‘İncir, limon, zeytin’ bir ülkenin ekşi, tatlı ve tuzlu yüzünü gösterir mi? Bilemedim. Belki de basite indirgeyerek insanların hazlarından gitmek daha ilgi çekici oluyordur. Sadece Amin Maalouf’ un babasından bir sözü alıntı yaparak şunu diyebilirim: ’Hiçbirine ve Hepsine; Hiçbiri sana doğruyu tam olarak göstermez ama hepsi sana kendi doğrusunu söyler. Eğer okurken ayırt etme yetisine sahipsen işin özünü anlarsın.’ Yani kimi ruh haline, inançlarına göre incir der, kimi zeytin, kimi de hikayesini bir limon ağacından anlatır.
Bu nesneleri detaylı olarak incelediğimde; incirin inanç doğrultusunda; zeytinin, umut veya barış anlamında kullanıldığını biliriz. Limon ise bir direniş simgesi olarak karşımıza çıkar. Konuya çok hızlı giriş yaptım. Şöyle söyleyeyim; Filistin’den bahsediyorum. İncir ve zeytinleriyle ünlüyken limonun bir obje olarak kullanıldığı bereketli topraklardan… Yafa’da bir sabah kahvesi için roman yazan Anwar Hamid’den… Kahveyi de meyveden sayarsak ağaçların meyvelerinin çok fazla mesaj içerdiği topraklarda yazarların meyveleri olan şiirlerde, keza müzisyenlerin meyveleri olan bestelerde bize bir şeyler söyler. Bunlardan bahsetmişken ilgilenenlere isim vermeden geçmek istemem: Mahmud Derviş, Le trio Jibran… Ülkeyi anlatmaya çalışırken verdiğim örneklerle sanırım bende hazlarımın üzerinden gittim. Belki de hecelerin sakladığı ayrıntıya henüz erişemedim.
İncir, limon, zeytin bize ne diyordu sahi? Filmler üzerinden bunlara değineceğim: ‘Lemon Tree’ adlı filmde genel olarak İsrail Savunma Bakanının taşındığı yeni eve komşu olan ve geçimini evinin etrafındaki limonlardan sağlayan bir kadının hikayesi anlatılırken, aslında filmde birden fazla obje işlenmişti. Örneğin; bir Filistinli kadının yaşam mücadelesi, yargıçların mahkemelerdeki adaletsiz tutumu ve bu coğrafya ile özdeşleşen koca duvarlar… Fakat ben limonun oradaki kullanımından bahsedeceğim. Limon, bu filmde bir mücadelenin simgesiydi. Çünkü insanlar özel mülklerinde özgür değillerdi. Ne kadar da yasal olsalar da üstün olarak tanımlanmış kişilerin her zaman müdahale hakkı vardı. Duvarların arkasında kalan limonlar diğer bahçeye daha önce hiç atılmamışken haksızlık sonrası bahçenin kesilmiş ağaçlarının hediyesi olmuştu. Fakat duvarları geçtiği an birer taş hatta bomba gibi algılanışına engel olamamıştı. İşte limonun hikâyesi ekşi olduğundan mı yoksa o toprakların izinsiz yetişen çocuklarından olmasından mıdır bilinmez ama bir gerçek vardır: suratları buruşturur fakat vazgeçilmezdir.
İncir; Semai dinler için kutsal meyvedir. Kur’an-ı Kerim’de adının geçtiği bir sure vardır. Yahudilerde ise sadece Tevrat’ta geçtiği için ‘Fısh’ olarak adlandırdıkları bayramlarında incir ve yeni doğan kuzu eti yerler. Yunan mitolojisi ve pagan dinlerinde kutsal meyve olarak atfedilen incir, İncil’de de geçmektedir. Görüldüğü üzere incir Filistin’in çok dinli toplum yapısı için hayli önem teşkil etmektedir. Ve uğruna yetiştiği topraklara sahip olmak için pek çok savaş yapılmıştır.
Zeytin; yeşil, kahverengi, siyah, küçük, lezzetli, tuzlu, semai dinlerin kutsal kitaplarında geçen kutsal meyve; barışın simgesi, bir dağ adı, çoğu zaman zihinlerdeki huzurun kodu… Her zaman keşke bir dalı her şeyi çözse dediğimiz nesne. Evet, zeytinin benim penceremde canlandırdığı sıfatlar bunlar. İsrailli yönetmen Eric Riklis da ‘Zaytoun’ adlı filminde zeytini buna yakın manalarda kullanmıştı. İlk 1991’de yaptığı ‘Cup Final’ filmi ile tanınan yönetmen ,‘The Syrian Bride’, ‘Lemon Tree’ filmleriyle daha fazla ünlenmiştir. Yönetmen filmlerinde genel olarak politik yapının sosyal yaşantıya coğrafi olarak küçük alanlarda nasıl etki ettiğini göstermeye çalışmıştır. Aynı zamanda İsrail’in yerleşmeye çalıştığı coğrafyanın nasıl bir etnik çoğunluğa sahip olduğunu göstermiştir. Yönetmen, filmlerinde karakter olarak Filistinli özgürlük savaşçısı veya Filistinli normal bir vatandaşı kullanırken,İsrailli barış yanlısı bir askeri kullanmayı tercih etmiştir. Mekan olarak da Suriye ve Lübnan’ı seçmiştir. Çünkü ona göre İsrail; etnik çoğunluklu ve kavgalı coğrafyalarda tampon bölge ve barış elçisidir. Objeler üzerinden ülkeyi anlamaya dönersek ben bu bağlamda yönetmenin ‘Zaytoun’ filmini ele alacağım: Film; 1982 Lübnan yaşanan savaşta İsrailli askeri pilotun uçağının teknik bir arızadan dolayı düşmesiyle onu esir olan Filistinli özgürlük savaşçılarının hikayesini anlatıyor. Filistinlilerin o tarihte Lübnan’da ne işi var diyebilirsiniz. Açıklayayım: 15 Mayıs 1948’de İsrail’in işgal ettiği topraklarda resmen devlet kurmasıyla evlerini terk etmek durumunda kalan ve göçe zorlanan 5.9 milyon Filistinlinin bir kısmı ülke içindeki, bir kısmı da ülke dışında kurulan 61 kampa yerleştirilmişti. Filmdeki Özgürlük savaşçısı Fahed’de ailesin yerleştiği Lübnan’daki kampta doğmuş Filistinli bir çocuktu. Babası ve dedesiyle birlikte yaşıyordu. Annesi bir patlamada ölmüştü. Dedesinin ona her gün anlattığı evlerine gidebilmenin hayalini kuruyordu. Zira babası da dedesi de şimdi saksıda yetiştirdikleri zeytin ağacını kendi topraklarına dikmek istiyorlardı.Şimdi filmden verilere geçelim ki kafamızda durum daha net olsun.Dediğimiz gibi ülke dışında; Ürdün ve Suriye’de de kampla oluşturulmuştu. Sayı öyle fazlaydı ki dağıtılamayan halkın bir kısmı kendi topraklarında oluşturulan mülteci kamplarına yerleştirilmişti. O sebepledir ki Filistinliler 15 Mayıs’ı ‘Nekbe’ yani ‘Büyük Felaket’olarak adlandırır. Size sadece o tarihlerde Filistin içinde; Batı Şeria’da kurulan birkaç kamptan bahsedeceğim:
Emari Kampı /1949 / 10 bin 500
Celezon Kampı / 1949/ 9 bin
Ed Dekişe Kampı / 1949/ 9 bin
Ramallah’ın batısındaki Deyr Ammar Kampı 1949 yılında kuruldu. 2.bin 400 Filistinli yaşıyor.
Beit Jibrin Mülteci kampı /1950 / 132 bin Filistinli yaşıyor. 1950’de kurulan Tul Kerim Kampında ise 20 bin Filistinli yaşıyor.
Sadece Batı Şeria’daki kamplardan örnek verdim. Lübnan, Ürdün, Suriye ve Gazze’deki kamplardan 3.8 milyon Filistinli yaşarken 2.1 milyonu dünyanın çeşitli yerlerinde iskan ediyor.
Tablo böyleyken biz Fahed’in yaşamına ve yönetmenin hangi noktaları görmemizi istediğine bakalım. Fahed, kendi kampındaki okula gitmeyerek, yasak bölgede işportacılık yapan bir çocuktu. Fahed’in Lübnan sokaklarında satıcılık yaptığı sırada barış gücü olarak var olan UN’den Norveçli bir asker gösteriliyordu. Her seferinde kamp bölgesinden diğerine geçerken keskin nişancıların kurşunlarından kurtulmak gerekiyordu. Hayat o kadar ucuzdu ki bir kurşunla alınsa, yerde ölü yatsan bile kimse seni umursamazdı. Çünkü sen mülteciydin ve vatanın yoktu, etiketin de yoktu. Kampın etrafında gezen ve çocuk asker yetiştiren fedailer okula gitmeyen çocukları Filistin topraklarını geri almak umuduyla eğitiyorlardı. Bu fedailer kamplara da isabet eden bombalardan sorumlu tuttukları uçağı düşen İsrailli askeri esir almışlardı. Çünkü bir İsrailli askerin binlerce hapse atılmış Filistinliye tekabül ettiğini söylüyorlardı. Fahed ve arkadaşları esiri gözetlemekle yükümlüydü. Ara sahneleri geçerek dikkatimi çeken noktalara değinmek istiyorum. Birincisi Fahed ve arkadaşlarının bir köpeği vardı ve ona sen bir Filistinli köpeksin diyorlardı. Lübnan’daki kampta yaşamlarına ve orada büyümelerine rağmen köpekleri bile Filistinliydi. Yani onunda milleti vardı. İkincisi ise; Fahed, İsrailli askerle kendisini köyüne, evine götürmesi konusunda anlaştı ve onu fedailerin elinden kaçırdı. Tekrar ara sahneleri geçiyorum. Peki Fahed’in asıl hedefi evine ulaşmaktı. Peki evini harita olamadan nasıl bulacaktı? Dedesinin ona anlattıklarıyla bir köyü bulamaya çalışıyordu. Çünkü babasının vaadini gerçekleştirmek istiyordu. Yani Zeytin ağacını kendi bahçelerine dikecekti. Fahed’in köyünü,evini bulup bulmadığını söylemeyeceğim.Çünkü; bizim ilgilendiğimiz nesne ‘zeytin’. Zeytin ağacı fidesi Fahed’in umuduydu. Ve bunu Fahed bir İsrailli askerle gerçekleştiriyordu. Belki de iki toplum arasındaki zeytin ağacını simgeliyordu kim bilir…
Bu gibi filmler bize barışın mümkün olabileceğini gösterse de taraflardan herhangi birisin daha üstün olduğunu olgusunun kabullenilmesi bizi bir noktaya ulaştırmaz.Çünkü Haifa’da 15.2.1948 de yapılan zorunda göçlerle 1.114 kişi köylerinden zorla çıkartılması Ya da Yafa’da daha önce söylediğim gibi kendi evlerinde bir sabah kahvesinden de mahrum kalan insanların hayatlarını geri vermezken; Bu tür büyük problemlere karşı uluslararası toplumun sesiz kalması sorunları daha da derinleştirmiş ve çözümü zorlaştırmıştır. İşte bu sebepledir ki ‘İncir, limon, zeytin’ gerçeğin hecelere yerleşmiş ayrıntısıdır.
Rumeysa Terzioğlu
TUİÇ/YADAM Koordinatorü
KAYNAKÇA
Anadolu Ajansı
http://www.aa.com.tr/tr/dunya/buyuk-felaketin-61-yuzu-filistin-multeci-kamplari/47857
Al-Jazeera
http://interactive.aljazeera.com/ajt/PalestineRemix/maps-and-data-visualisations.html
Cleveland,William L, Modern Ortadoğu Tarihi, Agora Yayınları,İstanbul,Haziran,2008.
Hamed, Anward,Yafa’da Sabah kahvesi,Beyrut,2012.
İncirliova
http://www.incirliova.gov.tr/ortak_icerik/incirliova/%C4%B0ncir/Yeni%20Microsoft%20Word%20Belgesi.pdf
Maalouf, Amin, Çivisi Çıkmış Dünya,Yapı Kredi Yayınları,İstanbul,Mart,2015.
T.G., Andrew Mango,RobertMcnamara Modern Ortadoğunun kuruluşu,Remzi Kitapevi,İstanbul,Kasım,2011.
UNRWA
http://www.unrwa.org/where-we-work/west-bank/camp-profiles?field=12