Gıda Milliyetçiliği: Dünya Yeni Bir Döneme mi Giriyor?

Covid-19 sürecinin tüm dünyayı etkisi altına alması ve Rusya-Ukrayna savaşının bu sürecin etkilerine eşlik etmesiyle birlikte “gıda milliyetçiliği” kavramı uluslararası ortamda sıkça konuşulan konular arasında yerini aldı. Canlıların en temel ihtiyacı şüphesiz gıdaya erişim ve beslenmedir. Gıdaya erişim ve tüketimde bir sorun çıktığında ise bu durum hızlı bir şekilde hissedilir ve toplumları sıkıntıya sokar.

Covid-19 sürecinin korku vermesiyle birlikte birçok senaryo da gündemimizi meşgul etti. Bu endişe senaryolarından biri ise kıtlıktı. Ülkeler, Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle birlikte iç piyasalarını korumak için gıda ürünlerinde ihracatı durdurma ya da kısıtlama yoluna gitti.

Bu gibi durumları özetleyen bir ifade olan “gıda milliyetçiliği”, ülkelerin kendi gıda güvenliğini sağlaması ve bu alanda öncelikli hedefinin kendi ihtiyacını karşılaması anlamına gelmektedir (Gökçe ve Güven, 2022). Aslında yeni konuşulan bir konu olmayan gıda milliyetçiliği, salgın ve savaştan dolayı market ve mutfaklarda oluşan gıda sorunu nedeniyle yeniden gündeme gelmiş oldu. 1990’lı yıllarda gıda milliyetçiliğinin kaçınılmaz olduğuna dair tartışmalar vardı. Dünya Ticaret Örgütü, IMF, çok uluslu şirketler ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar gıda ve tarım sektörüne müdahalelerde bulunmaya başlamasıyla birlikte gıda milliyetçiliği konuşulan bir başlık olmuştu (Akkuş,2020).

BM  Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), UNICEF, BM Dünya Gıda Programı (WFP) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından ortak olarak “Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) 2022”  raporu yayınlandı. Rapor istatistikleri, son zamanlarda yaşanan gıdaya erişim sıkıntısını gözler önüne serdi. Rapor, dünyadaki gıda güvenliği ve insanların beslenmesi ile ilgili verileri güncel olarak bizlere göstermiş oldu.

Rapor tabloları incelendiğinde ise dünya genelinde yaşanan açlık ve yetersiz beslenme sorunu can sıkıcı bir tablo çizdiği ortaya çıkıyor. 2021 yılında ortalama 828 milyon insan açlıktan etkilendi. Bu sayı 2020 yılından 46 milyon, 2019 yılından ise 150 milyon  kişi daha fazladır. Açlık neredeyse tüm Sahra Altı Afrika bölgesinde görülmektedir. Afrika genelinde ise nüfusun neredeyse beşte biri yetersiz beslenmekte. Bu olumsuz koşul maalesef ki Asya kıtasında görülmeye başladı. Gıda ürünlerindeki kıtlık, ülkelerin stok yapması ve ihracat yasağı, ürünlerin fiyat artışları bu durumu daha da fazla etkiledi.

Covid-19 sürecinin gıda fiyatlarını etkilediğini hepimiz gözlemledik. Kıtlık ve gıda krizi söylemine karşı küresel güçler de bu süreçte gıda milliyetçiliğini gündemlerine aldı. Bu durum ise her geçen gün daha da derinleşti ve ülkelerin gıda, tarım ve politika karar süreçlerinde belirleyici unsur oldu. Başlangıçta küresel güce sahip ülkeler bu konuda etkin olurken artık üçüncü dünya ülkeleri de birtakım önlemler almaya başladı.

