Filistin’in 1947 yılından beri devam eden bağımsızlık ve dünya nezdinde tanınmış bir devlet statüsüne girebilme mücadelesinde mutlu sona doğru yaklaşılıyor.
Filistin Yönetimi’nin aylar önce aldığı karar doğrultusunda Birleşmiş Milletler (B.M.) örgütüne tam üye devlet olarak başvurma iradesini gerçekleştirmesi, tüm dikkatleri tekrar Orta Doğu’ya çekmişti. Mahmut Abbas tüm baskılara rağmen başlattığı girişimi tamamlamak adına B.M. Güvenlik Konseyi’ne başvurusunu yaptı ve artık gözler bu kurulun vereceği karara çevrilmiş durumda. Filistin Yönetimi’nin arkasında dünya genelinde büyük bir destek olmasına karşın B.M. örgütüne üyelik süreci o kadar da kolay gözükmüyor. Hepimizin bildiği gibi bir devletin B.M. örgütüne tam üye olarak kabul edilebilmesi için B.M. Güvenlik Konseyi’nin bu yönde olumlu karar alması gerekiyor. Konseyin herhangi bir konuda karar verebilmesi için on beş üyenin dokuzunun bu yöndeki iradesine ihtiyacı bulunuyor. Kaldı ki bu on beş üyenin beşi daimi üyedir ve bu daimi üyelerden bir tanesinin bile söz konusu durumu veto etmesi kararın olumsuz yönde çıkmasını sağlamak için yeterlidir. Bu açıdan baktığımızda ABD’nin daha oylamaya geçmeden veto edeceğini açıklamış olması, Filistin’in bu haklı girişiminde umutları sonlandıracak gibi.
Alternatif Hukuki Arayışlar
Tam üyelik başvurusundan olumsuz bir kararın çıktığını varsaydığımızda, Mahmut Ab¬bas ve yönetiminin elinde ikinci bir alternatif olarak B.M. Genel Kurul’una “gözlemci üye devlet” statüsünde kabul edilmek var. Bunun için Genel Kurul’da üçte ikilik bir çoğunluğa (193 devletten 129’u) erişilmesi gerekiyor. Gözlemci üye statüsü, bir devlete B.M. Genel Kurul’unda oylamaya katılma hakkı tanımamasına rağmen, birçok haklardan ve yetkilerden faydalanma imkânı getiriyor. Örneğin UNESCO, UNICEF, Uluslararası Adalet Divanı (U.A.D.), Uluslararası Ceza Mahkemesi (U.C.M.) ve daha birçok uluslararası kuruluşa üye olma hakkı elde edilebiliyor. Böyle bir durumda Filistin Yönetimi, işgalci İsrail’e karşı işledikleri suçlardan ötürü U.C.M.’ de dava açabilecek ve haklarını çok daha kolay bir şekilde arayabilecek statüye kavuşmuş olacaktır.
Uluslararası Hukukta Devletlerin Tanınması
Yukarıdaki açıklamaları değerlendirdiğimizde Filistin Yönetimi’nin Birleşmiş Milletler Örgütüne dâhil olabilmek için yoğun bir çaba sarf ettiğini/edeceğini görmekteyiz. Peki, tam üyelikten kast edilen nedir? B.M.’e üyelik Filistin’e “devlet” olabilme statüsü kazandıracak mıdır? Filistin’in Genel Kurul’a kabul edilmesi onun uluslararası hukuk nezdinde tanındığı anlamına mı gelecektir? Filistin’in tanınmaması durumunda, Filistin Yönetimi devlet olma hakkını kayıp mı edecektir? Uluslararası hukukta devletlerin tanınması kurumundan neler anlamamız gerekiyor? İşte şimdi uluslararası hukukta tanıma kavramını ve bu kurumu yukarıdaki soruların ışığında ve milletlerarası hukuk kapsamında açıklamaya çalışalım.
