1915 Ermeni Olayları Yıldönümü Örneği
Modernist milliyetçilik kuramı, ulusal kimliklerin yaratıldığı konusunda görüş birliğindedir. Son dönemde yazan ünlü akademisyenler arasında da yaratılan bu kimliklerin devam etmesi için ise tekrar ve yeniden üretilmesi gerektiği ve bunun çeşitli yollarla farkında olarak ya da olmayarak yapıldığı konusunda büyük oranda anlaşma vardır. Bu yazı, ulusal kimliklerin ve milliyetçiliklerin yeniden üretimin nasıl olduğuna dair bir çalışmadır. Ulusal kimliklerin gazete haberleri aracılığıyla yeniden üretilmesi 1915 Ermeni Olayları örneği ile açıklanacaktır. Bunu yaparken, öncelikli olarak modernist milliyetçilik kuramı ve milliyetçiliğin yeniden üretilmesi üzerine bir literatür taraması yapılacak, ikinci bölümde yöntem ve metod açıklanacak, üçüncü bölümde Türk milliyetçiliği ve 1915 Olayları ile ilgili kısa bilgi verilecek, dördüncü bölümde ise olayların yıldönümü olan 24 Nisan 2010 haftasında en çok okunan gazete haberlerinin söylem analizi yapılacaktır. Sonuç bölümünde de elde edilen bulgular kuramsal çerçeveyle bağdaştırılacaktır.
Modernist Milliyetçilik Kuramı ve Milliyetçiliğin Yeniden Üretilmesi
Milliyetçiliğin tanımı bu güne kadar pek çok kez farklı akademisyenler tarafından yapılmıştır. Bu durum, konuya farklı bakış açıları sağlamak adına yararlı olsa da; milliyetçilik için bir tane tanımı doğru kabul etmeyi imkansız kıldığından durumu zorlaştırmaktadır. Bu karmaşıklığı gidermede ilk olarak belirtmek gerekirse, bu makalede modernist milliyetçilik incelenecektir. Milliyetçiliğe modernist açıdan yaklaşmak, ulus kavramının ve dolayısıyla milliyetçiliğin modernizmle ortaya çıktığını en baştan kabul etmektir. Farklı bir deyişle, ulus kendiliğinden var olmamıştır, belli bir dönemde ortaya çıkmıştır. Bu çerçeve, aşağıda milliyetçilik ve milliyetçiliğin yeniden üretilmesine dair literatür incelemesi yapılırken göz önünde bulundurulmalıdır.
Eric Hobsbawm “devletlerin milletleri yarattığını” (1995) “geleneğin icadı” (1999) kavramıyla açıklar. Ona göre, milletlerin kültürel açıdan dayandığı gelenekler, törensel ya da sembolik özellikte olan, açıkça ya da farkında olmadan kabul edilmiş kuralların uygulanmasıdır(1999). Anderson’a göre “Ulus hayal edilmiş bir cemaattir.” (1983) ve bu inşa sürecinde ‘kapitalist yayıncılık’ın (print-capitalism) rolü ön plana çıkar. Buna göre ulusal bilincin oluşumunda kapitalist yayıncılık aracılığıyla kitlelere ulaşan popüler yazı büyük öneme sahiptir. Gellner de Hobsbawm ve Anderson’la aynı çıkış noktasına sahiptir. Gellner’e (1983) göre, “uluslar ve ulus devletler sanayi toplumunun birer ürünü olarak ortaya çıkmıştır.” Sanayileşme, kültürel olarak homojen gruplar halinde örgütlenmiş bir nüfus gerektirmektedir ve ulus devletler ve onların standart eğitim sistemiyle bunu sağlamıştır (Gellner, 1983). Gellner ayrıca milliyetçiliğin medya ile olan ilişkisine değinirken medyanın kendisinin milliyetçiliğin bir aracı olduğunu savunmuştur ve bir merkezden birçok kişiye yönelik, soyut, merkezileşmiş iletişimin yaygınlığının ulusçuluk düşüncesinin kaynağını doğurduğunu belirtmiştir (Gellner, 1983).
