Gündelik Cinsiyetçilik Pratiği Olarak Dil: Türkiye Örneği

Özet

      Toplumsal algıların şekillenmesinde dilin kayda değer bir yeri vardır. Dil, düşüncenin kendisidir. Toplumsal cinsiyetçi düşünce sistemleri dilde üretilir. Çocukluğumuzdan beri maruz kaldığımız fallus merkezli dil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sürdürülmesine katkı sağlamaktadır.  Bu yazı çerçevesinde, Türkçedeki cinsiyetçi dil ortaya koyulmuştur. Türkçede yaygın olarak kullanılan atasözü ve deyimlerin, ifade biçimlerinin cinsiyetçi yapısı ele alınarak kadınların toplum içindeki ikincil konumuna dikkat çekilmiştir.

Anahtar kelimeler: Gündelik cinsiyetçilik, söylemin gücü, cinsiyetçi dil, ötekileştirme, içselleştirilme

 

Not:

Bu yazı kapsamında ikili cinsiyet sistemi üzerinden çoğunlukla kadınların maruz kaldığı cinsiyetçi dil incelenecektir. Farklı cinsel kimliklere ve yönelimlere yönelik dilde mevcut olan cinsiyet ayrımcılığına değinilmemiştir. Bu cinsel kimliklerden bahsedilmemiş olması, ötekileştirme yapma amacı taşımamaktadır.

 

Giriş

        Toplumsal cinsiyetçi basma kalıp yargılar toplumun düşünce sistemlerine nüfuz ederek içselleştirilir. Dilimizin sınırları gerçeklerimiz haline gelir. Bir kadının kadın konumuna gelmesi, bir erkeğin erkek konumuna gelmesi toplumsal inşalar aracılığıyla gerçekleşir. Kullandığımız dil ise bu algıların ve düşünce yapısının oluşmasına katkıda bulunur. Toplum içerisinde gündelik olarak cinsiyetçiliğe maruz kalmamızın sebeplerinden biri de zihinlerimizin çocukluktan itibaren erkek egemen kültür anlayışının hâkim olduğu dil etrafında şekillendirilmesidir. Bir toplumun sosyo-kültürel yapısı ve değer yargılarının oluşmasında dil ve söylem biçimleri gözle görülebilir bir şekilde güç sahibidir. 21. Yüzyılda güç kazanan, toplumda görünürlüğü artan, iş hayatında ve kamusal alanda görünürlük kazanan kadınlar, cinsiyet olgusundan ötürü ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bu yazı çerçevesinde dilde ötekileştirme, çifte standart, namus ve ahlaksal kavramlar, kadına karşı negatif ayrım, kız ve erkek çocukların cinsiyetçi ayrımlarla yetiştirilmesi, kadının cinsel bir obje olarak görülmesi, medyadaki cinsiyetçi dil, kızlık-erkeklik, kadınlık-erkeklik durumları farklı perspektiflerden ele alınmıştır. 

  Bu bağlamda Türkçe içerisinde eril zihniyetin sürdürülmesine katkıda bulunan atasözleri ve deyimler, söylem biçimleri ve ifade şekilleri üzerinden kadınların maruz kaldığı cinsiyetçilik incelenecektir. Erkeklerin de cinsiyetçi kalıplara maruz kaldığının bilincinde olmakla birlikte, kadınlara uygulanan cinsiyetçilik orantısızdır ve toplum kadınları “ikinci cins” olarak görmektedir. Bu sebepten ötürü bu yazıda çoğunlukla kadınlar ele alınacaktır. 

 

Gündelik Cinsiyetçilik Kavramı

       Gündelik cinsiyetçilik kavramı 2012 yılında Laura Bates tarafından kurulan bir web sitesiyle beraber hayatımıza girmiştir. Gündelik Cinsiyetçilik Projesi (Everyday Sexism Project), dünya çapında kadınların deneyimlerini paylaştıkları bir platform haline gelmiş, toplanan veriler feminizm ve toplumsal cinsiyet çalışmalarına büyük katkı sağlamıştır. Ülkemizde de kadınlar farklı alanlarda gündelik cinsiyetçiliğe maruz kalmaktadır.

       Gündelik cinsiyetçiliği en genel haliyle tanımlamak gerekirse, bireylerin cinsiyet temelli ayrımcılığa maruz kalmalarıdır. Toplum içerisinde cinsiyet temelli roller ve kalıplar üzerinden gerçekleşen ayrımcılık, kadınlar açısından çeşitli eşitsizliklerin doğmasına sebebiyet vermektedir. Biyolojik olarak “Kadın ve erkek olmak, doğal ve doğuştan olarak adlandırılırken, kadınlık ve erkeklik ise toplumsallaşma süreci ile beraber kültürel bir yapılanmaya işaret etmektedir.” (Hepşen, 2010). Devlet kurumlarında, özel sektörde, aile içinde, ev hayatında, evdeki iş bölümünde, eğitimde, dinde, medyada, iş hayatında, toplumsal hayatta, sanatta, siyasette ve daha birçok alanda cinsiyetçilik kendisini göstermektedir. Bu gibi kurumlarda toplumsal cinsiyetin yeniden üretildiğine şahit oluruz. Her ne kadar erkeklerde bu durumla bağlantılı olarak zaman zaman zorluklarla karşılaşsada eril tahakkümün içselleştirildiği toplum yapımızda kadınlara yönelik cinsiyetçilik daha çok göze çarpmaktadır. 21. Yüzyılda kadınların toplum içerisindeki görünürlüğünün artması, kamusal yaşama dahil olmaları, iş hayatına girmeleri ve toplumsal yaşamın her alanında kendilerini göstermeleri sağlanmış olsa da günümüzde kadınlar “Kadınlık olgusundan” ötürü birtakım ayrımcılıklara maruz kalmakta ve bu durumun savaşını vermektedirler. “Toplumsal cinsiyet bir kültür meselesidir ve kadınlar ile erkeklerin ‘dişil’ ve ‘eril’ olarak sosyal sınıflandırılmasına işaret etmektedir.” (Oakley, 1985)

 

Gündelik Cinsiyetçiliğin Dilde Üretilmesi

        Gündelik cinsiyetçilik örnekleri toplumsal gerçekliklerimizi etkileyen dilde kendisini göstermektedir. Kullandığımız dilin boyutları bu gerçekliklerin sınırlarını çizmektedir.  Bu bağlam içerisinde Michel Foucault, toplumsal sistemde insanların kendilerini anlamlandırma biçiminin sabit ve evrensel olmadığını, bilgilerin söylemler aracılığıyla oluşturulduğunu ve iktidar ilişkileriyle ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğundan bahsetmektedir. Söylem, baskın ideolojiyi destekler ya da ona karşı çıkar. Bu söylemlere “Doğruluk” tesis edildiğinde ise doğallaştırılır ve değiştirilmesi zor unsurlara dönüşürler. Bu konuyla ilgili bir başka hipotez ise dilbilimciler Sapir-Whorf tarafından atılmıştır. Bu hipotez bize dilin düşünce yapılarımızı şekillendirdiğini, dilin evreni görme biçimimiz olduğunu ve toplumsal algılarımızı şekillendirdiğinden bahsetmektedir. Sonuç olarak, kullandığımız dil aslında cinsiyet temelli ayrımcılığın yapı taşı olma niteliği taşımaktadır. Toplumsal kalıp yargılarımız dilsel boyutta çerçevelendirilir ve aynı şekilde dilin doğallaştırma ve içselleştirme süreçlerine büyük bir katkısı vardır.

