Gümrük birliği ülkeler arasında herhangi bir gümrük vergisi veya tarifesi olmadan ticaret yapılması, üçüncü ülkelerden yapılan ithalatlara ortak bir dış tarife uygulanması ve ortak ticaret politikalarının uygulanması demektir. Anlaşmaya varmış ülkeler ortak bir dış ticaret politikası oluştururlar ancak bazı ithalat kotaları uygulayabilirler.
1963 yılında Türkiye AET ile Ankara Anlaşması olarak bilinen bir Ortaklık Anlaşması imzaladı. Anlaşma, Türkiye’nin AB Ortak Pazarı’na, kurulacak bir gümrük birliği vasıtasıyla kademeli olarak katılımı için aşağıda belirtilen üç aşamayı öngörmekteydi:
Hazırlık aşaması (1964–1970),Bunlardan ilki olan hazırlık anlaşması 5 yıllık hazırlık döneminin ertesinde, Katma Protokol’ün 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmesiyle, toplam 22 yıl sürecek olan Geçiş Dönemi hukuken başlamış oldu.
1973 yılında hazırlık aşamasının sonuna gelindiğinde, iki taraf arasında gümrük vergilerinin kaldırılmasını amaçlayan bir Ek Protokol benimsendi. Bu protokole göre AB, Türk kökenli sanayi malları üzerindeki gümrük vergilerini geçiş döneminin en başından itibaren kaldırırken, Türkiye’nin AB sanayi malları üzerindeki gümrük vergilerini kaldırması kademeli olarak gerçekleşecekti. Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin uygulamaya konmasını tamamlaması için 22 yıllık bir süre öngörülmüştü.1995 yılında, geçiş döneminin tamamlanmasından sonra, Gümrük Birliği Kararı kabul edilerek Türkiye, AB sanayi mallarına uygulanan gümrük vergilerini kaldırdı. Karar 1 Ocak 1996’da yürürlüğe girdi.
Gümrük Birliği sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsar.
1980 Sonrası Ekonomik Gelişmeler ve Gümrük Birliği Sonrası Dış Ticaret Analizi
1973 yılında yaşanan ve uluslararası ekonomik sistemin istikrarsızlaşmasına da neden olan uluslararası petrol krizi, 1980’li yılların başlarına kadar Türkiye’nin dış ticaretini de olumsuz etkilemiştir. O dönemde Türkiye’nin ihracat geliri sadece petrol ithalatını karşılayacak seviyelerdeydi. Dolayısıyla bu ekonomik ortam içinde, sanayi ürünleri ihracatını artırıcı teşvik uygulamalarına ağırlık verilmiştir. Tablo 1’de görüldüğü gibi 1980 yılına kadar dış ticaret dengesinin ciddi oranda açık vermesi ve ihracatın ithalatı karşılama oranının düşük seviyelerde seyretmesi sonucunda ekonominin serbest piyasa şartlarında rekabet edebilmesini ve Türkiye’nin uluslararası ekonomik sistem ile uyumunu sağlamak amacıyla 1980 yılında “24 Ocak Kararları” olarak da bilinen geniş kapsamlı ekonomik paket yürürlüğe konmuştur. Bu kararlar çerçevesinde sabit kur sisteminden esnek kur sistemine geçilmiştir. Teşviklerle ihracat desteklenmiş ve ekonomik paket reformu ile ihracata dayalı sanayileşme stratejisi uygulanmaya çalışılmıştır. İhracatta bürokrasi azaltılmış ve serbestlik sağlanmıştır. 1989 yılında yapılan değişiklik ile döviz ithalatı serbestleştirilmiş ve 1990 yılında döviz rejimi daha fazla liberalleştirilerek, Türk parasına konvertibilite özelliği kazandırılarak Türk parası ile ithalat ve ihracat serbest hale getirilmiştir. İhracatçının yurtdışında güçlü bir şekilde rekabet edebilmesini sağlamak için de 1987 yılında Türk-Eximbank kurulmuştur.
