Filistin davası, Theodor Herzl isimli genç gazetecinin zamanında “hayal ürünü ve deli saçması” olarak karşılık bulan hayallerinin, ölümünden yaklaşık yarım asır sonra gerçekleşerek İsrail devletinin kurulmasıyla başlamış ve gün geçtikçe karmaşık, çözülmesi zor ve belki de çözülmesi çeşitli nedenlerle istenemeyecek bir hal almıştır. Filistin halkı da bu karmaşıklıktan nasibini almış ve kendi içerisinde birçok farklı fraksiyona ayrılmıştır. Başta El-Fetih olmak üzere, parça parça olan Filistin örgütleri “Filistin Kurtuluş Örgütü” (FKÖ) adı altında birleşmiş ancak İslamcı gruplar bu yapının dışında kalmayı seçmiştir. Avrupa’da sağ siyasetin yeniden yükselişe geçmeye başladığı bir atmosferde, 1988 yılında ilan edilen Hamas ise FKÖ’den farklı bir tavır ortaya koymuştur. Bu süreçte her fraksiyon, ideolojik kaynağına göre bir kurtuluş reçetesi belirlemiş ve bunu uygulamaya çalışmıştır. Ancak zaman içerisinde Filistin’deki bu bölünmüşlüğün Filistin davasına zarar verdiği ve sonuca ulaşmaktan bir hayli uzaklaştırdığı görülmüştür. Zira İsrail savaş uçakları tarafından atılan bombalar Fetihli veya Hamaslı ayırt etmeksizin bütünüyle Filistin’i yok etme çabasındadır.
Gazze’de nüfusun %30’unu oluşturan gençler, maruz kaldıkları saldırıları, internette bloglar yazarak dünyaya duyurmaya çalışmaktadırlar. Ancak Gazze’de ciddi taraftar bulan Hamas, ABD ve İsrail gibi devletler tarafından terör örgütü kabul edildiği ve gayrimeşru olarak görüldüğü için, gençlerin bu taleplerine uluslararası toplum “sözde duyarlı” kalmaktadır. Bunun üstüne Gazze’de yaşayan Filistinlilerle Batı Şeria’da yaşayan Filistinlilerin Kudüs meselesine yaklaşımının çok farklı olması da eklenince, içinden çıkılamaz bir hal oluşmaktadır. Esasında Filistinliler için ortak bir davanın neferleri olarak görülen örgütler de Filistin’de çok aktörlülüğe sebep olmakta ve sorunun tek elden yürütülmesini engellemektedir. Bu çalışmada da çok aktörlülüğe sebep olan örgütlerden Hamas ve FKÖ’nün kuruluş amaçları, 2000 sonrasındaki konumları ve devletlerin bu örgütlere yönelik etkisi gibi konular üzerinde durularak, Filistin meselelerine örgütler üzerinden bir bakış sağlanacaktır.
- Filistin’in Parlayan Yıldızları Nasıl ve Ne Amaçla Örgütlendi?
- Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
İngiliz sömürgesi altında kalan Filistin toprakları, 29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurul’u tarafından, Musevi Devleti, Arap Devleti ve Kudüs olmak üzere üçe bölünmüş ve Kudüs’ün uluslararası gözetime tabii tutulacağı kararı alınmıştır. 14 Mayıs 1948 tarihine gelindiğinde Filistin’in bölünmüş toprakları üzerinde bir İsrail devleti kurulmuştur. Bu durum, İsrail ve Arap komşuları arasında sıralı savaşların yaşanmasına sebep olmuştur. Bu savaşlardan 1948 ve 1973 savaşları Arap devletleri tarafından, 1956 ve 1982 savaşları İsrail tarafından başlatıldığı öne sürülebilirken, bu savaşlar arasında en önemli etkiye haiz olan 1967 savaşının ise sorumlusunun kim olduğu net bir şekilde belirtilememektedir (Lewis, 2014: 454-457).
İsrail’in kurulmasının ardından Arap devletlerin yanı sıra işgale tepki olarak Filistin’de de çeşitli direniş hareketleri baş göstermiştir. Filistinlilerin bu direniş için örgütlenmeye başlaması özellikle 1956 tarihinde Süveyş’te yaşanan kriz sonrasında gerçekleşmiştir. Bu şekilde örgütlenen yapılardan bir tanesi ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olmuştur. Bu örgüt, Nasır’ın önemli çabaları doğrultusunda, Arap Birliği’nin zirvesinde bağımsız bir Filistin Devleti kurmak amacıyla 1964 tarihinde kurulması kararlaştırılmıştır (Arı, 2017: 260). 29 maddelik “Filistin Milli Misakı” adı verilen belgeyle de örgütün anayasası şekillenmiş, Merkezi Kahire olarak belirlenen FKÖ’nün başkanlığına ise Birleşmiş Milletler (BM) Arap Birliği genel sekreteri ve Suudi Arabistan sürekli temsilcisi olan Ahmet Şukeyri getirilmiştir (Oruç, 2010: 60).
FKÖ seküler, liberal, milliyetçi, sosyalist ve birbirinden farklı pek çok ideolojik görüşe sahip siyasi parti ve bağımsız unsurları barındıran bağımsız bir Filistin Devleti kurmayı amaçlayan şemsiye niteliğinde bir organizasyondur (Ballı:2013,73). Büyük çaplı bir örgütlenmenin neticesinde Filistin de geniş bir kitleye hitap eden FKÖ, 7 Ekim 1959 tarihinde Yaser Arafat ve arkadaşları tarafından kurulan ve Filistin’in bağımsızlığını amaçlayan, Ortadoğu siyasetinin öncü aktörlerinden biri sayılabilecek El-Fetih örgütünü bünyesine katmıştır. Filistin milliyetçiliğini savunan ve ideolojik bağımsızlık iddiasında bulunan bu hareket zamanla silahlı bir direniş grubu haline gelmiştir. Yaser Arafat, FKÖ’nün en önemli organı olan Filistin Ulusal Konseyi’nin başkanlığına getirilmiş, bu durum FKÖ’nün kontrolünün Fetih Hareketi’ne geçmesine neden olmuş ve Filistin Milli Misakı 1968 Temmuz ayında yapılan Kahire Kongresi’nde Fetih’in görüşleri doğrultusunda sertleştirilerek değiştirilmiştir. Böylece başından beri Arap milliyetçiliğine karşı Filistin milliyetçiliğini savunan Arafat’ın Fetih hareketi, 1967 savaşından sonra FKÖ’nün liderliğini alarak Filistin davasının tek temsilcisi olmuştur (Oruç, 2010: 56-69).