       Türkçe içerisinde kullandığımız bazı dilsel ifade biçimlerinin ve söylemlerimizin düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve değer yargılarımızı olumsuz etkileyebilme gücü bulunmaktadır. Dilimiz; kültürümüzü, düşünce yapımızı, değer yargılarımızı oluşturur. Türkçede yer alan bu cinsiyetçi ifadeler, cinsiyetçi kalıp yargıların da sürdürülmesine yol açmaktadır. Dil aracılığıyla, toplumsal cinsiyet inşalarını oluştururuz. Toplumsal cinsiyetçi kalıp yargılar ise çocuklarımıza anlattığımız masallarda bile kendilerini göstermektedirler. Aile içinde bu kalıplar ile yetiştirilen çocuklar, eğitim sisteminde de ataerkil betimlemelerle bu kalıpları içselleştirme sürecine girerler. Cinsiyet eşitsizliği dilsel olarak her boyutta karşımıza çıkmaktadır. Dilin dinamik bir yapısı vardır. Ataerkil toplum ideolojilerinin, eril düşünce sistemlerinin hepsi dilin içinde barınır. Toplum dil aracılığıyla kadını tahakküm altına alır. “Türkçedeki cinsiyetçi ifadelerin kullanımı siyasi görüşe göre önemli bir farklılık göstermezken, kadının ikincilliğine ve ötekileştirilmesine büyük bir katkıda bulunmaktadırlar.” (Güden, 2006). Birtakım söylem çözümlemeleri doğrultusunda dilin cinsiyetçi niteliklerini ortaya çıkarabiliriz.

 

Türkçedeki Cinsiyetçi Yapıların ve Söylemlerin İncelenmesi

       Türkçedeki eril ve dişil sözcüklere bakacak olursak erkeğin “Norm” olarak benimsenmesinden dolayı çoğu zaman “İnsan” kelimesinin kadını da kapsayacak şekilde “Erkek cinse” gönderme yaptığını fark etmek zor değildir. Aslında “Adam” kelimesi eski çağlarda tüm insanları kapsayacak şekilde kullanılırken, zaman içinde sadece erkeklere hitaben kullanılmaya başlanmıştır. İnsan olmak, erkek olmak ile bağdaştırılmıştır. Türk dilindeki “Adam olmak, adam gibi konuşmak, adam etmek, adamdan saymak” tarzı ifadeler kadın cinsini de kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. “Er” kelimesi de “Sözünün eri olmak, işinin eri” gibi kalıplarda her iki cinsiyeti kapsayacak şekilde kullanılmaktadır. “Kadın” kelimesine ise dil içerisinde birçok anlam yüklenmiştir. Türkçede kadın cinselliği ifade etmektedir. Bu sebepten dolayı kullanılmaktan kaçınılır. Yerine göre “Bayan, hanımefendi, hanım, bacı, yenge, teyze, hanım teyze, abla” kullanılır. Kadın kelimesinin altında yatan cinselliğe gönderme insanların bu kelimeyi kullanmalarını engeller. Toplumsal cinsiyetçi bir bakış açısından bakmadığımızda ise “Erkek” kelimesine paralel olarak “Kadın” kelimesinin bulunduğunu görürüz.

 

Kız ve Erkek Çocuklarının Maruz Kaldıkları Cinsiyetçi Kalıplar ve Dil

        Toplumsal cinsiyet inşası çocuklukta başlamaktadır. Geleceğimizin mimarları olan çocuklarımızın zihinlerinde yer edinen kimlik inşaları hayat algılarını şekillendirmektedir. Türk toplumunda kız ve erkek çocuklarına farklı gözle bakılır. Kız çocuğunun ev içinde kalmasının teşvik edilip sözde namusunun korunması, oğlan çocuğunun ise ev dışı bir ortamla bağdaştırılması toplumumuzda görülen bir durumdur. Yapılan bir çalışmada aslında çocukların beyinlerinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik ayrımcılığı fark ettiği ve buna karşı durduğu saptanmıştır. Toplumumuzun onlara dayattığı düşünce sisteminin dışında bir örnekle karşılaştıklarında, çocuklar bu durumu garipsememektedir. “Oyuncak bebekle oynayan erkek çocuk”, “İyi futbol oynayan kız çocuk”, “Bebeğine bakan erkek” ya da “İnşaat işçiliği yapan kadıngibi “Alternatif” örnekleri gerçek yaşamda ya da medyada gördüklerinde bunun yapılabilir olduğuna dair görüşleri güçlenmektedir.” (Kılıç, Beyazova, Akbaş, Zara, Serhatlı, 2014). Ancak toplumumuzda ikincil konuma atılan kız çocuğuna uygulanan cinsiyetçiliğin boyutu atasözlerimizde açık bir şekilde görülmektedir: Kızını dövmeyen dizin döver, Bir anaya bir kız, bir kafaya bir göz, Atanın sanatı oğula mirastır, Ağaç yeşert meyve getirsin, oğlan büyüt ekmek getirsin. “Oğlan atadan (babadan) öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi. “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün.” “Kızı (kızı oğlu) olanın dili olmaz.” (Genç,2018)