Gümrük Birliği’nin Dinamik Etkileri
a) Rekabetin Artması; Dış ticareti kısıtlayan faktörlerin ortadan kalkması, yerli üreticileri dış piyasa rekabeti ile karşı karşıya bırakır. Rekabetin artması sonucunda maliyetleri düşük olan ve daha verimli çalışan üreticiler endüstride yer alır. Diğerleri ise piyasayı terk etmek zorunda kalır. Maliyetlerin düşmesi sonucunda üretimde uzmanlaşma sağlanır.
b) Teknolojik İlerleme; Geniş bir piyasa, büyük ilerlemelerin kurulmasını sağlar. Bu da ileri tekniklerin alınması ve işletmelerin ar-ge faaliyetlerine daha fazla fon ayırmasına olanak sağlar.
c) Yatırımların Artması; Gümrük birlikleri, kaynakların etkinliğini, dolayısıyla milli geliri yükseltir. Milli gelir büyüyünce tasarruf ve yatırımlar artar. Gümrük birliği tarifelerin yeniden yükseltilemeyeceği konusunda iş adamlarına güven sağlayarak, yatırımların riskini azaltır ve karlılığı yükseltir. Pazarın genişlemesi, verimlilik artışı yabancı sermayenin de girişini özendirir.
d) Kaynak Hareketliliği; Birlik çapında emek ve sermayenin hareketliliğindeki artış, bölge içinde kaynakların daha iyi kullanımına yol açar. Bu da verimliliği ve refahı yükseltici bir faktördür.
e) Ölçek Ekonomileri; Gümrük birliğinin oluşması daha büyük bir piyasanın ihtiyaçlarına cevap vereceğinden, firmaların üretim hacimlerini arttırmaları ölçek ekonomilerini doğurur. Bu durumdan en çok birliğe katılmış olan küçük ülkeler fayda sağlar.
f) İçsel ve Dışsal Ekonomiler; Gümrük birliğinin üyeler arasında piyasayı genişleteceği ve bu nedenlerle bir taraftan işletmelerin büyümesi nedeniyle “içsel ekonomilerin diğer yandan da “dışsal ekonomilerin ortaya çıkacağı öne sürülmektedir.
Türkiye-AB İlişkilerinin Değişen Seyri ve Gümrük Birliği’ni Yeniden Düşünmek
Türkiye-AB ilişkileri yarım asrı aşan süreç içerisinde birçok evreden geçerek günümüze kadar süregelmiştir. Her ne kadar nihai hedef gerçekleşmese de bu süreçte Türkiye önce ”aday ülke” ilan edilmiş, ardından ise, “müzakere eden aday ülke” statüsüne terfi ettirilmiştir. Tüm bu süreçte iki taraf birbirine değişik mekanizmalarla eklemlenmiş ve kurumsal entegrasyon özellikle ekonomi alanına oldukça iler seviyelere gelmiştir. Ekonominin bu denli ön plana çıkmış olmasında ise asıl dönüm noktasını 1995 tarihli Gümrük Birliği Kararı oluşturmuştur. Gümrük Birliği ile birlikte Türkiye mevzuat açısından AB’yi temel dayanak noktası almış, işlenmiş tarım ve sanayi ürünlerinde ise ”sıfır vergi” rejimine geçilerek her türlü gümrük engeli ortadan kaldırılmıştır.
İmzalandığı dönem, dönemin gün şartları ve GB sayesinde elde edilmesi beklenen politik avantajlar açısından bakıldığında GB’ nin “ yerinde bir karar” olup olmadığına ilişkin tartışmaların bugün yeniden masaya yatırılması gerekliliği açık biçimde ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışma Türkiye-AB ilişkilerinin doğasının değiştiği varsayımından ve dünya politik ekonomisinin kapsamlı bir dönüşümünden iddiasından yola çıkarak GB’ nin, en azından kimi boyutları açısında, tartışmaya açılması gerektiği tezini öne sürmektedir. Bu kapsamda bu yazıda GB’ nin mevcut haliyle niçin sürdürülemeyeceği üzerine üç temel argüman geliştirilecek, GB’ nin yeniden tartışmaya açılmasına ilişkin bir çerçeve sunulmaya çalışılacaktır.
