Haklı savaş kuramı, savaşın niteliğiyle ilgili bir kavramdır. Ortaçağ Avrupası’nda bir hükümdarın silahlı kuvvetlerini, egemenlik bölgesi dışında meşru nedenlerle kullanabilmesi anlamını taşımaktadır. O dönemde Hıristiyanlığı geliştirmeye yönelik savaşlar haklı olarak nitelendirilirken 19. yy’dan sonra haklı savaş, sömürge ülkelerinin halklarının bağımsızlık için verdiği mücadele olarak kabul edilmiştir.
Haklı savaş teorisi pasifistlerin reddettiği bir kavramdır. Uyuşmazlıkların çözümü olarak savaşa ya da şiddete karşı olmak anlamına gelen pasifizmin dayanağı ahlaki ilkeler ya da pragmatizm (yararcılığın) olarak kabul edilir. İlkesel pasifizm savaş ve bireylerarası fiziksel şiddetin en yanlış olduğunu ileri sürerken, pragmatik pozitivizm savaşın ve bireylerarası şiddetin bedellerinin çok fazla olması nedeniyle uyuşmazlıkların çözümü için daha iyi yollar bulunması gerektiğini ileri sürer.
Savaş üzerine düşünmenin bir boyutu olarak ele alındığında haklı savaş, savaşa başvurmanın ne zaman haklı olabileceği ve haklı bir savaşta dahi zor kullanımını sınırlamayı amaçlayan düşünce ve pratikleri içeren bir kavram olarak tanımlanabilmektedir. Kavram, özellikle Batı kültüründe, yüzyıllar boyunca gelişme gösteren çok çeşitli kültürel kaynakların bir ürünüdür. Buna göre felsefi ve dinsel ahlak düşüncesi, yasal ve askeri kuram pratikleri, uluslararası hukuk gibi bir kültürün gelişme süreci boyunca görülen davranış kalıpları, inanç ve tutumların tümünü içermektedir.
Kavramsal çerçevenin ortaya konabilmesi açısından haklı savaş kuramının iki farklı boyutu olan ‘jus ad bellum’ ve ‘jus in bello’ ifadelerini inceleyelim.
Jus ad bellum ilkesiyle, savaşın belirli bir durumda haklı olup olmayacağını belirlemenin yanı sıra, savaşın haklılığını sağlayan ölçütler de konmuştur. Bu ölçüt genel olarak haklı bir neden, hukuka uygun otorite ve iyi niyet, savaşa son çare olarak başvurması, amacın barışa ulaşmak olması ve savaşın başarı şansının olmasıdır. Haklı neden, jus ad bellum ilkesinin en önemli koşuludur. Haklı savaş kuramcılarının hemen hepsi, saldırı amacı içeren savaşın haklı olmayacağını savunur. Bu yüzden haklı savaşın amacı açıkça savunmadır.
Jus in bella ilkesi ise savaşta zor kullanımın haklılığını sağlamayı amaçlar. İki önemli koşulundan biri: sivil dokunulmazlık, diğeri; oranlılık koşuludur.
Sivil dokunulmazlığı, savaşta doğru hedefi belirlemeye yönelik bir ölçüttür. Haklı savaş kuramına göre, haklı bir savaşta hedefler arasında ayrım yapmamak savaşın haklılığını zedeler, çünkü bu şekilde savaşmayanlar ve masumlar da hedefler alınacaktır. Oysa sivillerin ya da masumların öldürülmeleri doğru değildir. Bu bağlamda kuramı tarihsel sürecinde incelemek, kavramın ve kuramın içeriği hakkında daha sağlıklı değerlendirme yapmamızı sağlayacaktır.
Haklı savaş ilk olarak Ortaçağ’da özellikle Haçlı Seferleri döneminde kendini göstermiştir. Sonrasında kuramın jus ad ballum biçimlerini, otorite koşulları ve ilkeleri bakımından Roma Hukuku’na dayandırmak da mümkündür. Daha sonra Hıristiyanlıkta kuramda St. Augustine etkisi görülmüştür. Augustine’in görüşlerinde ilk olarak dikkat çeken, haklı ya da haksız olsun, savaşın insanlığın bir parçası olduğu gerçeğidir. Tanrıların savaşı dışında bir savaşın haklı sayılabilmesi için savaşın meşru otorite tarafından yapılması gerekir. Haklı savaş, Augustinus’tan sonra uzun zaman göz ardı edilmiştir. 12. yy’a kadar kilisenin kuramla ilgili bir takım girişimleri olmuş, 12. yy ve 14. yy arasında yaptıkları katkılar sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Modern dönemdeki gelişmeler ise 1530’lu yıllar İspanyasından başlar. Modern dönemin kurama en büyük katkısı haklı savaşı uluslararası hukuk temeline oturtmuş olmasıdır. Haklı savaş kuramına verilen önemin bu etkiyle artması sonucunda ikincil konumda kalmış olan jus in bella ilkesi, jus ad bellum ilkesi kadar önem kazanmıştır.
Dilara BATIRER
TUİÇ Staj Programı
Kaynakça:
Ereker, F. A. (2004). İlkçağlardan Günümüze Haklı Savaş Kavramı. Uluslararası İlişkiler Dergisi, 1(3), 1-36.