Milliyetçiliğin ortaya çıkışından ziyada sürdürülmesi, yeniden üretilmesi üzerine yazan diğer akademisyenler de, yukarıda bahsettiğim isimlerden bir şekilde etkilenmiş ve onlardan beslenmiştirler. Michael Billig, milliyetçiliğin ulus-devlet yaratımında önde gelen güç olduğunu kabul eder ve bunun üzerine sorar: “ulus-devlet inşasından sonra milliyetçiliğe ne olur?” (Billig, 1995). Billig’e göre milliyetçilik her yerdedir. Günlük hayatta üzerinde durmadığımız rutin uygulamalar, ideolojik alışkanlıklar, inanışlar ve duruşlar, milliyetçiliği yeniden üretir ve hayatta kalmasını sağlar. Aynı şekilde semboller, düşünceler ve tepkiler bir rutin halini almış ve içselleştirilmiştir. Billig bütün bu fark edilmeyen günlük pratikler için ‘banal milliyetçilik’ (banal nationalism) tanımını kullanır. Billig, milliyetçiliğin sürdürülmesinde ve farkında olmadan yeniden üretilmesinde medyanın önemini de vurgulamaktadır. Ona göre banal milliyetçiliğin öncülüğünü medya yapmaktadır (Billig, 1995). Benzer bir şekilde Schlessinger da iletişimle toplu kimlik oluşumu arasındaki ilişkiyi analiz eder ve bu ilişkinin önemini, Avrupa Birliği’nde ortak bir sesli ve görsel alan (audiovisiual space) bulunmadığı için ortak bir kimlik yaratmanın zor olduğuna işaret ederek açıklar. Medyanın kimlik ve milliyetçilik üzerindeki rolü 90’lı yıllardan beri yapılan birçok araştırmacının odak noktası olmuştur. Collins (1991), Tomlinson (1991), Brookes (1999), Yumal ve Özkırımlı (2000) bunlardan bazılarıdır. Ortak noktaları milliyetçi söylemin yeniden üretilmesinde medyanın rolü olduğunu ve bunu çeşitli temalar üzerinden yaptığını anlatmalarıdır. Medyanın genellikle farkında olarak ya da olmayarak ulusu homojen, ulus devleti geçmişte var olmuş ve gelecekte de var olacak şekilde gösterildiği sonucuna varılmıştır (Bishop and Jaworski, 2003). Medyanın kamuoyu üzerindeki etkisi ise daha eski ve yaygın bir araştırma alanıdır. Bu konuda Marshal Mcluhan “Araç mesajdır.” diyerek mesajın dağıtımının içeriğinden daha önemli etkisi olabileceğini belirtmiştir. Habermas, Curran, Thompson gibi ünlü akademisyenler farklı farklı açılardan yaklaşarak sonuçta medya ile kamuoyu arasındaki ilişkiyi derinlemesine incelemişlerdir.
Sonuç olarak; son dönemde milliyetçilik üzerine yazılan yazılar ve araştırmaların çoğunun genellikle “ulusal kimliğin inşa edildiği ve medyanın bu inşayı sürdürmedeki önemli rolü” üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Buradan hareket ederek, Türkiye’deki gazetelerde milliyetçiliğin yeniden üretilmesini, 1915 Ermeni olayları üzerinden inceleyeceğim.
Yöntem
Türkiye’de yayın yapan gazeteler ile milliyetçiliğin yeniden üretilmesi analizinde Türkiye için adeta bir tabu olan Ermeni olaylarını örnek olarak inceleyeceğim. Bunu yaparken 1915 Ermeni olaylarının yıldönümü sayılan 24 Nisan 2010 haftasında en yüksek tiraja sahip 4 gazete (jurnal.net; medyaa.com, 2010) Posta, Zaman, Hürriyet ve Sabah incelenecektir. En yüksek tiraja sahip gazetelerin seçilmesinin nedeni; kamuoyunun benimsediği, okumak istediği görüş ve haberleri en iyi yansıtacak şekilde bir inceleme yapılmak istenmesidir. Bu gazetelerde 1915 olaylarının yıldönümü olan 24 Nisan ile 24 Nisan’ın 2 gün öncesi, 2 gün sonrası olan 22-23-24-25-26 Nisan 2010 tarihlerinde çıkan haberlerin analizi yapılacaktır. Yöntem olarak söylem analizi kullanılacaktır. Söylem analizi için çok genel olarak ‘yazılı, sözlü, sembol içeren dilin ya da semiotik bir durumun incelenmesi’ tanımını yapabiliriz. Hakan Yılmaz (2009) söylem analizi hakkında şunları demiştir:
“İki birim arasında, bunlar iki birey olabilir, iki topluluk olabilir, iki devlet olabilir, var olan kuvvet ilişkisinin bir iktidar ilişkisinin dile getirilmiş, metne dökülmüş, daha formel bir şekilde ifade edecek olursak metinselleştirilmiş halinden bahsediyoruz, bir iktidar ilişkisinin kendini dil seviyesinde ifade etmiş olmasından bahsediyoruz […] Aşağı yukarı kurumsallaşmış, belli bir zaman içinde kendini tekrar eden bir yapısının olması gerekir söz konusu ilişkinin. Bir yanıyla söylem, bu iktidar ilişkisinin sırlarını ele veren, iktidar ilişkisinde kimin ne pozisyonda olduğunu anlamamıza yarayacak olan bir tür gösterge işlevi görüyor. Öte yandan söylemin iktidar ilişkisini dönüştüren bir işlevi de var. Yani iktidar ilişkisi içerisinde olan insanlar aynı zamanda dilsel bir ilişki içerisine de giriyorlar ve bu dilsel ilişki içerisindeki rekabet bir süre sonra da gerçek iktidar ilişkisini de dönüştürücü bir etki yapmaya başlıyor” (Yılmaz, 2009).
