Filistin Ulus Kimliğinin Doğuşu

İsrail ve Filistin arasındaki gerginlik ve savaş durumu her iki milletin de ulus kimliğinin oluşumunda önemli bir yer teşkil etmektedir. Buna paralel olarak 15 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kurulmasını Filistin ulus kimliğinin doğuşu olarak nitelendiren güçlü bir akımın olduğu görülür. Bu yazıda tarihsel süreçte Filistin kimliğine ve bu kimliğin modern ulusal kimliğe dönüşümünü inceleyerek bu görüşü değerlendirmeye çalışacağım.

“Kimlik” kavramı öncelikle “öteki” olanı temel farklılıklar üzerinden tanımlamayı gerektirir. Batı siyaset teorisinde daima “varlık felsefesine” işaret edilir ve kimlik tanımı “aynılık” üzerinden inşa edilir.[1] Şarkiyatçı diskurda “öteki” Batılıdan eksikleri ve farklılıkları üzerinden tanımlanmaktadır. Balibar’ın da vurguladığı gibi (Ficte’nin terminolojisini kullanarak) dış sınırlar daima içselleştirilmiş toplumsal kimliğin bir yansıtıcısı ve de aynı zamanda koruyucusu olarak tahayyül edilmelidir. “Öteki” nin yaratılması öncelikle “kendi” kavramının hikâyeleştirilmesi ve destanlaştırılmasını gerektirir.

Filistin’in tarih boyunca egemenlikten yoksun kalması [2]ulusal hafıza oluşturmak için gerekli olan ulusal mitler, hikâyeler, marşlar ve ulusal tarih oluşumunu da engellemiştir. Bu ulusal ve toplumsal bellek oluşturmadaki eksiklik Filistin ulusal kimliğinin oluşumunu da engellemiştir, bununla birlikte 15 Mayıs 1948’den sonra Filistinliler ortak bir gelecek ve vatanın eksikliği çerçevesinde bir araya gelmişlerdir. Nakba, ülkenin hızlı bir şekilde Arap kimliğinden sıyrılması [3]ve de Filistin kimliğinin yeniden oluşturulmasıyla ilişkilendirilir.

Nakba’dan sonra Filistin kimliğinin oluşumunu irdelemeden önce, kimliğin ulusal kimliğe dönüşümünü engelleyen tarihsel ve kültürel sebeplere değinmek istiyorum. Öncelikle, bölgeyi domine eden Britanya ve ABD, Filistinlileri kendilerine bir tehdit olarak görmüştür. Filistin’in mandateri olan Britanyalılar Filistin’in ulusal haklarını görmezden gelmiş ve Filistinlileri tanımlarken “Filistinli” yerine “Filistin’deki Yahudi olmayan topluluklar” kavramını kullanmışlar aynı zamanda da Filistin kimliğini yok sayan Siyonist hareketi desteklemişlerdir. ABD de bu konuda Britanya ile aynı politikayı benimsemiştir. 1978’de yapılan Camp David Antlaşması “Filistin halkının meşru hakları” ibaresini içererek ABD’nin Filistinlilerin bazı politik haklarını tanıdığını gösterse de, Filistin’in ulusal varlığının tanındığına dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.[4]

İkinci olarak, Siyonist hareket; Filistin ulus kimliğinin gelişimini engelleyen en önemli faktörlerden biridir. Siyonistler kendi kimliklerini oluştururken aynı zamanda da Filistin kimliğinin meşruluğunu ortadan kaldırdılar. Siyonistler, Filistinlileri tanımlarken Filistinli yerine Arap kelimesini kullanarak “kavramsal şiddet”e de başvurdular, bu şekilde ulus kimliğini hiçe sayarak onlara ortak bir millete ait olma hissini dayatmaya çalıştılar böylece de birçok Arap ülkesi varken Filistin’de hak iddia etmelerini engelleme yoluna giriştiler.