       Kadınlara ve erkeklere atfedilen cinsiyetçi kalıplar, onların kadınlık ve erkeklik durumlarından kaynaklanmaktadır. Toplum bireyleri ayrımcılığa sürükleyerek onları birer şekle sokmaktadır. Bu kalıp yargılar değiştirilmesi zor unsurlara dönüşür. Çünkü toplum içinde doğallaştırılmıştır. Bu öğrenilen, “Verili” cinsiyetçi kalıplar zihnimizin derinliklerine işlemektedir. Kız çocuklarını “Prenses”, erkek çocuklarını “Asker” olarak yetiştirme tarzımızdan uzaklaşmadıkça da cinsiyetçilikten mustarip olacağız. Kız çocuklara büyüdüklerinde Barbie bebekler gibi güzel ve bakımlı olmaları gerektiği öğretiliyor.  Erkek çocuklar ise bir asker gibi güçlü olmaları, dimdik durmaları öğretiliyor. Erkek çocuklarına güçlü ve buyurgan olmak, kız çocuklarına korunmaya muhtaç ve pasif olmak telkin ediliyor. ‘’Erkekler ağlamaz, evin direği erkektir, erkek eve para getirir, erkek aile reisidir.” algısıyla yetiştirilen erkek çocuklar da aslında cinsiyetçiliğe maruz kalmaktadır. Bu durumun farkına varamayanlar ise, büyüdüklerinde kadınların üzerinde tahakküm kurmaya çalışan bireylere dönüşürler. Kız çocuklarını orantısız şekilde etkileyen cinsiyetçilik çocuk oyunlarında da kendisini gösterir. Evcilik oyunuyla kız çocuklarının annelik rolünün yükseltilmesi, ev içinde yemek ve temizlik yapan rolüne bürünmeleri sağlanır. Erkek çocuklara alınan silah oyuncakları ise, kendilerini güçlülük ile bağdaştırılmalarına katkıda bulunur. “Kızlar hanım olur, hanım hanımcık otur” algısıyla büyütülür. “Oğlan büyür koç olur, kız büyür hiç olur; oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün; Kız elin, oğlan evin; oğlanı her karı doğurmaz, er karı doğurur; kızını dövmeyen, dizini döver.” atasözleri Türk toplumunun kız çocuğuna bakış açısını göstermektedir.

 

Kadını Eve Hapseden Cinsiyetçi Dil Örnekleri

           Türk toplum yapısında kadının yeri “Ana” olarak tanımlanır ve kadın doğurganlıkla bağdaştırılır. Kadın, aile yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Simone de Beauvoir’ın ‘’İkinci Cinsiyet’’ adlı kitabındaki ‘’Tota mulier in utero (Kadın bir rahimdir.)’’ sözü bu duruma atıfta bulunmaktadır. Çünkü toplumumuzda kadına biçilen görevler arasında anne olmak vardır, kadınlar doğurganlıkları ile ön plana çıkarılmaktadır. Kadınlardan iyi birer eş ve anne olmalarını bekleyen toplum, erkeklerden aileye para getirmelerini ve evin bakımını üstlenmelerini bekler. “Evin erkeği, evin reisi, baba ocağı” ifadeleri evin sahibinin eril bir figür olduğunu nitelemektedir.  Dil boyutunda: “Kadının yeri evidir, kadın kısmı evde oturur, dişi kuş yuvayı yapar, evi ev eden avrat (kadın), yurdu şen eden devlet, kadın erkeğin eşi, evin güneşidir, erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur” atasözlerinde de bu net bir şekilde görülmektedir.

