiptir (Kuran, 2019, s.52). Ayrıca karbon yutakları ile salım azaltımı politikasında tüm Avrupa ülkeleri dahil edildiğinde yıllık 76 milyon ton karbondioksite eşdeğerdir (Avrupa Çevre Ajansı, 2014, s.5 içinde Kuran, 2019, s.59).
3.3.3. Paris İklim Anlaşması
2015 yılında BM sözleşmesinin devamı niteliğinde ve Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında taahhüdünün sona erecek olmasından dolayı 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. İklim krizi ile mücadelede üçüncü aşama olarak kabul edilmektedir. Paris Anlaşması düşük karbon kullanımı ile çevreci bir sistemi finans, ekonomi, sanayi gibi pek çok alana entegre etmeye ve küresel sıcaklık artışını 2 dereceye, mümkünse 1.5 derecenin altına indirmeyi hedeflemektedir. 22 Nisan 2016 tarihinde New York’ta 175 ülke temsilcisi tarafından imzalanmış ve 4 Kasım 2016 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Anlaşmaya bugün 197 ülke ve AB taraftır. Her ülkenin gelişmişlik düzeyi ve kapasitesi oranında emisyon azaltımı olanağı sağlanmıştır. Dolayısıyla tüm ülkeler anlaşmaya katkı sunabilmektelerdir. G-20 2017 zirvesinde ABD hariç, 19 ülke Paris Anlaşması’nın geri döndürülemez olduğunu vurgulamışlardır. Paris Anlaşması uyarınca AB’nin emisyon azaltım miktarı 1990 seviyelerine göre %40 azaltımı hedeflenmektedir. AB ise 2030 emisyon azaltım hedefini %55 olarak belirlemiştir (Mazlum,2019, s.20).
3.4. İklim Krizi İle Mücadele Kapsamında AB’nin Lider Konumu
Yıllık CO2 salımına göre AB 3.457 megaton ile dünyada 3. Sıradadır. Yıllık 11.256 megaton ve 5.275 megaton ile ilk iki sırada Çin ve ABD yer almaktadır (STM, 2020, s.3). 1993 yılında kurduğu Avrupa Çevre Ajansı’nın yıllık bütçesi yaklaşık 40 milyar avrodur (İKV, 2014). Ayrıca 2050 yılına kadar iklim krizi ile mücadelede ve karbon-nötr hedeflerine ulaşmada önümüzdeki 10 yılda 1 trilyon avro harcamayı planlamaktadır (Euronews, 2020). AB 2020 stratejisi ile de sürdürülebilir, çevreci bir Avrupa öngörmektedir. Almanya 2018 yılında genel enerji tüketiminin %40’ını yenilenebilir enerjilere dönüştürmüştür. Kömür enerji santrallerini de 2038 yılına kadar sonlandırılmasını planlamaktadır (STM, 2020, s.8). AB 2030 yılına kadar da 30 milyon elektrikli otomobil kullanmayı hedeflemektedir (Bloomberg HT, 2020). Buna ek olarak 2050’ye kadar emisyon salınımı %95’e kadar azaltma hedefleri ile dünyada küresel ısınmaya karşı en etkili mücadeleyi vermektedir (Avrupa Çevre Ajansı, 2020). AB sık sık problemin küresel olduğunu dolayısıyla çözümün de küresel ölçekte olması gerektiğine dair açıklamalar yaparak diğer ülkeleri de sorumluluk almaya davet etmektedir.
Sonuç
21. yüzyılda küresel iklim değişikliği önemli bir güvenlik krizi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kriz, küresel anlamda sorunlar doğurmakta, bu bağlamda göç, sınır güvenliği, ekonomi, sağlık, su ve gıda güvenliği gibi konular ön plana çıkmaktadır. Krizin yarattığı olumsuz ortam toplumsal huzuru bozmakta, ulus devletleri tehdit etmekte ve karşılıklı anlaşmazlık alanları doğurmaktadır. Bu bakımdan iklim krizine karşı küresel düzeyde hareket edilmesi kaçınılmaz olmuştur. Getireceği sonuçlar bakımından küresel ve uzun vadeli bir problem olan iklim krizine karşı, ancak 1980 sonrası adımlar atılmaya başlanmıştır. Fakat henüz etkili bir çözüme ulaşılamamıştır. Atılan adımlar daha çok beşeri faktörlerin sebep olduğu zararlı sera gazı emisyonlarının azaltılması veya kontrol edilmesi şeklinde olmuştur. Fakat her ülke eş zamanlı sanayileşmesini tamamlayamadığı için ve yapılan antlaşmalar devletler üzerinde bağlayıcı olmadığı için amaçlanan hedeflere ulaşılamamıştır. Hükümetler arası ilk somut adım BMİDÇS olmuş, ülkelerin işbirliği içinde iklim krizi ile mücadele etmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu kararı Kyoto Protokolü ve Paris İklim Anlaşması takip etmiştir. Sürdürülebilir kalkınma ana hedefi olan AB hiç şüphesiz iklim krizi ile mücadelede başat role sahiptir. 1980’li yıllardan itibaren gerek birlik içinde gerekse uluslararası ortamda söz sahibi olmuştur. Ana politika alanları yenilenebilir enerji, karbon-nötr ve sürdürülebilir kalkınma olan AB, birlik içerisinde de Yeşil Mutabakat ile etkili adımlar atmaktadır.