Argüman 1: AB’nin Ticari Öncelikleri Değişmiştir
AB birçok ekonomist tarafından eleştirildiği üzere, DTÖ nezdinde ki ticari görüşmelere genellikle ticaret dışı konuların da dâhil edilmesi yönünde bir politika izlemiştir. Bu kapsamda AB bu konuları Doha gündemine almak konusunda ısrarcı davranmış ve literatürde ‘Singapur Konuları’ olarak da bilinen alanlar ( yatırım, rekabet politikaları ve devlet alımlarında şeffaflık ) AB tarafından ön plana çıkartılmıştır.ancak bilhassa gelişmekte olan ülkelerin bu tarz hassas ve politik içeriğe sahip konuları iç işlerine müdahale olarak görmesi ve gündeme dâhil edilmelerine direnmeleri sonucu bu alanlar ticaret görüşmelerinden çıkarılmıştır.ayrıca AB’nin oldukça korumacı davrandığı tarım alanı da görüşmelerin tıkanmasında kilit rol oynamıştır.bilindiği gibi AB, Ortak Tarım Politikası kapsamında oldukça korumacı bir strateji izlemekte ve temel ihraç maddesi tarım olan birçok gelişmekte olan ülkenin tepkisini çekmektedir.gümrük tarifelerine bakıldığında da AB’nin korumacılık oranı net bir şekilde görülmektedir.Genel olarak AB’nin ortak gümrük tarifesi %6,5 civarındadır.sanayi ürünleri bazında bu oran %4 ‘e kadar gerilemektedir.ancak tarım ürünleri dikkate alındığında ithalata konulan ortalama tarife %16,5 civarındadır.hatta kimi tarım ürünlerinde %210 ‘a varan tarifeler bulunmaktadır. Haliyle bu durum gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarına ters düşmekte ve çok taraflı görüşmeleri baltalamaktadır. AB hassas olduğu konuları ikili görüşmeler vasıtasıyla diğer ülkelere daha kolay kabul ettirebilmekte, yani kendi lehine olan güç asimetrisini kullanmaya çalışmaktadır.
AB’nin politikasını değiştirmesinin hem iç nedenleri hem de dış nedenleri olmaktadır.
Dış nedenleri; dış nedenlerin başında ABD’nin değişen ticaret politikası gösterilebilir.2000’li yıllardan itibaren ABD, STA imzalamak suretiyle yeni pazarlara giriş yapmayı çok taraflı liberalleşmeye bir alternatif olarak görmeye başlamıştır.
İç neden olarak ise; AB genelinde ticaretten sorumlu üst düzey görevlilerin tutumundaki değişim gösterilebilir.
Bilindiği üzere Türkiye, AB’nin daha önce hiçbir ülke ile üyelik öncesi dönemde geliştirmediği bir entegrasyon biçimi geliştirmiş ve 1996 yılında gümrük birliği tesis etmiştir. Bu kapsamda sanayi mallarının ihracat ve ithalatında her türlü gümrük vergisi kaldırılmış, Türkiye karar süreçlerinde söz hakkına sahip olmadığı bir mekanizmanın konuya ilişkin alacağı her türlü kararı önceden kabul etmeyi taahhüt etmiştir. Dolayısıyla Türkiye siyasi olarak söz hakkı olmadığı bir ekonomik bütünleşme içerisine girerek kendisi aleyhine siyaseten asimetrik bir mekanizma yaratmıştır. Türkiye’nin böylesi bir asimetriye rıza göstermesi, Gümrük Birliği’ni tam üyelik yolunda bir ara form olarak görmesinden kaynaklanmıştır. Mevcut şartlarda Türkiye’nin Gümrük Birliği uyarınca AB’nin imzaladığı STA’lara uyma yükümlülüğü tartışmalara neden olmaya başlamıştır. Dış ticaret politikasında son dönemde değişikliğe giden AB’nin ikili ilişkileri ön plana çıkarması ve STA vasıtasıyla üçüncü ülkelerle ekonomik bağlarını arttırması Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren ve etkileyen bir konu haline gelmiştir.
AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’ ya Türkiye’nin otomat,k olarak taraf olamaması, Türkiye’nin bu ülkelerden ithal ettiği ürünlere Gümrük Birliği nedeni ile tek taraflı indirilmiş gümrük vergisi oranlarını uygulamasına yol açmakta, ancak bu ülkelere ihraç ettiği mallardan yüksek gümrük vergileri alınmaya devam etmektedir.Hal böyle olunca Türkiye, AB’nin imzaladığı her STA’dan sonra bu ülkelerle ikili anlaşma imzalama yoluna gitmektedir. Fakat zaman zaman bu ülkeler tarafından geri çevrilebilmektedir. Zira söz konusu ülkeler AB ile imzaladığı anlaşma kapsamında Türk pazarına da AB ile aynı gümrükten giriş yapabilme hakkını elde edebilmektedir. Bu durum bilhassa Ukrayna, Güney Kore ve Hindistan gibi ülkeler dikkate alındığında Türk iş çevrelerini rahatsız etmeye başlamış ve Türk dış ticaretinin değişen kompozisyonu dikkate alındığında Gümrük Birliği Türkiye’yi sıkan bir elbiseye dönüşmüştür. Mesela, en son Güney Kore örneğinde Türkiye’nin zararına işleyen bu sürecin masaya yatırılmasını zorunlu hale getirmiştir.
Argüman 2: Türkiye’nin Ticaret Yapısı Değişmektedir
Türkiye’nin GB’ nin işleyişini yeniden masaya yatırma gerekliliği yalnızca AB’nin değişen ticaret politikalarından kaynaklanmamaktadır. Meselenin en az o kadar önemli bir diğer boyutu Türk dış ticaretinin değişen yapısından kaynaklanmaktadır.
GB hayata geçirildiği dönemlerde AB’nin Türk ticareti içindeki payı oldukça yüksek oranlarda seyretmekte idi. Yani Türkiye toplam dış ticaretinin büyük bir bölümünü AB üyesi ülkeler ile gerçekleştirmekteydi. Ancak 2001 sonrası süreç dikkate alındığında görülmektedir ki Türkiye dünyanın değişen ekonomi yapısına paralel bir şekilde dış ticaretinde farklı ülke ve ülke grupları ile eskiye nazaran daha fazla ticaret yapmaya başlamıştır.
Figür 2001 sonrası süreçte Trük dış ticaretinin bölgelere göre nasıl dağılım gösterdiğini 9 yıllık bir zaman serisi içinde yansıtmaktadır. 2003 yılında AB’nin Trük dış ticareti içindeki payı %53,6 seviyesinde iken bu oran 2009 yılına gelindiğinde %42,6 seviyesine kadar gerilemiştir. Bu süreçte ise Asya’nın payı %18,7’den %26,4’ye yükselmiştir. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, bu oransal değişimin küresel krize özgü, dolayısıyla geçici, bir durum olmadığıdır. Zira yaklaşık son on yıla yayılan bu dönüşüm “yapısal karakterler” içermekte ve dünyanın politik ekonomisinde Batıdan Doğuya kayma eğiliminde olan güce işaret etmektedir. Ayrıca küresel krizle birlikte bu sürecin hızlanacağını tahmin etmek yerinde olacaktır.
Türkiye’nin AB dışındaki aktörlerle daha fazla ticari etkileşime girdiği bir dönemde şüphesiz ki tek taraflı olarak AB tarafından uygulamaya konan mevzuata göre hareket etmek, Türkiye’nin hareket kabiliyetini azaltan gelişme olacaktır. GB mevcut mekanizmalar çerçevesinde devam ettirilirse bu açıdan da Türkiye’ ye fazla sorun çıkartabilecektir. Yani Türkiye açısından GB’ nin son dönemde önemli bir “kısıt” olarak ortaya çıkma potansiyeli olduğu belirtilmelidir. Türkiye üyesi olmadığı ve alınan kararlarda söz hakkı olmadığı halde AB mevzuatına uygun hareket etmek zorundadır. Ayrıca bu zorunluluk üçüncü ülkelerle olan ilişkileri de kapsamaktadır.