Bu dış faktörlerin dışında, Filistin ulus kimliğinin oluşumunu engelleyen iç faktörlere de değinmek faydalı olacaktır. Bunlardan biri Filistin’in bölünmüş sosyal yapısıdır. Bu da onların birlik içinde hareket edip ortak bir kimlik oluşturmalarını engellemiştir. Aslında Mısır, Tunus, Suriye, Irak gibi diğer Arap ülkelerinin de benzeri bir toplum yapısı olmasına rağmen onlar ulusal krizlerde bir araya gelip, ortak hareket edebildiler. Ancak Filistin’de bu durum söz konusu olmadı. Filistin’in bu yetersizliği 1918’den sonra Filistin’de herhangi bir devlet mekanizmasının olmayışından da kaynaklanabilir, fakat diğer Arap ülkelerinde sömürge iktidarı ile beraber eski devlet yapısı da bir derece sürmekteydi.[5]

Son olarak, Filistin’de yaygın olan sınırlı politik görüş (politikaya ilgisizlik) ve de tarihsel siyasi liderlik yapılanmasının olmayışı, 1948’den önce ulus kimliğinin oluşturulamamasında etkili olmuştur. Filistin’in siyasi liderliği de ticaretin ağırlıklı olduğu şehirlerden çok dinsel ve aşiretsel görüşün yaygın olduğu dağlık bölgelerden gelen kişilerden oluşmuştur.[6]

Toplumsal Bellek ve Hayali Millet

Modernitenin en önemli politik başarısı olarak nitelendirilen “ulus” kavramı homojen ve birleştirilmiş (unified) bir kimlik teşkil etmektedir. Ulus, siyasi ve yargısal meşruiyetini devletin kurulumunda bulur, dolayısıyla insanlar siyasi ve yasal haklar elde edebilmek için var olan kimliklerini ulus kimliğine dönüştürmek durumundadırlar. Ancak insanlar dışarıdan bir müdahale olmadıkça kendi kendilerine bu dönüşümü gerçekleştirebilme yetisine sahip değillerdir. Kimliğin ulusal kimliğe dönüşümü için ulus devletin varlığını sağlayan ulusal bellek ve de toplumu bir araya getirerek ulus oluşumunu sağlayan toplumsal belleğe ihtiyaç vardır. Filistinlilerin toplumsal belleği ise 1948 tarihi ile yakından ilişkilidir.

15 Mayıs 1948 İsrail için “Bağımsızlık Günü” iken Filistin literatüründe “Felaket”(Nakba) olarak anılmaktadır. Filistin için bir dönüm noktası olan Nakba, toplumsal belleklerinin de yapıtaşı olmuştur. Carol Bardenstein’ a göre toplumsal bellek hem kaybedilen, eksik olana hem de kaybedilenin yerine konulmaya çalışılana karşı bir tepki olarak anlaşılmalıdır. Nakba’dan sonra birçok Filistinli doğdukları toprakları terk etmek zorunda kaldı ve Nakba onlar için evsizliğin sembolü oldu.

Filistinli, tarihçi ve yazar Elias Sanbar 1948 tarihinin çağdaş Filistin tarihi için bir dönüm noktası olduğuna işaret ederek o yıl bir ülke ve insanlarının harita ve sözlüklerden silindiğine işaret ediyor.[7] Sanbar, Filistinlilerin mülteci ve İsrailli Araplar olarak anıldığını da vurguluyor. 1948’de yaşanan bu travma ve kayıp Filistinlilerin toplumsal belleğini şekillendirdi ve Nakba onlar için hafızanın kristalleştiği ve kendini belli bir tarihsel anda gizleyen “bellek alanı” (lieux de memoire) olarak sembolleşti. [8]Dolayısıyla Nakba onları sürgündeyken bile bir arada tutan ortak bir acının sembolü oldu. Nakba, aynı zamanda ortak bir amaç ve de ortak düşmana da işaret ederek Filistin ulus kimliğinin oluşumu için gerekli olan “öteki” kavramının oluşumuna da yardım eder. Benedict Anderson’un hayali cemaatler (imagined communities) tanımını dikkate alırsak 15 Mayıs 1948’den sonra Filistinlilerin de kendilerini bir ulus olarak hayal etmeye başladıklarını söyleyebiliriz.

Filistin örneğinde ulus belleğini oluşturmak için gereken ulusal kurumlar, müzeler, arşivler, belgeler ve ulusal bayramlar gibi araçların yokluğu dikkat çekmektedir bu nedenle Filistinliler ulusal kimliklerini biyografiler, belgeler ve kişisel izlenimlerle inşa etmeye çalışmışlardır. Filistinliler için kimlik sorunu kişinin öznelliğinin yeniden oluşumu ile de yakından ilişkilidir.[9] Bu oluşumda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) önemli bir rol oynamıştır. Örgüt Nakba’yı bir hareket noktası olarak ele alıp modern Filistin komando hareketinin ve şehitliği yücelten hikâyeler yaratmışlardır. Bu öyküleri yayacak devlet kuruluşlarına sahip olmasalar da FKÖ’nün radyo ve gazetesi oldukça etkili olmuştur. Bu öykülerde Nakba bir referans noktası olarak ele alınmış ve de olaylar, örneğin, Nakba’dan iki yıl önce, Nakba’dan iki yıl sonra olarak ele alınmıştır. Fotoğraflarda, resimlerde ve romanlarda “öz” e dönüşe atıfta bulunulmaktadır. Edebi eserlerde ve anlatılarda Nakba’dan önceki dönem aşk, masumiyet ve gençliği temsil ederken 1948 sonrası keder, yenilgi ve kendine yabancılaşma ile ilişkilendirilir.[10] Filistin’de ağaç simgesini incelediğimizde köklerin abartılı olarak çizildiği ve toprağa sıkı sıkıya bağlı olduğunu görürüz bu da eve dönüşü simgeler.[11]

Öte yandan İsrail’in ulusal hafızası olan bir ulus devleti inşa ettiklerini görürüz. İsrail, silahları ve ulus inşası sürecine katkıda bulunan kurumlarıyla nükleer bir güce dönüşmüştür. Ulus hafızasını inşa etmek için basılı kapitalizmi (print capitalism) çok etkin bir biçimde kullanan İsrail aynı zamanda Filistin kimliğinin de meşruluğunu zedelemeye çalışmıştır. İsrail uluslararası arenada soykırım kavramını sıklıkla kullanmış,[12] Filistinlilerin varlığını yok sayarak tarihi de farklı bir versiyonuyla yansıtmıştır. Örneğin Kudüs’teki İsrailli tur rehberleri kentin tarihini çok farklı bir şekilde anlatmaktadırlar.[13] İsrail’deki müzelerde ise Filistinliler Arap çeteleri olarak gösterilirken İsrail askerleri büyük zaferin mimarı olan kahramanlar olarak tanıtılmaktadır. İsimlendirme (naming) de kimlik oluşumunda etkili olan bir diğer faktördür. Örneğin, Filistin denilen bölge birçok isimle anılmaktadır. Birçok İsrailli aktivist bölgeyi İsrail/Filistin olarak anmaktadır çünkü onlar için bölge hem İsrail hem de Filistin’dir. Bir bölgede yerinden edilme, göçe zorlama vb. problemler olduğunda yer isimleriyle daima sorun olduğu görülmektedir. Egemen olan, “öteki” üzerinde kavramsal bir üstünlük kurmak için daima isimleri değiştirmeye çalışır. Bu da insanların isimlendirme konusunda çelişki yaşamasına sebep olur. Örneğin 2002’de İsrail’in Batı Şeria’da inşa ettiği duvarı bir kesim “Irkçılık Duvarı, Utanç Duvarı ya da Ayrımcılık Duvarı” olarak nitelendirirken diğer bir kesim ise “Güvenlik Duvarı” olarak adlandırmaktadır. Şehirlerin ve kutsal yerlerin isimlerinin kavramsal üstünlük kurmak adına düzenlemeye maruz kaldıklarını sık sık görebiliyoruz.

1960’larda Filistin Kimliği’nin Yeniden Tanımlanması

15 Mayıs 1948 tarihinin oluşumunda dönüm noktası olduğu Filistin ulus kimliği 1960’larda bu oluşumunu tamamladı. Bu süreçte Filistin kimliği yok sayılmıştır, hatta Golda Meir Filistinlilerin aslında var olmadığını iddia etmiştir.[14] Kimlik oluşumundaki bu gecikmenin sebeplerinden biri de Arap dünyasını birleştirmeyi amaçlayan pan-Arabism’dir. Pan Arabism’in öncülerinden Abd-al al Nasr’ın Filistin’in özgürlüğüne kavuşacağı sözünü vermesi de Filistinlilerin bu ideolojiyi desteklemesini sağladı. Pan-Arabism Filistin’de Filistinli ve Arap olarak çoklu kimliğin oluşumuna sebep oldu. Bu akım Arapların İsrail karşısında yenilgisiyle sonuçlandı. Ayrıca Fateh gibi Filistin kimliğine önem veren örgütler de kimlik oluşumunda etkili oldular. Aslında birçok Arap devleti Filistin meselesini kendi milliyetçi politikalarını uygulamak için bir araç olarak kullandı.

