Geçtiğimiz aylarda dünyanın ve Türkiye’nin gündemine oturan füze kalkanının gerçek hedefi meselesi kamuoyunda birçok kez tartışıldı. George W. Bush döneminde Polonya merkezli ve kısa menzilli olmak üzere hayata geçirilmesi planlanan Füze Kalkanı Projesi, Barack Obama döneminde menzili genişletilip bütün Avrupa’yı içine alabilecek bir şekilde modifiye edildi. Projenin yayınlanan detaylarına bakıldığında yenilenmiş Füze Kalkanı Projesi’nin tam anlamıyla hayata geçirilmesinin 2020’leri bulacağını görmek mümkündür. Kamuoyunda da sıkça tartışıldığı gibi akıllara gelen asıl soru şudur: “Eğer Füze Kalkanı Projesi sadece İran’a yönelik yapılan bir hamleyse nükleer yapılanmasını bir kaç yıl içinde tamamlayacak İran için alınması gereken önlem bu mu olmalıdır?”
Asıl sorulması gereken soru şudur:
Amerika Birleşik Devletleri’ni, George W. Bush döneminde Polonya merkezli olarak hazırlanmaya başlanan, daha az kapsamlı ama daha kısa sürede hayata geçirilebilecek bir proje yerine; daha geniş kapsamlı ama uzun vadede sonuç verecek bir projeye yönelten sebep nedir?
Bu sorunun cevabını “Füze kalkanı’nın gerçek hedefi ne?” sorusu üzerine yoğunlaşarak bulabiliriz. Füze Kalkanı Projesi’nin asıl hedefi İran mıdır yoksa hedef daha büyük ya da daha farklı mıdır? George W. Bush döneminde hazırlanan projenin temel öğesinin İran olduğunu söylemek zor değildir. Gerek projenin kısa zamanda hayata geçirilmesi özelliği gerekse belli bir alanı kapsaması göz önünde bulundurulduğunda İran‘a karşı yapıldığını söylemek mümkündür. Ancak Obama döneminde yenilenen proje kapsamında genişletilen menzil özelliği ve daha uzun sürede uygulanacağı durumu dikkate alındığında projenin hedefinin değiştiği; bunun tek ve uzun vadeli hedefinin İran olmadığı anlaşılmaktadır.
Türkiye yeterli farkındalığa ulaşmamış olsa da Şii bir İran, Sunni çoğunluğa sahip ancak Şii azınlıkları tehdit olarak gören Arap devletlerini barındıran Arap dünyasında tehlikeli görülmektedir. Bununla birlikte Arap olmayan ve Şii olan İran’ın ekseriyeti Arap ve Sunni olan Arap dünyasında nükleer silah sahibi olma ihtimali bile bir çok Arap ülkesini tedbir almak zorunda bırakmıştır. Son dönemde Fransa’nın, Rusya’nın, Çin’in ve hatta Hindistan’ın destekleriyle Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır gibi bir çok ülkenin yavaş da olsa nükleer enerji çalışmalarına başladığını görmek mümkündür.
Kısacası İran sadece ABD ve Avrupa gözünde değil Sünni Arap dünyasının gözünde de bir risk haline dönüşmektedir. İran’ın nükleer yapılanma yolunda ilerlemesi kısa zamanda Orta Doğu’da birçok ülkenin hızlı ve kontrolsüz bir biçimde nükleerleşmesine sebebiyet verebilir.
Bu durum göz önüne alındığında 2020‘lerde Orta Doğu‘da sadece İran değil bir çok ülkenin nükleerleştiğini görmek ve bölgenin patlamaya hazır bir durumda olabileceğini anlamak kimse için zor değildir. Bununla beraber Pakistan‘daki nükleer silahlanmanın şu an için ABD ve Avrupa ile ittifak halindeki ordunun kontrolünde olması bir emniyet sibobu olarak görülmektedir. Bununla birlikte nükleer yapılanmanın radikal bir Pakistan’ın eline geçmesi olasılığı Orta Doğu’nun nükleer tehdit durumuna Asya‘yı da eklemektedir. Bütün bu hesaplar ve olasılıklar değerlendirildiğinde ABD’nin bu projeyi niçin daha geniş kapsamlı bir hale getirdiği ve daha geniş bir zamana yaydığını anlamak zor olmayacaktır.
Füze Kalkanının Gerçek Hedefi
Sonuç olarak, Füze Kalkanı Projesi’nin hedefi bugün İran gibi görünmekle beraber asıl hedefinin nükleer geleceği bulanık görünen Orta Doğu ve Asya olduğu öngörülebilmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Burak Küntay
Bahçeşehir Üniversitesi
Hükümet ve Liderlik Okulu (HLO) Başkanı