Bu açıklamadan hareketle, medya ile halk ya da gazete ile insan arasındaki ilişki kurumsallaşmış bir iktidar ilişkidir ve bir süre sonra aradaki söylem dönüştürücü bir etki yapıyor yani her iki taraf da birbirini etkilemeye başlıyorlar diyebiliriz.
Yerleşik anlamlar sadece bireysel zihinlerde yer etmezler; çoğu zaman insanlar arasında ve iletişimsel sosyal etkileşimler aracılığıyla müzakere edilir (Billig 1987; Edwards ve Potter 1992; Goffman 1981; Gee, 1999). Söylem konusunda pek çok akademisyenle benzer görüşü paylaşan Yılmaz yazısına şöyle devam eder:
“Söylem içerisindeki insanlar derya içinde olup da derya içinde olduklarını bilmeyen balıklar gibilermiş […] Söylem içinde olmak bir mitin, bir ideolojinin içinde olup da bunu bilmemek, bilmediği için de ondan en fazla etkilenmek gibiymiş. İçinde olduğu ne kadar az bilinirse, ne kadar az farkında olunursa o kadar etkili bir olgu, söylem..”
Söylem analizi üzerine yazan ünlü akademisyen Van Dijk da söylemin haber ile ilişkisine değinirken, “haberin içinde var olduğu toplumsal ilişkilerden bağımsız, ayrı bir güç olmadığını” (Dijk 1996; Bilgiç 2008) belirtir.
Konunun Arka Planı: Türk Milliyetçiliği ve 1915 Ermeni Olayları Hakkında Kısa Bilgi
“Türk ulusçuluğu 19. yüzyılda Jön Türkler ve İttihat Terakki ile başlamıştır. Bu tarihten önce Osmanlılık veya Müslümanlık kimliğinin varlığından bahsedilebilir ancak ‘Türk’ kimliğinden bahsedilemez” (Bilgiç, 2008). Kapitalist ekonominin 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti’nde de kendisini hissettirmesi, Müslüman Türkler arasındaki sosyal hareketliliği teşvik etmiştir. Okuma yazmanın yaygınlaşması, baskı makinesiyle tanışmayla birlikte, gazeteler milli bilinci perçinleyen mekanizmalar olarak karşımıza çıkar (Çağaptay, 2009). Yine 19. yüzyıldaki Balkan milliyetçilikleri sonucunda Osmanlı Müslüman Türklerinin yerlerinden edilmesi de göçmenlerin Anadolu’yu vatan olarak görmelerine neden olur. 1912-1913 Balkan Savaşları ile verilen kayıpların büyüklüğü ile Osmanlı’nın Müslüman Türklerinin aklındaki her an başımıza her şey gelebilir korkusunu pekiştirmiştir (Çağaptay, 2009). Bu noktada İttihak ve Terakki’den bahsetmeden geçmek büyük hata olur. 1913 yılında II. Meşrutiyet Devrimi ile Sultan II. Abdülhamit’i tahtından indirmiş ve İstanbul’da iktidarı ele geçirmiştir. Bundan sonra Türkleşme politikaları başlamış oldu. Baskın Oran’a göre “İttihat ve Terakki’nin Türkçülük mirası, Türk kimliğinden ve milliyetçiliğinden başka bir kimliğe ve milliyetçiliğe izin vermemekteydi” (Oran, 2000). Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Türk milliyetçiliği yükselmeye devam etti. Müttefik askerin üstünlüğü altında ezilen Türk Müslüman cemaatinde savunmasızlık algısı yükseldi. Böyle bir ortamda 1915 Ermeni olayları meydana gelmiştir.
Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Ermeni milliyetçileri, Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurmanın yolunun – Rus propagandasının da etkisiyle- Rusların zafer kazanmasından geçtiğini düşünüyorlardı. Ermenilerin bir kısmı Osmanlı ordusundan firar ederek Osmanlı hatlarının gerisinde gerilla faaliyetlerine; bir kısmı da Rusların ordusuna katılıyordu (Zürcher, 1995). Bunun üzerine, Osmanlı’nın o dönemki Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Talat Paşa’nın öncülüğünde hükümet, savaş bölgesindeki Anadolu Ermenilerini Suriye ve Aşağı Mezopotamya’ya sürme planları yaptı. Sürgünler 1915-16 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu süreçte “Ermenilerin yaptığı hesaba göre bir milyondan fazla insan planlı bir soykırımla katledilmiştir. Türkler ya da Türk taraflarıysa, yaklaşık iki milyon Müslüman’ın öldüğünü ve göç sırasında açlıktan ya da hastalıklardan ölen Ermenilerin iki yüz bin kişi olduğunu, ayrıca bir soykırım emri verilmediğini ya da uygulanmadığını savunmaktadır” (Hale, 2003). Bu olaydan sonra Türk-Ermeni ilişkileri hiçbir zaman tam olarak düzelmedi demek yanlış olmaz. 1915’te yaşananlar Türkiye (bkz. T.C Dışişleri Bakanlığı) ve Ermenistan (bkz. Ermenistan Dışişleri Bakanlığı) için hala en önemli dış politika konularından biri olmakla beraber halkların da zihinlerinde tazedir.