Argüman 3: GB Politik Bir Araç Olarak Anlamını Yitirmiştir
GB ilk imzalandığı dönemde Türk karar alıcılar meseleye ekonomik açıdan ziyade politik boyutuyla yaklaşmışlar, GB ’yi tam üyelik sürecini hızlandıracak bir ara basamak olarak görmüşlerdir. Oysa süreç ilerledikçe görülmüştür ki GB tam üyelik sürecini hızlandırmak açısından olumlu bir katkı sağlamamıştır. Hatta birtakım analizcilere göre, Türkiye’nin elindeki kozu kaybetmesine dahi neden olmuştur.
Zira 2005 yılında müzakerelere başlayan Türkiye sadece 13 başlığı müzakere edebilmiş ve bunlardan yalnızca bir tanesi “ geçici olarak” kapatılabilmiştir. 8 başlık Ek Protokol nedeniyle Kıbrıs sorununa endekslenmiş, 5 başlık Fransa’nın vetosuna takılmış, 6 başlık ise Güney Kıbrıs’ın engellemesi ile karşılaşmıştır. Toplam müzakere başlığının 35 olduğu dikkate alınırsa açılması mümkün olan başlık sayısı yalnızca 3’tür. Bunun anlamı hukuki olarak olmasa bile de facto olarak sürecin durduğudur. Böyle bir ortamda ise GB’ nin bir politik motivasyon unsuru olarak dikkate alınamayacağı ortadadır.
AB-Türkiye İlişkileri ve GB’yi Yeniden Düşünmek
Konu küresel politik ekonomi açısından değerlendirildiğinde ortaya bir başka gerçek daha çıkmaktadır ki o da sadece AB’nin değil, aynı zamanda küresel ekonomik sitemin “makas değiştiriyor” olduğudur. Küresel ekonomik kriz esasında “Batının krizi” olarak tezahür etmekte ve yerleşik kurum ve kuruluşlarıyla kapitalist sistemi, en azından güç dengeleri açısından, değişime zorlamaktadır.
İşte böylesi bir makas değiştirmenin tam ortasında Türkiye de kapsamlı bir dönüşümün içinden geçmektedir. Türkiye’nin AB süreci ile Türkiye-AB ekonomik ilişkilerinin önemli bir ayağı olan GB bu kapsamda ayrıca önem kazanmaktadır.
GB üzerine yapılan araştırmalarda “gri alanların” gözden kaçırıldığına şüphe yoktur. Yani konuya ilişkin GB ya Türk ekonomisini “rekabetçi kılan emsalsiz bir ilaç” olarak sunulmuş ya da Türkiye’nin “ yarı-çevre ekonomi” olarak kalmasında büyük rolü olan bir karar olarak değerlendirmiştir. Ancak GB içinde birçok gri alan bulunduran bir tartışma konusudur. Birçok ampirik çalışmanın ortaya koyduğu üzere süreç Türk ekonomisi için olumlu sonuçlar doğurmuş ve rasyonel temele dayanan ekonomik kurumsallaşma sürecinde GB araçsal rol oynamıştır. Ancak GB aynı zamanda siyaseten asimetrik bağımlılık yaratan bir mekanizmadır. Geçtiğimiz son on yılda dünyanın ekonomik ve politik dengelerine ilişkin şartlar ciddi anlamda değişmiştir ve Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği gibi “şartların değişmesi ile hükümler de değişir”.
Gizem Polat
Mersin Çağ Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
KAYNAKLAR: Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Gümrük Birliği Resmi Web Sitesi ( www.gumruk.gov.tr ), TUİK.