Nasır’ın desteğiyle kurulan, Filistinli direniş örgütlerini bir araya getirmeyi ve verilen mücadeleyi uluslararası ortama taşımayı hedef alan FKÖ, 1967 yılına kadar askeri ve politik yönü etkisiz kalan bir örgüt olurken, askeri direnişi temel yöntem olarak benimseyen El-Fetih örgütünün lideri Arafat, FKÖ’yü sol ideolojinin hâkim olduğu ve askeri direnişin etkinliğini artırdığı söylemek mümkündür. Diğer yandan FKÖ, kuruluş bildirgesinde yer alan 9. ve 13. maddeleri gereğince dini ayrıma gidilmeden bir milliyetçi örgüt olarak kurulduğu anlaşılırken, Arafat’ın cihat anlayışını vurguladığı ve İslami bir direnişe destek verdiği görülmektedir. Arafat, HAMAS örgütünün önemli isimlerinden Yahya Ayyaş’ı İsrail’de tutuklu olduğu dönemde üzüntülerini dile getirmiş, öldürülmesinin üzerine de Filistin şehidi olarak tanımlamıştır. Arafat, 1990’lı yıllarda HAMAS örgütünün FKÖ içerisine dâhil edilmesi önerisinde de bulunmuş ancak HAMAS’ın İsrail’i tanımaması, Filistin’in kurtuluşu için Cihat’ı sürdürme isteği aynı zamanda %40’lık bir temsiliyet istemesi gibi durumlar birleşmeyi engellemiştir (Ayhan, 20090: 103-108).
Siyonizm, sömürü ve emperyalizmle mücadelede dünya halklarının artan direnişinin bir parçası olduğunu deklare eden Fetih, 1969’da Fas’ın başkenti Rabat’ta düzenlenen 5.Arap Birliği Zirvesi’nde destek görmüştür (Anadolu Ajansı, 2016). Fetih silahlı direnişin yanında diplomasi yürütmeye de karar vererek 1970’lerden itibaren İsrail’le diyaloğa açık ve iki devletli çözüme yeşil ışık yakan bir tutum sergilemiştir. Komuta merkezi birçok kez yer değiştiren Fetih bu yeni tutumu nedeniyle başlangıçta İsrail’in varlığına karşı olmasına rağmen sonradan, 1988 yılında, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararını kabul ederek bu görüşünü değiştirmiştir. Ancak özellikle İran İslam Devrimi’nin ardından Ortadoğu’da yükselen İslamcılık dalgası ve 1.İntifada sırasında Filistin direnişinde Hamas adıyla ortaya çıkan İslami eksen, Fetih’in önüne ideolojik bir meydan okuma olarak çıkmıştır (Sarı,2018:28). 12 Kasım 2004 tarihinde ise Filistin Devlet Başkanı ve Fetih’in lideri Yaser Arafat’ın öldürülmesi üzerine Mahmud Abbas, hem grup hem de ülke liderliğini üstlenmiştir (Yaşar-Özcan-Kor, 2010: 142).
- Hamas
Hamas 1987 Aralık’ında başlayan 1.İntifada’nın ilk günlerinde Şeyh Ahmed Yasin öncülüğünde, Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kanadı olarak kurulmuştur. Filistin’de 1930’lu yıllarda örgütlenmeye başlayan Müslüman Kardeşler hareketi Filistin’i İngilizlere ve Yahudilere karşı koruma görevinin Müslüman Kardeşler’e düştüğüne inanmıştır. Bu nedenle Müslüman Kardeşler hareketinin lideri Hasan El Benna, 1940’ların başından itibaren önde gelen Müslüman Kardeşler mensuplarını Filistin’e daha sık göndermeye başlayarak faaliyetlerin daha etkin şekilde yürümesini sağlamıştır (Mercan,2018:65,66).
Temel olarak toplumun kültürel, dini ve hayırseverlik faaliyetleriyle İslamileşmesi amacını taşıyan Hamas, 1.İntifada’ya kadar İsrail’in işgal politikasına karşı halkı bilinçlendirme çalışmaları dışında siyaset sahnesinde aktif bir görünüm sergileyememiştir (Mercan,2018:66). Bu süre zarfında FKÖ’nün kurulması ve Filistin davasının meşru savunuculuğunu üstlenmesi, Müslüman Kardeşler yapılanmasının ciddi bir krizle yüzleşmesine ve faaliyetlerinin ikincil konuma düşmesine yol açmıştır. Bunun yanı sıra FKÖ’nün benimsediği popüler mücadele tarzı ve seküler kimliği, Filistin topraklarında İslami bir düzenin tesisini amaçlayan Müslüman Kardeşler için büyük bir sorun oluşturmuştur. Tüm bu durumlar yukarıda da belirtildiği gibi 1987 Aralık ayında Hamas’ın ilanıyla sonuçlanmıştır (Asa,2020:1).
Her ne kadar FKÖ geniş bir kitle hareketi ve Filistin davasının meşru temsilcisi olsa da Filistin’in kurtuluşuyla ilgili olarak Arap milliyetçiliği ve sosyalist ideolojinin gücünü kaybetmeye başladığı 1970’lerden itibaren Filistinliler arasında giderek güçlenen İslamcılık düşüncesi Hamas’ın popüler bir karakter kazanmasını sağlamıştır (Asa, 2020:1). Hamas, sömürge karşıtı söylemlerle Batı merkezli siyasallığı reddetmiş, İslami ilkelerce şekillenen yeni bir siyasal düzen fikrini benimsemiş aynı zamanda fiili işgal statükosunu da yıkmaya dönük bir siyasal strateji izlemiştir (Mercan,2018:64). Hamas’ın ideolojik yönü ve temel hedefleri “Misak” adı verilen kuruluş tüzüğünde ortaya konulmuştur. 36 maddeden oluşan Misak Kur’an ayetlerine çokça yer vermiş ve Filistin mücadelesinin Yahudilere karşı dini bir mücadele olduğunu vurgulamıştır. Hamas’ın kendi meşruiyetini inşa ettiği temel unsurlar olarak Kur’an’ı öne çıkarması o güne kadar milliyetçi ve sosyalist hareketlerden umduğunu bulamamış Filistinliler için bir alternatif olarak değerlendirilmiştir. Ancak Hamas her ne kadar siyasi alanda bazı pragmatik açıklamalarda bulunup adımlar atsa da misakta kullanılan ideolojik dil ilerleyen süreçte örgütün “antisemitizm” gibi suçlamalarla muhatap olmasına ve hareket kabiliyetinin daralmasına neden olacaktır (Ulutaş, Salaymeh, 2017:1).