Söz konusu “Ermeniler” olunca Türk milliyetçiliği ve yeniden üretilmesinin arka planında, diğer milletlerin milliyetçiliklerinden farkı olarak; haklı olunduğunu kanıtlamaya çalışma, Türkiye’nin dünyadaki prestijini fazlaca önemseme/artırmaya çalışma ve “Sevr Sendromu” yatmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı hükümeti ile İtilaf Devletleri arasında 20 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması’na göre Türkiye’nin doğusunda bir Ermeni Devleti kurulacak ve bağımsız Kürdistan Devleti kurulacaktı. Hiçbir zaman yürürlüğe girmese de söz konusu anlaşmanın etkileri günümüze kadar uzanır. Sevr Sendromu, kısaca Türkiye’nin dış güçler tarafından parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu düşüncesidir. 2004 yılında yayınlanan İnsan Hakları Danışma Kurulu Raporu da (Başbakanlık, 2004) bu sendromdan bahseder: “Bugün Doğu Karadeniz’de bir Pontus Devleti’nin kurulacağından, Dönmelerin Türkiye’yi idare ettiğinden, Fener Patrikhanesinin İstanbul’da bir tür Vatikan devleti kuracağından söz edenler böyle bir havayı (sevr sendromun) yaratmaya özen göstermektedirler.”
Bütün bunların yanında, Türk ulusal kimliğinin yaratılmasında ve yeniden üretilmesinde bayrak, marşlar, milli bayramlar, destanlar ya da mitler sembolik, simgesel ve törensel olmakla beraber büyük önem taşır. Türk bayrağı, Türk haritası yahut Atatürk portresi dokunulmazlar arasındadır.
Bu bilgiler ışığında aşağıda 1915 Olayları’nın son yıldönümü olan 24 Nisan 2010 gününde çıkan haberlerdeki milliyetçi söylemleri inceleyeceğim. Kriz zamanlarında milliyetçi söylemin arttığı gerçeğini düşünerek 22, 23 Nisan ile yıl dönümünden sonraki 25, 26 Nisan’ı da ele alacağım.
Analiz: Gazetelerde 1915 Ermeni Olayları Yıldönümü ve Ulusal Kimliğin Yeniden Üretimi
Haber söyleminin haberin yapıldığı toplumun sosyal ve kültürel öğelerinden bağımsız olarak düşünülemeyeceği ortadadır. İster yine o toplumun içinde bulunmaktan dolayı belirli bir görüşe sahip olan okuyucuyu kazanmak için olsun, isterse farkında olmadan; haber metinleri de birer söylemdir ve ulusal kimliği kelimelerle, cümlelerle, fotoğraflarla, habere verilen yerin uzunluğuyla ya da kısalığıyla, hangi habere yer verip hangisine yer vermediğiyle tekrar tekrar üretir. Posta, Zaman, Hürriyet ve Sabah gazetelerinin internet sitelerinde yer alan haberleri incelediğimiz zaman yukarıda anlatılanlar somut bir hal almaktadır. Örneklemdeki bütün haberlere baktığımızda milliyetçiliğin yeniden üretilmesine dair çeşitli ortak başlıkların var olduğu görülmektedir: Haklılık, Ötekileştirme, Sembol, Homojenleştirme, Prestij. Bu ortak başlıkları gruplayarak analiz etmeden önce incelenen dört gazete de söz konusu olaylar için soykırım sözcüğü kullanılmadığını belirtmek gerekir. “Sözde Ermeni soykırımı” tabirini kullanmakla beraber; soykırım kelimesi tek başına cümle içinde geçeceği takdirde tırnak içine alınarak (“soykırım”) soykırımı reddettiklerini göstermektedirler.
