Ortadoğu’nun istikrarını ve geleceğini yakından ilgilendiren en önemli husus olarak değerlendirebileceğimiz Filistin Meselesi bağlamında geçen hafta önemli bir gelişme yaşandı. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından, İsrail’in kurulmasından yalnızca 6 ay kadar önce 29 Kasım 1947 tarihinde Araplarca reddedilen “iki devletli çözüm” unsuru, geçtiğimiz hafta BM’nin Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü ile kabul etmesi ile resmen tanınmıştır. Bu gelişme, Filistinlilerin ortaya koydukları hak taleplerinin ve siyasal bağımsızlık istencinin BM üyeleri tarafından kabul edildiği anlamına gelmektedir. Bu durum, İsrail’in Filistin Sorunu’nun çözümü noktasında ortaya koyduğu isteksiz ve kayıtsız tutumun değişeceğine delalet eden en önemli faktörlerden biri haline gelmiştir. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun, alınan bu kararın Filistin Sorunu’nun çözümü çerçevesinde herhangi bir etkisinin olmayacağına dair söylemleri ise ülkesinin gerek BM gerekse de uluslararası arenada içerisine sürüklendiği yalnızlığı gizlemeye yönelik taktiksel bir girişimdir. Zira geçtiğimiz günlerde yaşanan Gazze Operasyonu çerçevesinde de görülmüştür ki, İsrail ve onun en yakın müttefiki ABD’nin Filistin Meselesi ekseninde ortaya koydukları tezler kabul görmemektedir.
Filistin’in BM tarafından “üye olmayan gözlemci devlet” olarak kabul görmesi, İsrail’in işine gelmemektedir. Nitekim İsrail, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te sürdürdüğü işgali sürekli kılmak istemekte ve bu bölgelerde yeni yerleşim birimleri kurarak topraklarını genişletme hedefindedir. Bu güne değin İsrail’in karşısında “devlet” olarak tanınan bir yönetim olmadığı için, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki işgalin devamlılığı ve uluslararası meşruiyeti noktasında herhangi bir endişe duyulmamıştır. Aynı şekilde, İsrail’in Gazze’ye yönelik olarak uyguladığı ambargo ve tedhiş hareketleri de Hamas ile mücadele ekseninde meşrulaştırıldığı için Netanyahu ve öncüllerine hareket edebilecekleri ve saldırı-işgal sarmalında yürüttükleri politikalarını uygulama alanına koyabilecekleri bir alan sağlanmış oluyordu. Ne var ki, BM’nin aldığı karar sonrası Filistin bir devlet olarak kabul gördüğü için, İsrail’in El Fetih-Hamas çatışması ekseninde yürüttüğü ve kendisine yönelik terör eylemleri bağlamında anlamlandırdığı saldırgan dış politikası da boşa çıkarılmıştır. Nitekim BM nezdindeki girişimler çerçevesinde Filistin’deki bölünmüşlük bir yana bırakılmış ve Hamas geri plana çekilerek Mahmud Abbas’ı devlet başkanı olarak ön plana çıkarmıştır. Bu durum, önümüzdeki dönemde Gazze merkezli Hamas yönetimi ile Batı Şeria’daki El Fetih arasında bir yönetimsel ittifakın ortaya çıkabileceğini de göstermektedir. Önümüzdeki dönemde Mahmud Abbas’ın devlet başkanı olduğu ve İsmail Haniye’nin başbakanlık koltuğunda oturduğu bir Filistin görmemiz olasıdır. BM’nin aldığı karar, Filistin Devleti’nin topraklarının 1967 yılındaki sınırlar bağlamında ele alındığını ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olarak görüldüğünü de kanıtlamaktadır. Yani İsrail’in bugünkü sınırları da BM nezdinde kabul görmemektedir. Bu durum, İsrail’in bir devlet olarak siyasal meşruiyetinin de tartışmalı hale geldiğini göstermektedir. Zira bu devletin mevcut sınırları BM tarafından kabul görmemekte ve İsrail “resmen” işgalci olarak resmedilmektedir. Açıkçası BM’nin aldığı bu karar sonrası İsrail’deki milliyetçi-muhafazakâr “şahin” kesimin etkinliğinin artması olasıdır. Kararın İsrail’deki seçimlerden hemen önce alınmış olması, ulusal güvenlik endişelerini ön plana çıkartarak oy toplayan Netanyahu ve Lieberman’ın işine yarayacaktır. Nitekim dünyanın dört bir yanından farklı toplumsal grupların bir araya geldiği İsrail’in bir numaralı gündem maddesi ve toplumsal uzlaşı noktası her zaman için ulusal güvenlik kaygıları olmuştur.