Hamas, özgür Filistin tesisinin sadece ulusal bir mesele olmadığını, hem Arap hem de İslam dünyasının özgür ve bağımsız Filistin için çaba göstermesi gerektiğini ve bu davanın tüm Müslüman dünya için bir sorumluluk olduğunu düşünen bir hareket olmuştur. Hasan el Benna’nın esas üç temel öğretisi olan “dini eğitim, uyanış ve örgütlülük” ü benimseyen Hamas, İran devriminin etkisiyle ise farklı bir tartışmanın içine sürüklenmiştir. Bu süreçte hem FKÖ üyeleri hem de eski Müslüman Kardeşler üyelerinin de içerisinde yer aldığı bir grup olan İslami Cihat tarafından pasifizm ve İsrail destekli faaliyetler yürütme suçlamalarıyla karşı karşıya kalmışlardır. FKÖ’den ziyade İslami Cihat örgütünün eleştirileri Filistinli Müslüman Kardeşleri etkilemiştir (Ayhan,2009:111). Bunun sebebi İslami Cihad örgütünün Müslüman Kardeşler’in temel politikaları aksine toplumsal dönüşüm sağlanmadan askeri direnişin başlaması gerektiğini savunması olmuştur. Başlangıçta İsrail için FKÖ’ye karşı bir denge unsuru olarak görülen Hamas, 8 Aralık 1987 günü bir İsrailli yerleşimcinin özel kamyonetiyle Filistinlileri taşıyan iki araca çarparak dört kişinin ölümüne yol açan saldırısının ardından, bazı örgütlerin eleştirilerinin de etkisiyle askeri direnişe geçme aşamasının geldiğini ilan etmişlerdir. Bu amaçla Hamas, siyasi propagandanın yanı sıra hareketin silahlı kanadı olan İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın kurulmasıyla askeri alanda da aktif rol oynamaya başlamıştır. Zaman içerisinde Kassam Tugayları’nın gerçekleştirdiği eylemler ve işgale karşı gösterdiği direniş, Filistin topraklarında İslami siyasal perspektifin yorumlanmasına yeni bir boyut getirmiş, Hamas’ın siyasal hayattaki varlığını da pekiştirmiştir. Batı ise Hamas’ı askeri kanadın eylemleri nedeniyle bir terör örgütü gibi tasvir etmiştir. Ancak Batılı devletlerin bu tutumu, Filistin ve çevresinde İslami siyasallığı marjinalleştirme ve hareketin meşruiyetini yok etmeye dönük bir çabadan kaynaklanmaktadır (Mercan,2018:68).
- 2000’lerde FKÖ ve Hamas Filistin’deki Konumu ve Önemi
İsrail’de 1992’de sol kanadın iktidara gelmesi, Körfez Savaşı’ndan sonra konumu zayıflayan FKÖ ile çok kuvvetli bir barış sürecini başlatırken, 1996 yılında ise sağcı Binyamin Netanyahu’nun seçimi kazanmasıyla “güvenlik içinde barış” hedefli güvenliği merkeze alan bir politika izlenmeye başlamıştır. Bu zaman diliminde Şeyh Ahmed Yasin’in esas itibariyle insanı, hizmeti esas alan toplumsal bir hareket olarak adlandırdığı Hamas, hızla halk arasında taraftar bulmaya başlamış ve intifada hareketlerini tıpkı FKÖ gibi sahiplenerek, mücadelede bir aktör haline gelmiştir. Özellikle 28 Eylül 2000’de sağ görüşe sahip bir politikacı olan Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’nın bulunduğu kompleksi ziyaret etmesi, El Aksa intifadası diye anılan ayaklanmaya dönüşmüş ve Filistinliler tahrik edici buldukları bu ziyareti protesto etmek için Aksa içerisinde nöbet tutmaya başlamış fakat bir süre sonra İsrail bazı grupların nöbet tutmasını yasaklamıştır (Özdemir:2018).
2002 yılına gelindiğinde artan intihar saldırıları sonucu Filistin kentleri sık sık baskına uğramış, birbirleriyle bağlantısı kesilmiş, kuşatılmış ya da uzun süreler boyunca sokağa çıkma yasağı altında kalmıştır. İsrail güçleri ve Filistinlilerin çatışması artarak devam etmiş bunun üzerine Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Avrupa Birliği’nden oluşan, “Dörtlü” Ortadoğu’da çözüme yönelik bir yol haritası ile süreci yeniden canlandırmaya çalışmıştır. 11 Kasım 2004’te ise yıllardan beri hareketin lideri konumunda olan ve bu siyasal durumunu 1996’da yapılan bir seçimle meşru hale getiren Yaser Arafat’ın ölümü Filistin mücadelesinde yeni bir sayfa açmış, Filistin halkı lidersiz kalmamak için seçime gitme kararı almıştır. 9 Ocak 2005’te yapılan Filistin Ulusal Yönetimi Başkanlık seçimini Mahmut Abbas kazanmıştır (VOA, 2015).