Haklılık
1915 Ermeni Olayları ile gazetelerde milliyetçiliğin yeniden üretilmesinde öne çıkan başlıklardan biri Türkiye’nin haklı olduğunun kanıtlanmaya çalışılmasıdır ve bu durum iki şekilde karşımıza çıkar: Biri dolaylı, biri direkt olarak. İlkinden başlamak gerekirse, Türklerin soykırımı reddeden tavırlarında “ne kadar haklı ve ne kadar insancıl, iyi bir millet oldukları” çoğu haber metininde göze batmadan sunulmaktadır. Posta’nın “CHP’li Arıtman istedi, Başbakan ‘Peki’ dedi” , “Arthur Koalisyonu” , “Bayrak Yakanlara Tokat Gibi Yanıt”, “Dostluk Eline Saygısız Cevap” başlıklı haberleri ile Hürriyet’in “Arthur Manukyan’a 5 Yıl Oturma İzni Verildi” haberleri, bu duruma örnek teşkil eder. Türk vatandaşı olmayan birine oturma izni verilmesi aslında haber niteliği taşımamaktadır. Burada vurgulanan; nadir bulunan hastalığından dolayı mağdur kalan bir Ermeni gence Türkiye’nin yardım elini uzattığı ve onun yaşaması için elinden geleni yaparak verilebilecek en uzun sürede oturma izni verilmesidir. Sözü geçen Ermeni gence oturma izni verilmesi ile Ermeni Olayları ilişkilendirilmiş ve bu “Bayrak Yakanlara Tokat Gibi Yanıt” ile “Hasta Ermeni Gencin Ailesinden Dostluk Mesajı” haberlerinde açıkça dile getirilmiştir. Öte yandan, “Arthur Manukyan ‘Çok mutluyum. Benim iki adım var. Biri Aydın, diğeri Arthur. Duruma göre ikisini de kullanıyorum” dedi.” sözleri her iki gazetede de yer almaktadır. Bu sözlere yer verirken bir haberin aktarılmasından ziyade bir Ermeni’nin Türkiye’de ne kadar mutlu olduğunu, Türklerle hiçbir problemi olmadan hatta Türk adı kullanarak rahatça yaşayabildiğinin öyküsü anlatılmaktadır. “Dostluk Eline Saygısız Cevap” haberinde ise Türkiye ve Ermenistan arasındaki siyasi ilişkilerinin hiçbir arka planını vermeden, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi için girişimde bulunmuştu. “Önce bu girişime olumlu karşılık veren Ermenistan 3 gün önce protokolü askıya almıştı.” gibi basit bir açıklamanın ardından Erivan’da Türk bayrağı yakıldığı söylenmektedir. Aynı zamanda gösteri yapanların kaç kişi olduğuna dair herhangi bir bilgi yer vermeyerek Ermenilerin genel olarak “saygısız” davrandıkları anlamı yaratılmaktadır. “ABD’de Ermenilerden Beyaz Saray Önünde Eylem” başlığının altındaki Zaman Gazetesi haberinde ise “Bu arada, protesto gösterisinin yakınında, siyahi bir Amerikalının hoparlörle konuşmasının Ermenilerin seslerini bastırması üzerine, Amerikan Ermeni Ulusal Komitesinin (ANCA) icra direktörü Aram Hamparian, siyahi Amerikalıya susması için para verdi.” ve “İzci çocuklarla tekerlekli sandalyedeki bir yaşlının da getirildiği gösteride Ermeniler…” gibi detayların verilmesi, Ermenilerin haklı çıkmak için türlü oyunlara başvurduğu ve bilinçli olmayan çocukları bile getirdikleri söylemi baskındır. Sabah Gazetesi’ndeki “Moskova’da 11 kişilik ‘Soykırım’ Eylemi” haberi de normalde haber değeri taşımayan küçük bir eylemin gazetenin arşivine girebildiğini görüyoruz. Bunun sebebi ise soykırım iddialarına katılanların 11 kişi gibi az bir sayıda olduklarını anlatmaktır. Böylece Türkiye’nin haklılığını dolaylı olarak kanıtlama yoluna gidilmektedir. Yine Sabah’ta yer alan haberin linkinde “Ermeni Yalanları Arşivden Çıkıyor; Amasya Yangını Belgelendi” haberine ulaşıyoruz.
Haklılığı direkt olarak kanıtlamaya yönelik söylemler için de Hürriyet’in “Bu Belge Soykırımı Bitirecek” , “Osmanlı Haklıydı” başlıklı haberleri örnek verilebilir. İlk haberde Çukurova Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı’nın sözleri direkt başlığa aktarılmış, ikinci haberde ise Ronald Reagan’ın eskiden hukuk danışmanlığını yapan Bruce Fein’in sözlerine hem başlıkta yer verilmiş, hem de ilk paragrafta kimin söylediği belirtilmeksizin “Osmanlı’nın, hiçbir zaman Ermeniler’i yok etme gibi bir amacı olmamıştır, bunlar saçma sapan iddialar” sözleri yayınlanmıştır. Zaman’da ise “Ermenileri Kendi Savaş Albümleri Yalanlıyor” başlığıyla beraber “Sözde soykırım iddiasıyla Türkiye’yi siyasi olarak köşeye sıkıştırmaya çalışan lobisinin bu çabasını, yine Ermenilerin hazırladığı belgelerin yalanladığı belirtildi.” cümlesi ve ardından gelen uzun yazı açık bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. “Ronald Reagan’ın hukuk danışmanı: Parlamentolar tarihi yargılamamalı” haberinde de söz konusu danışmanın Türkiye’nin iddialarıyla paralel bir açıklama yaptığı bildirilmektedir. Sürpriz olmayan nokta ise, hiçbir gazetede Ermeni iddialarını destekleyen üçüncü bir tarafın açıklamalarına yer verilmemiştir.
Sembol
Her ulus devlet, kimlik yaratım sürecinde bir takım sembollerden, simgelerden, törenlerden ve ritüellerden faydalanmıştır. Türk kimliğinin yaratılması da buna bir istisna teşkil etmez. Bilakis, Türkler için bu tür simgelerin bir dokunulmazlığı vardır ve hassas konulardan biridir. Bunun yansımasını Hürriyet’in “Erivan’da Türk Bayrağı yakıldı”; Posta’nın “Dostluk Eline Saygısız Cevap” ve “Atatürk’ün Gölgesinde Tehcir Eylemi”, Zaman’ın “Ermenilere Bayrağa Saygı Dersi Verdiler”, Sabah’ın “Çirkin Protesto” haberlerinde görülmektedir. Hürriyet’in o tarihlerde yayınlanmış pek çok haberinde Türk bayrağının yakıldığı haberini tekrar tekrar göz önüne getirerek –“Bayrağımızı Yaktılar” başlığıyla- linkini koyması dikkat çekicidir. Türk bayrağını yakanlar hakkında “binlerce fanatik” ve eylem hakkında “Nefret Eylemi” , “Erivan’da Küstahlık” gibi tanımlar kullanılırken İstanbul’da Ermeni bayrağının yakıldığı haberi Büyük Birlik Partisi (BBP) İstanbul İl Teşkilatı’nca düzenlenen protesto gösterisinde bir grup, Taksim Cumhuriyet Anıtı önünde, Ermenistan bayrağı yaktı. Sözde Ermeni “soykırımı”nın yıl dönümü nedeniyle geçtiğimiz gece Erivan’da yapılan gösterilerde de Türk bayrağı yakılmıştı.” sözleri ile anlatılmaktadır. “Taksim’de Ermeni Bayrağı Yaktılar” haberinde de bayrağı yakanların bir grup BBP’li olduğu belirtilmiş, eylem bütün Türklere mal edilmemiştir. Kullanılan sade dille beraber, yine Türkiye’nin haklılığını ortaya koymaya çalışan “onlar da bizim bayrağımızı yakmıştı ama” tavrı, üzerinde durmaya değerdir. Haberin geri kalanında ise eylemcilerin soykırım iddialarını yalanlayan açıklamalarına geniş yer verilmiştir. Bu durum iki gazete için de geçerlidir. “Atatürk’ün Gölgesinde Tehcir Eylemi”nde ise Türkiye’deki bir grubun 1915 Olaylarını protesto ettiği yani Ermenilere destek verdiği haberi, Haydarpaşa Garı’nda asılı bulunan Atatürk portresi ile ilişkilendirilmiştir. “Göstericilerin eylem yaptığı Haydarpaşa Garı’nda bir gün önceki 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için asılmış olan dev Atatürk posteri dikkat çekti” diyerek “Atatürk görse utanç duyardı” gibi bir anlam yaratılmıştır. Bu haberlerde bayrağın ve Atatürk portresinin birer simge olarak ne kadar önemli olduğu görülmektedir. “Bayrağa Saygı Dersi” verilen haberde; hem bayrağın önemi, hem de Şehit ve Gazi Aileleri Derneği Başkanı Güzelkaya’nın, Ermenistan bayrağını çiğnemeye kalkan Iğdır’daki bir grup Türk’e mani olmasının arından yaptığı açıklama, alt başlık olarak metine yansıtılmıştır: ”Bizim Hırçın Ermenilerden Farkımız Olmalı.”
Homojenlik
Milliyetçi söylem yeniden üretilirken en sık karşılaşılan kavramlardan biri de homojenliktir. Ülkede yaşayan herkes, homojen bir bütün olarak lanse edilir. Homojenlik de incelenen haberlerde iki türlü karşımıza çıkmaktadır: Türkiye’deki vatandaşların homojen tek bir bütün olarak kabul edilmesi ve Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye ile homojen olarak kabul edilmesi, farklılıkların göz ardı edilmesi.
“Türkler Kardashian’ı Topa Tuttu” haberinde 1915 Olaylarının soykırım olarak tanınmasını destekleyen Ermeni şarkıcıya Twitter üzerinden belirli bir sayıda Türk vatandaşının karşı mesaj göndermesi, “Türklerin topa tutması” şeklinde aktarılmaktadır.
“İzmir’de Soykırım Yalanı Yürüyüşü” haberi ise Hürriyet’te yayınlanan ve fotoğraflarla oluşturulmuş bir haberdir ve Türk bayraklarının yanı sıra Azerbaycan ve KKTC bayraklarının birlikte dalgalanması ikinci tür homojenliğe örnektir.
Prestij
Kimlikler kendilerini bir “öteki”ne göre tanımlamakla beraber o ötekilerin gözünde prestijli konumda olmak da tanımlama ve bu tanımın sürdürülmesinin bir parçası haline gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında “ABD’nin Ağzına Bakma, Protokolü Derhal Çek” başlığı, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözlerinin aktarılmasından ziyade o haberin ve gazetenin benimsediği duruşla alakalı olduğu fark edilmektedir. ABD Başkanı Barack Obama’nın, 24 Nisan’daki anma gününde ‘büyük felaket’ tanımını yapması asıl çarpıcı nokta iken, yine Obama’nın açıklamasında geçen “Türkleri selamlıyorum” sözünün de metinden çekilerek başlığa taşınması Türklerin ABD’nin gözünde prestijinin olduğunu kanıtlamaya yönelik söylemlerdir. Örneğin Obama’nın “1.5 milyon Ermeni katledilmiş ya da ölüme yürümüştü” sözleri değil, “Türkleri selamlıyorum” sözleri vurgulanmaya değer bulunmuştur. Sabah Gazetesi’nin “Manukyan Türk hekimlere emanet edilecek” haberi de yukarıda sözü geçen bir beyin hastalığı bulunan Ermeni gence Türkiye’de oturma izni verildiği ve tedavisinin Türkiye’de gerçekleşeceği ile ilgili bir haber. Bir dış politika ya da gündem maddesi olmayan günlük bir olay, Atatürk’ün “Beni Türk Hekimlerine Emanet Ediniz” sözü ile bağdaştırılmıştır. Bir Ermeni gencinin Türk doktorları tarafından tedavi edilecek olması Türklerin prestijini artırmaya yönelik bir söylem barındırmaktadır.
Haberin Uzunluğu:
İncelenen gazetelerde Türkiye’nin iddialarını savunanlara bir taraf, Ermeni iddialarını savunanlara ayrı bir taraf olarak ele alınmıştır ve ikinci grupla ilgili haberlere ya hiç yer verilmemektedir ya da verilse dahi çok kısadır. Posta Gazetesi’nin “Haydarpaşa’da 1915 Gerginliği” haberinde İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi üyesi bir grubun “İnsan hakları savunucuları olarak bu olayların adının konması gerektiğini” kısa bir paragrafta belirttikten sonra karşıt görüşlere haberin kalanında (üç paragraf) yer verilmiştir. Sabah Gazetesi’nin “Haydarpaşa Garı’nda Oturma Eylemi” haberinde de buna benzer bir durum karşımıza çıkmaktadır. Benzer şekilde, çok fazla politika ve siyaset ağırlıklı haberlere yer vermektense, gündelik olayları haber yapan Posta, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin soykırım karşıtı sözlerine “MHP: Ermeni Protokolleri Derhal Çekilmeli” başlıklı haber ile iki sayfa yer vermiştir.
Sonuç
Çalışmada, modernist milliyetçilik kuramını arka plana alarak, milliyetçiliğin ve ulusal kimliğin zamandan ve mekandan bağımsız olarak var olmadığının, sonradan yaratıldığının ve inşa edildiğinin altı çizilmiştir. İnşa edilen bu kavramların sürdürülebilmesi için de medyanın rolü vurgulanmıştır. Dönemin değişen teknolojik koşulları göz önüne alındığında internet ve internet haberciliğinin artan bir etkisi olduğu görülmektedir. İnternet yoluyla verilen haberlerin aktarımında kullanılan dilin, üslubun, fotoğrafların, habere hangi uzunlukta yer verildiğinin okuyucuya aslında ne tür mesajlar verdiği yukarıda incelenmiştir.
İncelenen gazetelerden Zaman’ın milliyetçiliği yeniden üretmeye yönelik söylemlerinin diğerlerine göre daha az olduğu görülmüştür. Görece olarak bu tarz haberlere daha çok yer verenin ise Hürriyet olduğunu söylemek yanlış olmaz. Posta da Hürriyet’le aynı çizgidedir; fakat siyaset, dış politika “ciddi” konulara daha az yer verdiği için söz konusu söylemlerin daha az olduğu kaydedilmiştir. Sabah ise Zaman ile Hürriyet arasında, Hürriyet’e daha yakın bir noktada yer almaktadır. Bu gazetelerin 24 Nisan’ı içine alan haftanın ve bir sonraki haftanın en çok okunan dört gazetesi olduğunun altını çizmek gerekir. Kamuoyu ve medyanın karşılıklı bir ilişkisi vardır. Medya mı kamuoyunu daha çok etkiler; yoksa kamuoyunun görüşlerine göre mi medyada yer alan haberler şekillenir konusu, ‘tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan’ sorusuna benzer bir hal almıştır. Burada her ikisini de görmekteyiz. İncelenen gazeteler Türk milliyetçiliğin yeniden üretilmesine neden olurken, kamuoyunun beklentilerini karşılar şekilde haber yapmaktadır. Kamuoyunun beklentileri, yani ulusal kimliğe vurgu yapan söylemler ise yine medyadaki söylemlerden beslenmiştir. “Söylem hem yaratır, hem yaratılmıştır” sözü bu durum için de geçerlidir (Potter, 2003).