1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün kurulmasıyla pan-Arabism’in etkisi kayboldu ve dünyada yaygınlaşan sol ve öğrenci hareketleri Filistin uyanışı ve direnişinin taban kadrosunu oluşturdu. Bu süreçte ulusal kimlik toplumsal hareketle (collective acts) daha da güçlendi.

1993’teki Oslo Görüşmeleri’nde İsrail FKÖ’yü Filistinlilerin temsilcisi olarak kabul etti. Bu durum Filistin kimliğinin tanınması açısından bir başarı olarak kabul edilse de Edward Said’in de içinde bulunduğu bazı teorisyenler bunun İsrail’in Filistin’in örgütlenmesini kontrol altında tutmak için başvurduğu bir taktik olduğunu öne sürdüler. Filistin’in bir lider kadrosu olmadığından örgütlenmeleri tabandandı ve bu da kontrolü zorlaştırıyordu. Dolayısıyla planlanmamış bir organizasyonu kontrol etmek de hayli zordu. Haliyle Filistin ulus kimliğinin Filistinliler tarafından fark edilmesi İsrail’in resmi bir belgede bu kimliği tanımasından daha önemlidir.

Sonuç

Tarih boyunca kendi topraklarında egemen olamayan Filistin, 15 Mayıs 1948’e kadar ulus kimliğini inşa edememiştir. Bu felaket onlara daha önce olmayan birlikte hareket etme hissini kazandırmış, ulusal mitler ve toplumsal bellek oluşturmaları sağlamıştır dolayısıyla Nakba’nın Filistin Ulus Kimliği’nin oluşumunda bir dönüm noktası olduğunu söylemek hayli isabetli bir tespit olacaktır.

 

Seren Selvin Korkmaz

TUİÇ Stajyeri

 


[1] Prof.Dr. Abbas Vali, Ders Notları, 27.02.2012

[2] Rashid Khalidi, “Palestinian Identity: The Construction of Modern National Identity”, New York, 1997, s.10.

[3] Ahmad H. Sa’di, “Catastrophe, Memory and Identity: Al-Nakbah as a Component of Palestinian Identity”,  2002, s.184.

[4] Rashid Khalidi, “Palestinian Identity: The Construction of Modern National Identity”, New York, 1997, s.22.

[5] Rashid Khalidi, “Palestinian Identity: The Construction of Modern National Identity”, New York, 1997, s.25.

[6] Rashid Khalidi, “Palestinian Identity: The Construction of Modern National Identity”, New York, 1997, s.26.

[7] Ahmad H. Sa’di, “Catastrophe, Memory and Identity: Al-Nakbah as a Component of Palestinian Identity”,  2002, s.175.

 [8] Pierre Nora, “Between Memory and History: Les Lieux de Memoire” in “Theories of Memory, A Reader”, by Rossington, Michael and Whitehead, Anne, Edinburgh, UK: Edingburg University Press, 2007,  s.144.

[9] Ahmad H. Sa’di, “Catastrophe, Memory and Identity: Al-Nakbah as a Component of Palestinian Identity”,  2002, s.176.

[10] Ahmad H. Sa’di, “Catastrophe, Memory and Identity: Al-Nakbah as a Component of Palestinian Identity”,  2002, s.187.

[11] Carol Bardenstein, “Trees, Forests, and the shaping of Palestinian and Israeli Collective Memory” in “Acts of Memory: Cultural Recall in the Present” by Bal, Crewe, Spitzer, 1998, s.148.

[12] Prof.Dr. Abbas Vali, Ders Notları, 21.03.2012

[13] Rashid Khalidi, “Palestinian Identity: The Construction of Modern National Identity”, New York, 1997, s.10.

[14] Rashid Khalidi, “The Iron Cage: The Story of the Palestinian Struggle for Statehood”, UK: Beacon Press, 2006, s.164

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...