Eflatun, Sokrat’ın son anlarını anlatan Savunma’sını tiyatro tarzında dramatik diyaloglar şeklinde yazarken, Perikles ve Alkibiades dâhil başka siyasiler de Eski Yunan tiyatrosunda istihza ve eleştiri oklarına maruz kalmıştı. Siyasi ve entelektüel şahısların, kalabalık tiyatro seyircilerine müstehzi şekilde takdim edilmesi, Eski Yunan’da toplumsal yaşamın tolerans gücünü ve edebiyatın, insanlara hayattan dilimler sunarken, kamuoyu oluşturma gücünü ifade ediyordu.
Dönem dönem “ideolojik cihaz” olarak da kullanılan edebiyat geleneği, aynı zamanda popüler kişilikleri de halkın nazarında onlardan biri haline dönüştürüyordu. Siyasal ve kültürel hayatı hicvederek toplumda yaratılan tebessümün büyük “gelotolojik” etkileri vardı. Arasında, halkın önündeki siyasi, edebi, felsefi meşhurları, seyircilerden biri kılmak, hatta onların karikatürize edilmiş tavır ve uygulamalarını sahnede karakteristik özellikleri haline dönüştürmek, halkla aralarındaki uçurumları ortadan kaldırıyor ve tanrısal münzevilikten uzakta, insani yaklaşabilirlik içinde sunuyordu.
Özellikle Aristophanes’in dili hicve, üslubu siyasi polemiğe o kadar uygundu ki, on dokuzuncu yüzyıldan itibaren yeniden canlandı. Eski Yunan komedisi, yirminci yüzyıla gelince Yunanistan’daki cunta dâhil pek çok siyasi olayı işleyen Aristophanes’in takipçilerinin taklit ya da telmihleriyle yeniden gündeme getirildi. Türkiye’de de feminist hareketlerin eleştirisini yapan Rıfat Ilgaz’ın Sosyal Kadınlar Partisi adlı eseri, Aristophanes’in Lysistrata adlı oyununun açık etkisini taşımaktadır. Edebiyatın zulüm ve baskıya karşı istiare, telmih, alegori ve çağrışımlarla direnişini İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgal ordularına direnen Fransız edebiyatında da görmek mümkündür. Kendi başına koca bir yekûn oluşturan Fransız “direniş edebiyatı” Antik tiyatrodaki tema ve kahramanları kendi günlerine taşıyarak hem edebi verimlerini savaş sırasında devam ettirmiş, hem de kullandığı dil ve üslup ile muhtemel sansür ve mahkûmiyetleri savuşturmuştur.
Görüldüğü gibi, demokrasi sadece bir idari sistem omurgasından öte anlam taşımakta, “kratos” ancak “demos”la yön bulmaktadır. Atina demokrasisinin gerilemesinden sonra Eski Roma’dan başlamak üzere, on sekizinci yüzyıla kadar Avrupa’nın siyasi geleneğinde Sparta etkisi büyük olmuştur. Ondan sonraki gelişmeler ise, Fransız devrimiyle beraber Atina demokrasisine benzemektedir. Eski Roma’da savaşlar ve iç çekişmelerden dolayı kesintiye uğrayan ya da askıya alınan doğrudan demokrasi, demokrasiyi meşru yönetim şekli olarak tanıyan, ama otokratik, emperyal amaçları ve iktidar hırsları daha ağır basan liderlerle halk yardakçısı belagatlerin arenasına dönüşmüştür.
Daha da manidar olanı, Eski Roma Eski Yunan’dan devraldığı edebi geleneklerin ancak hitabet ve belagat alanlarında daha ileri gitmiştir. En uzun süreli demokratik lider olan Perikles’in sonrasında Yunan kültür ve medeniyeti siyasi ömrünü tamamlarken, Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altına girmiştir. Monarşik gelenek Roma’da zamanla, imparatorun yetkilerinin Senato’ca sınırlanmasıyla evirildi. “Halkın iradesi” Eski Roma’da temsili demokrasi tarzında “cumhuriyet” olarak tecelli etti. İnişleri, çıkışlarıyla yaşanan ve sonraları tekrar akamete uğrayan demokrasi macerası Eski Roma’nın iç karışıklıkları ve siyasi ihtiraslar sonucunda cumhuriyetten tekrar monarşiye dönüştü.
Rönesans döneminde ilk defa Machiavelli’nin kullandığı “Res publica” yani “halkın işleri” ya da idaresi anlamında “cumhuriyet” Latincedir ve geçmişteki Roma’nın idari-kültürel mirasına işaret etmektedir. Machiavelli’nin demokrasi anlayışında, kral tebaası olmak yerine ülke vatandaşı olmak kavramı yatıyordu. Ancak Eski Roma’yı idealize eden Machiavelli, vatandaşlık haklarının herkese verilmesi gerektiğini de düşünmüyordu. Muhtemelen, Roma’nın çok yönlü devlet adamı, felsefecisi ve edebiyatçısı olan Cicero’nun etkilerini taşıyan Machiavelli, onun Cumhuriyete Dair adlı eserini okumuş olmalı. Cicero’nun felsefesinde önemli yer tutan devlet felsefesinin özünde, temsili demokrasiden koparak monarşiye dönen Roma’nın yeniden demokrasiye dönme arzusu yatıyordu. Cicero hayat serüveni içinde şahsi zaaf ve hassasiyetlerinden dolayı, felsefesi ve tercihleri arasında tutarsızlıklar da sergiledi. Doğruları görmenin, ancak yaşadığı siyasi ve şahsi çalkantıların neticesinde, doğrularının arkasında yeterince duramamanın sıkıntılarını yaşadı.
Eski Yunan mirasının Eski Roma’ya tercümesinde ve yasaların oluşmasında Cicero’nun büyük katkıları olmuştu. Roma’nın en iddialı olduğu konu, hukuk sistemini yerleştirmesiydi. Lakin Cicero, tarihteki demokrasilerden biri olan Eski Roma’nın–onca demokrasi sevgisine ve bu konuda en çok kafa yoran siyaset felsefecilerinden biri olmasına rağmen—kurbanı oldu.
Eski Yunan demokrasisinin en büyük kurbanı, hayatını felsefi konuları sorgulamaya, “hakikati” aramaya ve bildiklerini aktarmaya adamış olan Sokrat gibi, Cicero da ondan rahatsızlık duyan zamanın siyasi elitleri tarafından dışlandı. Çok sevdiği Roma’dan ayrılıp sürgüne gitti. Sokrat’ı okumuştu, ama her konuda aynı fikirde değildi onunla.
Mektuplarında hem dönemini hem de siyaset adamlarını ayrıntılı bir şekilde vakanüvis gibi işleyen Cicero, tekrar döndüğü Roma’daki siyasi anaforun içine düştü. Siyasi elitin hem rakip hem tehlike olarak gördüğü ve gösterdiği Cicero, bedeni paramparça edilerek hunharca katledildi (M.Ö.43).
Yetmezmiş gibi başı kopartılan Cicero’nun kopmuş başından sarkan diline iğneler sokmak ve bunu ibret-i âlem olsun diye teşhir etmek suretiyle, düşmanları intikamlarını ondan iki kere almış oluyorlardı: düşünen kafası ve konuşan dilinden. Bu intikam aynı zamanda siyasi rekabet ve hırs adına felsefe, hukuk ve edebiyattan alınmıştı. Cicero Roma medeniyeti ve Hıristiyan Ortaçağına damgasını vurarak, tarih sahnesinden trajik bir ölümle böyle ayrıldı.
Metin BOŞNAK
Uluslararası Saraybosna Üniversitesi Öğretim Üyesi