Sızı… Keskin, ağır, buruk bir laf. Hissedilenlere tercüman mıdır ya da bastırılmaya çalışılanlara bahane? Muallak. Gazze yine ateş altında ve biz de yine, eller göğüste birleştirilip bekleniyor. Ne zamana kadar, hangi zamandan? 1940’lı yıllardan beri süren bir kan dökümü var: Sağdan soldan, denizden karadan sıkıştırılan, psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalan bir halk var. Hiçbir öğretiye bağlanamayacak derecede sapkın, kirletilmiş emellerin karanlık gölgesiyle izlenen bir kıyım var. Seyre dalan, umursamayan, çıkarına bakan, sırttan vuran bir dünya var. Bizler, klavye silahşörleri, belki bir isyana “gaz” verip değişime inanabiliriz, bir bilgiyi en hızlı -doğrusu yanlışı tartışılır- yayabiliriz; fakat gökten ne zaman düşeceği belirsiz bir füzeye hiçbir şey yapamayız. Öyle ki, önce yanında dururuz, olanları kınarız, meşhur ” Bıçak kemiğe dayandı.” sözünü uluslararasına bile bağlarız ama kişisel ilgi 15 dakikadan öteye geçmez, nasıl ki şehit haberleri 15 saniyeyi geçmiyorsa!
Son 2 senedir değişimler olmakta, 30-40 senelik meşruiyet sahipleri tek tek yollanmakta, demokratik yollara zemin hazırlanmakta. Alkışladık; günlerce direnen, sokaklarda yatan, hakkını arayan halkların yanında olduk, diktaların karşısına geçtik. Halkını Tahrir’de sürükleyen, göğsüne tekmeler indirdiği vatandaşını, yetinmeyip tankla ezen, yakan yıkan, iki seneye yakındır “mezhep savaşı” na dönen akıl almazlıklara devam edenlere hep söyleyecek bir sözümüz oldu, dayandık klavyelere, çıktık meydanlara. Peki ne oluyor da, dünya 60 yıldır devam eden bu kaynar kazanın ateşini söndüremiyor, kınamaktan seyretmekten öteye gidemiyor? Bunun yanıtını bulacağınızı sanıyorsanız bu yazıda, yanılırsınız. Hani şu “herkesin bildiği ama söylemediği” bir cevabı var bu sorunun çünkü.
Sorular, cevaplar, teoriler, taktikler… Hepsi bir kenara geçsin şimdi. Küçük bir şey paylaşmak niyetindeyim; Deir Yassin Köyü’nün hikâyesini. ’48 Savaşı’nda yara almış birçok örnekten sadece biridir bu. Deir Yassin bugünlerde, Kudüs kentinde Kfar Shaul Ruh Sağlığı Merkezi’nin bir parçası: İronik! 9 Nisan 1948 tarihinde 600 kişilik bir nüfusa sahip olan köy, 120 kişilik bir İsrail Siyonist askeri grup tarafından saldırıya uğradı. Köylülerden 107 tanesi sıcak çatışmada öldü, kadın ve çocuklar dahil. Geri kalanlar esir alındı. Batı Kudüs sokaklarında “ibretlik” olarak zorla yürütüldükten sonra kurşuna dizilerek öldürüldüler. Aşağılanmanın böylesi, değil mi!?… Deir Yassin’in şimdiki durumuna gelirsek: 1949 yılında protestolara rağmen İsrail’in yerleşim planı çerçevesine girdi ve Yahudi birimi olmak üzere hazırlanmaya başlandı. İsrail ilk başbakanı olan David Ben-Gurion’ a, buranın yerleşim yeri yapılmaması, konum itibari ile hassas bir noktada olması ve kötü tarihi de göz önünde bulundurularak “yerleşimsiz” kalması defalarca mektuplarla dile getirilmiş, uzun zaman cevap alınamamış, sonunda Başbakan’ın sekreterinden şu buz gibi açıklama gelmiştir: Başbakan o kadar meşgul ki size cevap veremez! Deir Yassin’in çatışmada hasar görmüş evleri, şimdi hastane sınırları içerisinde ve kesinlikle giriş yasak. Kuzeyinde bir Yahudi mezarlığı, güneyinde Kudüs Ormanı ve diğer bir tarafına Herzl Dağı ile Holokost Müzesi ile çevrelenmiş kaderi zorlanarak belirlenmiş bir toprak şimdilerde.
Bir gündüz baskınıyla alınan toprak. İçe dönük, kulakları tıkalı bir politikanın elinde kaderi yazılan bir köy… Ben sadece örneği verip çekileyim, takdiri muhakemeyi sizlere bırakayım. Niyetim; zorbalığı, aşağılamayı, fesatlığı, kindarlığı, egoizmi, vicdansızlığı, çıkarcılığı, utanmazlığı göstermek değildir aslında! Niyetim,”nasıl oluyor da sessizlik bu kadar insanın hayatına mal oluyor, bu kadar sağır bu kadar kör edebiliyor bizleri” diyebilmek. Susmaya, susturulmaya, düşündürülmemeye, dillendirilmemeye karşı vicdanî hesaba itmek, her bir “ben insanım” diyeni. Ve son olarak; “Dünyada barışı sağlamak isterseniz politikacıları öldürün, yeter. Halklar birbirleriyle anlaşır.” Bernard Shaw
Erzan AKTAR
TUİÇ – YADAM DİREKTÖRÜ}