Fransa’nın sosyal refah açısından en gelişkin şehri olarak bilinen Cannes’te gerçekleştirilen ve Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı saran küresel ekonomik krize karşı nasıl bir mücadele yöntemi öngöreceği merakla beklendiği için tüm dünyanın gözlerini çevirmiş olduğu G-20 Zirvesi sonuçlandı. Ne var ki, ortaya çıkan sonuca bakılırsa dağ fare doğurmuşa benziyor. Zira, zirve çerçevesinde yapılan görüşmelerde neredeyse tamamen Avrupa’da yaşanan borç krizi ele alınmış ve bu konuda da Avrupalı liderler ile gelişmekte olan ülkelerin temsilcileri arasında kesin bir anlaşmaya varılamamıştır. Yunanistan ve İtalya başta olmak üzere, AB üyelerinin içerisine sürüklendiği kriz çerçevesinde AB’nin lider ülkeleri Almanya, Fransa ve İngiltere arasında dahi tam bir anlaşma sağlanamamışken, G-20 ülkelerinin aralarında tam bir oydaşmaya varmaları zaten çok büyük bir sürpriz olacaktı ve bu sürpriz de gerçekleşmedi.
Bilindiği gibi G-20, dünyanın en gelişmiş milli ekonomilerinden 19’unu ve AB’yi bir bütün olarak içerisine alan ve G-8’e kıyasla çok daha geniş kapsamlı ve demokratik bir katılımı yansıttığı için üzerinde önemle durulan bir forumdur. Bu forum bağlamında, makroekonomik sorunlar, uluslararası ticaretin arttırılmasının önündeki engeller ve gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki etkileşimin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesini engelleyen faktörler ele alınmaktadır. Kısacası G-20, küresel ekonominin işleyişini yapılandıracak unsurların ele alındığı, tartışıldığı ve yol haritalarının çizildiği işlevsel bir küresel forum ortamıdır. Türkiye’nin de üyesi olduğu G-20, G-8’e oranla çok daha demokratik ve katılımcı olmasına karşın, yine de çoğunlukla Avro-Atlantik Dünyası’nın tezleri ve istekleri çerçevesinde hareket etmektedir. Ancak, uluslararası sistemde çok kutupluluğun yükselişine paralel bir şekilde G-20 Zirveleri’nin işleyişinin de farklılaşmaya başladığını ve başta Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya ve Avustralya gibi ülkelerin seslerinin de oldukça gür bir şekilde çıkmaya başladığını görebiliyoruz.
Cannes’te gerçekleştirilen G-20 Zirvesi de yukarıda bahsetmeye çalıştığımız gerçekliğe uygun bir seyir izlemiş ve küresel kalkınma ve istihdamın tartışılacağı söylenen zirve toplantısı daha çok Avrupa’da yaşanan borç krizi ve özellikle Yunanistan ile İtalya bağlamında ortaya çıkan kısır siyasal tartışmalara sahne olmuştur. Halbuki, dünya ekonomisinin patronu olduğu belirtilen ve kendi ülkesinde ciddi bir kalkınma ve işsizlik sorunu ile karşı karşıya kalan ABD Başkanı Barack Obama da zirveye bizzat katılmıştı. Zirvede tartışılan konular bağlamında tam bir Avrupa ağırlığı olsa da, zirvenin sonuç bildirgesinde ortaya konan cümleler, Avro-Atlantik Dünyası’nın dışında yer alan Çin, Rusya, Brezilya, vb. gibi ülkelerin isteklerini ortaya koyar bir mahiyet taşımaktadır. Kuşkusuz bu durum zirvenin geleceği ile ilgili önemli bir kırılma noktası oluşturmaktadır.
Cannes Zirvesi esnasında, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’ya yapılan baskı neticesinde Yunan Hükümeti, AB tarafından ülkenin ekonomik geleceği ile ilgili oluşturulan ve Yunanistan’ın borçlarının yarısının silinmesini de öngören kurtarma planını referanduma götürmeyeceğini ve bu planı kabul ettiğini açıklamıştır. Bu baskının oluşmasında Avro Bölgesi’ndeki sorunların çözülmesini ve küresel sorunlarla daha fazla ilgilenilmesini isteyen Rusya, Çin ve Brezilya gibi ülkelerin de önemli bir payları olmuştur. Ancak, Yunanistan’ın bu plan doğrultusunda başarılı olup olamayacağı ve Yunan halkının muhtemel tepkisi henüz yeterince değerlendirilmiş değildir.
Bunun yanı sıra, Fransa’daki G-20 Zirvesi esnasında ele alınan bir diğer mesele de, borç krizine karşı bir panzehir işlevi görmesi beklenen 1 trilyon avroluk Avrupa Mali İstikrar Fonu’nun nasıl finanse edileceğiydi. Mevcut koşullar altında Avrupa’da ayakta kalan tek ekonominin Almanya olması ve bu ülkenin de ancak belli bir noktaya kadar bu fonu finanse edebileceğini açıklaması, gözlerin başta Çin, Japonya, Brezilya ve Rusya olmak üzere gelişmekte olan ülkelere çevrilmesine neden olmuştur. Ne var ki, bu konuda AB ile bu ülkeler arasında G-20 Zirvesi’nde herhangi bir anlaşmaya varılamamıştır. Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in G-20 içerisinde bulunan hiçbir ülkenin mevcut şartlar altında Avrupa Mali İstikrar Fonu’na katkıda bulunmayı kabul etmediğine ilişkin açıklaması durumu açıkça özetlemektedir. Zira başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin, bu durumu, kendi lehlerine olacak bir çözüme dönüştürmek istedikleri görülüyor. Nitekim G-20 Zirvesi’nde, başta Çin ve Rusya olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerin AB ülkelerine kredi vermeyi kabul ettikleri, ancak bu krediyi IMF aracılığıyla vererek, kredinin geri dönüşünü garanti altına almayı hedeflediklerini görüyoruz. IMF Başkanı Christine Lagard, önümüzdeki dönemde, başta Çin, Rusya ve Japonya olmak üzere, G-20 ülkelerini tek tek ziyaret ederek Avrupa’daki krizin nerelere varabileceği konusunda bilgi verecek ve kurumsal işbirliği olanakları hususunda bu ülkelerde zemin yoklaması yapacaktır.
Bu noktada gelişmekte olan ülkelerin hedefledikleri bir diğer unsur da, AB ve ABD’nin kontrolünde olduğu görülen IMF içerisinde, gelişmekte olan ülkelerin etkinliklerini ve rollerini arttırmak ve küresel manada AB-ABD ikilisini dengeleyebilmektir. Zaten gelişmekte olan ülkelerin yetkililerinin AB’ye verilecek olan desteğin ancak IMF aracılığıyla yapılabileceğini açıklamaları, bu ülkelerin kendi aleyhlerine işleyen küresel ekonomik yapılanmayı tersine çevirmeye niyetlendiklerini göstermektedir. Zira, IMF aracılığıyla ekonomik anlamda gelecek etkinliğin, siyasal etkinliği de beraberinde getireceği ortadadır.
Dünyanın 17. büyük ekonomisi olarak bilinen ve bu yönüyle G-20 üyesi olmayı da başarmış olan Türkiye de, Cannes’te gerçekleştirilen zirve kapsamında krizin nasıl fırsata çevrilebileceğine ilişkin deneyimlerini paylaşmış ve özellikle 2001 krizinin ardından gerçekleştirilen yapısal dönüşümler, özellikle de bankacılık sisteminde gerçekleştirilen reformlar konusunda G-20 ülkelerine bilgi vermiştir. G-20 Zirvesi için Cannes’e gelen ABD Başkanı Obama ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında gerçekleştirilen görüşmede daha çok Suriye Krizi, İran Meselesi ve Türkiye’nin ABD’den alacağı insansız hava araçları konuşulmuş olsa da iki ülke liderinin oldukça samimi bir tavır ortaya koymuş olması uluslararası basın tarafından da sıklıkla ele alınan bir husus olmuştur. G-20 Zirvesi’nin Türkiye açısından ortaya çıkardığı en önemli gelişme, kaydettiği ekonomik büyüme ve gerçekleştirilen reformlar neticesinde bölgesinde önemli bir merkez haline gelmiş olan Türkiye’nin, 2015 yılında G-20 Dönem Başkanı olacağının açıklanmış olmasıdır. Kuşkusuz bu gelişme, Türk Ekonomisi’nin gelişimini taçlandıran sembolik bir gelişme olarak görülebilir.
Fransa’da düzenlenen G-20 Zirvesi, küresel ekonomik sistemin işleyişinde meydana gelen problemlerin ne tür krizlere yol açabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Özellikle AB ülkeleri bağlamında yaşanan borç krizinin kontrolden çıkma emareleri göstermesi, AB’nin geleceğine ilişkin birçok olumsuz senaryonun gündeme gelmesine neden olurken, gelişmekte olan ülkelerin küresel ekonomi içerisindeki rolünün önümüzdeki dönemde dramatik bir artış kaydedeceğini de ortaya koymuştur. G-20 Zirvesi esnasında, başta Çin ve Rusya gibi aktörlerin ortaya koyduğu tavır, Immanuel Wallerstein’in öngörüsü ile çevre ülkesi konumunda yer alan siyasal aktörlerin, merkezde yer alan ülkelere olan mukayeseli üstünlüklerini taçlandırmaya başladıklarını da bizlere kanıtlamaktadır. G-20 Zirvesi’nin Türkiye açısından ortaya koyduğu en önemli husus ise, bu ülkenin kaydettiği ekonomik gelişimin sembolik bir göstergesi olacak şekilde, Türkiye’nin 2015 yılında G-20 Dönem Başkanı olacağının duyurulması olmuştur.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi