Hristofyas’ın Krizden Çıkış Formülü

Hristofyas’ın Krizden Çıkış Formülü: Müzakereleri Dondurmak ve Türkiye’yi Sıkıştırmak

Rum kesiminde 11 Temmuz’da patlak veren siyasi, ekonomik ve sosyal kriz, Kıbrıs çözüm müzakerelerini de etkiledi ve  Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas yoğunlaştırılmış müzakerelere ara verilmesi konusunda geçerli bir bahane de bulmuş oldu. Hristofyas’ın talebiyle ara verildi. Görüşmelerin yeniden ne zaman başlayacağı şimdilik belirsizliğini koruyor. 

Kıbrıs Rum Yönetimi, Rum Milli Muhafız Ordusu’nun (RMMO) Zigi’deki Evangelos Floarkis Deniz Üssü’nde 11 Temmuz 2011’de meydana gelen patlama ardından ekonomideki sorunların gizlenemeyecek noktaya gelmesinin de etkisiyle siyasi bir kriz yaşıyor. Her gece Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na ellerinde meşalelerle yürüyen göstericilerin hedefinde istifası istenen GKRY Devlet Başkanı Dimitris Hristofyas var. Artan işsizlik, ekonominin kötü gidişatı ve bunların üzerine bir de Hükümetin meclise sunduğu ekonomik pakete yedi yeni verginin dahil edilmesi protestoların şiddetini arttırıyor. Yunanistan deneyimi, GKRY’de de gösteri, protesto ve grev sürecinin uzun süreceğini düşündürmektedir. 

Ekonomik Krizden Yönetim Krizine

Krizin ilk önemli sonucu EDEK’in ardından DİKO’nun da koalisyondan çekilmesi ve GKRY Hükümeti’nin dağılması oldu. AKEL 5 Ağustos’ta kurduğu azınlık hükümetini açıkladı ancak parlamentodaki dağılım, hükümet çalışmalarının sorunsuz yürütülmesini aksatacak gibi görünüyor. Ülke vergilerin arttırılmasını, ücretlerin düşürülmesini gerektiren zor bir süreçten geçerken hükümetin işi her zamankinden zor ve desteği de her zamankinden az. Bunların tamamı, Hristofyas’ın iç kamuoyunun dikkatini dağıtmak için temelde “baş düşman” Türkiye’nin hedefte olacağı bir dizi yeni girişimde bulunacağı anlamına gelmektedir.  

Bugün için Rum kesiminin temel gerçekliği yaşanan hükümet krizidir. Ancak aynı zamanda bu tablo, Hristofyas’ın patlamanın elektrik santrallerinde yarattığı zararın telafisi ve hükümet krizinin dindirilmesinin için geçecek süre boyunca müzakereleri askıya alma talebine de zemin hazırlamıştır. Nitekim Hristofyas’ın içeride bu denli zor bir dönem yaşamasının ve AKEL’in yalnızlaştırılmasının temel nedeni askeri üsteki patlamadan ziyade müzakere sürecinden muhalif kesimin duyduğu rahatsızlıktır. Hristofyas’ın “dönüşümlü başkanlık, ağırlıklı oy ve 50 bin Türkiye kökenli KKTC vatandaşının adada kalması” önerilerini geri çekmesi istenmektedir. Hristofyas ise bir şekilde müzakerelere bağlanmış durumdaydı ve hiçbir ileri adım atmadan durumunu koruyor olsa da geri adım atmak yani “uzlaşmaz taraf” olarak adlandırılacak hamlelere girişmek lüksü bulunmuyordu. Şimdi, aradığı fırsata kavuşmuş oldu.

Müzakerelerde Uzatmalar Oynanıyor 

Rum Yönetimi’nin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi krizin ülke yönetimini dahi imkânsızlaştırdığı bir ortamda müzakere sürecinin donması kaçınılmaz olacaktır. Müzakerelerin yeniden canlandırılması sağlanamazsa BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon bir sonraki zirve toplantısını iptal etmek zorunda kalacaktır. Bu da uluslararası konferansın toplanması, yeni bir anlaşmanın oluşturulması ve referanduma gidilmesi süreçlerinin en azından bir bahar daha ertelenmesi anlamına gelecektir. 2008’den bu yana BM parametreleri zemininde bir uzlaşıya hazır olduğu mesajı vermekte olan Türk tarafının da koşulların Rumlar için uygun hale gelmesini beklemekten başka çaresi olmayacaktır. Nitekim “anlaşma sağlanmazsa ne olacak” konusuna henüz hazırlanılmamıştır ve keza Türk tarafı “bir adım önde olma” siyasetinde ve birleşmeye istekli görünümü yaratmada uluslararası toplumca son derece inandırıcı bulunmuştur.  

Türkiye ise tüm hesaplarını, Temmuz 2012’ye dek müzakerelerde bir aksama olmaması üzerine yaptı ve bu konuda Türk tarafından kaynaklanabilecek her türlü aksaklık ihtimalini bertaraf ettiği gibi bu yöndeki stratejisine de KKTC yönetimini ortak etti. Temmuz 2012’de Rumların AB Dönem Başkanlığı’nı devralmasının müzakereler açısından doğal bir takvimi dayattığı gerçektir. Ancak ortaya çıkan takvimin müzakereleri sonuca taşıması işin doğasına aykırıdır. Çünkü GKRY de edindiği avantajların tümünü kullanmak, müzakereleri Temmuz 2012’ye dek uzatmak isteyecektir. Şu an GKRY, Türkiye’nin stratejisinin önünü kapama konusunda güçlü görünmektedir.

Hristofyas’ın Hamleleri

Hristofyas’ın “müzakereleri erken tatile sokma” kararını açıklamasından hemen sonra attığı adımlar dikkat çekicidir. Doğu Akdeniz enerji kaynakları için sondaj çalışmalarını başlatması, sadece ülkesindeki meşruiyetini tazelemesine yarayacak bir adım değil. GKRY’nin 17 Şubat 2003’te Mısır’la,[1] 17 Ocak 2007’de Lübnan’la,[2] 3 Şubat 2011’de İsrail’le imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlama Anlaşmaları’nın geçerliliği ve bu anlaşmalar sonrasında parsellenen bölgelerde gerçekten zengin doğal gaz rezervlerinin bulunup bulunmadığı meseleleri de şimdilik bir tarafa bırakılabilir. Ancak uluslararası hukuka uygunluğu tartışmalı olan ve her halükarda Kıbrıs Türklerinin Ada’nın doğal zenginlikleri üzerindeki haklarını ihlal eden bu anlaşmalara dayanarak GKRY’nin dağıttığı petrol ve doğalgaz arama ruhsatları, Türkiye’yi bölge dışı üçüncü ülkelerle karşı karşıya getirecektir.

Özellikle 1 Ekim’de başlayacağı ilan edilen sözde 12. parseldeki ilk sondaj çalışmasının Amerikan Nobel Enerji Şirketi’nce yapılacak olması, Türkiye’yi her yönden sıkıntıya sokacaktır. Türkiye sondaj çalışmalarını engelleme kararlılığında yumuşamaya gitmek ya da ABD’yi ve ardından Rusya, İsrail, Kanada, Fransa’yı karşısına alma riskini göğüslemek arasında sıkışacaktır. Açık olansa her halükarda diplomasi yolunun tercih edileceğidir. Ancak bunun anlamı da müzakerelerin GKRY dışındaki ülkelerle yapılacağıdır.

