Güney Kafkasya’da Barış ve Ermenistan

Jeopolitik ve jeostratejik açıdan dünyanın önemli bölgelerinden biri olan ve Türkiye’nin Türkistan coğrafyası ve Doğu’ya açılan kapısı olan Kafkasya bölgesi birçok farklı etno-kültürel grubu bünyesinde barındırmaktadır. Kafkasya’nın dünya enerji arzındaki önemi, bu enerji hatlarını dünyaya açabilme potansiyeli ve bununla birlikte Anadolu yarımadası, Orta Asya, Kuzey Ortadoğu ve Karadeniz havzası üzerinde kavşak niteliği taşıması bu bölgenin önemini çok daha fazla arttırmaktadır.

Bölgenin önemi küresel aktörlerin bu bölge üzerinde hegemonya mücadelesi sergilemesine sebep olmuştur. 93 Rus Harbinden Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar bölgede Rus hegemonyası mevcuttur. Sovyetler Birliği’nin yıkılıp, Rusya’nın içine kapanmasıyla bölgede güç boşluğu oluşmuştur. Türkiye bu güç boşluğundan kendine manevra alanı oluşturmak isteyip, kısmen başarsa da, Kafkasya’da Rusya’nın desteğiyle oluşturulan ve en çok Rusya’ya yarar sağlayan statüko Türkiye’nin bu bölgede hegemonik bir güç olmasını engellemiştir. Rusya’nın Vladimir Putin ile birlikte enerji kartını başarıyla kullanması ve 2008 Rusya-Gürcistan savaşıyla birlikte bölgeye etkin dönüşüyle Rusya’nın Kafkasya’daki üstünlüğü artmıştır. Her ne kadar geçmişten günümüze ABD, İngiltere, Almanya ve Japonya gibi ülkeler Kafkasya’daki konjonktüre müdahil olsa da Rusya’yı dikkate almadan bu bölgede politika geliştirmenin imkansızlığı ortadadır. Bölgesel bir güç olan İran’ın da bölge üzerinde doğrudan etkisi mevcuttur.

Bölgede farklı etno-kültürel unsurların varlığı bunların su yüzüne çıkartılmasına ve aralarındaki sorunların derinleştirildiği bir statükoya dönüşmesine sebep olmuştur. Rusya Kafkasya’da sorunlardan ve etnik temelli çatışmalardan beslenme politikası izleyen ve bu sorunlardan kazanç sağlayan ülke konumundadır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlık kazanan Gürcistan ve Azerbaycan, Rusya ekseninden çıkıp Batı ile entegrasyon sürecine girmelerinin bedelini Rusya tarafından Karabağ işgalinin ve Gürcistan’daki ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesi şeklinde ödemiştir. Ermenistan ise tam karşıt bir politika izleyerek, bölgede Rusya’nın çıkarlarını savunmuştur. Ermenistan’ın böyle bir politika izlemesinin nedenleri: Ermenistan’ın Rus desteği sayesinde Karabağ’ı işgal etmiş olması, Rusya tarafından da kışkırtılan ve Ermeni soykırım iddiaları zeminine oturmuş Türk düşmanlığı ve Türk tehditi algısıdır. Ayrıca Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası yaşadığı ekonomik sorunlar da Ermenistan’ı Rusya’ya bağlı hale getirmiştir. Her ne kadar Ermenistan ve Rusya çeşitli vesilelerle stratejik işbirliğini dile getirseler de bu işbirliği Ermenistan’ın çıkarlarına hizmet etmemektedir. Bu bağlamda Kafkasya bölgesi Türkiye’nin öncelik vermesi gereken bölgelerden biridir. Kafkasya’daki mevcut statüko sürdürülebilir bir statüko değildir. Bu statüko topraklarının yüzde 20’si işgal altında olan bir Azerbaycan, dünyadan izole olmuş bir Ermenistan, fiilen üçe bölünmüş bir Gürcistan ve komşusuyla ilişki kuramayan bir Türkiye’yi barındırmaktadır

Güney Kafkasya’daki mevcut statükoyu bir anda değiştirmek çok zordur. Bu mevcut statükonun kırılmasındaki kilit ülke ise Ermenistan’dır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkiyi Ermeni Diasporası ve Karabağ işgali ipotek altına almaktadır. Türkiye Ermeni meselesinin çözümünde Ermenistan Hükümeti ve Ermeni diasporasını ayrı ayrı değerlendirmelidir.

Geçmişten günümüze baktığımızda Ermenistan sürekli Batılılar tarafından kendi politikaları ve çıkarları doğrultusunda Osmanlı Devleti’ni parçalamak ve Türkiye’ye zarar vermek için kullanılmış; fakat bu durum Ermenilerin zararına olmuş ve Ermenilerin kullanılan bir millet olmaktan öteye gidememesine sebep olmuştur. Ermeni meselesinin çözülmesiyle, Güney Kafkasya’da barış sağlanacak ve başta Ermenistan olmak üzere Azerbaycan ve Türkiye bu değişen statükodan kazançlı çıkacaktır. Ermenistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak Karabağ’ı işgal etmesi Azerbaycan ve Ermenistan’ın bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz Karabağ sorunuyla meşgul edilmelerine, enerjilerini ve ekonomilerini silahlanmaya harcamalarına sebebiyet vermiştir. Kimi durumlarda iki devletin hükümetleri de bu durumdan beslenmiş ve bunu kullanmış; fakat bedelini ekonomik problemlerle uğraşan halklar çekmiştir.

Türkiye ‘komşularla sıfır problem’ çerçevesinde Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi adına Ekim 2009’da protokolleri imzalamış olsa da kamu diplomasinin eksikliğini yaşamış ve iki ülke kamuoylarının hazır olmaması nedeniyle protokoller donmasına noktasına gelmiştir. Türkiye kamu diplomasinin eksikliğini hem Azerbaycan’da hem de Ermenistan’da görmüştür. “Tek millet iki devlet” anlayışında olduğumuz kardeş devlet Azerbaycan’da bile protokollerin imzalanmasıyla ihanete uğradık duygusu ortaya çıkmıştır. Bu da kardeş ülke olan Azerbaycan’la bile ilişkilerimizin ve iletişimimizin yeterli olmadığını ve Türkiye’nin kamu diplomasisi uygulama konusundaki yetersizliğini ortaya koymuştur.

Ermeni meselesi özelinde Güney Kafkasya genelinde şu anda derinleşmiş sorunların çözülmesi ve bölgede barış ve istikrarın sağlanması kolay gözükmemektedir. Hatta Ermenistan-Azerbaycan arasındaki gerilim uzak bir ihtimal olsa da Azerbaycan tarafından savaş alternatifini dile getirmektedir. Şimdiye kadar Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformun kurulması, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü ve Avrupa Minsk Grubu’nun soruna müdahil olması ve tarafları ortak platformda buluşturması Azerbaycan-Ermenistan arasındaki Karabağ sorununun çözümü konusunda yapıcı sonuçlar sağlamamıştır. Türkiye ile ilişkileri normalleşmeyen Ermenistan’ın da Karabağ’dan çekilmesi uzak bir ihtimaldir.

Rusya’nın ve diasporanın etkisindeki Ermenistan’ın kısa sürede ilişkilerin normalleşmesi yönünde adımlar atması beklenemez. Türkiye, Ermenistan ilişkilerinde aşamalı olarak bu ülkeyi diyalog zeminine çekecek, güven kazandırıcı çabalarına devam etmelidir (Özbay). Bu sayede uzlaşmaz karaktere sahip diaspora ile Ermenistan yönetimi arasındaki bağa darbe vurulacaktır (Özbay). İnsiyatifi Ermenistan yönetimi tam anlamıyla almadığı sürece ilişkilerin normalleşmesi uzak bir ihtimaldir.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırların açılmasıyla iki ulus arasındaki önyargılar kırılacak ve kimliğini sağlıksız bir şekilde Türk düşmanlığı üzerine oturtan Ermeni halkının kendi değerleriyle Türkiye üzerinden dünyaya açılmasını ve kendini tanımasını sağlayacaktır. Bunun neticesinde Ermenistan soykırım iddiaları üzerinden politika geliştirmeyi bırakacaktır. Türkiye’deki iş, politika ve eğitim camiasındaki insanların Ermenistan’a gidip gelmesi ve Türk şirketlerinin Ermenistan pazarında yer bulmasıyla ilişkiler farklı ivme kazanacak ve Türkiye hem Ermeni halkını daha iyi tanıma fırsatı bulacak hem de Türkiye lehinde kamuoyu oluşturulmasına katkı sağlayacaktır.

Ermenistan’a gittiğinizde veya İstanbul’daki Ermenilerin yaptığı mimarileri gördüğünüzde Ermenilerin ne kadar sanatsal kabiliyeti yüksek bir millet olduğunu anlayabilirsiniz. Böyle sanatsal yeteneğe ve köklü bir kültüre sahip bir ulusun kendini soykırım iddialarıyla ve bölgesel sorunlarla dünya kamuoyunda göstermesi kendi varlığını sağlıksız bir şekilde yansıtmasına sebep olmaktadır.