BESTE UÇAR
SARE HELİN DEMİR
SİNEM TAŞTAN
Avrupa Çalışmaları Staj Programı
KAYNAKÇA
AB fonları ve programları (2020). Erişim adresi: https://www.ikv.org.tr/ikv.asp?ust_id=5&id=1292
Altunok, A. E., & Altunok, E. (2016). AB iklim değişikliği politikaları. Denetişim, (12), 45-55.
Almanya iklim krizi sebebiyle göç edenleri “mülteci statüsü” ile kabul etmeyecek (2020, Şubat 13). Erişim adresi: https://tr.euronews.com/2020/02/13/almanya-iklim-krizi-sebebiyle-goc-edenleri-multeci-statusu-ile-kabul-etmeyecek-iltica
AB iklim krizi ile mücadele için önümüzdeki 10 yılda 1 trilyon Euro harcayacak (2020, Ocak 14). Erişim adresi: https://tr.euronews.com/2020/01/14/ab-iklim-krizi-ile-mucadele-icin-onumuzdeki-10-yilda-1-trilyon-euro-harcayacak
AB, 2030’a kadar 30 milyon elektrikli otomobil kullanımını hedefliyor (2020, Aralık 9). Erişim adresi: https://www.bloomberght.com/ab-2030-a-kadar-30-milyon-elektrikli-otomobil-kullanimini-hedefliyor-2270306
Cerit Mazlum, S. (2019). Küresel iklim politikaları. İklimin, 02. Erişim adresi: http://www.iklimin.org/wp-content/uploads/egitimler/seri_02.pdf
Climate change consequences. Europen Commission. Erişim adresi: https://ec.europa.eu/clima/change/consequences_en
Dünya Bankası Grubu Yeni Raporu: “İklim değişikliği 140 milyon kişiyi iç göçe zorlayabilir” (2018, Mart 21). Erişim adresi: https://www.iklimhaber.org/dunya-bankasi-grubu-yeni-raporu-iklim-degisikligi-140-milyon-kisiyi-ic-goce-zorlayabilir/
Heywood, A. (2016). Küresel siyaset. N. Uslu ve H. Özdemir (Çev.) Ankara: Liberte Yayınları
Hafta 9: İklim Değişikliği. Erişim adresi: https://acikders.tuba.gov.tr/pluginfile.php/4163/mod_resource/content/11/lecturenotes/9.pdf
Hasret, Ç., Sancaktar, C., Demir, S. (2016). Uluslararası güvenlik “Yeni politikalar, stratejiler ve yaklaşımlar”. İstanbul: Beta Yayıncılık
İklim Krizleri ve Ulusal Güvenlik (2020, Haziran 9). Erişim adresi: https://thinktech.stm.com.tr/detay.aspx?id=347
Kuran, H. (2019). Kyoto’dan Paris’e Avrupa Birliği İklim Politikaları ve Etkinliğinin İncelenmesi. Türkiye Siyaset Bilimi Dergisi, 2(2), 47-71.
Öz, C. S., & Karagöz, S. (2015). Avrupa 2020 Hedeflerinin Avrupa İstihdam Stratejisi Çerçevesinde Değerlendirilmesi. Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi, (1), 99-122.
Sera gazı emisyonlarının azaltımı (2020, Kasım 23). Erişim adresi: https://www.eea.europa.eu/tr/themes/climate/intro
Sönmezoğlu F. (Der.). (1998). Uluslararası politikada yeni alanlar yeni bakışlar. İstanbul: Der Yayınları
Sibel, S. A. F. İ. Ioane Teitiota Kırıbatı/Yeni Zelanda Davası ve BM İnsan Hakları Komitesi’nin iklim mültecileri ile ilgili tarihi kararı. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 22(2), 509-540.
Talu, N. (2019). Avrupa Birliği iklim politikaları. İklimin, 03. Erişim adresi: http://www.iklimin.org/wp-content/uploads/egitimler/seri_03.pdf
Türkeş, M., & Kılıç, G. (2004). Avrupa Birliği’nin iklim değişikliği politikaları ve önlemleri
Vural, Ç. (2018). Küresel iklim değişikliği ve güvenlik. Güvenlik Bilimleri Dergisi, 7(1), 57-85