Öte yandan Associated Pres’in her nasılsa ele geçirdiği uluslararası havacılık yetkilileri tarafından hazırlanan gizli raporun açıklanması[3] da benzeri bir adımdır. Kıbrıs hava sahasında GKRY ve KKTC trafik kontrolörlerinin[4] pilotlara zaman zaman aynı anda çelişkili direktifler vermesi nedeniyle dört büyük kazanın eşiğinden dönüldüğüne ilişkin bu rapordaki atlatılan kazaların üçünün Haziran-Ekim 2006’da birinin ise Ekim 2008’de gerçekleşmiş olmasına rağmen raporun şimdi sızması ilginçtir. Tek Avrupa Hava Sahası’nın Orta Doğu ve Güney Akdeniz üzerindeki hava sahası kontrolünün GKRY’deki Hava Kontrol Merkezi’ne bırakılmış olması ve Türkiye’ye yönelik Tek Avrupa Sahası’na dahil olması yönündeki baskılar,[5] Türkiye’nin sıkıntı yaşayacağı yeni bir alan anlamına gelmektedir. Türkiye’nin Hava Kontrol’de de Rumları muhatap almak zorunda kalması, bir dizi sıkıntının habercisi olacaktır.

Her iki durum da Hristofyas’ın müzakereleri askıya alarak 2008 öncesine döndüğü ve Türkiye’yi sıkıştırmaya hedeflediğinin göstergesidir. Dolayısıyla 2012 Temmuz’una dek bir anlaşma olmazsa Türkiye’nin tek sorunu aslında zaten donmuş olan Türkiye-AB ilişkilerinin biraz daha derin donması olmayacaktır. Rum stratejisi, mücadele alanını özellikle uluslararası hukuk zemininde genişletmektedir. Her bir adım da yeni bir adımı doğurmaktadır. 2004 Annan Referandumu sonrasında yakalanan fırsatın KKTC’nin statüsünün aşamalı olarak yükseltilmesi ya da tanınması yönünde kullanılmaması; KKTC yokmuş Kıbrıslı Türkler de mutlaka Rumlarla birleşmek istermiş gibi davranılması mevcut sorunlara yenilerini eklemiştir. 2008’de müzakerelerin tekrar başlatılması da sorunları derinleştirmiştir. GKRY edindiği avantajların tümünü kullanarak müzakereleri Temmuz 2012 sonrasına da sarkacak şekilde uzatmak konusunda  kararlıdır. Müzakerelerin bir türlü sonuca ulaşamaması da Rumların Kıbrıs sorununu bir politika konusu olarak değil yaşamsal mesele olarak görmesiyle ve henüz istedikleri her şeyi alamadıklarına inanmalarıyla ilgilidir.

 

Gözde KILIÇ YAŞIN

21.YY Türkiye Enstitüsü

Kıbrıs ve Balkan Uzmanı

 

Kaynak: 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

 


[1] Mısır-GKRY arasında imzalanan MEB anlaşması, 2004’de BM’de tescil edilmiştir.

[2] Lübnan Parlamentosu henüz anlaşmayı onaylamamıştır. İsrail’le yapılan anlaşmanın Lübnan MEB’sini ihlal ettiği iddiası ve Hzibullah’ın tehditleri onaylamamanın temel sebebidir.

[3] Kıbrıs’ın hava sahası mayın tarlası gibi, Hürriyet, 6 Ağustos 2011

[4] Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (İCAO) kuralları uyarınca bir havaalanının uluslararası hava trafiğine açılabilmesi için buranın bölgesel hava seyrüsefer planları içersinde yer alması gerekmektedir. KKTC tanınmadığı için havalananın yetkilendirilmesi de sağlanamamıştır.

[5] Türkiye ile AB arasında görüşmeleri 7 yıl süren “Havacılık Alanında Yatay Anlaşma”, AB Komisyonu ile Brüksel’de yapılan müzakereler sonucunda Türkiye adına Ulaştırma Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Suat Hayri Aka tarafından AB Komisyonu yetkilileriyle 25 Mart 2010’da parafe edilmiştir.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...