Uluslararası hukukta diplomatik tanıma, bir devletin başka bir devletin veya siyasi bir topluluğun; statüsünü, durumunu veya bir eylemini kabul ettiği ve uluslararası sonuçlar doğuran, tek taraflı bir politik eylemdir. Tanıma statüsünü, devletlerin varlık kazanmasında olmazsa olmaz bir şart olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Zira uluslararası hukuk kapsamında bir devletin kurucu unsurları sadece üç unsurdan (belirli bir insan topluluğu, sınırları belirli bir ülke ve üstün otorite) oluşur. Bu üç unsuru fiili bakımdan bünyesinde barındıran bir topluluğa uluslararası hukuk bakımından “devlet” diyebiliriz. Eğer tanıma kurumunu, devletlerin hukuki varlık kazanmasını sağlayan bir etken olarak kabul edersek, yeni bir devletin ortaya çıkmasını diğer devletlerin iradelerine, daha farklı bir ifadeyle, kendi iradesinin dışındaki etkenlere bırakılmış olmaktadır ki bu durum hukukîlikten ziyade keyfîlik anlamı taşıyabilmektedir.
Yukarıdaki tanımda da dile getirdiğimiz gibi tanıma/tanınma kurumu, politik bir anlam içermektedir. Bunun anlamı, tanıma/tanınma; sadece tanıyan ve tanınan devletlerin kendi aralarında hukuki bir anlam ve sonuç doğurmaktadır. Yani bir devlet kendi hukuki ve siyasi politikası çerçevesinde bir başka devleti tanımaktadır. Örneğin bizim Kıbrıs’ı bağımsız bir devlet olarak kabul etmemiz sadece Türkiye için hukuki sonuçlar doğururken, diğer devletlerin Kıbrıs’ı tanımaması, Kıbrıs’ın uluslararası toplumda siyasi varlığını sürdüremeyeceği anlamına gelemez. Yine aynı şekilde Çin Halk Cumhuriyeti uzun yıllardır devletler tarafından tanınmamasına rağmen uluslararası arenada varlığını sürdürmektedir. Tanıma kurumunun bir devletin kurucu unsuru olmaması sebebiyle, tanınmayan devlet fiilen var olduğu sürece uluslararası arenada hesaba katılması gerekliliği vardır. Örneğin Korfu Boğazı olayında, Uluslararası Adalet Divanı, İngiltere ile bu devletin tanımamış olduğu Arnavutluk arasındaki bu olayı dava olarak kabul etmekte bir sakınca görmemiştir.
Bu bilgilerden yola çıkarak Filistin Yönetimi’nin B.M.’e girişimini göz önüne aldığımızda, bu girişimin uluslararası arenada “tanınma” talebi olarak algılanması çok doğru değildir. Bunun sebebi B.M.’in bir siyasi topluluğa “devletlik” statüsü kazandırma yetkisinin bulunmamasıdır. Daha açık bir ifadeyle, B.M.’in Filistin’i tam üye olarak kabul etmesi, Filistin’in artık bağımsız bir devlet olduğunu göstermeyeceği gibi; B.M.’in Filistin’in başvurusunu reddetmesi, Filistin’in bundan sonra devlet olarak tanınamayacağı anlamına da gelemez. Zira Kosova örneğinde olduğu gibi, uluslararası arenada birçok ülke tarafından tanınmış olmasına rağmen halen B.M. örgütüne üye olmayan devletler de mevcuttur. Bu açıdan baktığımızda Filistin’in B.M.’e kabul edilmesi, onun bağımsız devlet olma yolundaki önemli bir adımı olarak görülebilir ve diğer ülkelerin Filistin’i tanıma yoluna daha rahat gidebileceklerini gösteren bir yol olabilir sadece. Güvenlik Konsey’i tarafından başvurunun reddedilmesi Filistin’in bağımsız devlet olma yolundaki iradesini ve gerçeğini değiştiremeyecektir. Zira bağımsızlık yolunda kararlılıkla mücadele eden Filistin Yönetimi’ni tüm dünya görmektedir ve kanaatimizce B.M.’in olası bir veto kararına rağmen dünya devletleri Filistin’i tanımaya başlayacaklardır. Bu durum ise yukarıda belirttiğimiz gibi bir devlet (Filistin)’in (B.M.’e kabul edilmemesi durumunda bile) uluslararası arenada siyasi varlığını sürdüreceği gerçeğini desteklemektedir.
Arş. Gör. M. Yusuf EREN
Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı