Birleşik bir Avrupa’nın geleceği, Euro’nun kaderi ve derin bir uçuruma doğru giden küresel ekonomi hayatı; Alman Şansölye Angela Merkel’in vereceği bir karara bağlıdır. Çünkü Almanya, Avrupa Ekonomik Alanı’nın en büyük ve en etkili ekonomisidir. Aynı zamanda, söz konusu bölgeyi hayata döndürecek kaynak ve güce sahip olan tek devlettir. Bu açıdan Almanya için, bizzat “Euro’nun temellerini atan kudret” benzetmesini yapmak yanlış olmayacaktır. Diğer yandan, Avrupa’nın krize doğru sürüklenmesi hem küresel ekonomiyi hem de Euro’yu tehdit eder hale gelmektedir ve bu nedenle tüm gözler sadece Merkel’i gözlemlemektedir.
Merkel’in vereceği karardan, birçokları, çeşitli nedenlerden dolayı emin değildir: Örneğin, yakın bir zaman önce Avrupa’nın en büyük dördüncü ekonomisi olan İtalya’nın bazı bankalarının notu Amerika merkezli kredi derecelendirme kuruluşları tarafından düşürülmüştü[1] ve en gerekli olduğu anda Merkel’den bu konuda herhangi bir açıklama gelmemişti. Buna karşın; Merkel’de kendince haklıydı: Çünkü 2008 yılından itibaren önce İrlanda, daha sonra Yunanistan ve ardından adeta bir çorap söküğü gibi İspanya ve Portekiz ekonomik kriz girdabına sürüklenmekte, İtalya ise gelişini ilan edercesine adeta Almanya’ya doğru selektör yapmaktaydı. Ayrıca söz konusu ülkelerden birine yapılacak yardım diğer ülkeler için birer örnek teşkil edebilecekti. Bu ise Merkel’e göre, Almanya’nın söz konusu bataklığa kendi parasıyla daha da batması anlamına gelmekteydi. Bununla birlikte, Başbakan Merkel’in söz konusu mali yardım için içerideki seçmenlerine de bir açıklama yapması gerekiyordu ki; bu sanıldığı kadar kolay değildi ve halledilebilmesi için zamana ihtiyacı vardı[2]. İlk görev Federal Alman Parlamentosu’nda yapılan son oylamada Mali İstikrar Fonu’na Almanya’nın yaptığı finansal katkının iki katına çıkartılması ile başarıldı[3]. Şimdi sıra bu oylamanın nedeninin, sosyal bir kargaşa çıkmaması ve yeni seçim bölgelerinde yeni hezimetlere uğranılmaması için, oy kullananlara anlatılmasına geldi ki; bu da başarılacaktır.
Lakin Avrupa’daki bu krizden başarı ile çıkılması pek kolay olmayacaktır. Çünkü 17 ülkeden oluşan krizdeki söz konu Eurozone; 17 farklı ülkenin 17 farklı çıkar ve amacının bileşkesinden oluşmaktadır. Hatta Avrupalı bazı ekonomistler, özellikle en kötü senaryodan korkmaktadır: 2008 yılında Amerika’da yaşanan Lehman Brothers tarzı bir çöküş başlangıcı ve ardından gelen ekonomik bir tsunami. Çünkü bu, Avrupa’nın önemli bir ticari ortağı olan Amerika’nın toparlanmasını ve iş üretme kapasitesini derinden etkileyecektir ki; bu, küresel ekonomiyi güvenli olmayan durgunluk limanına itmeye fazlasıyla yetecektir[4]. Ve eğer bu limanda bir kıyamet kopacak olursa, bu ateşten etkilenmeyen kimse olmayacaktır. Petrol ihraç eden Arap Mahallesi, yardım alan Sahra Altı Afrika, elinde Dolar ve Euro rezervleri olan yükselen Asya…
Bundan dolayı, şuan için birinci öncelik liderlerin sonu olmayan tartışmaları bir kenara bırakarak krizin eşiğinde olan Avrupa’nın kurtuluş reçetesini yazan adımları atmaları olacaktır. ABD Hazine Bakanı Timothy Geithner’in Avrupalı liderlere dönerek, “Bizi eleştireceğinize önce kendi sorunlarınızı çözün.” İfadesini kullanması bu açıdan anlamlı ve yerindedir. Diğer bir açından ise Almanya’nın da Euro’nun bekasına yönelik yatırım hamlesi oldukça anlamlıdır. Çünkü Almanya’nın çeşitli yollardan çevresindeki ülkeleri kontrol altında tutma politikası bilinen bir gerçektir[5]. Bu gerçeğin dışa vurumu ise ortak para birimi ve Almanya’nın ihracatının ana kaynağı olan Euro’ya yatırım amaçlı Finansal İstikrar Fonu’na yapılan katkının iki katına çıkarılmasıdır[6].
Almanya, Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında gerçekleşen birleşme ile Avrupa’nın en güçlü ülkesi haline gelmiştir. Almanya bunu, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin yanında Alman ırkının çalışkan ve gelişmeye mehilli olmasına da borçludur. Çünkü Birlik’in bazı ülkeleri (özellikle bugün krizin tehdidiyle karşı karşıya kalan ülkeler) sağladığı ucuz kredi ve düşük maliyetli borçlar ile eğlenirken; Almanlar ekonomilerinde reforma gidiyorlar, daha fazla iş yaratılması için, işçilerin haklarını da koruyarak, işverenlerin maliyetini azaltan önlemler alıyorlardı. İşte Almanya’nın söz konusu krizdeki ağır davranmasının bir sebebi de budur: Yazın evine ekmek taşıyan Karınca (Almanya), kışın kendini seyreden Ağustos Böceği’ni (Yunanistan) seyretmek istemektedir.
Krizin Berlin penceresinden çözümü, Euro Bölgesi’nin zayıf halkalarının güçlendirilmesinden geçmektedir. Diğer bir tabirle, söz konusu ülkeler çalışkanlık ve tedbirli olma açısından Almanya’ya daha çok benzemek zorundadırlar. Lakin bu da, Euro Bölgesi’nde birtakım sorunlara neden olmaktadır. Örneğin, sert bütçe kesintileri, yüksek vergiler ve diğer tasarruf önlemleri toplumsal huzursuzluğa neden olmakta, öfkeli göstericilerin sokakları teslim alması Avrupa başkentlerinin en karakteristik özelliği haline gelmektedir.
Merkel bir şeyin çok iyi farkındadır: “Euro düşerse Avrupa düşer; Avrupa düşerse Almanya düşer ve bu kendisinin de sonu olur.” Bu nedenle söz konusu krizin çaresi olacak tedbirlerin sözünü verdi ve şimdi de eylemleri ile bunu desteklemeye çalışmaktadır. Almanya’nın Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na (EFSF) katkısını iki katına çıkaracak yasanın kabul edilmesi bunun bir kanıtıdır. Bu aynı zamanda uluslararası piyasaların görmek istediği eylem biçimi olması açısından da kayda değerdir. Tedbirli olması ise iç politikadaki seçmenlerine bir cevap niteliğindedir: “Belki sizin vergilerinizi harcıyorum ama yaptığım her şey sizin geleceğinize yatırımdır.” demektedir. Çünkü seçmenler, tembel ve sorumsuz olan komşularına kendi vergileri yoluyla yapılan yardıma % 93’lük bir oranla karşıdırlar[7]. Bundan dolayı seçmenlerin Merkel üzerindeki siyasi baskıları devam etmektedir ve zaten bu nedenle koalisyonu son eyalet seçimlerinde kaybetmiştir[8]. Bu ise krizin bir an önce önlenmesi gerekli olan önlemlerin alınmasını daha da zorlaştırmaktadır. Kısacası; Merkel’in iç politikadaki zayıflığı, O’nun krizin çözümü için gerekli olan güçlü lider profilini sergilemesini açıkça engellemektedir.
Her ne olursa olsun, Almanya Avrupa’nın, gittikçe derinleşen bir krize yuvarlanmasına izin vermeyecektir. Çünkü ihracatının büyük bir kısmını söz konusu bölgeye yapmaktadır ve bu zincir kırılırsa, Almanya’da içinde bulunduğu bölge ile beraber kriz uçurumundan yuvarlanacaktır. Kaldı ki; Almanya, ikinci çeyrekte gösterdiği % 0,1’lik ekonomik büyüme ile küresel piyasalardaki yavaşlamadan fazlasıyla etkilenmiştir. Ayrıca, kriz derinleşirse, Yunanistan’ın temerrüde düşmesi ile beraber elinde Yunan devlet tahvilleri bulunan Alman bankaları da temerrüde düşecektir ki; zora giren Merkel’in işini bu daha da zorlaştıracaktır. Diğer bir ifadeyle, Merkel’in geleceği Almanya’nın geleceğine; Almanya’nın geleceği ise Avrupa’nın geleceğine bağlıdır. Avrupa’nın geleceğini Merkel’in alacağı kararlar ile kendisinin çizeceğini düşünürsek; aslında Merkez kendi kaderini kendisi belirleyecektir.
Uzun lafın kısası; Merkel büyük bir ikilem içerisindedir. Bir yandan kızgın kamuoyunu sakinleştirmesi gerekmektedir. Diğer yandan ise, ekonomik krizin çözümünü sağlayarak Alman ekonomik mucizesini devam ettirmesi gerekmektedir. Yani attığı ve atacağı adım ile ya kazanacaktır ya da tamamen kaybedecektir. Söylemek için çok erken ama şuan ikincisi daha muhtemel gözükmektedir. Çünkü Avrupa, bugüne kadar karşılaştığı tüm kriz dönemlerinden hep güçlenerek çıkmıştır. Bu açıdan bu bir ilk değildir ve son da olmayacaktır.
Deniz Tören
Hacettepe Üniversitesi
[1] Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard and Poor’s (S&P), aralarında İtalya’nın en önde gelen bankalarının da bulundu yedi İtalyan bankasının kredi notunu düşürmüştür http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2011/09/22/italyan-bankalarinin-notu-kirildi.
[2] Öyle ki; Merkez, iktidarın küçük koalisyon ortaklarından bile ciddi eleştirilere maruz kaldı ve iktidarda olmasına rağmen söz konusu krize yardım etmek isterken zor anlar yaşadı.
[3] Almanya’nın Avrupa Finansal İstikrar Fonu’na yaptığı mali katkı, 85 hayır oyuna karşı 523 evet oyuyla kabul edilerek, 123 milyar Euro’dan 211 milyar Euro’ya çıkarılmıştır. Ayrıca alınan söz konusu kararda 3 de çekimser oy mevcuttur.
[4] Amerikalı ekonomistler, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlikten daha çok ekonominin durgunluk içerisine girmesinden çekinmektedir. Çünkü ekonomistler için durgunluk geri dönüşü olmayan çıkmaz bir sokaktır. Çünkü söz konusu durumda, tüketim ve ona bağlı olarak üretim azalır, emtia kıtlığı nedeniyle fiyatlar genel seviyesi yükselir, üretim azlığı nedeniyle işten çıkarmalar artar, ekonomi yatmaya alışan bir insan gibi tembelleşir ve ekonominin yeniden toparlanması imkânsızlığa bir adım daha yaklaşır.
[5] 1871-1890 yılları arasında ikili antlaşmalar yoluyla Fransa, Rusya ve Avusturya’nın Almanya tarafından kontrol altında tutulması bunun basit bir örneğidir ve söz konusu kontrol Bismarck döneminde diplomasi yoluyla sağlanmıştır.
[6] Fon’un toplam büyüklüğü yaklaşık 440 milyar Euro’dur. Lakin krizin aşılması için gerekli olan büyüklüğün 2 trilyon Euro civarında olması beklenmektedir.
[7] Goldman Sachs’ın yöneticileri ile anlaşarak kredi notunu yüksek gösteren ve söz konusu kredi derecelendirme kuruluşunun bütçesindeki yanlışları görmezden gelmesini sağlayan Yunanistan, Alman seçmenler gözünde tembel ve sorumsuzdur. Kredi derecelendirme kuruluşları ise bir o kadar güvenilmezdir.
[8]Bunun yanı sıra, Almanya, Avrupa İstikrar Paktı’na yapacağı yardımı kendi finansal sisteminin dengelerini sarsabilecek olmasını bile göze alarak yaptığından dolayı “AAA” olan ülke notunun düşmesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bundan dolayı da başta Almanya Maliye Bakanı olmak üzere piyasanın çeşitli oyuncularından ağır eleştiriler almıştır.