Mahmut Abbas, Arafat’ın izlediği politikanın tersine Batı ve İsrail ile uzlaşma politikasını tercih etmiş, bu politikasıyla da FKÖ halk nezdinde güç kaybetmiş, Hamas ise güç kazanarak 2006 seçimlerine katılma kararı almıştır. Seçim sonrasında Hamas, tek başına hükümet kurarken, AB ve ABD tarafından Filistin yardımları durdurulmuş, İsrail ise Filistin üzerindeki baskılarını artırmıştır. Bu durum, FKÖ ve Hamas arasındaki gerginliği artırsa da Filistin üzerinde kurulan baskıların azaltılması amacıyla iki örgüt 17 Mart 2007 tarihinde birlik hükümetini kurarak Filistin’e ikili bir yönetim anlayışı getirmişlerdir (Ballı, 2013: 90-91). Bu sırada İsrail, Gazze ve Batı Şeria’nın bir bölümünden çekilirken Gazze’yi denizden, karadan ve havadan abluka altında tutmaya başlamıştır. Hamas “İslami Direniş Hareketi” adıyla girdiği seçimlerde mecliste 74 sandalye kazanırken, Fetih 45 sandalye kazanmıştır. Hamas’ın bu başarısında seçim sürecinde yürüttüğü propagandanın büyük bir etkisi olmuştur. Özellikle hem Batı Şeria hem de Gazze Şeridi’nde yaşayanların ortak isteğinin istikrar, güvenlik ve iktisadi iyileşme yönünde olması nedeniyle Hamas seçim sürecinde Filistinlilerin bu taleplerini dikkate almış, İslami düzen vurgusu ve işgal karşıtı söylemin yanında Filistin toplumunun sorunlarına somut çözüm önerileri getiren bir programla yola çıkması Hamas’ı zafere götürmüştür (Mercan,2018:70).
Aynı zamanda Hamas’ın seçimleri kazanması AB ve ABD’nin Filistin’e yönelik yardımlarının durdurmalarına neden olmuştur. Nitekim seçim sonuçlarına rağmen ABD ve AB dahil olmak üzere uluslararası toplumun büyük bir kısmı Hamas’ı “terör örgütü” olarak kabul ettikleri için Hamas’la çalışmayı reddetmiştir. Bu durum Filistinli gruplar arasındaki gerginliği arttırmış ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas liderliğindeki Fetih hareketi Batı Şeria’yı yönetimi altında tutarken, Hamas ise kontrolü sağladığı Gazze’de ikinci bir hükümet kurmuştur. FKÖ ve Hamas arasındaki siyasi mücadele 2007 yılına gelindiğinde iyice tırmanmış, Batı Şeria ve Gazze’de tarafların kendi kontrolündeki bölgeler dışında da baskı yapılmaya başlanmış, Filistin siyasetinde önemli rol oynayan aileler, FKÖ ve Hamas ikilisinden birini seçmek zorunda kalmışlardır (Ballı,2013:93). Filistin halkının kendi içerisindeki bu mücadelesi uluslararası kamuoyunda “Filistin İç Savaşı” olarak nitelendirilmiştir (Hürriyet,2007).
Kendi içerisinde bütünleşmeden, uzlaşmadan uzak olan Filistin halkı 2008, 2012 ve 2014 yıllarında İsrail’in çeşitli nedenlerle makul gördüğü ancak etkisi büyük birçok saldırısına maruz kalmıştır. 27 Aralık 2008 ve 18 Ocak 2009 tarihleri arasında 22 gün süren ve İsrail’in “Dökme Kurşun Operasyonu” olarak adlandırdığı bu saldırı sonucunda 1436 Filistinli ölmüş, 5400 Filistinli yaralanmış ve İsrail yaklaşık 1000 ton patlayıcı kullanmıştır (Anadolu Ajansı, 2016). İsrail’in bu operasyonda kullandığı orantısız güç ve derin insan hakları ihlalleri öyle bir boyuta ulaşmıştır ki normal şartlarda her daim duyarlı olamayabilen uluslararası toplum üyeleri Gazze’de yaşananlara İsrail’in önceki katliamları gibi sessiz kalamamıştır (Turhan,2009:162). 2012 yılına gelindiğinde ise ateşkese rağmen gerçekleştirilen “Bulut Sütunu Operasyonu” ve 2014 yılında son 20 yılın en ölümcül askeri çatışması olarak adlandırılan “Gazze Savaşı” 67 İsrailli’ye karşılık 2 bin 101 Filistinli’nin ölümüne neden olmuştur (Deutsche Welle, 2019). Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise İsrail’in çeşitli bahaneler ile bölgeye kapsamlı operasyonlar düzenleyebilmesinin, Filistinlilerin kendi aralarında düştükleri meşru temsilci tartışmalarına borçlu oluşudur (P. Cankara, Y. Cankara,2019: 481). Filistinlilerin kendi aralarında birliği sağlayamamaları İsrail’in operasyon düzenleyebilmesini kolaylaştırmıştır.
İsrail’in 2008,2012 ve 2014 yıllarında gerçekleştirdiği operasyonlar her ne kadar çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine neden olsa da netice itibariyle Hamas’ın daha çok güçlenmesine vesile olmuştur. Seçimlerin ardından yalnızlaştırılan Hamas’ı bitirmek adına gerçekleştirilen bu saldırılar, İsrail’in yayılma stratejisi açısından başarısızlıkla sonuçlanmasına, Kassam Tugayları’nın ise zaman içerisinde askeri kapasite ve yeteneğini geliştirmesine neden olmuştur (Mercan,2018: 71). İlerleyen süreçte ise İsrail’in baskısının gün geçtikçe artması ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Hamas’a yönelik sert politikası, Hamas’ı radikal kararlar alarak yeni stratejiler ortaya koymaya itmiştir. Bu amaçla Hamas, 2017’de yeni vizyon belgesini açıklamış, böylece direniş hareketinin yeniliklere açık olduğunu uluslararası topluma yansıtmıştır. Bu belgede en dikkat çekici nokta ise Hamas’ın fikri açıdan İhvan ekolünün bir parçası ancak bağımsız bir örgüt olarak tanımlanması, 1967 sınırları içinde Filistin devletinin kabulü gibi maddelerle birlikte çatışmanın Yahudilik ve Yahudilerle değil, Siyonist projeyle olduğu vurgusudur. Hâlihazırda “terör örgütü” ve “antisemitizm” damgası vurulan Hamas ile birçok devletin ancak gayrı resmi bir şekilde ilişkilerini sürdürdüğü düşünüldüğünde bu belgeyle Hamas’ın hem bölgesel hem de uluslararası arenada siyasi meşruiyetini artırmaya çalıştığı söylenebilir. Aynı zamanda Hamas bu belgeyle, Fetih hareketinin yaklaşık elli yıldır tekelleştirdiği Filistin siyaseti ve uluslararası arenada bir alternatif olacağına işaret etmiştir (Ulutaş, Salaymeh:2017,3).