Dünya, bir salgın veya acil durumda gıdaya ne kadar zor ulaştığını yakın tarihte iki önemli salgınla deneyimledi: 2014 yılı Ebola salgını ile Afrika ülkelerinin gıdaya erişimde zorluğu, Covid-19 salgınıyla da dünya genelinde yaşanan gıdaya erişim zorluğu. Birçok ülke bu deneyimlerle birlikte Ukrayna-Rusya savaşının da patlak vermesiyle birlikte gıda milliyetçiliği çerçevesinde gıda ürünlerinin bazılarında ihracatını kısıtlama, ürünlerini stok yapma, ihracat kotaları uygulama gibi birçok önlem almaya başladı. Örneğin; Rusya, iç piyasasını korumak için bazı ürünlerin ihracatını durdurma kararı aldığını açıkladı. Avrupa Ekonomi Birliği (AEB) ülkelerine 30 Haziran 2022’ye kadar tahıl ihracatını, üçüncü ülkelere ise beyaz şeker ve şeker kamışı ihracatını 31 Ağustos 2022’ye kadar yasakladığını ifade etti. Daha sonra Ukrayna; çavdar, arpa, karabuğday, darı, şeker, tuz ve et ihracatını 2022 yılının sonuna kadar yasakladığını duyurdu. Çin ise daha önceden de gıda stoğu yaptığını Kasım ayında doğruladı. Dünyadaki tahılların yarısının stoklandığını, buğday stoklarının ise bir buçuk yıl kadar yetecek seviyede olduğunu Çin Ulusal Stratejik Rezerv İdaresi açıkladı. Bu dönemde de stok politikasına devam ediyor. Böylece küresel mısır rezervlerinin %69’unu, buğdayın %51’ini, pirincin ise %60’ının stoklarında olacağı tahmin edilmektedir.

Gıda ihracatını durdurma, gıda stoğu yapmak sadece yukarıda örnek verilen ülkelerle sınırlı değil elbette. Dünyada 50’den fazla ülke, bu duruma uyum sağlıyor. Macaristan, Arjantin, Endonezya, Fransa bu ülkeler arasında yerini alıyor. Ülkeler kendi ürettiği gıdaları kendi ülkeleri için kullanma tedbirlerini almaya devam ediyor. Buğday da bu durumdan etkilenen bir üründür.

Türkiye de gıda milliyetçiliğinden etkilenecek ülkeler arasında olduğu görülmekte. Küçük yaşlardan beri öğretilen “Türkiye’nin tarım, hayvancılık ülkesi ve kendi kendine yetebilen bir ülke” olduğu öğretisini yeniden canlandırmanın zamanı kanımca. TÜİK verilerine bakıldığında ve 2015-2021 yıllarının tahıl ürünleri oranları karşılaştırıldığında, çiftçinin desteklenmesi ve tarımda iyi politikalar uygulanması gerektiğine dair bir tablo çizilmekte.

TÜİK verilerine göre; toplam tahıl üretiminde büyük paya sahip buğdayın yeterlilik oranı 2015 yılı verilerinde %113,6 iken; 2021 yılında bu oran %102,3’e düşmüştür. 2015 yılı verilerine göre mısırın yeterlilik oranı %105 iken, 2021 verilerinde bu oran %84,9’a düşmüştür. Genel çerçevede, ülke genelinde tarımsal ürün üretiminde ciddi bir düşüş olduğu görülmektedir.

Türkiye gibi tarımsal üretimde elverişli olan bir ülkenin gıda milliyetçiliği çerçevesinde tarımda korumacı politikalar izlemeye kayıtsız kalması düşünülemez. Ancak yukarıdaki verilere göre Türkiye’nin yüksek oranda tarım üretim potansiyeli varken son yıllarda yaşanan üretimin düşüşü, potansiyelinin tam olarak kullanılmadığının göstergesidir.

