Yapımcılığını Jehane Noujaim ve Karim Amer’ın üstlendiği The Great Hack, tüm dünyayı sarsan Facebook – Cambridge Analytica veri krizini anlatan, 2019 yılında yayımlanmış bir Netflix belgeselidir. Tıpkı dünyaya bırakılan karbon ayak izi gibi, siber dünyada da bir ayak izi mevcuttur. Belgesel; verilerin kaybolmadığını, aksine toplanabildiğini, 2016’daki ABD başkanlık seçimlerinde ve BREXIT olaylarında manipülasyon aracı olarak nasıl kullanıldığıyla birlikte izleyiciye çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
COVID-19 ile insanların evlere kapanıp sosyalleşemediği şu günlerde, şüphesiz ki sosyal medya bağlantıda kalmak için en iyi araçtır. Ancak her şey göründüğü kadar “pembe” olmayabilir. Cambridge Analytica bunun en sarsıcı örneği olmuştur. Belgesel, şeffaflık isteyen vatandaşlardan biri olan David Carroll’ın Cambridge Analytica’ya yönelttiği iddialarla başlamaktadır. İddialara göre şirket, Facebook’ta 50 milyondan fazla kullanıcının profil bilgilerini toplayarak potansiyel Trump seçmenlerini ortaya çıkarmaktadır. Bugün Facebook, dünyanın en kalabalık ülkesini oluşturmaktadır ve adının karıştığı skandaldan dolayı o günlerde giderek değer kaybetmiştir. Gizlilik sözleşmesi, olayın etikliği ve yasa eksiklikleri dışında, kullanıcı verilerinin büyük şirketlere satılması yaşanan en büyük veri krizine sebep olmuştur.
Cambridge Analytica’da eski iş geliştirme yöneticisi Brittany Kaiser’ın ifadeleriyle olaylar farklı bir boyuta taşınmıştır. BREXIT kampanyalarında da tıpkı ABD seçimlerinde olduğu gibi, İngiltere halkının Facebook üzerinden kişiselleştirilmiş reklamlarla manipüle edildiği görülmektedir. Amaç yine aynıdır; birden çok seçenek arasında kalmış kişileri tespit etmek ve danışmanlık şirketinin müşterisi olan taraf lehine manipüle etmek. 2016 ABD seçimlerinde, seçim sonuçlarında üç eyaletteki 70 bin seçmenin belirleyici rol oynadığı düşünülürse, yürütülen kampanyaların ve Cambridge Analytica’nın etik olmayan büyük başarısı da kuşkusuz gün yüzüne çıkmaktadır.
Guardian & Observer yazarı Carole Cadwallladr, sözlerine “ …bizi bir araya getirmek için oluşmuş gruplar silaha dönüşmüş durumda” şeklinde başlamıştır. Kullanıcıların en mutlu anlarını, üzüntülerini, sırlarını paylaştıkları gönderiler; ABD seçimlerine yön verecek, İngiltere’nin 50 yıldır sürdürdüğü AB birlikteliğine son verebilecek noktaya taşınmıştır. Bunun yanında, hükümetlerin de sosyal medyayı araç olarak efektif bir şekilde kullandığı açıktır. Bu durum Rusya’nın ABD’de Facebook aracılığıyla sahte görseller kullanmasıyla kanıtlanmıştır.
Realistlerin savaş tanımı dışında bir kavram, dünyada daha da belirgin bir hale gelmektedir. Bu kavram belgeselde “Psikolojik operasyon” olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik operasyon, silah kullanmadan, gayet masum görünen sosyal medya içeriklerini ikna yöntemi olarak diğer tarafa karşı kullanılmasıdır. Nitekim, Birleşmiş Milletler temsilcilerinin 2018’de hazırladıkları rapora göre Facebook, Myanmar’da Müslümanlara karşı korku, şiddet ve nefret söyleminin artmasında etken rol oynamıştır. Myanmar ordusunun, Arakanlı Müslümanlara karşı şiddet söylemleriyle olayların soykırıma varmasının en büyük sebebidir. Yaşadığı olumsuz tecrübelerin ve ekonomik değer kayıplarının ardından Facebook, özellikle çatışma yaşanan bölgelerde şiddeti engellemek, barışa ve güvenliğe destek olmak amacıyla 2019’da stratejik müdahale ekibi kurulmasına karar vermiştir. Yine dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri olan ve yarım milyona yakın kullanıcısının bulunduğu Hindistan’da, 2016 yılında “Free Wifi” projesiyle internete erişimin sınırlı olduğu alanlarda uygulamaya giriş için ücretsiz internet desteği sunmuştu. 2019’da ise Hindistan, Facebook’a Cambridge Analytica’nın veri ihlalleri sebebiyle dava açmıştır. Yine belgeselde anlatılan “do so” hareketinin Afrikalılara karşı Hint Partisinin kazanmasına sebep olması oldukça ilgi çekicidir. Ayrıca Cambridge Analytica’nın dünya çapında nasıl çalıştığını kanıtlayan bir olaydır.
Sonuç olarak, “veri hakları insan haklarıdır” sözlerine vurgu yapan belgesel, masum gibi görünen verilerimizin algı operasyonlarında nasıl kullanılabileceği, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yanında, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde bile insanların nasıl bireysel hedef olarak alınabileceğini gözler önüne sermektedir. Günümüzde otoriter devletler yükselişteyken, büyük şirketler kullanıcı verilerini bir ürün halinde görüyorken, akıllara gelen soru şu olmaktadır: İnternette dijital ayak izimiz sürekli takip edilirken, biz kullanıcılar ne kadar özgürüz ve gelecekte kişisel haklar – gözetim politikaları savaşının kazananı kim olacaktır?
Sena Yıldız
Siber Güvenlik Staj Programı