Sonuç:

Türkiye Lozan Antlaşması’ndan sonra Ermeni meselesinin hallolduğunu düşünerek gerekli politikalar izlememiş, tarihi travma üzerine kimliğini oturtan Ermeni halkını anlamak için yeterli çaba sarf etmemiştir. Ermeniler Osmanlı döneminde ‘’millet-i sadıka’’ olarak Türklerle yüzyıllarca dost olarak yaşamasına rağmen, Prof. Dr. Abdülkadir Çevik’in de dediği gibi: ‘’Ermenilerin kimlik yapısında hem kendi kimliklerinin bileşenleri hem de Türk kimliğinin bileşenleri yer alıyor. Kurtulmak isteseler de Türk kimliklerinden kurtulamıyorlar. Bu yüzden psikolojik olarak kimliklerinin bir bölümünü aşırı biçimde yüceltip diğerini dışlamaya çalışıyorlar. Ermenilerin, önce bu duyguyla yüzleşmesi gerekir.’’ (Sabah). Ermenistan ise bu yüzleşmeden ve özeleştiriden kaçmıştır. Bununla birlikte Ermeni sorununun çözülemeyen kısır bir döngüye dönüşmesindeki en büyük neden Türkler ve Ermeniler’den ziyade iki ülkenin düşmanlığından beslenmek isteyen emperyal devletlerdir. Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ilişkilerin ilk etapta normalleşmesi adına soykırım iddiaları ve Karabağ’da gerçekleşen katliam arka planda bırakılmalıdır. Ayrıca soruna müdahil olan başka devletler çözüme katkı sağlamadığından dolayı çözüm masasına sadece taraflar olan Türkiye ile Ermenistan ve Ermenistan ile Azerbaycan oturmalıdır.

Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi Güney Kafkasya’daki bölgesel barışın sağlanmasında kilit unsurdur; fakat süreç Türkiye açısından riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu süreç, Türkiye’nin Kafkasya’da Rus-Ermeni ittifakına karşı müttefikleri olan Azerbaycan ve Gürcistan’ı kaybetme riskini taşımaktadır. Bu risklere karşı bu ülkelerle olan diyalog en yüksek derecede olmalı ve kamu diplomasisi etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan arasındaki işbirliği en yüksek düzeye çıkartılırken, Nabucco gibi projelere de tam destek sağlanmalı, bu ülkelerin Batı ile olan entegrasyonları desteklenmelidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye’nin Kafkasya’daki bölgesel ağırlığı Azerbaycan’a bağlıdır ve Azerbaycan kaybedildiği takdirde Türkiye taşı yerinden kaldırmak isterken taşı ayağına düşürmüş olacaktır. Ayrıca Azerbaycan olmadan Türkiye, hiçbir Türk cumhuriyetiyle özel ilişki kuramaz. Avrupa Birliği süreci de Kafkasya bölgesini istikrara kavuşturmada ve Türkiye’nin gerekliliği konusunda önemlidir.

Kafkasya bölgesi Türkiye’nin Türkistan coğrafyasına ve Doğu’ya açılmasında adeta boğazı durumundadır. Bundan dolayı Kafkasya’daki bölgesel barış, Türkiye için küresel sonuçlar doğuracaktır. Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi Güney Kafkasya’ya barışı ve istikrarı getirecek, Güney Kafkasya devletlerinin enerjilerini ve ekonomilerini sorunlarla harcamalarını bırakıp, ekonomik ve siyasi entegrasyona girişmelerine sağlayacaktır. Bu entegrasyon ilerleyen süreçte Güney Kafkasya ülkeleri –Türkiye, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan- arasında kalıcı bir ekonomik ve siyasi birliğin oluşmasını sağlayabilir. Bunun neticesinde de Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı artacak ve Türk-Rus ilişkilerinde Türkiye’nin elini zayıflatan bir unsur olmaktan çıkacaktır. Ayrıca Türkiye’deki Kafkas diasporasının ve Türkiye’de yaşayan Ermenilerin de bu barış sürecinde arabulucu olarak büyük katkı sağlayabilecekleri unutulmamalıdır.

Ümit Nazmi HAZIR

Ege Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Kaybakça

Dr. Fatih Özbay, ‘’Uluslararası Politikalar Ekseninde Kafkasya’’ BİLGESAM Rapor No.15, s.29

Özbay, A.g.e. s.29

http://www.sabah.com.tr/Pazar/2011/01/09/turkiye_ergenlik_doneminde

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...

Küresel Göç Yönetiminde Sivil Toplumun Etkisi: Sivil Toplumun Katkısı ve Sınırları

Kaancan Koçak  Sivil Toplum Çalışmaları O-Staj Programı Özet Göç insanlık tarihinin en...