- Filistin’de Değişen Güç Dengeleri
Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da bulunan devletler için Filistin sorunu bölgede etki sahibi olmanın vesilesi niteliğindedir. Bu nedenle bölgedeki birçok devlet çeşitli şekillerde söz sahibi olmaya, aktör olmaya, rol oynamaya çalışmaktadır. Bu açıdan değerlendirilmesi gereken devletlerin başında Mısır gelmektedir.
Abluka altındaki Gazze’nin dünyaya açılmasını sağlayacak tek sınır kapısına sahip olan ve “Arap dünyasının kalbi” olarak adlandırılan Mısır için “Filistin sorunu” en temel dış politika konularının başında gelmektedir. Mısır’ın ulusal güvenliğinin sağlanmasının yanında Filistin sorununun Mısır halkının gönlünde bir değeri ve yeri olması da bu durumun bir göstergesidir (Nassar,2014). Ayrıca Filistin’de yaşanan kargaşayla ilgili olarak Mısır başından beri ya öncü rol oynamış ya da oynaması beklenilmiştir (Özkan,2009:98).Önceleri Filistin’in kurtuluşu üzerine şekillenen Mısır dış politikası, Mübarek döneminde İsrail ile aynı paralelde ilerleyecek şekilde değişime uğramıştır (Şahinoğlu, Ateş, 2017:119). Ancak “Arap Baharı” olarak adlandırılan sürecin ardından Mübarek rejiminin devrilip Mursi’nin iktidara gelmesi, çok kısa bir süre sonra gerçekleşen 3 Temmuz darbesiyle de Sisi’nin yönetimi devralması Mısır’ın Filistin’e yönelik tutumunda çok büyük değişikliklere neden olmuştur. Müslüman Kardeşler hareketine yakın olan Mursi yönetimde kaldığı süre boyunca İsrail saldırılarına karşı çıkan, siyasi ve ahlaki olarak direnişin yanında konumlanan bir politika izlemiştir. Aynı zamanda Mursi, Gazzeliler için hayati bir öneme sahip olan Refah sınır kapısını açarak Gazze’ye maddi ve manevi desteğini göstermiştir. Mursi döneminde Hamas ile ilişkilerin derinleşmeye başlaması, Hamas’ın uzun yıllardır Suriye’de olan Siyasi Bürosunun Kahire’ye taşınması gibi durumlar Mısır siyasal sistem ve dış politikası İslamlaşıyor algısını doğurmuştur (Şahinoğlu, Ateş, 2017:120). Mübarek döneminde askeri istihbaratın başkanı olan Abdülfettah Sisi’nin 3 Temmuz askeri darbesinin ardından başa geçmesiyle ise Hamas Mısır’ın güvenliğini tehdit eden düşman ve bir terör örgütü olarak görülmeye başlanmıştır. Bunun yanı sıra Gazze ve Mısır arasında ulaşımı sağlayan ve sayısı binleri bulan yer altı tünellerinin birçoğu darbe yönetimi tarafından imha edilmiş ve Refah sınır kapısı neredeyse daimi surette kapatılmıştır. Bu duruma neden olan başlıca faktör Sisi’nin Hamas hareketine olan şahsi düşmanlığı ve Hamas-İhvan ilişkisi olarak görülmektedir (Nassar,2014).
Ortadoğu’da kendi çıkarlarını korumak için İsrail’e ihtiyaç duyan ABD ise, İsrail’in güvenliğini sağlamak adına birtakım stratejiler izlemektedir. Bu amaçla ABD Mısır ile ilişkilerini geliştirmiş ve bazı dönemlerde İsrail-Mısır arasındaki çatışmaları sona erdirmek ve barışı sağlamak adına müzakere yöntemine başvurmuştur. Ancak Mısır’da Müslüman Kardeşler hareketine yakın olan Mursi’nin iktidara gelmesiyle değişen Filistin politikası, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını tehlikeye düşüreceği endişesini doğurmuştur (Şahinoğlu, Ateş, 2017:121). 3 Temmuz 2013’te gerçekleşen askeri darbenin ardından ise hem Mısır dış politikasında bir eksen kayması gözlemlenmiş hem de ABD, İsrail ve Filistin’e yönelik daha aktif bir politika izlemeye başlamıştır. Bu bağlamda ABD, 14 Mayıs 2018 tarihinde uluslararası hukuk ve meşruiyeti açık bir şekilde ihlal ederek ve uluslararası toplumun Kudüs’e ilişkin tutumunu açık biçimde aşağılayarak Büyükelçiliğini Kudüs’te gayrı hukuki şekilde açmıştır. Bu durumu İslam İşbirliği Teşkilatı(İİT), ABD Yönetimi’nin kendi taahhütleriyle çelişerek Filistin halkının meşru haklarını ve uluslararası hukuku küçümsediğini ve bunlara saygısızlık ettiğini, İslam Ümmetinin haklarına ve dini duygularına saygı duymadığını gerekçe göstererek şiddetle kınamıştır (Dışişleri Bakanlığı, 2018). Kısa bir süre sonra 28 Ocak 2020 tarihinde ise dönemin ABD başkanı Donald Trump, İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile birlikte bir Beyaz Saray basın toplantısında Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği sözde “barış planı”nı açıklamışlardır. Bu planı hazırlayan ise eski ABD Başkanı Trump’ın danışmanı aynı zamanda damadı olan ve Ortodoks Yahudi geleneklerine göre yetiştirilmiş olan Jared Kushner’dir (P. Cankara, Y. Cankara,2020:488). Filistin-İsrail ihtilafını bir “emlak anlaşmazlığı” olarak tanımlayan Kushner’in hazırladığı bu plan, Filistinlilerin işgal altındaki Doğu Kudüs’te inşaat ruhsatı almasını neredeyse imkânsız hale getirerek yeterli konut, altyapı ve geçim yollarının geliştirilmesini engellemektedir (Middle East Monitor,2021). Planın yaslandığı temel mantıksal çerçevenin, İsrail’in ilhak etmek amacıyla göz koyduğu Filistin topraklarını bütünüyle bu ülkeye bırakmak ve İsrail’in bir “Yahudi devleti” olarak elde etmek istediği tüm imtiyazları tanımak yönünde olduğu görülmektedir (Aral,2020). Uzunca bir süre birbirleriyle mücadele halinde olan Fetih ve Hamas ise bu plana başından beri karşı çıkarak belli konularda uzlaşabildiklerini dünya kamuoyuna göstermiş bulunmaktadırlar. Başta El-Aksa Camii olmak üzere, Kudüs’teki Müslümanlara ait ibadethaneleri ve kutsal mekanları İsrail’in egemenliğine bırakan bu plana karşı gösterilen net duruşta Filistin Otoritesi’nin bazı endişeleri de yatmaktadır. Özellikle bir iş birliği içerisinde hareket eden İsrail, ABD, Mısır ve Suudi Arabistan’ın istekleri üzerine, Gazze’nin Batı Şeria’dan kopartılması, Gazze’ye ekonomik kalkınma sözü verilerek burada Hamas’ın daha da güçlenmesi ve Filistin’in geleceği hususunda barış masasında bir müzakere yapma gereğinin kalmaması muhtemel sorunlar olarak görülmektedir (P. Cankara, Y. Cankara,2020:489).
