Alman yapımı olan ve yönetmen koltuğunda Wolfgang Becker’in oturduğu 2003 yapımı “Good Bye Lenin!” o yıl çok ses getiren filmlerden biri olmuştur. Film, 2003 Avrupa Film Akademisi’nin En İyi Avrupa Film Ödülü’nü kazanmıştır. Başrolleri ise sosyalist bir anne Christiane ve oğlu Alex paylaşmakta. Filmin konusu iki tema üzerinden işlenmektedir. Bunlardan biri Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla beraber sosyalizmin yıkılması ve dönüşen bir sistem; diğeri ise sosyalist bir anne ve oğlunun annesi için yaptığı fedakarlık temasıdır. Aslında bu anne-oğul temasında da Alex’in iki sistem arasında kalma teması işlenmiştir.
Filmin başında bir babanın evi terk etmesi ile başlayan bir görüntü bizlere gösterilmekte. Alex ve kardeşi Ariane bu görüntüde Alman bir kozmonot olan Sigmund John’un uzaya gittiği izlemekte. Başrol oyuncusu olan Alex ise babasının gitmesi ardından kendisine idol olarak bu Alman Kozmopolit’i belirlemektedir.
Yıllar devam ederken, Alex ve kardeşi büyürken anneleri de sosyalist bir kadın olarak bu felsefeyi derinlemesine yaşamakta. Anne Doğu Almanya’daki haksızlıkları gidermek için, azınlık gruplarının haklarını savunmak için birçok girişimde bulunmakta. Alex annesini “küçük haksızlıkların sözcüsü” olarak tanımlamakta. Ancak bu süreçte Doğu Almanya’nın ekonomisi ciddi ölçüde kötüleşmekte ve halk Berlin Duvarı’nın özgürlüğü kısıtladığını düşünmektedir. Bir hegemon sistem kötüleşmekte ve başka bir hegemon sistem aranmaktadır. Bir akşam, Berlin Duvarı’nın yıkılışı için protesto yürüyüşü yapılmakta ve filmde “Basın özgürlüğü”, “Zorbalığa hayır!” sloganları ile Berlin Duvarı’nın yıkılışı için yürüyüş yapılmaktadır. Alex de bu yürüyüşün içindedir ve aslında film tam olarak bu kısımda başlamaktadır. Alex, bu yürüyüş esnasında güvenlik güçleri tarafından alınırken annesi de o anı görür ve o gün sekiz aylık bir komaya girer. O komadayken ise Berlin Duvarı yıkılıyor ve savunduğu sistem olan sosyalizm değişime uğruyor.
Alex’in annesi uyandığında ise doktor bir travma daha yaşamamasını iletmekte. Ama aslında annesinin inandığı sistem çoktan değişmişti. Kapitalist sistem artık şehrin her yerine nüfuz etmişti. Ancak Alex bir ütopya kurmaya karar verir. Öncelikle annesinin odasını eski şekilde düzenler ve de giyimlerini de ona göre ayarlar. Çünkü artık giyim tarzları bile soluk renkler değil daha canlı renklerden ve daha batılı bir tarzdaydı. Annesi zaten ayağa kalkamadığı için dışarıyı da göremeyecekti. Annesini, düzenin hala devam ettiğine inandırmak için de aslında en etkili araç olan medyayı kullanma kararı aldı.
Alex, Denis adlı bir kişi ile tanışır ve aslında ütopyayı beraber kuracağı arkadaşı bu olur. Bu arkadaşı uydu anteni pazarlayacakları kişi ve de isimler eşleştirilirken işyerinde iki farklı fanus içinden isimlerinin çekildiğini görmekteyiz. Bunlardan biri Doğu’yu diğeri ise Batı’yı temsil etmektedir. Aslında Denis ile Alex’in çok samimi olmalarından yola çıkarak gençlerin değişen sisteme kolaylıkla ayak uydurabildiği mesajı verilmektedir. Denis’in hayali film çekmek, Alex’in arzusu ise annesine her şeyin bıraktığı gibi ilerlediğine ikna etmek idi. Annesi için düzenin hala devam ettiğine dair haberler çektiler ve de annesi tarafından oldukça inandırıcıydı. Burada, medyanın dışa kapalı toplumlarda aslında ne kadar etkin olduğunu görüyoruz. Televizyonda anlatılan her şeyin doğru olacağını düşündüklerini filmi izlerken rahatlıkla anlıyoruz. Mesela Alex ve arkadaşının kapı kapı gezerek televizyon uydusu satmalarının da aslında bir alt mesajı vardı. Burada halkı sisteme adapte edebilmek için en etkili araç medyayı kullanmayı tercih ettiklerini görmekteyiz. Burada Gramsci’nin hegemonya teorisinden söz edecek olursak, sistemin dönüşümü yani hakim olan hegemonyayı insanlara rıza aracı olarak medyayı kullandığını görmekteyiz.
Filmde açık bir şekilde kapitalist ve sosyalist sistem hakkında diyaloglara yer verilmemiştir. Biz bunları filmi izlerken yer yer görsellerle gösterilen veya laf arasında söylenen ayrıntılar ile anlıyoruz. Filmde IKEA, Burger King, Coca Cola gibi bir çok marka ile karşılaşmaktayız. Medyanın dönüştüren etki gücü, ki buna yumuşak güç kullanma da diyebiliriz, oldukça başarılı bir şekilde işlenmiştir. Alex’in kız kardeşi, bebeği için artık muşamba bez kullanmak istemediğini söylerken bile tüketim alışkanlığının bile ne kadar hızlı dönüşebileceğine şahit oluyoruz. Annesi ise sürekli olarak, kadın kıyafetlerinin bedenlerini eleştirmekteydi. Bu noktada, kapitalist sistemin tek tipleştirmesini eleştiri olarak bizlere iletmektedirler.
Filmin ilerleyen sahnelerinde anne, karşı binaya Coca Cola reklamının asıldığını görüyor. Bunun üzerine kapitalist sistem ürünü olan bu markanın neden orada olduğunu sorgularken Alex hemen ona da bir haber çekiyor. Haberde Coca Cola’nın artık sosyalistlere hizmet ettiğinden ve de kendi formüllerini çaldıklarını söylüyorlar. Görüyoruz ki, sorgulamadan medyayı izlemek, en olmayan şeye bile insanları inandırır duruma getirmektedir. Alex durumu her ne kadar idare etmeye çalışsa da annesi bir gün ayağa kalkar ve sokağa çıkarak var olan sahne ile karşılaşır. Burada şu mesajı görebiliyoruz aslında: “iktidar her ne kadar uyanık davransa da aslında halk gerçekle bir şekilde yüzleşmektedir.”
Filmin sonlarına doğru ise, anne artık Alex ve kız kardeşine babaları hakkında bir itirafta bulunur. Babalarının aslında kapitalist sistemde yaşamak istediğini ve annelerinin bunu kabul etmediğinden beraber gitmediği hakkındadır. Daha sonra Alex babasının yanına gitmek ister ve de taksici aslında Alman kozmonot olan Sigmund John’dur. Burada sosyalist sistemin birçok kişiyi olduğu gibi onu da işsiz bıraktığı mesajı da verilmektedir. Alex babasının evine gittiğinde ne tesadüftür ki, babasının diğer eşinden olan iki kardeşi bir çizgi film izlemektedir. Tıpkı babalarının kendilerini bıraktığı zaman kardeşi ile kendisinin izlediği gibi kozmonot ile alakalı. Kardeşi “astronot” diye bahsederken onlardan, Alex ona kendilerinin kozmonot dediklerini ifade ederek sistem dönüşümünün dillerini bile ne kadar değiştirdiğini görmekteyiz. Kelimeleri, gazeteleri, giyimleri… Her biri nostalji olmuştur artık.
Alex, annesine dönüşümü anlatmaya karar verdiğinde ise bu dönüşümün en iyi şekilde olması gerektiğini düşündü. Yine bir haber çekerek geçişi yıkım olarak değil de yeniden doğuş olarak göstermek istedi. Bunu annesi ile beraber izlerlerken aslında bilmediği bir şey vardı. O da kız arkadaşının aslında bunu çoktan annesine anlattığıdır. Alex hayranlıkla haberi izlerken annesi ise o ruhu aşılamış olduğu Alex’i hayranlıkla izlemekteydi.
Değişimle beraber aslında insanların hayatları da alt üst duruma gelmiştir. Film bize bunları market reyonlarından, giyim tarzlarından, hatta yaşlı kesimi kapitalist sistemi dışlamasından duydukları rahatsızlıklardan anlatabiliyor. Ancak bu birleşmenin ağır ve sancılı süreci filmde daha çok ironi kullanılarak izleyiciye aktarılmıştır. Filmi izlerken izleyiciye üzüntü ve kahkaha beraberinde eşlik etmektedir. Ayrıca Yann Tiersen’in notalarının eşlik etmesi de izleyiciyi o ana daha da çekilmekte ve ruhunu verebilmektedir. Ancak filmin sonu biraz araya kaynamış gibiydi. Daha duygulu ve mesajı daha güzel olacak bir son ile karşılaşmak isterdim. Film, kapitalist sistemi ürün çeşitliliği, özgürlük gibi alanlarda överken, sosyalist sistemi de yaşlılara daha iyi davranan sistem olduğundan, tek tipleşmeye ve yaratıcılığın kaybolmasına karşı çıkan sistem olarak övmüştür.
“Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştirirsin. Hepsi bu”. – Stefan Zweig
Ecem Güven
Sivil Toplum Çalışmaları Staj Programı