 

Kadın Bedeni Üzerine Cinsiyetçi Dil

          Türkçede cinsel bir obje olarak da kadın bedenini tanımlayan ifadeler bulunmaktadır. Kadınların cinselliğini belirtirken kadın-kız ayrımı yapılır. Kadınların giyinirken vücutlarının belli kısımlarını açıkta bırakmaları toplum içerisinde “Namus” meselesine dönüştürülmüştür. “Eline erkek eli değmemiş kız olmak” deyimi ile toplum içerisinde namuslu olmak yüceltilir. “Kadının yüzünün karası erkeğin elinin kınası Yolsuz ilişkiler kadınlar için hoş karşılanmadığı hâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payı çıkarırlar” (Aşan, Demir, 2015). Açık giyinen kadın “Millete çarşı pazar sergileyen, vücudunu pazarlayan” ve “orospu, fahişe, hayat kadını” damgası yiyen kadındır. Dekolte giymek ve makyaj yapıp süslenmek toplumda dişiliğin sergilenmesi olarak algılanmaktadır. Dilimizde kadınları tanımlamak için “eksik etek, kaşık düşmanı” tarzı ifadeler de oldukça cinsiyetçidir.

 

Kızlık-Erkeklik, Kadınlık-Erkeklik Olgusu Üzerine Cinsiyetçi Dil

        “Kızlık: 1. Kız olma durumu 2. bekaret” (TDK,2002,s.576) “Erkeklik: 1. Erkek olma durumu 2. erkekçe davranış, yiğitlik.” (TDK,2002,s.337) (Güden,2006) Kızlık, cinsel bir obje olarak tanımlanırken, erkeklik yiğitlik ile bağdaştırılmıştır. Türkçenin içerisindeki eril zihniyeti gösteren bir örnektir. “Kız almak, kız vermek” ifadeleri alınan-verilen bireyin kadın değil de “kız” olduğunun altını çizmektedir. Bir kadın eğer evlenmemişse onun için kullandığımız kelimenin aşağılayıcı bir anlama gelen “Kız kurusu, evde kalmış, karta çıkmış” olması, lakin bir erkek evlenmediğinde durumunu belirten bir sıfat olarak “Bekar” kullanılması kadın-erkek arasındaki statü farkını göstermektedir. Dilimiz içerisinde geçen “Kız gibi”, kabaca “karı gibi” ifadeleri bir eşyanın el değmemiş, tertemiz olduğunu nitelemek için kullanılması kadının bedeninin cinsel olarak nesneleştirilmesine örnek verilebilir. “Erkek gibi” veya “Adam gibi” ifadelerini kullanmak ise mertliğe gönderme yapan birer övgü aracıdır. Sonuç olarak kadın bedeni üzerinden yapılan nitelendirmelerin erkekler için paralellik gösteren bir ifadesi bulunmamaktadır, bu durumda Türkçenin cinsiyetçi yapısına işaret etmektedir.

       Kadınları ve erkekleri sahip oldukları özellikler bakımından cinsiyetçi kalıplara sokan söylemleri incelemek gerekirse, toplum kadınları “Uysallık, ağırbaşlılık, yumuşaklık, naziklik, itaatkârlık, pasiflik, ahlaklılık, iffetlilik, kırılganlık, bakıma muhtaçlık” değerlerine sahip olması gereken cinsiyet olarak görürken, erkekler ise toplumun gözünde güçlü, başarılı, rekabetçi, kuvvetli, ağlamaz, yönetme ve liderlik vasıflarına sahip bireyler olarak görülürler. Erkek olmayı haysiyetli ve onurlu olma ile bağdaştıran, “Sözünün eri, erkek sözü, adamın dibi, kalıbının adamı” tarzı yapılar dilimizde oldukça yaygındır. “Erkeklik, sende kalsın” diyerek erkekliğin büyüklük göstergesi gibi gösterilmesi, “Adam ol” diyerek erkekliğin düzgün bir insan olmakla ilişkilendirilmesi sağlanır. “Erkeklik öldü mü?” derken erkekliğin insanlıkla bağdaştırılması, “Erkekliğe sığmamak” derken yiğitlik göndermesi yapılması, “Erkekliğine yedirememek” derken mertliğine yakıştıramama durumunun belirtilmesi Türk toplumu içinde yaygın olarak kullanılan gündelik cinsiyetçi kalıplara örnek gösterilebilir. Erkeklerin kadınsı özelliklere sahip olmasını aşağılar nitelikte olan “Karı kılıklı, karı gibi ağlama” tarzı ifadelerin varlığı erkek olgusu imajının çizilmesinin toplumda hoş görülmediğini kanıtlar niteliktedir. Kadınların tek başına bir şey yapamayacağını belirten “Kadın kısmı, kız başına” gibi ifadeler de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