Bu planın hayata geçirilebilmesi için, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere, birçok Arap ülkesi Filistin halkına ‘rüşvet’ olarak önerilen parasal desteği yükümlenerek bu planın işbirlikçisi haline gelmişlerdir. Körfez ülkelerinin utanç verici tutumuna karşın başta Türkiye ve İran olmak üzere Müslüman ülkelerin büyük çoğunluğu bu plana karşı çıkmışlardır (Aral:2020).
El Fetih Sözcüsü Usame el-Kavasmi bu konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada Filistinlilerin bu durumda particilik yapmaksızın ulusal çıkarlarını öne almaları ve bölünmeyi sonlandırmaları gerektiğini vurgulamıştır. Hamas ise Yüzyılın Antlaşması’nı Filistin davasını ve Filistin halkının haklarını para ve ekonomik projeler karşılığında yapılan ucuz bir takas olarak nitelendirmiştir. Dolayısıyla ABD’nin Filistin için öngördüğü barış planı, tahmin edilenin aksine kendi içerisinde birçok gruba ayrılmış Filistin halkını plana karşı aynı noktada buluşmaya ve aralarındaki ayrılığı çözümlemeleri gerektiği sonucuna itmiştir (P. Cankara, Y. Cankara,2020:495).
Filistin davasında özellikle Hamas için değerlendirilmesi gereken bir diğer ülke de Suriye’dir. Müslüman Kardeşler hareketinden çıkan Hamas ve Suriye İhvanı “yabancı-Müslüman olmayan” hâkimiyete yönelik olarak ortak düşman üzerinden yükselmiştir. Ancak İsrail düşmanlığı ile ön plana çıkan ve tarih boyunca bu sürekliliğini koruyan Hamas’ın aksine Suriye İhvanı’nda Fransa’nın bölgeden çekilmesiyle ortak düşman algısı etkisiz hale gelmiştir. İlerleyen süreçte de Hamas Filistin halkıyla derin bağlar kurarak yükselirken, Suriye İhvanı Baas rejimi ile Suriye’den aşamalı olarak tasfiye edilmiştir (Gürpınar,2018:338). 1980’lerde Müslüman Kardeşler hareketini sert bir şekilde bastıran Suriye rejimi, geçtiğimiz yıllar içerisinde ise Hamas’la aynı referans noktalarından hareket eden Müslüman Suriye halkına uyguladığı orantısız şiddet nedeniyle Hamas’la yollarını ayırmıştır (Ballı,2013:109). 28 Ocak 2020 tarihinde eski ABD Başkanı Trump tarafından açıklanan “Yüzyılın Anlaşması”nın ise Hamas ve Suriye cephesinde yeni gelişmelere neden olacağı düşünülmektedir. Özellikle Körfez ülkelerinin ABD’nin sözde barış planına destek vermesi ve İsrail ile ilişkileri normalleştirme arzusu Hamas’ı yeniden Suriye’yle işbirliği yapmaya itebilecek bir sebep olarak görülmektedir. Hamas Siyasi Büro üyelerinden Mahmud El Zahar da bir haber sitesinde yaptığı açıklamada “Bence Esad’a sırtımızı dönmemeliydik. Daha en başından tarafsız kalsaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum” şeklinde konuşarak uzlaşı için atılan adımları doğrulamıştır (Melhem,2019).
Bölgede dengeleri büyük ölçüde değiştirebilecek bir güce sahip olan İran ise 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra Tahran’daki İsrail büyükelçiliğini Filistin Kurtuluş Örgütü’ne tahsis ederek yaptığı jestten itibaren Filistin davasına ve İsrail karşıtı mücadeleye çeşitli şekillerde destek vermiş bir ülkedir. Fakat 2011’de başlayan Suriye iç savaşı İran-Filistin ilişkilerini farklı bir yöne çekmiştir. Hamas’ın Suriye iç savaşında halkın hükümete karşı gösterdiği tepkilere destek verip, Esad hükümetinin halka yönelik sert tutumunu değiştirmesi ve halka işbirliği yapması gerektiğini savunması İran-Filistin ilişkilerinin soğumasına neden olmuştur. Nitekim İran Suriye’deki ayaklanmanın ABD ve İsrail’in bir oyunu olduğunu öne sürerek buradaki gerçek amacın İran-Suriye direniş cephesini çökertmek olduğunu iddia etmektedir (Şahin,2019:1). Ancak Hamas, 2017 yılında Müslüman Kardeşler hareketinden ayrılarak Suriye devrimine destek veren tutumundan geri adım atmış aynı zamanda bölgedeki siyasi rekabetten ayrı kalmak ve tarafsız olmak istediğini belirtmiştir (İzzeddin,2019). İsrail karşıtı İran ile ortak düşmana sahip olan Hamas Suriye politikasını değiştirmesiyle, Hamas-İran arasında ılımlı bir hava esmeye başlamıştır (Yakın Doğu Haber,2016). Mezhepçi tutumuyla bölgede sicili bozulan İran için Hamas’la ilişkileri iyileştirmek büyük bir fırsattır. Zira İran bu sayede Filistin davasına sahip çıktığını göstererek bozulan sicilini düzeltme imkânı bulacak aynı zamanda kendisine yönelik olası bir ABD-İsrail operasyonuna karşı İsrail’e güneyde yeni bir cephe açma şansı yakalayabilecektir (Şahin,2019:2).
