ABD ile Rusya arasında uluslararası sistemin yapısına ilişkin olarak süregelen anlaşmazlığın en önemli göstergelerinden biri olarak bilinen füze savunma sistemine ilişkin tartışmalar bugünlerde yeniden alevlenmişe benziyor. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler nedeniyle bir süredir uluslararası gündemin arka planına itilmiş bir görünüm sergileyen füze savunma sistemi ile ilgili anlaşmazlığı gündeme taşıyan isim ise Rusya devlet başkanı Dmitri Medvedev olmuştur. Medvedev, Kasım 2010’da NATO ile Rusya arasında varılan mutabakata karşın, füze savunma sistemi ile ilgili bu iki aktör arasında bir ortaklık antlaşmasına gidilememesini ve bu anlaşmazlığa rağmen NATO’nun füze savunma sistemine ilişkin altyapı çalışmalarına başlamış olmasını eleştirerek Rusya’nın da kendi füze savunma sistemini kurgulayacağını açıklamıştır. Dmitri Medvedev, bu açıklamayı Polonya ile Litvanya arasında yer alan ve Rusya ile karadan sınırı olmayan tek Rus toprağı olan Baltık Denizi kıyısındaki stratejik liman şehri Kaliningrad’da Voronej Radar İstasyonu’nun aktive edildiği törende yapmıştır. Rusya liderinin yaptığı bu açıklama sonrası NATO yetkilileri de Rus tehdidinin ne kadar ciddi ve ivedi bir nitelik gösterdiğini anlamış durumdadırlar.
George Bush döneminde ortaya atılan ve uluslararası gündeme geldiği ilk dönemlerde Polonya ile Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirileceği açıklanan füze savunma sistemi, Rusya’nın tepkisi ve 2008’de iktidara gelen Barack Obama’nın Rusya’ya karşı çatışmacı bir dış politika çizgisi izlemeyeceğini gösterebilmek için yaptığı manevra ile içerik farklılaşmasına uğramıştı. Öyle ki, bu proje doğrudan ABD’nin kontrol ettiği bir unsur olmaktan çıkarılmış ve NATO’ya entegre edilmiş, daha sonra da konumlandırılacağı coğrafya değiştirilerek Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nin yerine Türkiye ve Balkanlar coğrafyası ikame edilmişti. Bu gelişmelerin hemen ardından 2010 Kasım’ında düzenlenen bir NATO toplantısı sonucunda füze kalkanı projesi bağlamında NATO ile Rusya’nın birlikte çalışabileceğine ve bir güvenlik ortaklığı yapılabileceğine dair izlenimler ve açıklamalar ortaya konunca, uluslararası sistem bağlamında çatışmaya ve kutuplaşmaya yol açan bu tırmandırma stratejisinden vazgeçildiği ve karşılıklı bağımlılık çerçevesinde bir işbirliğine gidileceği görüntüsü oluşmuştu. Medvedev’in geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamalar ve NATO’nun Malatya’ya konuşlandıracağı füze radarına karşılık olarak Avrupa’nın ortasındaki Kaliningrad’da Atlantik Okyanusu’nun önemli bir bölümünü ve tüm Avrupa’yı izleyecek 6 bin km. menzilli ve 500 hedefi aynı anda izleme kapasitesine sahip Voronej radar istasyonunun devreye sokulduğunu ifade etmesi, Rusya ile NATO arasındaki gerginliğin ve anlaşmazlığın devam ettiğini göstermektedir. Üstelik Rusya’nın Kaliningrad’da faaliyete geçirdiği bu füze radarının bir benzeri 2009 yılından bu yana Karadeniz’in kuzeyinde yer alan Krasnodar şehrinde de aktif bir şekilde çalışmaktadır ve bu radar da Türkiye, Ortadoğu ve Afrika gibi coğrafi bölümlenmeleri taramaktadır.
Medvedev, Kaliningrad’daki füze radarının açılış töreninde yaptığı açıklamada, Rusya’nın NATO ile ortaklaşa olarak geliştirilecek bir füze savunma sistemi içerisinde yer almak istediğini ancak bu noktada NATO yetkililerinin artık bir adım atmaları gerektiğini belirterek, NATO’nun Rusya’yı bir müttefik olarak görmek istemediğini ve bu örgütün asıl hedefinin Rusya’yı füze kalkanı sistemi ile izleyebilmek olduğunu belirtmeye çalışmıştır. NATO yetkililerinin Türkiye ve Balkanlar’a yerleştirilecek füze savunma sisteminin Rusya’yı değil, İran gibi devletleri hedef aldığına yönelik açıklamaları ise Medvedev tarafından inandırıcı olarak bulunmamış ve Medvedev de bu açıklamaya karşılık olarak Rusya’nın kuracağı füze savunma sisteminin de NATO ülkelerini hedef almadığını belirtmiştir. Kuşkusuz Medvedev’in burada bir ironi yaptığı ortadadır. Zira Rusya, NATO’nun Rusya ile eşgüdüm içerisinde konumlandırmayacağı bir füze savunma sisteminin kendi güvenliğini ve ulusal çıkarlarını zedelediğini en yetkili ağızlardan defalarca açıklamıştır.
