Beklenen oldu ve Ermeni Soykırımı’nın İnkârını Suç Sayan Yasa Tasarısı, Fransız Ulusal Meclisi’nin ardından Senato’dan da geçerek Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin imzasına sunuldu. Sarkozy, tasarının yasalaşması için büyük bir çaba gösterdiği için, önümüzdeki günlerde gerekli imzayı atarak hem Ulusal Meclis’te hem de Senato’da kabul gören bu tasarıyı kanunlaştıracaktır. Buna göre, Fransa toprakları içerisinde, Ermeni soykırımı’nın yaşanmadığını iddia eden ya da soykırım olarak adlandırılan olayların bilimsel bir incelemeden geçirilmesini isteyen herkes 1 yıl hapis cezası ve bu cezaya eklemlenmiş 45 bin Euro’luk para cezası ile cezalandırılacaktır. Ermeni diasporası’nı ve aşırı milliyetçi Fransızları sevince boğan bu olay sonrası, AB’nin üzerine yapılandırıldığı ifade özgürlüğü kriteri çok ağır bir yara almıştır. Göreve geldiği günden bu yana kırdığı potlar ve izlediği politikalar ile Avrupa genelinde ve Fransa özelinde ciddi bir tepkiyle karşılanan Nicolas Sarkozy ise, birkaç ay sonra gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi büyük bir oy deposu olarak gördüğü aşırı sağ kesime ve diaspora Ermenilerine açık bir işaret göndermiştir. Ne var ki, kabul edilen yasa tasarısının yasalaşması halinde dahi, iptal edilmesi büyük bir olasılık olarak görülmektedir.
2001 yılında Ermeni soykırımı iddialarını resmen kabul etmiş olan Fransa, bu soykırımın inkârını dahi cezalandıran yasa tasarısını kabul ederek, tarihsel gerçekliği oldukça şüpheli olan, hatta olmayan, bir mevzuyu iç siyaset malzemesi haline getirmiştir. Bu tasarının arkasındaki en önemli isim olan devlet başkanı Nicolas Sarkozy ise, tasarının kabul edilmesi için yoğun bir çaba göstererek, kendi siyasal ikbalini ve düşüncelerini, Fransa’nın çıkarlarının önüne yerleştirmiştir. Zaten bu nedenle hem bu tasarının kabulü hem de Sarkozy’nin eylemleri ülke içerisinde büyük çaplı bir tepkiyle karşılaşmıştır. Sarkozy, bu tasarının kabul edilmesi halinde Ermeni diasporasının ve Mariné Le Pen’in liderliği altında toplanmış olan aşırı sağcıların oylarını toplayacağını ve ülke içerisinde giderek azalan nüfuzunu ve popülerliğini biraz olsun arttırabileceğini düşünmüştür. Zira yapılan yorumlar ve gerçekleştirilen anketlerin sonuçları, başkanlık seçimlerinde sosyalistlerin adayı François Hollande’nin kazanma şansının daha fazla olduğunu göstermektedir. Sarkozy’nin tasarının yasalaşması yolunda bu kadar çaba göstermesinin bir diğer nedeni, 2007 seçimlerinden önce diaspora Ermenilerine verdiği sözü tutarak, soykırımın inkarını cezalandıran tasarıyı onaylamak ve böylece verdiği söze sadık, tutarlı ve cesur bir lider profili çizmek istemesidir. Sarkozy, tasarıyı seçimlerin üç ay öncesinde yasalaştırarak, bu tasarının kabulünün sağlayacağı popülariteyi derhal oy potansiyeline çevirmeyi amaçlamıştır. Tasarının yasalaşması bağlamında Sarkozy’nin elde etmek istediği bir diğer kazanç ise, hemen her ortamda ortaya koyduğu ve tarihsel, sosyo-kültürel ve siyasal bir ayrım çerçevesinde meşrulaştırdığı Türkiye karşıtı tutumu sağlamlaştırmak ve bu ülkenin tasarının kabulü sonrası Fransa’ya yönlendireceği siyasal, ekonomik ve sosyal kısıtlamalar ve cezalandırma mekanizması aracılığıyla, AB’nin lider ülkelerinden biri olan Fransa’ya karşı çatışma odaklı bir tutum izleyen Türkiye’nin AB üyesi olamayacağına dair inancın altını yeniden çizebilmektir. Kendisinin ve Fransız Sağı’nın Türkiye karşıtı tutumunu tarihsel bir çarpıtmayı kullanarak güçlendirmeye yönelik oldukça akılcı bir politikanın ifadesi olan bu anlayışa karşı, Türkiye’nin duygusal davranmaması ve tüm Fransa’yı karşısına alacak bir cezalandırma mekanizmasından kaçınarak Sarkozy aleyhtarı kesimler ile işbirliğine gitmesi gerekmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda Sarkozy’nin kaybetmesi ve sosyalistlerin kazanma ihtimalinin oldukça yüksek olması, bu noktada Türkiye’nin üzerinde durması gereken en önemli ipucudur.