Sonuç
FKÖ ve Hamas Filistin’de özgürlüğü ve kurtuluşu hedefleyen fakat bu hedefi farklı yollarla gerçekleştirmeye çalışan iki önemli güçtür. İdeolojik ve teknik açıdan farklılıklar içerseler de mücadeleye devam etmektedirler. Bu mücadelede FKÖ, Filistinlilerin ideallerini gerçekleştirmeye yetmeyen ve taviz politikasına dönüşen bir dil kullanırken Hamas kayıtsız şartsız direnişi savunan bir yol izlemektedir. Fakat bu mücadele, hem FKÖ ve Hamas arasında bir orta yolun bulunamaması hem de bazı devletlerin FKÖ ve Hamas arasındaki görüş ayrılıklarını derinleştirmesi nedeniyle kesintiye uğramakta hatta hiçbir yol kat edilememesine neden olmaktadır. Filistin topraklarının fiziksel bir bütünlüğe sahip olamaması da farklı görüşlere sahip Filistinlileri uzlaşmaktan ziyade birbirini suçlamaya ve Filistin davasına zarar vermeye itmektedir. Uzlaşmaktan uzak olan Filistin halkının bu durumu ise başta İsrail olmak üzere birçok devletin işine yaramaktadır. Devletler esasen tüm dünyanın duyarlı olması gereken bu durumu kendi politikalarına uygun düştüğü ölçüde ve zamanda önemsemektedirler. Küresel sermayenin büyük bir kısmını elinde tutan İsrail’in işgalleri uluslararası toplum tarafından sadece “kınanmakta” buna karşın Arap ülkelerinin yöneticileri Filistin meselesini kendi siyasi meşruiyetlerini sürdürebilmek için bir argüman olarak kullanmaktadır. Arap ülkelerinin somut adımdan uzak söylemlerinin yanı sıra eski ABD başkanı Donald Trump’ın açıkladığı ve Filistinlilerden çok İsrail’i öne çıkaran Yüzyılın Antlaşması’na Körfez ülkelerinin destek vermesi ise Filistin’deki mevcut kutuplaşmayı çözebilecek nitelikteki gelişmelerdir. Nitekim bu durumun farkına varan Filistinliler kısa bir süre önce, içinde bulundukları ekonomik ve siyasi krizi çözmek amacıyla seçim kararı almışlardır. Filistinli bir gazeteciye göre Türkiye ve Rusya gibi önemli aktörlerin desteklediği seçim kararı, Filistinli grupların elini hem uluslararası toplum karşısında güçlendirecek hem de kendi halkı karşısında rahatlatabilecektir. Aynı zamanda bu seçim vesilesiyle, İsrail’in her fırsatta Filistin’deki siyasi bölünmüşlüğü gerekçe göstererek barış müzakerelerine engel olmasının önüne geçilmek istenmektedir. ABD’de başkanlığı devralan Joe Biden’ın demokrasi ve insan hakları konusunda izlemeyi vadettiği politikaları da göz önünde bulunduran Filistin halkının seçimlere giderek, ABD’den FKÖ’yü terör listesinden çıkarmasını isteyeceği de son dönemde oldukça gündeme gelen bir konudur.
Uluslararası toplumun Filistin’de yapılacak seçimlere saygı duyup duymayacağı ve temel Ortadoğu politikası İsrail’in güvenliğini sağlamak olan ABD’nin başkan değişse de bu tutumun değiştirmeyeceği tartışma konusuyken, Filistinlilerin zor şartlar altında hayatta kalmaya çalışması gözle görünür bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâlihazırda dışa bağımlılık, temel ihtiyaçlar için kontrollü kotalı enerji, üretimdeki çıkmaz, işsizlik, sosyal desteklerin dolaylı olarak zedelediği toplumsal yapı, gençlerin psikolojik sorunları hatta uluslararası yardımların Filistin iç siyasetinin dizayn edilmesi için araçsallaştırılması gibi iç içe geçmiş birçok problemle karşı karşıya kalan Filistin’in siyasi açıdan birliğini ve bağımsızlığını gerçekleştirebilir hale gelmesi, bu sorunları aşabilmek için vazgeçilemeyecek nitelikte bir koşuldur. Zira gündemde olmayanı durağan, olağan ve sıradan kabul ettiğimiz şu günlerde Filistin içerisindeki rekabet, İsrail’in derin insan hakları ihlallerini gölgelemektedir. Filistin’deki oluşumların rekabetten ziyade “birlikten kuvvet doğar” düşüncesiyle uzlaşma yolunu seçmesi, uluslararası kamuoyunun Filistin meselesine daha duyarlı olmasını ve İsrail’in işgallerinin daha fazla öne çıkmasını sağlayacaktır.
Sena Nur ŞEN
Akademi Birimi
Kaynakça
Amr, A. E., (2014). Hamas- İran yakınlaşma: Kazanımlar ve Bedeller. http://www.aljazeera.com.tr/gorus/hamas-iran-yakinlasmasi-kazanimlar-ve-bedeller, (Erişim Tarihi 18.03.2021)
Anadolu Ajansı, (2016). Direniş Hareketinden Filistin İktidar Partisine Fetih Hareketi. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/direnis-hareketinden-filistin-iktidar-partisine-fetih-hareketi-/695445, (Erişim Tarihi: 15.03.2021)
Anadolu Ajansı, (2018). ABD’nin Kudüs Büyükelçiliği açıldı. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abdnin-kudus-buyukelciligi-acildi/1145275, (Erişim Tarihi: 18.03.2021)
Aral, B., (2020). Yüzyılın Anlaşması mı, Yüzyılın İhaneti mi?. https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yuzyilin-anlasmasi-mi-yuzyilin-ihaneti-mi/1720064, (Erişim Tarihi: 18.03.2021)
Asa, A.F., (2020). Misak’tan Yeni Belge’ye Hamas ve Değişim. İNSAMER, Araştırma:115, Nisan,2020.
Ayhan, V. (2009). Hamas: Filistin Direnişinde Politik İslam. Ortadoğu Etütleri, Cilt:1, 99-134, Temmuz, 2009.
Ballı, S. (2013). Filistin Sorununda FKÖ ve Hamas Faktörü. https://dosyayukleme.ahievran.edu.tr/dosyalar/5-siTTiKA_BALLi.pdf, (Erişim Tarihi: 04.03.2021).
BBC News Türkçe, (2018). 1799’dan Günümüze Filistin Tarihi ve Ortadoğu Sorunu. https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44128837.amp, (Erişim Tarihi: 17.03.2021)
Cankara, P. Ö. Cankara, Y.(2020). 2000’lerde Filistin’de Meşru Temsilcilik Tartışmaları: Hamas ile el-Fetih Arasındaki Rekabet. KAÜİİBFD, Cilt:11, Sayı: 21, 469-503, Mayıs, 2020.
Deutsche, W., (2019). İsrail- Filistin Savaşının 20 Yılı. https://amp.dw.com/tr/israil-filistin-sava%C5%9F%C4%B1n%C4%B1n-20-y%C4%B1l%C4%B1/a-48071976, (Erişim Tarihi: 15.03.2021)
Doğru Haber, (2020). Hamas Liderinin Dilinden: Geçmişten Bugüne Hamas- İran İlişkileri. https://dogruhaber.com.tr/haber/635406-hamas-liderinin-dilinden-gecmisten-bugune-hamas-iran-iliskileri/, (Erişim Tarihi: 18.03.2021)
Emre Ç., (2010). Hamas Hakkında Her Şey. https://t24.com.tr/amp/haber/hamas-hakkinda-her-sey,86613, (Erişim Tarihi: 11.03.2021)
Gürpınar, B. (2018). Toplumsal Hareketler ve Ortak Düşman Algısı: Suriye İhvanı ve Hamas. Ege Akademik Bakış, Nisan, 2018, ss. 331-341.
İzzeddin E. A., (2019). İhvan’dan Uzaklaşan Hamas İran ve Hizbullah ile Yakınlaşıyor. https://turkish.aawsat.com/home/article/1765806/ihvandan-uzakla%C5%9Fan-hamas-iran-ve-hizbullah-ile-yak%C4%B1nla%C5%9F%C4%B1yor, (Erişim Tarihi: 19.03.2021)
Karagöl, E.T., Özdemir B.Z. (2017). Türkiye’nin Enerji Ticaret Merkezi Olmasında Doğu Akdeniz’in Rolü. SETA,2017.
Lewis B., Ortadoğu: İki Bin Yıllık Ortadoğu Tarihi. Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2020.
Melhem, A., (2019). Körfez Devletlerinden Aradığını Bulamayan Hamas- Suriye’ye Yöneldi. https://www.al-monitor.com/tr/originals/2019/07/iran-hamas-resuminig-ties-syrian-crisis-strategic-vision.html?amp, (Erişim Tarihi:18.03.2021)
Mercan, M.H. (2018). Süreklilik ve Değişim Bağlamında Hamas’ın Siyasal Stratejisi. Ortadoğu Etütleri 2018, Cilt 10, 62-78, Haziran, 2018.
Mıddle East Monitor, (2021). Kushner Describes Palestine-Israel Conflict as ‘Real Estate Dispute’,(18 March 2021), https://www.middleeastmonitor.com/20210318-kushner-describes-palestine-israel-conflict-as-real-estate-dispute/, (Erişim Tarihi: 18 .03.2021)
Nassar, C., (2014). Mısır’ın Gazze Savaşındaki Rolü. (26 Temmuz 2014), http://www.aljazeera.com.tr/gorus/misirin-gazze-savasindaki-rolu,(Erişim Tarihi:17.03.2021)
Oruç, S. (2010). Filistin Halkının Parçalanmışlığı: Hamas El-Fetih Çatışması. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/46019.pdf, (Erişim Tarihi:04.03.2021)
SETA, (2011). Hamas ile El- Fetih Arasındaki Çatışma ve Müzakere Süreci. (5 Mayıs 2011), https://www.setav.org/hamas-ile-el-fetih-arasindaki-catisma-ve-muzakere-sureci/, (Erişim Tarihi 23.03.2021)
Turgut A. B., (2021). Filistin’de Devlet Başkanlığı ve Milletvekilliği Seçimleri 14 Yıl Aradan Sonra Neden Şimdi Yapılıyor?. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/filistinde-devlet-baskanligi-ve-milletvekilligi-secimleri-14-yil-aradan-sonra-neden-simdi-yapiliyor/2111948, (Erişim Tarihi: 18.03.2021)
Turhan, T. (2009). Uluslararası Hukuk ve İsrail’in Gazze Harekatı. İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:41, 161-181, Ekim, 2009.
T.C. Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/abd-nin-kudus-te-buyukelcilik-acmasina-iliskin-iit-db-konseyi-aciklamasi.tr.mfa, (Erişim Tarihi 17.03.2021)
VOA, (2005). Filistin Seçimini Mahmud Abbas Kazanıyor. https://www.amerikaninsesi.com/a/a-17-2005-01-09-voa4-87978952/837762.html, (Erişim Tarihi:14.03.2021)
Ulutaş, U., Salaymeh, B. (2017). Hamas’ın Yeni Siyaset Belgesi. SETA Perspektif, Sayı: 173, Mayıs, 2017.
Yaşar, F.T., Özcan, S.A., Kor, Z.T. (2010). Siyonizm Düşünden İşgal Gerçeğine Filistin. İHH Yayınları, Yayın no:5, Aralık, 2010.
Özdemir İ. F., (2018). Mescid-i Aksa’ya Baskın ve Tarihçesi. https://www.gzt.com/amphtml/mecra/mescid-i-aksaya-baskin-ve-tarihcesi-3400838, (Erişim Tarihi: 16.03.2021)
Şahin, A., (2019). İran- Hamas İlişkilerinde Yeni Sayfa. İNSAMER, Ağusto,2019.
Şahinoğlu, M.C., Ateş, A. (2017). Ortadoğu’da Darbelerin Arka Planı: Mısır Örneği. TESAM Akademi Dergisi, Cilt:4, Sayı:1, Ocak,2017, ss.97-131.