Rusya ile NATO arasındaki füze kalkanı anlaşmazlığının arkasında yatan en önemli nedenlerden biri, Rusya’nın Doğu Avrupa, Karadeniz Havzası ve Kafkaslar’a odaklanmış olan Avrasyacı dış politika stratejisi bağlamında eski SCCB topraklarına atfettiği önemdir. Rusya, bu topraklarda kendi aleyhinde siyasal ve askeri dönüşümlerin yaşanmasını kesinlikle arzulamamaktadır. Zira bu tarz gelişmelerin kendisinin arzuladığı çok kutuplu bir uluslararası sistem yapılanmasına engel teşkil edeceğini düşünmektedir. Füze savunma sistemi noktasında yaşanan gerginliğin kâğıt üzerinde kalan nedenleri ise, NATO’nun kendi sistemini Rusya’dan bağımsız olarak kurmak istemesi, Rusya ile işbirliğini bilgi ve istihbarat paylaşımı seviyesinde geliştirmek istemesi ve Rusya’nın füze savunma sistemine ilişkin olarak ortaya koyduğu ulusal güvenlik çekincelerine karşılık olarak NATO’nun yazılı bir güvence vermekten kaçınmasıdır. Nitekim Rusya, özellikle güvence ve füze savunma sistemlerinin birbirine entegre edilmesine yönelik ümidini korumakta olduğunu bizzat Medvedev’in ağzından ortaya koymuştur. Rusya’nın bu eylemi, sürecin çabuklaştırılabilmesine ve uluslararası sistemin işleyişi bakımından Rusya’nın “eşit bir aktör” olarak görülmesine yönelik bir girişimdir. Rusya’nın bu çıkışı sonrasında füze savunma sistemine ilişkin çalışmalar bağlamında NATO temsilcilerinin derhal Moskova’ya gitmesi ve Rus meslektaşları ile diyalog ortamı aramaya başlamaları, Rusya’nın tırmandırma stratejisinin işe yaramaya başladığını göstermektedir. Ne var ki, bu konudaki hızlı bir sonuca ulaşılması beklenmemelidir.
Rusya’nın NATO ile yaşadığı füze savunma sistemi krizini yeniden gündeme getirmesinin arkasında yatan en önemli nedenlerden biri, Suriye ve İran gibi Rusya’nın müttefiklerine Batı dünyası tarafından yöneltilmiş sistemik baskının biraz olsun azaltılabilmesini sağlayabilmek ve dikkatleri başka yöne çekebilmektir. Nitekim Rusya, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerin kendi etkinliğini sınırlayabileceğinden endişe etmektedir. Rusya’nın, zamanlama konusunda aksini iddia etmesine karşın, 2012 başında Suriye’deki Rus üssü Tartus’a, Rus savaş gemilerinin yanı sıra elindeki tek uçak gemisi Amiral Kuznetsov’u taşıdığı savaş uçakları (8 adet Sukhoi-33 ve birkaç adet Mig-29K) ile birlikte gönderecek olması Suriye’de değişim arzulayan Batı Dünyası ve Türkiye’ye karşı verilmiş bir gözdağı olarak algılanabilir. Yine aynı ülkenin, 2007 yılında yapılan bir antlaşmanın gereği olarak Suriye’ye göndermeye başladığı ve Suriye’nin tüm kıyılarını koruma altına alabilecek nitelikteki sesten hızlı Yakhont kruvazör füzeleri de bu gözdağının etkinliğini arttırmak için kullanılmaktadır.
Rusya, uluslararası sistem bağlamındaki etkinliğini arttırabilmek ve çok kutuplu bir sistemik yapının oluşumunu sağlayabilmek amacıyla son dönemde atak bir dış politika izlemektedir. NATO ile füze savunma sistemi eksenli olarak yaşanan kriz ile Suriye’ye verilen diplomatik ve askeri destek de bu stratejinin bir parçası olarak görülebilir. Asıl merak edilen nokta ise ABD’nin önderliğini yaptığı NATO ve Batı Dünyası’nın, önümüzdeki dönemde, Rusya’nın bu eylemlerine karşı ne tür bir strateji uygulayacağıdır.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi