1915 ve sonrasında Türk-Ermeni ilişkilerini “Ermeni Soykırımı” olarak adlandıran ve bunun inkârını suç sayan yasa taslağı, Fransız Ulusal Meclisi’nden geçmesinin ardından Senato gündemine geldi veburada da kabul edildi. Cumhurbaşkanı onayıyla yasalaşma süreci tamamlanarak yürürlüğe girebilecek. Yasanın yürürlüğe girmesi halinde “Ermeni soykırımı olmamıştır” ya da “Ermeni soykırımı olduğuna beni ikna edecek deliller mevcut değildir. Konu tarihçiler ve hukukçular tarafından tartışılmalıdır” diyenler ciddi bir para ve hapis cezası ile karşı karşıya kalacaklar.
İkinci Dünya Savaşı ardından baskıcı rejimlerin yıkılmasıyla tüm dünyada ama özellikle Avrupa’da demokrasi rüzgarları esti. Savaş sonrası kurulan Birleşmiş Milletler’in bir amacı da, kuruluş andlaşmasında açıklandığı gibi, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı teşvik etmektir. Avrupa kıtası bunun da ötesine geçerek “insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü” sloganlarıyla hareket ederek Türkiye’nin de kurucusu olduğu Avrupa Konseyi örgütü mekanizmasını gerçekleştirdi. Bugün 47 üye devlet ve 800 milyon nüfusa sahip Avrupa Konseyi, kuruluşunun hemen akabinde kuruluş felsefesine uygun olarak hareket ederek o döneme kadar eşi görülmemiş bir insan haklarının uluslararası düzeyde korunması mekanizmasına imza attı: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM). 1950’de imzalanan Sözleşmeile, 1953 yılında yürürlüğe girerek devletlerin üzerinde insan haklarının uluslararası planda uygulanmasını gözeten bir mekanizma kurulmuş oldu. Artık, en azından sözleşme ile korunan haklar için, insan hakları konusu taraf devletler bakımından sırf iç hukuk konusu olmaktan çıkıp uluslararası korumaya kavuş oldu.
AİHS tarafından korunan hakların en önemlilerinde bir tanesi de ifade özgürlüğüdür. AİHS 10. madde ile “herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir” demek suretiyle bunu güvence altına almıştır. Birçok temel özgürlük gibi düşünceyi ifade özgürlüğü de “mutlak” olmayıp, kanunla ve demokratik bir toplum tarafından kabul edilebilir şekilde “ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması” amaçlarıyla sınırlandırılabilir. Madde metninde geçen kavramların bazıları muğlak görülse de AİHM yıllar içerisindeki içtihatlarıyla bunları netleştirmiştir. İfade özgürlüğü konusunda AİHM, İngiltere’ye karşı Handyside davasında ifade özgürlüğünün kapsamında olan fikirler hakkında geniş bir açılım ortaya koyarak özetle ifade özgürlüğünün “toplumda beğeni ve hoşgörü ile karşılanan düşünceler için değil aynı zamanda halkın bir kesimini rahatsız eden, şoka uğratan bilgi ve fikirleri de kapsadığı”nı belirtmiştir. Bilimsel tartışma amaçlı ifade özgürlüğü ise özellikle Mahkeme’nin yerleşmiş içtihatları ile korunmuştur.
Anlaşılmaktadır ki, inkâr yasasının yürürlüğe girmesiyle 1915 olaylarını tartışmak yasaklanacak ve bu yasağı ihlal edenler cezai yaptırıma tabi tutulacaktır. İfade özgürlüğüne getirilen bu yasak, aydınlanma felsefesi ile temellerinin atıldığı iddia oluna Avrupa değerleri ile uyuşmadığı gibi savaş sonrası Avrupasının kurduğu mekanizmalarla da uyumlu değildir. Yukarıda sayılan AİHS 10. maddede sayılan sınırlama nedenlerinin hiçbirini bu kapsamda değerlendirme imkanı bulunmamaktadır.
Yasanın yürürlüğe girmesi ve uygulanması halinde AİHS’nin ihlal edileceği açıktır. Bu durumda insan haklarının uluslararası düzeyde korunması bağlamında Sözleşme’nin tanıdığı iki yola müracaat etmek mümkündür. Bireysel başvuru yolu ile Fransa tarafından cezalandırılan bireyler ile dernekler, vakıflar gibi tüzel kişilikler ve insan toplulukları önce Fransız iç hukuk mercilerine başvururlar ve oradan alacakları kararlar ile iç hukuk yollarını tüketerek altı ay içinde AİHM’ne Fransa’yı şikâyet ederler. Bireysel başvurunun haklı bulunması halinde Fransa, hakları ihlal edilenlere tazminat ödeme yükümlülüğü altında olduğu gibi aynı zamanda ihlale neden olan düzenlemeden de vazgeçmek durumundadır. Bu yola başvurmak için Fransız yâda Türk vatandaşı olmaya gerek yoktur. Fransa’nın cezai yetkisini kullandığı bir yerde bu “suçu” işlemek yeterlidir. Tipik örnek, Fransa’da bir grup akademisyenin 1915 olaylarını sorgulayan bir bilimsel toplantı düzenlemesi ve akabinde cezaya çarptırılmaları üzerine AİHM’ne başvurmaları olabilir.
Müracaat edilebilecek ikinci yol ise devlet başvurusu ile Türkiye’nin Fransa’yı AİHM’ne şikayet etmesidir. Çok sık kullanılan bir yöntem olmamakla birlikte devlet başvurusu etkin bir yoldur. Türkiye aleyhine de Kıbrıs Rum Kesimi ve Danimarka tarafından bu yola başvurulmuştur.
AİHS mekanizması dışında başka bir ihtimal de Lahey’de bulunan Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) konunun götürülmesidir. Her ne kadar inkârın suç sayılması konusu, UAD ile ilgili değilse de hem Türkiye hem de Fransa’nın taraf olduğu 1951 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, hükümlerinin yorumlanmasına ilişkin anlaşmazlıklarda UAD’nin yetkili olduğunu belirtmektedir. Bu Sözleşme uyarınca, Türkiye, konunun hiç içeriğine girmeden, Fransa’nın aldığı kararların Sözleşme’nin yürürlüğe girdiği zaman öncesine ilişkin olduğundan bahisle bunun hukuka uygun olup olmadığını UAD önüne getirebilir.
AİHM’ne başvurmak 1915 olaylarının soykırım olarak nitelenip nitelenemeyeceğine ilişkin olmayıp, Fransız yasağının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğine ilişkin olacaktır. Her ne kadar, yasak açıkça ifade özgürlüğünün ihlali olarak görülse de Mahkeme kararının bunu tescil edeceğine ilişkin garanti vermek mümkün değildir. Mahkemenin ihlali tespit etmesi Fransa’nın yasağı kaldırmasıyla sonuçlansa da, hukuki olarak Fransa’nın 1915 olaylarına bakışını değiştirmeyecektir. Sadece, Fransa gibi düşünmeyenlere düşüncelerini açıklama hakkı tanınmış olacaktır. Küçük bir ihtimalde olsa yasağın AİHM tarafından onaylanması ise Türkiye açısından çok önemli sonuçlar doğurabilecektir. 1915 olayları soykırım olarak tanınacak ve bunun tartışılması dahi yasak kabul edilecektir. Böyle bir durumun ciddi siyasi yansımaları söz konusu olabilir. Bunlar arasında Avrupa Konseyi üyeliğini terk etmek de baştan göze alınmalıdır.
Prof. Dr. İbrahim KAYA
Uluslararası Hukuk Profesörü
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi
Kaynak: USAK Gündem