Ülke içi üretim, dünya genelinde birçok ülkede önem kazanmaya başladığı gibi Türkiye de bu duruma öncelik vermelidir. Türkiye’de yaşayan her kesimin olası bir kriz durumunda gıdaya ulaşımında sıkıntı yaşamaması gerektiği göz önüne alınmalıdır. Ülkemizin, tarımda kendi kendine yetebilir hale gelmesi için devlet desteği oldukça önem arz etmektedir. Üretimin devlet güvencesi ile yapılması ve çiftçileri üretime teşvik etmesi bu noktada önemli bir faktördür. Türkiye’deki pek çok çiftçi ithal gıdanın ülke pazarında daha ucuza yer alması ve tarımsal maliyetlerin fazla olması nedeniyle üretim yapamaz hale gelmiştir. Çiftçinin toprağa döndürülmesi ancak devletin teşviki ile mümkün olabilir. Türkiye tarımsal arazi ve iklimsel konuda oldukça şanslı bir ülke ve gerekli koşullar sağlandığında bu şansını iyi kullanabileceği aşikardır. Salgın döneminde, sınırların kapanması tedarik zincirlerini etkilemesiyle birlikte “tarladan sofraya” yani olabildiğince yakın mesafeden tüketiciye ulaşması gerekliliği gözler önüne serildi.

Türkiye tarım tarihine bakıldığında, ülkenin üretken olduğu dönemdeki kooperatifleşme modelini güncelleyerek günümüze yeniden uygulaması gerekmektedir. Aracının değil de çiftçinin kazandığı, soframıza doğrudan tarladan gelen sağlıklı ve uygun fiyatlı ürünler raflarda yerini almalı. Tarımda kooperatifleşmeye gidildiğinde artı değer üreticide kalacaktır. Bu, çiftçinin daha fazla para kazanacağı anlamına gelmektedir. Böylelikle para kazanan çiftçi de üretime devam edecektir. Sonuç olarak tarımsal üretimde de dışa bağımlılık giderek azalacak ve sonlanacaktır. 

Bu kısma kadar birçok ülkenin ihracatını durdurma ve gıda güvenliğini sağlayana kadar ihracat yapmayacaklarını duyurduğunu ifade ettim. Bu açıklamalardan yola çıkarak gıda bağımsızlığı olmayan ülkelerin ilerleyen dönemlerde zorluk yaşayacağı ortadadır. Dünya genelinde, ekonomik düzenin bile sorgulandığı bu dönemde oluşan bir sistematik bir dönüşüm uluslararası sistemde bulunan aktörlerin de dönüşümüne yol açacağı ortadadır. Bu dönüşüm sürecini verimli bir şekilde atlatan ülkeler uluslararası sistemde faydasını görecektir. Gıda milliyetçiliğinin, küresel sistemde bir dönüşüm başlattığı görülmektedir. Bu küresel dönüşümdeki aktörlerin yerini belirleyecek olan üretimin devlet güvencesi ile sağlanması, üreticiyi teşvik ettirme, düşük oranda tutulacak olan enerji maliyetleridir. Şu an bu sistem dönüşümünün etkilerini yeni görmekle birlikte mevcut üreticinin korunması, kredi destekleri, alım garantisi sağlanması önemli adımlar olacaktır. Böylece gıda milliyetçiliğinin yol açacağı uluslararası sistemin dönüşüm sürecine hazırlık yapılacaktır. Nihayetinde üretimin sürekli olarak sağlanması, dışa bağımlılığın azalması ve ürün stokunun fazlası ile ithalatın artıran ülke yeni sistemin meyvesini toplayacaktır.

Ecem GÜVEN

 

Kaynakça

Gökçe, E., Güven, M., “Uluslararası İlişkilerde Yükselen Gıda Milliyetçiliği”, www.tarimhukuku.org, 22 Mayıs 2022.

TUIK. (2015). Bitkisel Ürün Denge Tabloları, 2015-2016 (pp. 1-2). Ankara. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Bitkisel-Uretim-2.Tahmini-2016-21666

TUIK. (2021). Bitkisel Ürün Denge Tabloları, 2020-2021 (pp. 1-2). Ankara. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Bitkisel-Urun-Denge-Tablolari-2020-2021-45505

Sosyal Medyada Paylaş

Ecem Güven
Ecem Güven
2019 yılında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler lisans bölümünü tamamladı. 2021 yılında başladığı İnönü Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler tezli yüksek lisans eğitimi hala devam etmekte. Çin ve AB ilişkileri, Kuşak ve Yol Projesi ve Orta Asya ilgi duyduğu konular arasında yer almaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...