Ermeni konusu Türkiye’de her zaman problemli olmuştur ve öyle görünüyor ki her iki taraf da kimliğini tanımlarken öteki ihtiyacını bu şekilde karşılamıştır. Çalışmada da, açık ya da örtülü bir biçimde ifade edildiği gibi, kriz zamanlarında milliyetçiliğin diğer zamanlara göre daha yükselen bir değer olduğu ortaya çıkmaktadır. Kimliğin yeniden üretilmesi için adeta bir fırsat olarak görülmektedir. Türkiye’nin soykırım iddiaları karşısındaki haklılığı ve Türklerin hatta Türk kökenli sayılan diğer devletlerin homojen bir bütün olduğu, haberler söylem analizi ile incelendiğinde ortaya çıkan ortak sonuçlardandır. Bunun yanında bayrak, Atatürk portre gibi sembollere verilen önem yeniden sunulmuş, yeniden üretilmiştir. Türkiye’nin dünyanın gözündeki prestiji ve ününün iyi olması gazetelerin ortak kaygısıdır. Sonuç olarak, gazete haberlerinde milliyetçiliğin yeniden üretilmesi söylem analizi ile 1915 Ermeni Olayları Yıldönümü örneği ile açıklanmıştır.
Çağlayan ÇETİN
İstanbul Bilgi Üniversitesi – Kültür Yönetimi
Yüksek Lisans
Kaynaklar:
Anderson, B. (1983). Imagined Communities: Reflections on the Origins and Spread of Nationalism. London: Verso.
Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu. (2004). Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu Raporu.
Bilgiç, E. E. (2008). Vatan, Millet, Reyting: Gazete Haberlerinde Milliyetçilik. İstanbul: Evrensel Basım Yayın.
Billig, M. (1995) Banal Nationalism. London: Sage.
Bishop, H. and Jaworski, A. (2003) We Beat ’em’: Nationalism and the Hegemony of Homogeneity in the British Press Reportage of Germany versus England during Euro 2000, Discourse & Society Vol 14(3), Sage Publications.
Brookes, R. (1999). Newspapers and National Identity: The BSE/CJD Crisis and the British.
Brown, M. P. (1924). From Sevres To Lozan. The American Journal of International Law, 18(1), pp. 113-116.
Colins, R. (1990). Culture, communication and national identity: The case of Canadian Television. University of Toronto Press.
Curran, J. & Gurevitch, M. (eds). (1991). Mass Media and Society. New York: Edward Arnold.
Çağaptay, S. (2009). Türkiye’de İslam, Laikllik ve Milliyetçilik: Türk Kimdir?. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.
Dijk, V. (1996). Power and the News Media, Der. Paletz L.D., Cresskill: Hampton Press. (pp. 9-36).
Edwards, D. J. (1992). Discursive Psychology. London: Sage Publication.
Gee, P.J. (1999). An Introduction to Discourse Analysis: Theory and Method. Routledge, London
Goffman, E. (1981). Forms of talk. Philadelphia: University of Pennsylvania.
Gürün, K. (2001). Ermeni Dosyası. T.C. Dışişleri Bakanlığı.
Habermas, J. (1962). The Structural Transformation of the Public Sphere. Neuwied: Luchterland.
Hale, W. (2003). Türk Dış Politikası 1774-2000. London; Frank Cass & Co Ltd.
Hobsbawm, J. E. (1983). The Invention of Tradition. Cambridge: Cambridge University Press.
Hobsbawm, J. E. (1995). 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
McLuhan, M., Quentin, F. (1964). The Medium is the Message. San Francisco: Hardwired.
Oran, B. (2000). Küreselleşme Ortamında Türkiye’de ‘Birlik ve Beraberlik: Kürt Kimliği ve Gelecek Üzerine Düşünceler. Erişim Adresi: http://www.ba.metu.edu.tr/user/adil/BO-new/KuresellesmeOrtaminda.pdf
Oran, B. (2004). Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu”nun Bütün Öyküsü. Birikim Dergisi, 29.
Potter, J. (2003). Discourse analysis and discursive psychology. In P. M. Camic, J. E.Rhodes, & L. Yardley (Eds.), Qualitative Research in Psychology: Expanding Perspectives in Methodology and Design (pp.73-94). Washington, DC: American Psychological Association.
Responding to Turkish Denial & Genocide Armenian Ministry of Foreign Affairs. (2010). Erişim Adresi: http://www.armeniaforeignministry.com/
Thompson, J. (1995). The Media and Modernity: A Social Theory Of Media. California. Stanford University Press.
Tomlinson, J. (1991). Cultural Imperialism, Printer Publishers.
Yılmaz, H. (2009). Türkiye’de Avrupa Şüpheciliği: Siyasi Seçkinler ve Kamuoyundaki Eğlimler. In. Küreselleşme, AB ve Türkiye. (ed. Oğuz Esen ve Filiz Başkan).
Yumal, A. ve Özkırımlı, U. (2000) Reproducing the Nation: “Banal Nationalism. In the Turkish press Media, Culture & Society, 22(6), 787–804.
Zürcher, J. Z. (1995). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İstanbul: İletişim Yayınları.