 

Medyadaki Cinsiyetçi Dil

        Kadınların medyadaki temsili de erkek egemen toplum ideolojisinin sürdürülmesinde rol oynar. Medya tarafından kadına derli toplu bir ev hanımı, çocuklarının başında bir anne rolü atfedilir; aynı zamanda araba veya parfüm reklamlarında ise cinsel bir obje olarak kullanılarak dişilik özellikleri ön plana çıkarılır. Ataerkil toplum düzeninin biçtiği roller kapsamında, kadının, özverili bir eş, vefakâr bir anne, hayırlı bir gelin, kocasının sözünden çıkmayan itaatkâr bir eş olması, kadının birincil görevleriymiş gibi yansıtılmaktadır. Türk medyasında kadınlar eşitlikçi bir temsilden oldukça uzaktadır. Medya dilinde özne olarak temsil edilmezler. “Bazen, özellikle medyada, erillikle bağdaştırılan bir mesleği icra eden kadından söz edilirken “Kadın” sözcüğünün mesleğin başına mutlaka eklendiğini görürüz: “Pakistan’ın kadın başbakanı Türkiye de” (Güden, 2006) Çünkü bu tarz yüksek mevkilerde erkeklerin görülmesi “Norm”, kadının görülmesi “Norm dışıdır”.  Erkek cumhurbaşkanı, erkek polis, kadın anaokulu öğretmeni, kadın hemşire gibi haber örneklerine rastlanmaz. “3’ü kadın 15 işçi”, “Bir hanımla üç kişi”, “Kadın çocuk her türlü canlı”, “İhtiyar, kadın, çocuk demeden” türünden ifadeler kadını vurgularken aslında onu ötekileştirmekte, yine insanın aslen “Erkek” cinsi olduğuna atıfta bulunmaktadır. “(Güden, 2006). Haberlerde ve gazetelerde geçen “Fikir adamı, siyaset adamı, halk adamı, bilim adamı, eylem adamı, ilim adamı, iş adamı, devlet adamı, din adamı” örnekleri de ötekileştirmenin boyutunu ortaya koymaktadır.

        Diğer yandan medyada, kadınlara yönelik işlenen suçlar kurban-suçlu rolleri aracılığıyla haber yapılır. Tecavüze uğrayan veya öldürülen kadınlar için yapılan haberlerde suçlunun suçunu meşrulaştırmaya çalışan ifadelere rastlarız. “Gece eğlencesinden dönen kadın, mini etek giymiş genç kız, alkollü kadın” gibi işlenen suçu gerekçelendirme amacı taşıyan birtakım ifadeler ile öldürülen kadınların giyiniş ve yaşam tarzlarını sorgular biçimde haber yapılır. Bunun dışında aile içi şiddet ve cinayet haberleri içinde aynı durum geçerlidir. “Fettan kadın iki erkeği birden yaktı.” Şeklindeki ifadeler, bir kadının ölümü üzerine “Su testisi, su yolunda kırıldı.” yorumunu yapan eril zihniyet, “Cinnet geçiren baba eşini ve kızını pompalı tüfekle vurdu.” haberinde cinnet kelimesinin vurgulanmak istenmesi suçlu-kurban ilişkisine örnek gösterilebilir.  Gördüğümüz üzere “Adam, koca, eş” figürü dayak atan değil, “kadın” dayak yiyen pozisyondadır. “Dişi yalanmazsa, erkek dolanmaz.”, “Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez.” tarzındaki birçok atasözleri tacize uğradığı için kadını suçlar konuma getirmektedir.