Soykırımın inkârını suç sayan yasa tasarısı kısa ya da orta vadede geri çevrilebilir bir nitelik taşımaktadır. Zira soykırımın olduğunu kabul etmek farklı bir şeydir, sübjektif bir nitelik gösteren böyle bir tarihi meselenin yasalar aracılığıyla zorla kabul ettirilmesi başka bir gerçekliğe işaret etmektedir. Fransa içerisinde ve tüm dünyada Ermenilere soykırım yapıldığını savunan kesimler olduğu gibi, böyle bir olayın yaşanmadığını belirten ve bunu kendi tarihsel tezi ile ortaya koyan veya koymak için araştırmalarına devam eden birçok tarihçi ve bilim insanı da bulunmaktadır. Fransa’nın kabul ettiği yasa tasarısı, bu ülke topraklarında Ermeni soykırımı gerçekliğini araştırmak isteyen bilim insanlarını yasalarla sınırlanmış belli alan içerisinde çalışmaya mahkûm ettiği ve tek bir gerçek üzerinden hareket etmelerini istediği için ciddi anlamda sorunludur.
Fransa topraklarında yaşayan en önemli anayasa hukukçularından biri olan Robert Badinter de, bu tasarının Anayasa Mahkemesi’ne taşınması halinde derhal iptal edileceğini belirtmektedir. Ona göre, Ermeni soykırımı hususu, Nürnberg Savaş Mahkemesi’nde hükme bağlanan ve BM tarafından da kabul gören Yahudi soykırımı gibi hukuksal bir dayanağa sahip değildir. Zira soykırımın tanımını yapan ve bir insanlık suçu olarak gören BM kararı 1948 yılında alınmıştır. Osmanlı’nın, Ermenilere soykırım yaptığını belirten hiçbir uluslararası mahkeme kaydının olmaması ve soykırımı tanımının dahi 1948 yılında yapılmış olması, 1915 yılında gerçekleşen trajediyi hukuksal anlamda bir soykırım olarak tanımlamamız için yeterli değildir. Fransa Parlamentosu, soykırımın inkârını suç sayan tasarıyı kabul eden bir karara imza atarak, uluslararası anlamda hiçbir hukuksal temeli olmayan bir meselede bir yargı kurumu gibi davranmıştır. Badinter’e göre, hukuksal manada böyle bir içtihat kabul edilemez. Üstelik bu kararla Fransa’da yasama, yargının işleyişine müdahil olarak önemli bir hukuksal ihlale imza atmıştır.
Bunun yanı sıra, İbrahim Kaya’ya göre, Fransa, kabul ettiği bu tasarı ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesinde belirtilen “ifade özgürlüğü” kriterine de aykırı davranmakta ve tarihsel bir meselenin tartışılmasına engel olarak insanların zihinlerini tek bir gerçekliğe odaklayarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ciddi anlamda ihlal etmektedir. Bu nedenle, bu yasanın iptali için öncelikle Fransız Yargısı’na, iç hukuk yolları tüketildiği halde bir sonuç alınamazsa da 6 ay içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurulabilir. Bu başvuru gerçek veya tüzel, Fransız vatandaşı olsun ya da olmasın, Fransa tarafından bu yasa nedeniyle cezalandırılan tüm kişiler için geçerlidir. Yapılan başvuru neticesinde Fransız hükümeti haksız bulunursa, tazminat ödemeye ve soykırımın inkârını suç sayan yasayı iptal etmeye yükümlü olacaktır. Kabul edilen yasanın iptali için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan Türkiye de AİHM’ye başvurabilir. Belirtilen yasa bağlamında gerçekleştirilecek bireysel ya da devlet başvurusu neticesinde, AİHM, çok büyük bir ihtimalle “ifade ve düşünce özgürlüğünü ihlal ettiği” gerekçesiyle Fransa’yı suçlu bulacaktır. Böyle bir durumda, belirtilen yasanın iptali söz konusu olacak ve Fransa’nın itibarı ciddi anlamda zedelenecektir. Kaya’ya göre, Türkiye, meseleyi Uluslararası Adalet Divanı’nın önüne de getirebilir. Nitekim her iki ülke de 1951 tarihli soykırımın önlenmesi ve cezalandırılması sözleşmesine taraf durumdadırlar. Böyle bir durumda Türkiye’nin tezi, Fransa’nın aldığı kararın sözleşmenin ortaya çıkış tarihinden önce gerçekleşen bir olaya ilişkin olduğu gerçeğinden hareketle, 1915 olaylarının soykırım olarak adlandırılamayacağı çerçevesinde şekillenecektir.
Nicolas Sarkozy, sahip olduğu iktidar hırsı ve koltuk sevdası ile aydınlanma felsefesinin ve düşünsel devrimin oluşumuna büyük bir katkı sunan ve insanoğlunun ulaştığı en ileri entegrasyon düzeyi olan AB’nin temel taşlarından biri olan Fransa’yı hukukun siyasallaşması eksenli büyük bir diplomatik krizin içerisine sürüklemiştir. Bu krizin Türkiye lehine çözümlenmesi, düşünce ve ifade özgürlüğü ile şekillenmiş Avrupa demokrasisinin büyük bir darbe almasını engelleyecek ve tarihsel bir meseleyi kendi siyasal ikballeri doğrultusunda kullanmaya çalışan veya çalışacak olan kişi ya da gruplara da önemli bir mesaj verecektir.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi