Uzun süren propoganda sürecinin ardından bir demokrasi bayramını daha geride bıraktık. Sandıktan çıkan sonuçlardan önce katılım oranının altını çizmek gerek. 50.339.596 kayıtlı seçmenin 43.913.276’si 12 Haziran’da sandık başına giderek oy kullandı. Oran olarak baktığımızda rakamın %86,7 olduğunu görüyoruz ki bu Cumhuriyet tarihinde %93,28’lik katılım oranıyla en yukarıda duran 1987 seçimlerinden sonraki en yüksek katılımlı seçim. Halkın iradesinin sandığa bu oranda tecelli etmesi sonuç ne olursa olsun kazananın Türkiye olduğunu bizlere açıkça gösteriyor.
Seçmenin tercihine baktığımızda ise AK Parti’nin tam anlamıyla bir Türkiye Partisi konumuna geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Cumhuriyet Halk Partisi’yle aradaki oy farkını dikkate aldığımızda siyaset bilimi litaretürüne göre ‘karizmatik lider’ olarak nitelendirebileceğimiz Başbakan Erdoğan’ın başarısını yadsımak mümkün değil.
12 Haziran seçimlerinin en sevindirici yanlarından bir tanesi ise önceki seçimlerden farklı olarak CHP’nin ideolojik tartışmalar ekseninden çıkıp Türkiye’nin esas sorunlarına yönelmiş olması. Başka bir deyişle kampanya sürecinde Kılıçdaroğlu’nun alışılmışın aksine laiklik elden gidiyor propogandasına çok daha az başvurması bazı tabuları aşıyor olduğumuzun somut bir göstergesi olarak karşımızda duruyor. Öyle görünüyor ki CHP halkın bu söylemlere değil somut projelere oy verdiğini anlamış durumda. Ancak Kılıçdaroğlu’nun Aile Sigortası projesinin boş bir seçim vaadinden öteye gidemeyeceğinin halkın büyük çoğunluğu farkında. CHP’nin oylarının arzu ettikleri seviyelere yükselmemiş olmasında bu durumun ciddi bir payı olduğunu söylemek gerek. AK Parti ise CHP’nin vaatlerine karşılık 2002’den bu yana gerçekleştirdiği başarılı işleri, özellikle ekonomideki istikrarı ve sağlık alanında kaydedilen ilerlemeyi referans göstermek suretiyle seçmene yeni projeler vaat etti. Başbakan Erdoğan’ın ortaya koyduğu başarılı performans halk nezdinde Kılıçdaroğlu’nun Aile Sigortası’ndan öteye gitmeyen vaatlerinden çok daha fazla itibar gördü. Gerek MHP gerekse CHP sosyal yardım temelli vaatleriyle inandırıcı olamayıp sınıfta kaldılar.
CHP laiklik ekseninde siyaset yapmayı bıraksa da inandırıcı projeler üretmek nokrasında başarılı olamadı. Malumunuz Erdoğan İzmir için yeni projeler ortaya koymuştu. Binali Yıldırım ve Ertuğrul Günay bu projeleri İzmir’li seçmene başarıyla tanıttı, seçmeni bunlara inandırdı. Neticede AK Parti’nin İzmir’de oylarını ciddi oranda arttırdığını görmekteyiz. Anlaşılan o ki İzmir’li seçmen dahi CHP’nin eleştiri odaklı siyasetinden çok AK Parti’nin somut projelerine itibar etti. CHP’nin özellikle İzmir’deki sonuçları çok iyi analiz etmesi gerek. Sadece laiklik üzerinden siyaset yaparak, ‘odunu koysam seçtiririm’ mantalitesiyle İzmir’den daha fazla oy alamayacaklar. Biran önce farkına varmaları gerek.
Bu seçimin en üzücü yanlarından biri ise CHP ve MHP’nin Ergenekon davası sanıklarını aday göstermeleri oldu. Sabahat Tuncel 2007’de milletvekili seçildikten sonra ceza evinden çıkmıştı. Bu durumu hep birlikte eleştirdik, demokrasi ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaştıramadık. CHP yıllarca dokunulmazlıkların kaldırılması üzerinden AK Parti’yi eleştirdi. Şimdi ise Kılıçdaroğlu birilerini dokunulmazlık zırhının arkasına saklamaya çalışıyor. Bu kabul edilebilir bir durum değil. Milletvekili seçilen Ergenekon tutukluları kuşkusuz ki masumiyet karinesi altındadırlar ancak suçsuzlukları ispatlanmadan milletvekili yapılmaları, dokunulmazlık zırhının kötüye kullanılmasından başka bir durum olamaz. Bir yandan dokunulmazlıklar kaldırılsın diyeceksiniz, diğer yandan bu zırhı kullanmaya çalışacaksınız. Burada çok ciddi bir çelişki var. Kılıçdaroğlu’nun bir diğer büyük hatası ise terör örgütüyle arasına çizgi çekmeyen kesimlerle Hakkâri mitinginde iş birliğine gitmek noktasında oldu. Bununla birlikte Kılıçdaroğlu birçok yerde malum kesimlerin söylemlerini dilinden düşürmedi. Özerklik dedi, ana dilde eğitim dedi, KCK davasını eleştirdi. Kanaatimce genel başkanın bu tutumu CHP tabanında oy kaybına neden oldu.
Birde Süheyl Batum’un ‘kâğıttan kaplan’ söylemi var ki CHP’nin onarmaya çalıştığı demokrat imajını yerle bir etti. Batum gibi değerli bir akademisyenin darbe özlemini açıkça dile getirmesi son derece manidar. Bu Kılıçdaroğlu için büyük bir sınavdı. Eğer genel başkan Batum’u o gün görevden alsaydı, CHP’nin darbe şakşakçılarıyla arasına mesafe koyduğuna inanabilirdik. Fakat ne yazık ki Kılıçdaroğlu Batum’u görevden almak bir yana dursun, Ergenekoncuları aday yaptı.
AK Parti’nin seçimlerdeki en önemli kozlarından bir diğeri ise başarıyla yürüttüğü dış politikaydı. Ahmet Davutoğlu’nun 2002’den bu yana baş danışmanlığını yaptığı, 2009’dan sonra ise dışişleri bakanı olarak bizzat başında bulunduğu Türk dış politikası elde ettiği başarılarla halkın takdirini kazandı. Geçmiş hükümetler döneminde yalnızca tehdit algıları üzerine kurulu olan dış politikamız AK Parti döneminde çok yönlülük kazandı. Elbette değişen Türk Dış Politikası’nın başarıları olduğu gibi eleştirilecek yanları da olabilir. Ancak AK Parti’nin dış politika konusunda bir vizyona sahip olması ve bunu sürdürülebilir kılması diğer partilerden üstün olduğu yönüdür. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin Libya’daki gelişmelerle ilgili hükümete yönelttikleri eleştirilere baktığımızda, muhalefetin dış politika bilgisi ve vizyonuna yeterli ölçüde sahip olmadığını görüyoruz. Tüm bunlar bir yana dursun, dış politika artık halkın ilgi alanı haline gelmeye başladı. Sokaktaki vatandaş Türkiye’nin uluslararası arenadaki kararlı duruşundan memnuniyet duymakta ve bu memnuniyet AK Parti’nin oylarına yansımış durumda.
CHP ve MHP Ergenekon sanıklarını aday göstermek suretiyle çok büyük bir hatanın içine düştüler. Özellikle dokunulmazlıkları eleştiren CHP bu noktada kendisiyle çelişen bir davranışta bulundu. 12 Haziran seçimleri sivil inisiyatifin siyasete tam anlamıyla yansıması adına önemli bir dönüm noktasıydı. AK Parti’nin oylarını %50’ye çıkararak tam anlamıyla bir Türkiye partisi olmasının altında yatan nedenlerden biri de halkın sivil siyaset arayışıydı. Muhalefet partileri halktan gelen bu mesajı çok iyi okumalı. Bu toplum salt eleştiri değil, yeni projeler yeni fikirler istiyor, sivil siyaset istiyor. Bu ülkenin insanı Türkiye’nin bölgede sözü geçen bir aktör olmasından gururlanıyor, Kılıçdaroğlu’nun ‘Türkiye figüran bile olamadı’ söylemine gülüp geçiyor. Davutoğlu’nun danışmanlığında uygulanan Ankara merkezli pro aktif dış politika Türkiye’yi yıllar önce Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hedeflediği noktanın çok daha ilerisine taşıdı, Türkiye uluslararası arenada prestijini arttırdı. Bu nedenle insanlar artık dış politika konularını önemsiyorlar, Türkiye’nin yükselen konumuyla övünüyorlar. 12 Haziran seçimlerinin sevindirici iki yanı var. Birincisi katılım oranının yüksek olması, ikincisi ise CHP’nin genel olarak laiklik ekseninde siyaset yapmaktan büyük ölçüde vazgeçmesi. Ancak ne olursa olsun bu noktadan sonra muhalefet liderleri şapkalarını önüne koyup nerede hata yaptıklarını düşünmeliler. Ergenekon sanıklarını aday göstererek halkın gözünde ne denli itibar kaybettiklerini görmeliler. CHP’nin içindeki muhalif kanat Kılıçdaroğlu’nu sert bir dille eleştirmeye başladı, CHP’de kurultay sesleri yükseliyor. Zira haklı olarak parti içindeki birçok kişi AK Parti’nin yarısı kadar oy alıp ‘millet vekili sayısını arttıran tek parti’ olmayı bir başarı olarak görmüyor. Kemal Kılıçdaroğlu hep dürüst siyasetin simgesi olarak lanse edildi. Yanlış hatırlamıyorsam kaybetmesi durumunda istifa edeceği beyanında bulunmuştu genel başkan. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun üzerine düşen verdiği sözü yerine getirip, istifa etmesi. 12 Haziran artık geride kaldı. Tüm siyasi partiler kampanya döneminde yaşanan gerginlikleri bir kenara atıp öncelikle kazananı tebrik etmeliler, centilmenlik bunu gerektirir. Hararetli tartışmalar bazen bizleri aynı ülkenin vatandaşları olduğumuzu unutma noktasına getiriyor. Ancak ne olursa olsun hatırlamamız gereken tek şey çıkarlarımızın ortak olduğu ve aynı geminin içerisinde yol aldığımızdır. Türkiye’nin daha ileri gitmesi yanlızca AK Parti seçmenini değil tüm halkımızı mutlu eder. Önümüzde demokratikleşme ve sivilleşme adına çok önemli bir süreç var. Yeni anayasa çalışmalarına toplumun tüm kesimleri eşit temsille katılmalı, yeni sivil anayasa halkın anayasası olmalı. Bu hususta hem muhalefete hemde hükümete büyük sorumluluk düşmekte. Artık kavga etmeyi bırakıp, ortak değerlerimizin farkına varmalı, 2023 vizyonu için ikdidarıyla, muhalefetiyle bir bütün olarak çalışmalıyız.
Uluhan Ceran
BİLGESAM TUİÇ Platformu
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Temsilcisi