  

Kadına Yönelik Şiddeti Ön Plana Çıkaran Cinsiyetçi Dil  

      Türk dilinde, kadına yönelik şiddeti normalleştiren atasözleri de bulunmaktadır. “Kocanın vurduğu yerde gül biter; iyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez; kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin.” bunlara örnek verilebilir. Aile içinde kadının ikincil konumunu ön plana çıkaran ve onu değersizleştiren atasözlerine örnek olarak da “Kadının hükmettiği evde mutluluk olmaz; Kadının şamdanı altın olsa mumunu dikecek erkektir; Keseye kadın eli girerse bereket gider; Dam damlamasından, karı vızıltısından durulmaz; Kadının saçı uzun, aklı kısadır.” verilebilir.

 

Toplumsal Cinsiyetçi Dil Kullanımını Nasıl Hayatımızdan Çıkarabiliriz?

       Toplumsal cinsiyetçi dil her yerde karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyete duyarlı bir dil kullanımı nasıl olmalıdır? Toplumsal cinsiyetçi kalıp yargıların kırılmasının önce mantalitede sonra dilde başladığını unutmamak da fayda vardır. Kadını görmezden gelen, ötekileştiren, değersizleştiren, aşağılayan cinsiyetçi dile karşı bir duruş benimsemek toplumda yaşayan her bireyin ortak hedefi haline getirilmelidir. Bireyleri cinsel kimlikleri ile ön plana çıkartmak çağdışıdır. UNDP Türkiye Toplumsal Cinsiyet Rehberi bize cinsiyetsiz bir dil oluşturma konusunda tavsiyeler sunmaktadır: “İş adamı, iş kadını değil iş insanı; hostes, host değil kabin görevlisi; satıcı adam, satıcı kadın değil satış temsilcisi; insanoğlu, âdemoğlu değil, insanlık; kameraman değil kamera operatörü; düşünen adam değil, düşünen entelektüel insan; anavatan değil vatan; kızlık soyadı değil evlilik öncesi soyadı; adam değil eleman veya çalışan.” Cinsiyetçi dile alternatifler üretmek bizim elimizdedir.

 

Sonuç

      Cinsiyetçi dil toplumsal hayatın her alanında kendini göstermektedir. Toplumun kadına ve erkeğe bakış açısı yıllar boyu süregelmiş kalıplarla şekillenmiştir. Dilsel boyutta karşımıza çıkan birçok söylem biçimi de bunu kanıtlar niteliktedir. Toplumsal cinsiyetçi dilin en büyük sorunu, cinsler arasında paralellik gösteren karşılıklarının bulunmamasıdır. Bu sebepten dolayı, dilde cinsiyet ayrımcılığı ortaya çıkmaktadır. Dil, kadını aşağıda ve ikinci cins olarak gören ifadelere sahipken, erkeği yüceltmektedir. Toplum tarafından atanan roller ile şekillenen söylem biçimlerinin özümsenmesi ve içselleştirilmesi tehlike arz etmektedir. “Her kültür kendi iktidar ilişkilerine uygun bir dil geliştirir ve ataerkil kültür de kendisini dünyanın her köşesinde dille yeniden üretir.” (Çelik,2016) Bireyleri bir kalıba sokmaya çalışan tutumlar, davranışlar da dilde üretilir. Salt bir birey olma özgürlüğünü hiçbir cins yaşayamamaktır.  Toplumsal hayatta rolünüzü reddettiğiniz an, “Norm dışı” özellikler sergileyen birey haline gelmektesiniz. Kadınları, erkekleri ve diğer tüm cinsel kimlikleri dil ile birlikte bizim yarattığımızı unutmamak gerekir. “İdeal kadın- ideal erkek” modelinden uzaklaşarak, dili eşitlikçi bir biçimde yeniden inşa etmek hepimizin görevi olmalıdır. Çünkü, eğer dilimize dikkat etmezsek, cinsiyetçi kalıpların toplum içinde doğallaştırılmasına katkı sağlamış oluruz. Bu durum, toplumsal cinsiyetçi mekanizmanın sürdürülmesine yol açar. Değişim dide başlar. Sonuç olarak toplumsal cinsiyetli doğulmaz, toplumsal cinsiyetli olunur.

 “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.”    -Wittgenstein

                                                                                               

 

BENGİSU ERDEM

Toplumsal Cinsiyet Staj Programı

     

 

KAYNAKÇA

Gül, F., Soysal, B. (2009). DÜŞÜNCE VE DİL ÜZERİNE, SBArD, Sayı 13, sh. 65 – 76

Hepşen, Ö. (2010). Tevrat, İncil Ve Kuran-I Kerimde Kadın Bedeni, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara

Topuz, S. Erkanlı, H. (2016). TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA KADIN VE ERKEĞE ATFEDİLEN ANLAMLARIN METAFOR YÖNTEMİYLE ANALİZİ, alternatif politika Cilt 8, Sayı 2

Genç, H. (2018). Atasözlerinde Toplumsal Cinsiyet Algısı Olarak Kadın, folklor/edebiyat, cilt:24, sayı:94

Aşan, N. (2015). Kadına Şiddetin Arka Planı: Atasözleri ve Deyimlerimiz. Journal of Turkish Studies, 10(Volume 10 Issue 6), 179-179. doi:10.7827/turkishstudies.8136

GÜDEN, M. (2006). Dilde Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkçe’nin İçerdiği Eril ve Dişil İfadeler Bakımından İncelenmesi

Güder, S. Y., & Yildiz, T. G. (2016). Okul Öncesi Dönemdeki Çocukların Toplumsal Cinsiyet Algılarında Ailenin Rolü. Hacettepe University Journal of Education, 1-1. doi:10.16986/huje.2016016429

Bingöl, O. (2014). Toplumsal Cinsiyet Olgusu ve Türkiye’de Kadınlık. Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 2014(3), 108. doi:10.18493/kmusekad.36760

 Barrett, M. (1995). Günümüzde Kadına Uygulanan Baskı, çev: Ş. Süer, Pencere Yayınları, İstanbul

Asan, H. (2010). Ders Kitaplarında Cinsiyetçilik ve Öğretmenlerin Cinsiyetçilik Algılarının Saptanması, Fe Dergi 2, no. 2 (2010): 65-74

Yiğitoğlu, M. ve Yalçınkaya Z. (2016). Türkçedeki Cinsiyetçi Atasözleri Ve Deyimler Üzerine Bir İnceleme. Idil, 5 (26), s.1659-1669

Omertopuz. (2020, September 13). Gündelik Yaşam Pratiklerinde Cinsiyetçilik. Retrieved January 09, 2021, from https://medium.com/konformist/g%C3%BCndelik-ya%C5%9Fam-pratiklerinde-cinsiyet%C3%A7ilik-6b856a03e8f2

GÜNAY, G, BENER, Ö. (2011) Kadınların Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Aile İçi Yaşamı Algılama Biçimleri, TSA / Yıl: 15 S: 3

Akmeşe, Z., & Deniz, K. (2015). Kadına Yönelik Cinsiyetçi Söylemin İnternet Haber Portallarında Yer Alma Biçimleri. Sosyal Bilimler Dergisi, 2014(19). doi:10.12780/uusbd.45190

Rhode, Deborah L. (1995). “Media Images: Feminist Issues.” Signs: Journal of Women in Culture and Society 20(3): 685-710

Yirmibeşoğlu, Vildan. (1997). Compilation Of Newspaper Articles On Honor Killings. Presented To Women For Women’s Human Rights, İstanbul

Gül, S., Altındal, Y., Medyada Kadın Cinayeti Haberlerindeki Cinsiyetçi İzler: Radikal Gazetesi, Akdeniz İletişim Dergisi, 165-187

Kılıç, Z., Beyazova, A., Akbaş, H., Zara, A., Serhatlı, İ. (2013). Okul Çağı Çocuklarının Toplumsal Cinsiyet Algıları: Gündelik Yaşam Örnekleriyle Cinsiyetçiliğin Benimsenme Durumuna ve Esneyebilme Olasılığına Dair Bir Araştırma

Çelik, G. (2016).“Erkekler (de) ağlar!”: Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında erkeklik inşası ve şiddet döngüsü” Fe Dergi 8, no. 2, 1-12.

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...