Güneydoğu Asya’nın önemli ülkelerinden biri olmasına rağmen bir türlü komşuları Tayland, Malezya ve Singapur gibi yüksek ekonomik büyüme oranları yakalayamayan ve rejim sorunlarını aşamayan Filipinler, ülkemizde az tanınan ancak siyasal tecrübesinden önemli dersler çıkarılabilecek bir ülkedir. Bu yazıda Filipinler’in siyasal tarihini sizlere kısaca aktarmaya çalışacağım.
Nüfusu 90 milyonu bulan bir ada devleti olan Filipinler’in nüfusunun neredeyse tamamı Malay kökenli olup, yine de koloni dönemi ve coğrafi yakınlık nedeniyle ataları İspanyol, Çin ve Amerikalı kökenli olan vatandaşları da bulunmaktadır. Ülkenin resmi dili Filipino olup, İngilizce neredeyse ülkenin tamamına yayılmıştır. Ayrıca nüfusunun büyük bölümü Katolik’tir. 1571-1898 yılları arasında bir İspanyol kolonisi olarak kalmış ve hatta adını da bu dönemde almıştır. İspanyol kralı 2. Filip’in bu bölge için görevlendirdiği Ruy Lopez de Villalobos adlı İspanyol kaşif ve kolonici buraya “Las Islas Filipinas” adını vermiş ve o günden bu yana bölgenin ismi Filipinler (Philippines) olarak kalmıştır. Amerika-İspanya savaşı sonrası 1898 yılında Amerika’nın kontrolüne giren Filipinler; İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak Filipinler’in bağımsızlığını kazanması ülkenin demokratik bir rejime ve refah toplumuna ulaşmasına yardımcı olmamıştır. Bugün Filipinler hala ekonomik ve siyasi çalkantılar içerisindedir ve nüfusunun önemli bir bölümü yabancı ülkelere işçi olarak göçmektedir.
Filipinler siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Ferdinand Marcos’tur. 1965 yılında seçimle işbaşına gelen Marcos ülkeyi 1986 yılına kadar yönetmiştir. Filipinler’in bugün içerisinde bulunduğu kötü ekonomik ve siyasal koşulların başlıca sorumlusu olan Marcos, Soğuk Savaş yıllarında anti-komünizm retoriğini başarıyla kullanarak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere kapitalist Batı dünyasının desteğini arkasına almış ve bu yolla iktidarını korumayı başarmıştır. 1972 yılında ikinci dört yıllık başkanlık süresinin sonuna doğru gücünü rakip aday Benigno Aquino karşısında koruyamayacağını anlayan Marcos, yükselen komünizm tehlikesini bahane ederek ülkesinde sıkıyönetim ilan etmiş ve 1986 yılına kadar iktidarda kalmayı başarmıştır. Bu dönemde Filipinler Komünist Partisi mensuplarına ve Marcos karşıtı gazetecilere yönelik büyük baskılar uygulanmıştır. Marcos’un tüm bu anti-demokratik uygulamalarına karşın gücünü koruyabilmesinin önemli nedenleri devlet mekanizmasını çıkar ve akrabalık ilişkileri nepotizm üzerine kurulu ve kendisine bağlı bir şekilde yeniden düzenlemesi, ordunun desteğini kaybetmemesi ve eski Filipinler güzeli karısı İmelda Marcos’un popülaritesini çok iyi kullanmasıdır. İmelda Marcos adeta Filipinler’in Eva Peron’u olmuş ve Ferdinand Marcos başı her sıkıştığında onu ve aile babası imajını öne çıkararak halkın önemli bir bölümünün desteğini yeniden arkasına almıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin yardımlarına rağmen gücünü giderek kaybeden Marcos, sürgüne yolladığı siyasal rakibi Benigno Aquino’nun 1983 yılında ülkesine döndükten hemen sonra daha havaalanından çıkamadan vurulması olayı nedeniyle halkın büyük tepkisini çekmiştir. Olayda Marcos’un kuzeni Genelkurmay Başkanı Fabian Ver’in parmağı bulunduğunun ortaya çıkmasına karşın kimse ceza almamış ve Marcos güçlü rakibini öldürterek gücünü koruyabileceğini düşünmüştür. Ancak bu olay Marcos’un iç ve dış desteğini tamamen kaybetmesine yol açmıştır. ABD; detant süreciyle Çin Halk Cumhuriyeti ile yakınlaştığı ve Sovyetler Birliği eski gücünü kaybettiği için artık Filipinler’e eskisi kadar önem vermemektedir. Dahası Filipinli komünistler kendileri bir ordu kurarak askerle çatışmaya başlamıştır. Bunlara ek olarak öldürülen Benigno Aquino’nun dul karısı Corazon Aquino artık halkın gözünde bir azizedir ve siyasal girişimlerine başlamıştır. Böbrek rahatsızlığı nedeniyle sağlığını kaybetmiş ve güçten düşmüş yorgun diktatör 1986 yılında seçimlere izin vermiş ve seçimlerde kilisenin ve askeriyenin de desteğini alan Corazon Aquino’ya yenilerek, karısı ve ailesiyle birlikte milyonlarca dolarla birlikte Havai’ye kaçmıştır. EDSA Devrimi olarak bilinen olay sonucunda Aquino başa geçmiş ve Filipinler tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır.
1986 yılında Corazon Aquino’nun demokrasi şampiyonu olarak başa geçmesi ve demokratik bir anayasayı yürürlüğe sokması Filipinler halkını umutlandırmış ancak ülkenin yüzlerce yıllık sömürülmüşlüğü, ekonomik kırılganlığı, Marcos dönemi IMF borçlanmalarından kaynaklanan dışa bağımlılığı ve yarı-feodal yapısı Aquino’nun başarı şansını engellemiştir. Bu nedenle Aquino da kısa sürede Marcos benzeri yöntemler kullanmaya gitmiş ve halk desteğini kaybetmiştir. Halkın büyük tepki gösterdiği Amerikan askeri üslerini kapatmak için söz veren Aquino, ekonomik sıkıntılar nedeniyle yeni bir IMF kredisine ihtiyaç duyduğu için sözünü tutamamış ve nükleer silahların çıkarılması koşuluyla ABD üslerinin süresini uzatmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması nedeniyle ABD’nin güvenlik stratejisinin değişmesiyle birlikte önemi iyice kaybeden Filipinler, ekonomik sıkıntıların ve siyasi çatışmaların ortasında Batı dünyası tarafından yalnız bırakılmış ve dahası Pinatubo yanardağının yeniden faaliyete geçmesiyle büyük bir ekonomik kayba uğramıştır. 1992 yılında yeniden aday olmaktan vazgeçen Aquino’nun yerine emekli general Fidel Ramos başkan seçilmiştir. 1997 yılındaki Asya Finansal Krizi’nden asya krizi çok kötü etkilenen Filipinler’de darbe girişimleri yaşanmış, ancak 1998 yılında yapılan seçimler sonrası eski bir aktör olan Joseph Estrada başkan seçilmeyi başarmıştır. Ancak yolsuzluk, ekonomik sıkıntılar, Müslüman azınlık ve komünistlerin silahlı mücadelesi Estrada döneminde de devam etmiş ve 2001 yılında yapılan seçimlerde Ferdinand Marcos’a yenilmiş eski başkanlardan Diosdado Macapagal’ın kızı Gloria Macapagal-Arroyo başkan seçilmiştir. 2005 yılında Forbes dergisi tarafından dünyanın en güçlü dördüncü kadını seçilen ve 2004 seçimlerinde yerini korumayı başaran Gloria Macapagal-Arroyo döneminde Filipinler ekonomi ve siyasal alanda biraz olsun toparlanabilmiştir. Mayıs 2010′da yapılan seçimlerde ise Filipinler’in son devlet başkanı 2009′da vefat eden Corazon Aquino’nun oğlu Benigno Aquino III olmuştur. Ülke son yıllarda siyasal istikrara kavuşmuş ancak halen bazı yapısal sorunlara sahiptir.
Filipinler siyasal tarihi Soğuk Savaş’ın ve de özellikle ABD’nin liderlik yaptığı kapitalist Batı dünyasının olumsuz yüzünü görmek açısından önemlidir. ABD ve Batı dünyası Soğuk Savaş döneminde birçok ülkede olduğu gibi Filipinler’de de anti-komünist olduğu gerekçesiyle anti-demokratik ve yolsuz bir rejimin işbaşında kalmasına destek olmuştur. Dahası Marcos’un güzel karısının da yardımıyla koruduğu kirli rejimi nedeniyle Filipinler ekonomik, siyasal ve askeri olarak Amerika Birleşik Devletleri’ne bağlı kılınmış ve güdükleştirilmiştir. Ülkenin gelişmesine, endüstrileşmesine ön ayak olabilecek birçok sektör bugün yabancı firmaların kontrolü altındadır. Zaten kolonicilik ve emperyalizm nedeniyle modernleşme yarışında geride kalmış eski tabirle “üçüncü dünya” ülkelerinin neredeyse hepsinde görülen Batı dünyasına bağımlılık bu ülkelerin ekonomik sıkıntılarının ve rejim krizlerinin temel sebebi durumundadır.
Dr. Ozan ÖRMECİ