BM’nin Filistin’e “üye olmayan gözlemci devlet” statüsünü tanıması, ABD tarafından sürekli olarak altı çizilen ve Türkiye dâhil tüm küresel ve bölgesel aktörlerin onayladığı “iki devletli çözüm” ihtimalini meşrulaştıran bir girişim olmuştur. Nitekim bugüne değin “iki devletli çözüm” noktasında İsrail ile müzakere eden bir Filistin “devletinin” varlığından söz etmek mümkün değil iken, BM kararı neticesinde Filistin’in devlet olarak varlığı onaylanmıştır. ABD-İsrail ikilisinin, “iki devletli çözüm” önerisini desteklemelerine karşın Filistin’in BM tarafından gözlemci devlet statüsüne yükseltilmesini reddetmelerinin en önemli nedeni, bu üyelikle birlikte Filistin’in bir “devlet” olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvuru hakkını elde etmiş olmasıdır. Bundan böyle Filistin, İsrail’in Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki işgal hareketlerini, yasadışı konut projelerini, Gazze’ye uyguladığı ablukayı ve insan haklarına aykırı eylemlerini Uluslararası Ceza Mahkemesi (International Court of Justice-ICJ)’ne götürme ve İsrail’in cezalandırılmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanılması halinde çok sayıda İsrailli güvenlik görevlisi ve devlet adamının ceza alması olasılığı ortaya çıkacaktır. Her ne kadar Filistin, barış görüşmelerini yeniden başlatabilmek için bu hakkını “şimdilik” kaydıyla kullanmayacağını açıklasa da, Filistin’in böyle bir silaha sahip olması İsrail’i ve onun müttefiki ABD’yi endişelendirmektedir.
Filistin Davası’nın en önemli savunucusu haline gelmiş olan Türkiye ise, ABD ile karşıt kamplarda yer almış olmasına karşın Filistin için BM nezdinde etkili bir lobi yürütmüştür. Gazze Krizi’nin sonlanması noktasında Mısır ve Katar ile birlikte elde ettiği diplomatik başarının ardından şimdi de Filistin’in BM tarafından “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü elde etmesi noktasında Türkiye’nin çok büyük bir rolü olmuştur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun BM’de Mahmud Abbas’ın hemen ardından yaptığı konuşma ve gösterdiği diplomatik etkinliğin katkısı yadsınamaz. Zaten Mahmud Abbas da oylamanın hemen ardından Davutoğlu ile bir araya gelmiş ve teşekkür etmek için New York’taki Türk Evi’ni ziyaret etmiştir.
Filistin’in BM tarafından “gözlemci devlet” olarak tanınması, diğer devletsiz halkları da Filistin’in izlediği yolu izlemeye itebilir. Bu noktada aklımıza gelen ilk örnek KKTC’dir. Ne var ki, KKTC, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak görülmektedir. Rum ve Türk tarafları, BM nezdinde görüşmeler yürütmekte ve iki toplumlu bir federasyon tek çözüm yolu olarak kurgulanmaktadır. Filistin’in aksine KKTC’nin uluslararası arenada destekçisi de yoktur. KKTC olmasa da, Rusya’nın yardımıyla Gürcistan’dan ayrılan Abhazya ve Güney Osetya ile Moldova’daki Transdinyester Bölgeleri Filistin’in yolunu izlemek isteyebilir. Üstelik bu bölgelerin en önemli destekçisi Rusya’dır ve Rusya, BM nezdindeki oylamaları etkileyebilecek bir küresel aktördür. Yani Filistin’in elde ettiği bu başarı hukuksal anlamda bir “emsal” teşkil etme özelliğine sahiptir. Türkiye’nin en çok dikkat etmesi gereken husus ise, federe bir devlet olan ve son dönemde Irak merkezi hükümeti ile çok büyük yönetimsel ve siyasal sorunlar yaşayan Bölgesel Kürt Yönetimi olmalıdır. Zira bu bölgenin ABD ve İsrail gibi çok önemli iki destekçisi bulunmaktadır ve ilerleyen dönemde Filistin’in yolunu izleyebilir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü