Güvenlik ikilemi kavramı, geleneksel anlayışta bir aktörün kendi güvenliğini sağlamak amacıyla politikalar üretmesi, bu politikaların diğerleri tarafından güvensizlik kaynağı olarak algılanmasıyla karşı politikalar üretmesi ve bunun sonucunda oluşan genel güvensizlik olarak tanımlanabilir.
Kavram, uluslararası ilişkiler terminolojisine John H. Herz’in yazdığı “Politik Realizm” ve “Politik İdealizm” kitaplarıyla girmiştir. Temel tanımıyla ise, güvenlik ikilemi (security dilemma), bir devletin başka bir devletten tehdit algılayıp silahlanması durumunda buna tehdit algılanan devletin de aynı şekilde cevap vermesini ifade etmektedir. Buna göre A devletinden tehdit algılayan B devleti, A devletine karşı silahlanır ve/veya ittifaklara katılır; fakat B devletinin silahlanması bu kez A devletinin güvenlik kaygılarını ön plana çıkarır ve bu durum A devletinin de silahlanmasına yol açar. Bu durumda her iki devlet de birbirine karşı silahlanmış, bu sonuç her iki devlet için de hem ekonomik hem de askerî bakımdan büyük bir külfet yaratmıştır. Üstelik silahlanma, algılanan tehditi yok etmemiş, aksine tehdit algılanan devletin de silahlanmasına yol açmıştır. Bu durumun yarattığı ikilem uluslararası ilişkiler terminolojisinde güvenlik ikilemi (security dilemma) olarak anılır. Türkiye ve Yunanistan’ın 90’lı yıllar boyunca birbirine karşı silahlanmasının da bir güvenlik ikilemi yarattığı söylenebilir.
Uluslararası ilişkilerin en temel olgularından olan güvenliğe ilişkin 1945-1990 dönemindeki çalışmalarda gözlemlenen durağanlık, monotonluk ve tekdüzelik, Soğuk Savaş konjonktürünün statik iki kutuplu yapısıyla paralellik gösterir. İki kutuplu sistemdeki güvenlik çalışmaları, Soğuk Savaş yıllarının hakim teorisi realizm ve neo-realizmin etkisi altında ortaya çıkmış ve şekillenmiştir.
Klasik realist teorisyenler aslında doğrudan bir güvenlik kuramı ortaya koymamışlardır. Durumu geliştiren, güvenlik perspektifini sürekli bir “güvensizlik” veya “güvende olmama durumu” üzerinden tanımlama çabasıdır. Realizmin güvensizliğe atfen tasarladığı güvenlik anlayışının anahtar kavramlarından biri; “insan doğasının kötü olduğu” ön kabulünden hareketle uluslararası politikayı açıklamada kullandığı “anarşi” metaforudur. Uluslararası ortamı anarşi üzerinden betimleyen realizm, uluslararası ilişkileri temel aktör biçiminde değerlendirdiği ulus-devlet yapıları arasındaki güç ve çıkar mücadelesine indirgemektedir. Güç eksenli “ulusal çıkar” tanımlaması yapan realistlere göre devletler, amaçlarını ve potansiyel çıkarlarını kinetiğe dönüştürebilmek için yeterli ve gerekli güce sahip olmak zorundadır. Kısacası, uluslararası platformdaki aktörlerin davranış ve güvenliklerini belirleyen yapı, sistemdir.
Neo-realizmin güvenlik yaklaşımını realizmden farklılaştıran ve klasik güvenlik terminolojisini az da olsa zenginleştiren bir başka unsur, neo-realist düşünürlerin analizlerine ekonomik faktörü eklemleme çabasıdır. Bu düzlemde Waltz, askeri-stratejik konuların yanı sıra ekonominin de artık güvenlik ve uluslararası ilişkiler gündeminde belirleyici bir rol oynadığını belirterek, bir bakıma ekonomik güvenlik üzerinde durmuştur. Özellikle Vietnam Savaşı hedefe ulaşmada tek aracın askeri güç ve kapasite olmadığını gösterirken; 1973 – 1979 petrol şokları uluslararası ekonomik faktörlerin de hesaplanması gerektiğini vurgulamıştır.
Kavram ilk kez devlet-merkezci bir kavram olarak üretilmesinden ziyade Soğuk Savaş döneminde disipline egemen olan realist düşüncenin ögelerini yansıtır. Aslında bu durum yukarıda belirttiğimiz realist açıdan güvenlik savını da desteklemektedir. İkilem içindeki birimler, devletler bazında tanımlanmış ve devlet kavramı tek, bütüncül ve rasyonel bir şekilde materyalist çıkarlarını savunan bir yapıya, bir kara kutuya indirgenmiştir. Oysaki güvenlik ikilemi durumlarında devletlerin karar alma mekanizmalarındaki çeşitlilik ve farklılıklar, özellikle bireylerin rolü, bir ikilemin savaş ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağına dair ipuçları verir. Soğuk Savaş dönemi güvenlik ikilemi kavramının bir özelliği de, bir ikilem durumunda kesinlikle olumsuz sonuçların öngörülmesidir. Aslında ortaya konan kavram iki seçenekten çok devletlerarası bir güç yarışı durumunun tanımlanmasıdır. Bu yarışın sonucu her iki taraf içinde olumsuzdur.
Soğuk Savaş sonrası dönemde ise; bu kavramın incelenmesinde önemli değişiklikler görülmüştür. İlk değişiklik; yeni güvenlik sorunlarının artan bir biçimde siyaseti etkilemesiyle ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar genelde doksanlı yılların başında farklı etnik gruplar arasındaki iç savaşlar, zayıf devlet yapılarının var olduğu ülkelerde ortaya çıkan suç örgütleri, bu örgütlerin sınır aşan bir karaktere bürünmesi, çevre ülkelerden merkeze artan göçler ve göç alan ülkelerdeki güvenlik sorunları ve terörizmdir diyebiliriz.
İkinci değişiklik ise, bu sorunlar neticesinde Uluslararası İlişkiler disiplininin sorunları yeniden algılayışı ve tanımlayışıyla alakalıdır. Yani burada güvenlik ikilemi kavramına etki eden, toplumsal güvenlik kavramının tanımlanması olmuştur. Yani, toplumsal kimlik güvence altına alınması gereken bir referans noktası olarak görülmüştür.
İlk kavrama katılanlar zamanla geleneksel anlamdaki güvenlik ikilemi kavramının dünya politikası güvenlik sorunlarını doğru şekilde yansıtmadığını savunarak reddetmişlerdir. Reddedenler ise dayanak olarak Üçüncü Dünya ülkelerindeki güvenlik sorunlarını baz almışlardır. Çünkü; gelişmekte olan ülkelerde hem devletin/rejimin içinde bulundurduğu toplumun ihtiyaçlarını karşılayamaması sonucu yaşadığı meşruiyet sorunu, hem de beraberinde, toplumdaki farklı grupların rejimin güvenliğini sağlamaya çalışması daha ciddi güvensizlik ortamına sebep olmaktadır.
Gamze Kaçar
TUİÇ Staj Programı